- 1095 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
Ulusal
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ulusal marşın söylenmesi başıma bela oldu. Halbuki okul yıllarındayken en güzel deneyimlerinden biriydi. Okulun en iyi bas sesine, ama aynı zamanda en kötü kulaklardan birine sahip olarak, başına geleceklerden habersiz kurbanımın arkasında sıradaki yerimi alır ve var gücümle marşı haykırırdım. Birkaç sıra ileriden başlar döner, “Bu ne ses yahu!” söylenişleri arasında performansımı tamamlardım. Ama şimdi oyunun tüm kuralları değişti.
Olaya diploma törenleri sebep oldu. Törenler her zaman ulusal marşın söylenmesiyle başlıyordu. Buraya kadar bir sorun yoktu. Sorun benim dışımda herkesin Amerikalı olmasıyla başladı. Ne var bunda, marş söylenirken saygıdan sen de ayağa kalk, bitince de yerine otur. Kazın ayağı öyle değildi işte.
Amerikalıların marş söylemesi bizden farklı oluyor. Herkes ayağa kalkıp, bir ağızdan girişmiyorlar. Carolina Panterleri’nin resmi sopranosu hanım ortaya geliyor, insanlar ayağa kalkıyor, genelde sağ ellerini kalplerinin üzerine götürüp marşı tek başına söyleyen sopranoyu dinliyorlardı. Bu dinleme sırasında da sopranoya değil, salonda bulunan, kısa pirinç direk üzerindeki bayrağa bakıyorlardı. Bayrağa dönme fikrini kabullenemedim.
Bayrağa dönmek başıma bela oldu çünkü ben bayrağın tam dibinde oturuyorum. Herkes gibi ayağa kalkıyorum; sorun yok. Başka yerde otursam ona bakıp bakmadığımı kimse farketmeyecek. Ama bayrağın dibindeki kişiyseniz iki seçeneğiniz var.
İlki ayağa kalkıp yüzünüzü bayrağa dönmek. Temel itirazım Amerikalı olmamamdan geliyor. Tamam, saygıdan dolayı ayaktayım ama niye bayrağa döneyim? Siz değil miydiniz İngilizlere karşı ayaklanırken “Temsil hakkımız yoksa, vergi vermek de yok” diyen? Ben de “Vatandaşlık yoksa, bayrağa yüzümü dönmek de yok” diyorum.
İşin aslında bu dönmeye itirazın altında da başka bir neden yatıyor. Diyelim döndüm... Bayrağa o kadar yakınım ki yüzüm onun içine giriyor, tüm dünyam kırmızı beyazlı şeritlerden oluşuyor. Görüş alanımda Amerikan bayrağı dışında hiç bir kişi, kişileri geçin, cisim yok. Hani dalıp gitsem, köşeye cezaya yollanmış çocuk gibi kalacağım ortada.
Diyelim ki dönmedim. O zaman salondaki tüm davetlileri, öğrencileri, öğretim üyelerini bana bakarken buluyorum. Yanımdaki ya da önümdeki fakülte mensupları bile ayağa kalkıp bana doğru dönmüş durumdalar. Tek başıma bir bakış akıntısıyla karşı karşıyayım. Dahası, o saygıda kusur edilmeyen bayrağa karşı mahrem bir yerimi dönmüş haldeyim. Bayrak da benden intikamını o mahrem yerimi okşayarak alıyor.
Sorun burada da bitmiyor. Yalan söyleyecek halim yok, Amerikan milli marşının melodisi gayet güzel. Dahası virtüöziteye de olanak sağlıyor. Ben de söylemeyi seviyorum. Belki de sevmemeliyim.
“Kemal?”
“Evet?”
“Ulusal marşı mı mırıldanıyorsun?”
“Evet...”
“Ama güften Türkçe.”
“Böylesi daha iyi.”
Can sıkıntısından Amerikan ulusal marşına Türkçe sözler yazmıştım, onu söylüyorum:
Theodora’cığım benim
Öperim yanaklarından
Kocaman kocaman
Sabah akşam hiç durmadan
“Bak bakalım, senden başka kimse söylüyor mu?”
Salon sopranoya kulağını vermiş, gözlerini bayrağa ve benim sırtıma dikmiş, bir İngiliz bestesi üzerine Amerikan yaması sözleri dinliyorlar. Nerede benim yolu sevgiden, kardeşlikten geçen Türkçe versiyonu, nerede bombalardan, roketlerden bahseden orijinali!
YORUMLAR
yinede bu çıkmazın içinde kendi sözlerini mırıldanan güzel bir direnişçi var.
bu bile güzel.
İlhan Kemal
insanı insandan, toprağından, sınırından, dilinden ve coğrafyasından ayıran ve uzaklaştıran sembolleri, marşları ve bayrakları sevmiyorum açıkçası...yazınızı okurken ister istemez ta ilk okul sıralarında ezbere okutulan istiklâl marşına gittim...gitmişken de birkaç savaştan harpten nasibimi de almış oldum...üstüm başım kan içinde kaldı...ne gereği vardı bütün bunların...o bayrakların, marşların altında hep bir kin-öfke ve öç alma duyguları yatar oysa...tabi o zamanlar aklım bu kadarına yetmiyordu...ezberlenmesi ve okunması gerekiyordu yalnızca biz de öyle yaptık...aksi takdirde millî hocaların okkalı vuruşlarına davetiye çıkarıyordu o an kendini başka kurşunlara siper eden suratlarımız...toplarımız ağır, cephanemiz boşalmak üzere, belimizde kuşandığımız bileylenmiş kanlı bıçaklar v.s...marş okurken gürleyerek, o millî duyguları ta içinde hissederek okuyacaksın...yoksa sağa-sola baktın veya kıs kıs güldün, ona buna laf yetiştirdinse vay haline!..suratına tazyikli bi su ilk önce...sonra o beş parmağın günlerce geçmeyen ağrısı-kızarıklığı ve seni tüm okula reklam eden deşifre olmuş suratın...şanslıysan disiplin kurulunun huzuruna çıkmazsın...
kendim yaşadığım için ki; hâlâ ufak bir çığlık hatta öfkesi kalmıştır o zamanın...ilkokul dördüncü sınıftayım...sınıf öğretmenimiz yeni atanmış doğu'dan...kendi memleketlim olduğunu sonradan öğrenecektim içim burkularak...istiklâl marşı yine böyle can-hıraş, böğüre böğüre solukları tüketiyor, ben daha ne olduğunu nasıl olduğunu bile anlamadan sert bir falso yedim suratıma afalladım...neye uğradığımı şaşırdım...bir de hocanın o bağırışı o sert bakışı gülle atmış gibi ensemde zonkluyor...ben ki sınıfın en akıllısı, en çalışkanı, en ineği, en örnek alınacak öğrencinin başına geliyor bütün bunlar...
o an içimden geçen tokatın sertliği acılığı falan değildi...herkesin önünde küçük düşürülmüş olmam ve gururumun incinmesiydi...çok ağırıma gitmişti bu olay...zaten ilk ve son tokadımdı bu...bir de kazara mecbur değilken sıra dayağından geçtiğim bir-iki cetvelin hoşaf gibi sonradan nahoşluk etkisi bırakan o okşamışlığı var parmaklarımın...onun dışında bir hadise yaşamadık...zaten sınıfın otlayan öğrencileriydi bir çoğumuz...
sonra"öyle olsun hanım! nasıl olsa bu yaptığından bir gün utanacaksın!" deyip üstüne çok az otlamışlığım varmış gibi daha çok harıl harıl inek gibi çalıştım...yanlış anlaşılmasın çalışanların inek olduklarını iddia etmiyorum yalnızca tembellerin statüsünde onların içini ferahlatacak, gururlarını okşayacak ve alt tabakaya çekecek bazı terimler o zamanlar da mevcuttu...
dediğim gibi de oldu...hocanın yüz ifadesinden pişmanlığını pek okuyamamış olsam da kısa bir süre sonra övgülerini hakedecek notlar aldım...ama gür sesimden ötürü hiçbir Zaman yakamı kurtaramadım hocalardan...her gün atatürk büstü'nün önünde öğrenci andını okumak çok sıkıcı ve gereksizdi...parmak kaldırmamama rağmen her resmi kutlamalarda beni önlerine katmalarına bu oyunlarına alet etmelerine hep içerledim...ama yapacak bi şey yoktu...tokadın bir sillesi vardı hala suratımda...hocaya karşı gelmek hem saygısızlık olurdu hem de vatan haini olduğumu düşünebilirlerdi...ben de çaresiz her söyleneni yaptım ve örnek bir öğrenci sıfatını üstümden çıkarmadım...
yazı da isabet oldu içimi dökmeye...bir nebze de olsa rahatladım sayılır...
teşekkür ederim...
İlhan Kemal
İlki eğitimdeki öğrencinin sorumluluğunu yerine getirmediğinde fiziksel olarak cezalandırılması. Ne yazık ki bu çok yaygındı eğitimimizde (Şimdiki durum nedir, bir fikrim yok) Ödev yapılmadığında, ezber atlandığında öğretmenlerin fiziki cezalara başvurduğu gayet ortada olan bir gerçekti. Her dayak atanın (Öğretmen, eş, askeriyedeki subay) yaptığına sebep bulması söz konusu. Ama benim açımdan hiçbiri kabul edilemeyecek durumlar. Siz marşla ilgili olanı hatırlıyorsunuz, bir yazarımız küme çalışmasındaki anılarından bahsediyor, benim gözüme ev ödevleri geliyor. Okulda dayağın sebebi çoktu, sizin bahtınıza marş ezberi çıkmış. Umarım birşeyler değişmiştir.
İkincisi ise 'insanı insandan, toprağından, sınırından, dilinden ve coğrafyasından ayıran ve uzaklaştıran sembolleri, marşları ve bayrakları sevmiyorum' yorumu. Bana 'sıfatlar teorisini' anımsattı. Bu teoriye girmeyeceğim ama eğer bir sınır, toprak, dil, coğrafya çiziyorsak bu sevmediğiniz özellikler o ya da bu şekilde ortaya çıkacaktır. Bir Fenerbahçeliyi Galatasaraylıya kırdıran Fenerbahçe marşı ya da forması değildir; diğerini kendinden saymamasıdır. Bahsettikleriniz bu saymamanın sembolleridir ama sebebi değildir.
Saygılarımla.
Gule
Baştan sona yüzümde çeşitli mimiklerle okudum bayılarak.
Bu cümle ise işte bu kadar! dedirtti bana içim rahatlayarak.
“Temsil hakkımız yoksa, vergi vermek de yok” diyen? Ben de “Vatandaşlık yoksa, bayrağa yüzümü dönmek de yok” diyorum.
Esenlikler..
İlhan Kemal
Bana ''Yeşil kartın var, niye vatandaş olmak istiyorsun?'' diyenlere genelde ''Vergilerimi veriyorum ama temsil edilmiyorum'' diyorum. Bu noktada Türklerden ''Yani?'' tepkisi alıyorum. Sorunlarımızın tek kelimelik özeti gibi bu 'yani?': Temsil edilmemeyi dert etmeme...
Saygılarımla.
bu akşam iftarda nasıl olduysa konu açıldı, muhabbeti geçti. istiklal marşından söz açıldı ve en duygulu en coşkulu marş gibisinden birşeyler söylendi. ben itiraz ettim, gerekçesi ise ilk bestesinden sonra ikinci batıdan aşırılmış bir besteye uyarlanarak, kelimeleri besteye göre katledilmiş tek marştır dedim. yani şöyle ki ;
"korkma sönmez bu şafak-?
larda yüzen alsancak
sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak o be-?
nim milletimin?"
bütün anlamını yitirdi bence satırlar. ilkokulda her hafta iki kez okuyan bir çocuk ise durum hepten anlamsız bir hale geliyor.
neyse bu konuya fazla dalmayayım. amerikan ulusal marşına gelince sanırım herkes sizin kadar hassas değil bu konuda. amerikalılığı bir üst kimlik görerek bu durumları yadırgamayan nüfus daha fazla gibi görünüyor. tabi ben tamamen dışarıdan görüneni söylüyorum siz daha iyi biliyorsunuz. tıpkı bir imparatorluk gibi. ne kadar resmiyette adı birleşik devletler olsa da, gayrı resmi bir imparatorluk.
bu arada yıldızlarla bezeli bayrakla yakınlaşmalarınız güldürdü :) elinize sağlık, saygılar.
İlhan Kemal
Amerikalılar gayet milliyetçiler. Ama bir o kadar da öyle olmayanlara karşı toleranslılar.
Yukarıda anlattığım anının bir de karşı anısı var.
4 Temmuz 1996'da Georgia Stone Mountain parkında havai fişek gösterisi, her zaman olduğu gibi, ulusal marşın çalınmasıyla sona erdi. Parktaki herkes ayağa kalktı, ellerini kalplerine götürdü ve marşı dinlediler. Bir kişi hariç: Ben ise çimlerin üzerinde yatmaya devam ettim. Bütün marş boyunca da yattım (Evet, yaptığım sıkı saygısızlıktı). Bırakın birisinin gelip böğrüme tekme atmasını, marş sonrasında tek bir bakışla bile karşılaşmadım. Belki bu noktadan sonra ''benim kadar hassas'' oldum, bilmiyorum.
Saygılarımla.
Bilgilendirici bir yazı olması yanında
Benliğinizde meydana gelen med-cezir manzaralarını buldum yazıda
Yüreğinize, emeğinize ve kaleminize sağlık.
İlhan Kemal
Yazıyı okuyunca düşündüm de böyle bir devlete sığınan İranlılar, Afgan yahut Iraklılar mecbur kaldıklarında o marşı nasıl okuyorlar, ya da o bayrağa nasıl bir gözle bakıyorlar? "Milli marş" "milli" ise gerçekten Amerikalılar hangi millet? Irkları kaç bin yıllık mesela? Mesela yazıdaki kahramanımız, bayrağa yüzünü dönmemek için içten içe mazeretler üretmiş olabilir mi? Öyle ise kendisi elleri öpülesi, baş tacı edilesi, müzeye konulası adamdır.
Ayrıca; milli marş herkesçe söylenince anlamlı. Arada çatlak sesler de çıksa...Amerikalıların yaptığı saygı duruşuyla marşı aynı anda savuşturmak gibi bir şey. (Yazdıklarınızda yola çıkarak söylüyorum. Marşlarını dinlemedim bile.)
Saygılarımla.
NOT: Şimdi dinledim. Yani. Marş gibi değil herhangi bir hafif müzik şarkısı gibi. Zaten kadın söylerken detone olmamak için boğazının bütün damarlarını kabarttı. Sesini zor zapt etti. Sıradan bir vatandaş mümkün değil söyleyemez bunu. Çinli, Alman, Arap...nasıl söyler bilemedim.
Aynur Engindeniz tarafından 7/9/2015 1:39:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
"Milli marş" "milli" ise gerçekten Amerikalılar hangi millet? Irkları kaç bin yıllık mesela?
Çok uzun bir tartışma konusu açmak üzeresiniz. Buna hiç girmeyelim ama bir yanıt vermemek de olmaz:
TDK'nın millet tanımı şöyle: Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus.
Bu anlamda Amerikalılar kesinlike bir ulus. Ayrıca Amerikalılar 400 yıldır varlar. Ne kadar geçmeli ki onları ulus diyebilelim?
Daha uzatmıyorum, burası bunun tartışılması gereken bir sayfa olmadığını düşünüyorum. Saygılarımla.
Not: Ben Arjantin'in ulusal marşını operatik bulurdum; bu yazı sırasında El Salvador'unkiyle karşılaştım. Tam bir Verdi operası. Mutlaka dinleyin derim.
Aynur Engindeniz
Niyetim Amerikalıların geçmişini tartışmak değildi. Soru için özür dilerim.
İlhan Kemal
''Kahpe Bizans'' filmindeki ayin sahnesi geldi aklıma... Hani şu Bizanslı sanılan ama kilisede ''Sordum Sarı Çiçeğe''yi söyleyen Nacar Türkü
Orada da vardı sanki bir Theodora:)
İlhan Kemal
Herkes söylese farkedilmezdim; ne de olsa aynı melodiyi söylüyorum. Farkı da aksanıma verirlerdi. Ama tek mırıldanan siz olduğunuzda biraz Sarı Çiçek etkisi oluyor (Olayı içimdeki Türk'e vardırmadan önce belirteyim, ben bütün şarkıları kendi uyarladığım sözlerle söylerim. Amerikan ulusal marşı da nasibi aldı). Saygılarımla.
Herkes söylerse arada kaynamalar olur, kimin ne yaptığının dahi önemi kalmaz. İyi olan bu aslında. Hatırlıyorum, özel bir gün için değişik bir gösteri düzenleniyordu. Önümüzde arkadaş Atatürk olacaktı, biz de arkadan ona övgü dolu sözcükleri bağırarak söyleyecektik. Mustafa Kemal'i canlandıran ve seslendiren arkadaşımız da Yunanistan göçmeni olduğundan, şaşırtıcı bir şekilde fotoğraflardaki M.Kemal'e benziyordu. O gürleştirmeye çalıştığı tiz sesiyle Atatürk olurken, biz de arkada tebaa hikmetiyle onu övüp, aslında gösteriyi curcuna haline getirmiştik. Tabi keman, viyola, fagot, obua sesleri olsa, daha mutlu olurduk.
Örneğin benim açımdan sizin anlattığınız can sıkıntısıyla alakası yok. Aslında M.Kemal’i canlandıran ve seslendiren arkadaşın yabaniliği ve gereksiz telaşı, çözüm bulamaması ani gelişebilecek tepkilere karşı, eserdeki ruh halini karşılıyor. Daha ilginci, bu saçma örneği de es geçiyorum, sürüden ayrılmış bir kuşun yabancı, türü farklı kuşlar arasında uçmasına benziyor o yabancılık. Modern zamanın Bektaşi fıkralarının da ilham kaynağı olabilecek en güzide sebep de o olsa gerek.
İlhan Kemal
Benzetme gayet yerinde. Ama zaman içinde kendinizin Ionesco'vari bir gergedanlaşma/farklı kuşa dönüşme içinde buluyorsunuz. Anıdaki müdahele de bir Amerikalı'dan değil, Amerikan vatandaşı olmuş bir İngiliz'den geliyor. O da 'farklılaşmış' bir kuş.
''Mustafa Kemal'i canlandıran ve seslendiren arkadaşımız da Yunanistan göçmeni olduğundan, şaşırtıcı bir şekilde fotoğraflardaki M.Kemal'e benziyordu''
Bu da bana çocukluğumdan beri süregelen Atatürk filmi tartışmalarını anımsattı. Öteden beri tartışma 'Atatürk'e ne kadar benziyor?' bataklığına saplanıp kalırdı. Bir obsesyon halindeydi benzeyen oyuncuyu oynatmak. Can Dündar'ınki çıkana kadar ''İçine ne koymalıyız?'' tartışması olmadı diye hatırlıyorum.
Saygılarımla.
Ulusal marşların ortak özelikleri sanki o ülkelerin nasıl bir geleceği şekillendirmek istediklerinin ipuçlarını da veriyor gibi gelir bana tabi bu bir önsezidir mutlak öyledir diye bir iddiam yok.
Amerikan ulusal marşı bu görüşü öne çıkaran öncelikli örneklerinden biridir. Savaşlardan, havada uçuşan bombalardan falan filan gibi şiddeti içselleştirmekten söz etmesi dünya siyasetinde kendisini öne çıkıyor galiba
Amerikan ulusal marşının hep bir ağızdan söylememesi belki de nakarat bölümlerinin pek olmamasından da kaynaklana bilir. Dolayısıyla da İkinci etken devreye giriyor olabilir yani Amerikalılar pek öyle ezber gerektiren zahmetli işleri sevmiyor olmalarından kaynakla o açığı bayrağa dönerek kamufle ediyor olabilirler. Çünkü melodisi de buna fazlasıyla imkân veriyor.
İlginç bir yazı düşündürücü bir anı
Kaleminize sağlık
Saygı selamlarımla
İlhan Kemal
ABD'nin bugünkü marşı 1931 de kabul ediliyor. Ondan önce Tanrı Kral'ı Korusun (Britanya Ulusal Marşı) farklı sözlerle söylüyorlardı. Bugünkü marşın sözlerinde epey şiddet var çünkü marşın sözleri 1812 savaşında, İngilizlerin bombardmanını anlatan bir şiire dayanıyor (Atılan roketler ve bombalar Amerikalıların kafasına düşüyor). İstiklal Marşında da yazıldığı dönemin umutsuzluğunu, köşeye sıkışma duygusunu ve korkusunu görürsünüz. Beyaz Saray'ın İngilizler tarafından yakıldığı 1812 savaşında da çok farklı olmayan bir ortam var.
Amerikalılar niye hep bir ağızdan söylemiyorlar? Bu davranışın ardında ulusal marşa saygıdan, solistin mükemmele yakın yorumuna müdahale etmeme fikrinin yattığını düşünüyorum. Bizdeki gibi kakafoniye dönüşmesindense tek bir sesin duruluğunu tercih ediyorlar (Benim tercihim herkesin söylemesinden yana)
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.
Not: Bu yanıtı yazarken farkında olmadan aynı Türkçe sözleri Britanya ulusal marşına da uyarladığımı farkettim.
Serhat BİNGÖL
İlhan Kemal
Serhat BİNGÖL
Neyse asıl sormak istediğim şey şu; Amerika, vatandaşlarına Amerikalı olma bilincini nasıl aşılıyor şebeke suyuna ilaç falan bir şey mi katıyor ne yapıyor da bunu başarıyor anlamak mümkün değil bunu en iyi gidip gelen değil orada yaşayan bir olarak siz cevaplaya bilirsiniz nedir İlhan hocam sizce bunun sırrı
Saygılarımla.
grafspee
Serhat BİNGÖL
United kingom bölgesi veya Britanya kıranlığı ya da büyük Britanya imparatorluğu nasıl ifade etmek gerekirse gerçekten çok karmaşık siyasi ve sosyokültürel bir yapıya sahip enteresan bir oluşum. Farklı dillerin konuşulduğu farklı ulusal marşlara sahipler ama dünya ülkelerinin düzenlediği (erouvizyon ve Avrupa kupası futbol karşılaşmaları vs gibi organizasyonlarında) bazen United kingom diye lanse edilirken bazı organizasyonlarda da. İngiltere, İrlanda, İskoçya veya Galler olarak ayrı temsil ediliyorlar. Örneğin bir İskoç’u öldürseniz ben Britanyalıyım dedirtemezsiniz ama kendi ulusal bayraklarının yanında Britanya bayrağıyla temsil edilmeye itirazda etmiyorlar tuhaf bir yapılanma. Kısacası tuhaf bir oluşum olduğunu biliyordum ama İlhan hocama da dediğim gibi Britanya’ca diye bir dil ve o dile ait ulusal marşları olduğunu bilmiyordum.
Katkın için teşekkürler
İlhan Kemal
Britanya bir üst kimlik. İngilizler, İskoçlar, Galliler ve Kuzey İrlandalılar bunun altındalar. Bir İskoç'a Britanyalı olup olmadığını sorarsanız olumlu tepki alırsınız ama İngiliz misiniz sorusuna suratını ekşiterek cevap verecektir.
Britanya dilinin olduğu yanlış anlaşmasına ne yol açtı bilmiyorum (Acaba Britannica ansiklopedisine referans vermem mi buna sebep oldu?) Sayın grafspee'nin de belirttiği gibi bir Britonca zamanında olmuş ama bir bölümü bugün kaybolurken, bir bölümü de Galce'ye dönüşmüş. Bunun dışında bir Britanya dili mevcut değil. Böyle bir yanlış anlaşmaya sebep verdiysem özür dilerim.
Britanya ulusal marşı İngilizce ve bildiğimiz, babadan kalma Tanrı Kralı/Kraliçeyi Korusun. İngilizler bunu İngiltere'nin ulusal marşı olarak kullanıyorlar, diğerlerinin bunun yanısıra ayrı ulusal marşları da var.
Bayrak konusunda benzer uygulama ABD'de de var. Biz eyalet diyoruz ama onların deyimiyle her ''devlet'' kendi bayrağının yanısıra ABD'nin bayrağını da çekiyor. Hatta şu günlerde İç Savaştan kalma Konfederasyon bayrağının da artık çekilmemesi tartışılıyor.
Britanya değişik bir oluşum. Ama Avrupa geleneğinden, yani küçük devletlerin bir araya gelip büyümelerinden çok da farklı değil. Tabii bu bir araya gelme İngiltere'nin fiziki gücü sayesinde olmuş, o ayrı .
Asıl ben sayfama katıldığınız için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.