The gates of İstanbul....
Ne zaman bir kadına baksam, aklının derinliklerinde gizlenen bir şeyler olduğunu sezerim.
Gizem dolu olduklarını, neleri gizlediklerini bilmek isterim.
Her kadının peçesi vardır diye düşünürüm.
Arkeolog olmak isterdim. Saklanmışlıkların belirsizliğini açmak ve saklanmışlıkları bir bir ortaya çıkarmak için.
Karşıma gerçekler çıkınca kaçar mıydım acaba?
Buruk duyguların saklandığını görsem, görsem ki sevgiden kaçışlarında sevişme arzularını sakladıklarını, görseydim eğer geceleyin bilmedikleri insanların sözlü sohbetlerinde doyuma ulaştıklarını, kendimce vazgeçer miydim arkeolog olmaktan…
Vazgeçmeliyim aslında, yazmakla anlamak arasında kalmalıyım.
Gündüzleri ayıplayanların geceleri nasıl bir klavyede yitirildiklerini gördüğümde, kendimi de saklardım belki, saklanmışlıklar adına.
Belirsizliklerin gece ile delirdiği bir an, aynalarını kıran, saçlarını düzeltmeden sevişen, zevkin sözcükleşmesi ile içlerine düşen erkekleri anlamak istediklerini, anlamak kolay olur muydu?
İsteğin pazarlıksız ortamında, kendini sözcüklere veren kadınların iç dünyasında neler sakladıklarını görebilir miydim?
Galiba hep yanılırdım.
Yalnızlıklara vuran şehvet susmak bilmezse, çaresizlikten değil kolay olduğundan sözcüklerle sevişenlere acır mıydım?
Sanmam, belki de içlerinde erimesi gereken birikimlerini yitirmek adına sözcüklerle iyi anlaşıyorlar derdim...
Sözcükler içimize düşer, düşündüğümüzü kolay anlatabildiğimiz yabancı yüzlere istekler duyunca anlarız belki de saklanan kadınları.
Bu söylediklerim iç karartıcı çirkinmiş gibi mi görülüyor?
Böyle mi düşünüyorsunuz?
Ya siz?
Sizin sakladıklarınız, onları ortaya çıkaran kadınlar değil mi?
Hem de çok kolay bir biçimde…
Bilmediğimiz yüzler gece sevişir bilmediği yüzlerle.
Ve bunu yaparken utanma duygusunu saklar, doyuma ulaştığı zamanda sevişme duygusunu saklar.
Saklamak en kolay unutma şekli olsa gerek.