- 385 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÖKKUŞAĞI(Roman) 10-15. sayfa
Ustamın belalı bir işi, düşmanlığı filanda bulunmuyordu. Beraber olduğum yıllarda kimseye bir yanlışı olmamıştı. Bu nedenle bayağı meraklanmıştım. Akşamın bu saatinde lokanta önünde yolumuza çıkanlar ne istiyorlardı. Böyle düşüncelerle onlara bakarken, adamlardan biri cüzdanını çıkararak;
---Biz polisiz,
Dedi. İçimden Allah Allah Polisin bizimle ne işi var ki? İçlerinden biri, sertçe;
---Arkanızı dönün.
Ustam ve ben arkamızı dönmüştük ki, az önce seslenen adam yanımıza gelerek sıra ile üzerimizi aradı, ceplerimizi karıştırdı. Oldukça dikkatli ve sakindi acelesi yok gibiydi. Kimliklerimizi almışlar, başkada bir şey bulamamışlardı.
---Bizimle geleceksiniz. Ancak önce arabanıza bir bakacağız, açar mısın?
Usta arabanın kapısını açarken;
---Neler oluyor, memur bey neler?
---Konuşmada arabayı aç,
Bu ses çok sertti, adeta emir gibiydi, bende irkilmiştim. Gerçekten neler oluyordu acaba? Adamlardan biri arabanın içine girdi elinde bir fenerle sağı solu ararken bizler dışarıda bekliyorduk. Yağmur durmuş, ama hava serinlemişti. Birkaç meraklı, şoförde uzaktan bizleri izliyordu. İçeri giren adam bir süre sonra elinde bir paketle dışarı çıktı. Sanki aradığını bulmanın rahatlığı ile:
---Tamam, burada gidebiliriz.
Onların buldukları paketin içinde ne olduğunu bilmediğim için meraklanmış ve gelenlerin gideceklerini sanmıştım. Adamlardan biri bize dönerek:
---Hadi arabanızı iyice kilitleyin, paranızı, giysilerinizi alın, bizimle geliyorsunuz. Bilmediğim olumsuz bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Ancak benimle bir ilgisi olmadığı için rahattı. Hepimiz birlikte, yani beş kişi arabaya yöneldik. Usta ve ben arka koltuğa otururken polislerden biride yanımıza ilişti. Hareket emiştik ki dayanamadım:
---Amca neler oluyor, sen anladın mı?
Dememe kalmadı, deminki ses yine ön taraftan gürledi:
---Sesinizi kesin, yoksa ağzınızı kapatırım.
Şaşırmış ve korkmuştum. Akşamın bu vaktinde bilmediğim, anlamadığım bir şeyler olmuş ama ben hala farkına varamamıştım. Ustam daha sakindi, ancak hafifçe terlediğini fark ettiğim zaman korktuğumu itiraf etmeliyim. Daha önce defalarca trafik polisleri ile karşılaşmış, bazen ceza alıyor, bazen de bizlere gülerek hayırlı yolculuklar diliyorlardı. Ama bu sefer durum farklıydı. Memurlar sivil ve sert görünümlüydüler. Biri orta boylu enli, diğerleri uzun boylu daha inceydiler. Hepsi temiz tıraşlı ve bıyıksızlardı. Belli ki önemli görevleri vardı.
Heyecanım, korkuya karışmış kalbimin atışları hızlanmıştı. Ne olacaktı bu işin sonu diye merakım artmış, gençliği verdiği tecrübesizlikle yaşadıklarım bana bir oyun gibi geliyordu. Gerçi ben kötü bir şey yapmamıştım ancak ustam bir suç mu işlemişti? O pakette ne vardı ki, daha önce Ustamın elinde böyle paketleri görüyor, herhalde eve aldığı hediyelerdir diye çok ilgilenmiyordum. İyide Polis olduğunu söyleyen bu kişiler neden paketle ilgilenmişlerdi.
Bir taraftan da açlığım iyice artmış, içim kazınıyor bu yüzden canımda sıkılıyordu. Bir an önce bu iş bitsin diye dua ediyordum. Birde bizi nereye götürdüklerini tam anlayamamış, ama şehir içinde ilerlediğimizi fark ediyordum. Bu düşüncelerime dalmışken çok geçmeden ön kısmında Emniyet müdürlüğü yazan binanın önünde durduk. Önce onlar aşağıya indiler, ardından bizlere dönerek, inmemizi istediler. Kapının önü kalabalıktı ve birazdan yanımıza başkaları da geldi. Kollarımıza girerek hızla binanın içine aldılar. Ben bu arada:
---Ne oluyor, ne yapıyorsunuz, bizi buraya neden getirdiniz?
Diye seslenirken Ustamın sesi hiç sesi çıkmıyordu. O kabadayı, korkusuz adama ne olmuştu da kuzu gibi susmuş, bana da bir şey dememişti.
İçeride ışıkları yanan koridorlardan geçerek bir kat aşağı indik. Loş ışıklı nem kokulu bir yerdi. Ön kısmı demir parmaklıklı odalardan geçerken birisi kapıda sanki bizi bekliyormuş gibi odalardan birine girmemizi istedi. Usta ve ben ayrı ayrı odalara konduktan sonra kapılar kapatılmıştı. Polisler gittiğinde yalnız kalmış, bir hayvan gibi kafese kapatılmış hissine kapılmıştım. Hayat tecrübesini tam olarak alamamış olmanın eksikliği ile olayları bir türlü çözemiyor, bir polis merkezinde bir odaya kapatılmış olduğumu biliyordum, ama niye?
Oda küçük bir yerdi ve kısık bir ışığı vardı. Lamba çok yukarıda bulunuyordu. Arka tarafta boyu bir insan boyu ve yerden yarım metre yüksekte tahta bir oturak duruyordu. Dip tarafta pis kokuların geldiği bir çukurluk gözüme ilişti. Tuvalet diye geçti aklımdan. Odada ayakta, garip ve korku dolu düşüncelerle ne kadar dolaştığımı bilemeden, yorulmuş olmalıyım ki tahta oturağa oturdum. Arkama yaslandım ama hemen öne geldim, çünkü duvar çok pisti ve iğrenerek tekrar ayağa kalktım. Bu arada az olan ışıkta sık sık kesilmekte, bazen uzunca bir süre karanlıkta kalmaktaydım. Bu karanlık anlarda düşmemek için olduğum yerde beklemek zorunda kalıyordum. Irmak kenarında olsa, karanlığa aldırış etmez korkmazdım. Ancak burada durum farklıydı. İt gibi kapana kısılmış ne olacağını bilemeden bekliyordum. Ara sıra derinden derine sesler geliyor fakat ne olduğunu anlayamıyordum. Korkusuz olan ben korkuyu tanımaya başlıyordum galiba. Açlık, yorgunluk, üzüntü, telaş birbirine karışmıştı. Özgür dünyam bir kâbusa dönüşmüş, tüm benliğimi buradan çıkma telaşı sarmıştı.
Temizliği çok severdim. Arabacılık zor işti, sık sık üstüm kirlenir, fakat her defasında temizliğimi yapar bundan bıkmaz, kirlerden temizlendiğim an çok rahatlardım. Bu pis yer bana göre değildi, ah birde neden kapatıldığımı bilebilseydim!
Tekrar yorulmuş olmalıyım ki aklıma oturmak geldi ama bu sefer arkama yaslanmamıştım. Bir taraftan da açlığım beni son derce rahatsız ediyordu. İçim kazınmakta, yaşadığım şoktan dolayı zaman zaman titremekteydim. Benim kötü bir huyumda buydu. Bazı heyecanlı olaylarda vücudum titremeye başlardı. Hele bir kere Çorum’un Osmancık kazası yakınlarında hemen önümüz sıra meydana gelen kazada, yaralılara yardım ederken, vücudum öyle bir titremeye başlamıştı ki, bazı insanlar beni de yaralılardan sanmışlardı.
Arkaya yaslanamadığım için başımı ellerimin arasına almış dirseklerimi dizlerime dayamış vaziyette ne kadar geçtiğini bile hatırlamadan dalar gibi olmuştum. Birden kapı gürültü ile açıldı, iki kişi içeri girerek yanıma geldiler, birinin elinde demir halkalı bir şey vardı.
---Uzat ellerini.
Dedi. Ellerime demir kelepçe takılıyordu, tıpkı filmlerdeki gibi. Kelepçelerin takılması hoşuma gitmemişti. Çünkü kelepçeler filmlerde devamlı suçlulara takılmaktaydı. Bende suçlu muydum ki, iyide neden? Kollarıma girdiler ve dışarı çıkarıp yukarıya doğru ilerlememi söylediler, kendi aralarında hiç konuşmuyorlar ve asık suratları vardı. Yeni bir odaya girdiğimizde baktım, burası biraz daha temiz ve büyüktü. Ortada bir sandalye duruyor, etrafa baktım hiç pencere yoktu. Beni buraya getirenler dışarı çıkarken, içeriye üzerleri gömlekli, kolları yukarıya sıvanmış, iri görünüşlü, yüzleri daha da asık, iki kişi girmişti. Henüz gençtim, iri kıyımlı sayılırdım. Yaşımdan daha fazla gösterdiğim için çok insan askerlik yapmadığıma inanmazdı, bu nedenle gelenlerin bana bakış ve tavırlarından ürkmüştüm. Beni yaşlı ve kötü biri olarak görüyorlardı herhalde. İyide benim ne suçum vardı da buraya gelmiştim? Ustaya ne olmuştu? Sormalıyım diye geçti içimden, neler olduğunu anlamalıydım.
---Beni niye buraya getirdiniz? Ne işim var burada?
---Kes sesini burada soruları biz sorarız.
Dedi biri, azarlayarak
---Birde utanmadan konuşuyorsun ha?
Dizlerimin bağı çözülmüş, yine ufak ufak titremeler başlamıştı.
İçlerinden biri karşıma geçerek bana;
---Ne o korkudan titremeye mi başladın? Kalıbından utan, suç işlerken korkmuyordun anlaşılan. Şimdi soracağımız sorulara doğru cevaplar verirsen canını fazla yakmayız diye söylendi. İyice şaşırmıştım, ne suçu, ben ne yaptım ki?
---Tamam, sorun ama suçum ne?
Dedim.
---Adın ne?
---Hikmet
---Baba adın
---Hüseyin
---Yaşın kaç?
---On yedi.
---Yalan söyleme
---Yaşın kaç?
---On yedi dedim ya! Cüzdanımda yazılı, onu aldılar.
---Nerelisin?
---Turhal.
---Kaç yıldır bu arabadasın?
---Hemen hemen beş yıl oldu.
---Şoförün nesi olursun?
---Hemşerisi, akraba değilim.
---Kaç yıldır bu işi yapıyorsunuz?
---Ne işi?
Enseme şiddetli bir tokat geldiğinde canım çok yanmıştı. Bir an arkama dönmek istedim,
---Önüne bak soruma cevap ver.
---Kaç yıldır bu işi yapmaktasınız?
---Ne işi dedim ya! Arabacılık mı?
---Dalgamı geçiyon lan köpoğlu, bizi alaya mı alıyon?
---Ne dalgası ne dediğini anlayamadım. Hangi iş Abi?
---Ne abisi ulan, ben senin nerden abin oluyom? Soruya cevap ver.
---Ustan her şeyi anlattı, birde sen anlat.
---Neyi anlatayım onu açıkça söyleyin?
---Paketi kime götürüyorsunuz?
---Ne paketi? O paket Ustamındı.
---Kimden aldı?
---Neyi?
---Paketi ulan paketi.
Bana bağırdıkça şaşırıyor, düzgün konuşamıyordum. Ne vardı pakette acaba? Dayanamadım:
---Pa—Paket—Pakette ne var ki diye sorabildim.
Vay sen misin soran, enseme daha şiddetli bir tokat daha geldiği an gözlerim kararmıştı.
Açtım, yorgundum, korkuyordum, nerdeyse ağlayacaktım, dayanamadım artık. Aniden ayağa kalkıp ileri bir hamle yaptım. Şaşırmışlardı, geri çekilirlerken bağırdım:
---Benim suçum ne? Paketlerde ne vardı? Allah’ınızı severseniz bana da söyleyin, derken yavaşça yere doğru eğilmiştim. Birden kafama gelen bir tekme ile geriye doğru düştüm. Kafam arka duvara çarpmış, canım çok yanmış, bağırmamıştım bile. Karşımdakilerin üzerime eğildiklerini hayal meyal hatırlıyordum.
Yeşilırmak’ın kenarında yatıyorum, suyun ve rüzgârın sesi geliyor, oh be rüyaymış yaşadıklarım diyorum, ama neden başım çok ağrımakta ve kulaklarım uğuldamakta. Irmağın sesi böyle değildi ki!
Birilerinin yanı başımda konuştuklarını, gezindiklerini hissettim. Susamıştım, gayri ihtiyari:
---Neredeyim ben? Su verin bana.
---Amirim kendine geliyor bakın,
Diye bir ses duyar gibi oldum, gözlerimi araladım. Etrafımda ne ağaç nede ırmak vardı, rüya değilmiş diye düşündüm.
---Kendini nasıl hissediyorsun?
---Başım çok ağrıyor, ne oldu bana?
---Düşerken başını duvara çarpmışsın.
Kendime gelmiş olup biteni hatırlamaya başlamıştım.
---Ben düşmedim, tekme attılar.
---İyide sen onların üzerine gitmişsin.
Yattığım yerden yavaşça doğrulurken bir memur bana yardım ediyordu.
---Bana bilmediğim sorular sordular, çok bunalttılar, bilmediğim cevabı nasıl vereyim.
---Tamam, şimdi biraz dinlen artık soruları ben soracağım, istediğin bir şey var mı?
---Bir su verin,
Su getirdiler, ben bu arada saati sordum:
---Saat bir buçuk,
Dediler. Tahmini beş altı saatten beri buradaydım. Zaman nasılda geçmiş, açlığım tekrar azmıştı.
---Çok açım yiyecek bulunur mu?
Sakin ruhlu görülen amir:
--- Elbet, şimdi sana yiyecek bir şeyler getirsinler, yedikten sonra konuşuruz.
Gerçekten biraz sonra bir parça ekmek, biraz peynir, birazda helva gelmişti. Suda vardı, oturup gelenleri yedim. Tam doymamıştım ama olsun buda yeterliydi. Sonra Amirim dedikleri adamın sakin tavırları bana güven vermiş, biraz rahatlamıştım. Tekrar düşünmeye başladım. Burada ne arıyordum? Ustam neredeydi? Adı geçen pakette ne vardı? Bu soruların cevabını hala bilmiyordum. Amire sorarım diye düşündüm. Ellerim de hala kelepçe vardı ve bu durum beni biraz korkutuyordu. Çok zaman geçmeden iki memur gelerek bana:
---Hadi bakalım Amir Bey bekliyor.
Kalktık beraber yürümeye başladık. Hangi katta olduğumu bilmiyordum. Birbirine benzeyen koridorlardan geçerek bir kapının önünde durduk, kapıyı sonra içeri girdik. Dikkatle baktım, sorgulandığım odaya gelmiştik. Korkum gene artmaya başlarken bir sandalyeye oturdum. Heyecanım tekrar artmış, olacakları düşünüyordum. Amir beni dinleyecek, söylediklerime inanacak mıydı? Bir müddet oturduğum yerde böylece düşünürken, kapı açıldı:
---Buyurun Amir Bey.
Dediler ancak dışarı çıkmadılar, odada benden başka üç kişi vardı.
---Bak oğlum şimdi soracağımız sorulara doğru cevap ver. Bizi yorma olur mu?
---Tamam, Ağabey sorun.
---Paketi kime götürüyorsunuz?
---Hangi paketi abi,
---Oğlum bak karşında bir ilçe amiri var, dalga geçme.
---Bizim memurlar arabanızdan bir paket almadılar mı?
---Evet gördüm.
---Ha! İşte onu. Nereye götürecektiniz?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.