- 546 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
20 Yıl Sonra
Saygıdeğer Aziz Nesin,
Sizin yokluğunuzun 20. yılında iyi , güzel şeyler de az da olsa olmakta güzel yurdumuzda….
“Bir tohum verdin/ Çiçeğini al/ Bir çekirdek verdin/ Ağacını al./ Bir dal verdin/ Ormanını al/ Dünyamı verdim sana/ Bende kal” desturundan hareket eden ben, hep sende kalmaya devam ediyorum. Bizi bırakıp yıldızlara gitmezden tam dokuz ay önce 17/09/1994’te Ankara’da ODTÜ’nde “Taraf Olalım Tavır Koyalım” başlığında Vasfiye İpekçi ve Ahmet Asena’nın sunumunu yaptıkları forumda yaptığınız ko-nuşmanızda “bizi yetiştiren öğretmenler bize ‘hepiniz birer Atatürk olacaksınız’ diye idealize eden ko-nuşmalar yapıyorlardı. Şimdikiler ise hepiniz iyi bir mühendis, bir Süleyman Demirel olacaksınız diyerek güdüleniyorsunuz” demiştiniz...Bugün üzülerek yazıyorum ki; giderek yaşanılması daha zorlaşan şu yaşanılası Dünya’da daha da yalnızlaştırılan güzel ülkemizde, bu sabah bu taraftan sizin tarafa yolcu olan; Süleyman Demirelli yıllarımızı arayan bir yönetişim anlayışıyla yönetiliyoruz. “bilim yuvaları” olarak gösterilen üniversitelerde evrim karşıtı etkinliklerin organize edildiği bir ortamda, bilimsel ve laik eğitim mücadelesini verenler baskılanmakta ve yıldırılmakta…
Bildiğiniz gibi;1982 Anayasa’sının 24. maddesine göre, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi, yıllardır ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında. Zorunlu din dersi uygulaması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmasına neden olduğu gibi, devletin dinler karşısında tarafsız kalmamasına, ağırlıklı olarak tek bir mezhebi öğreterek bütün dinsel inançları eşdeğer görmemesine yol açmaktadır. Okullarda zorunlu din derslerinde okutulan İslam’ın Sünni mezhebinin kurallarıdır. Bu nedenle zorunlu din dersi uygulamalarını savunanların iddialarının aksine, bütün din ve inanışlar öğrencilere eşit mesafede tanıtılmamakta, bu durum eşit olmayan ve ayrımcı uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bugünkü yönetenlerin Türkiye toplumunun farklılığını yok say-makta olduğunu ve herkesi tek tipleştirmeye çalıştığını,4+4+4 düzenlemesiyle birlikte zorunlu din ders-lerinin yanı sıra getirilen yeni seçmeli din derslerinin açılmasını ve neredeyse zorunlu hale getirilmesini, ders kitaplarının içeriğine islâmî bir dille müdahale edilmesini üzüntüyle izlemekte, taraf olma ve tavır koymakta yetersiz kalmaktayız.
Gerçi siz bu günlerimizi 25 yıl öncesinden bize söylemiştiniz de, biz sizi tam olarak kavrayıp, o gün-lerde de yeterli tavrı koyamamıştık.... Sevimli Matematik adlı eserinde oğlunuz Ali Nesin; 1973 Robert Koleji 7-8.sınıfları ile 1993 yılı Bilgi Üniversitesi 3-4. sınıflarının bilgi ve yorumlamalarını, problem çözme becerilerini karşılaştırıp 1973’leri daha başarılı bulmakta…2015’lerin Türkiye’si bu anlamıyla 90’lı yılların çok gerisinde. Bugün ne diğer üniversitelerimiz ve ne de ODTÜ, içerisinden geçen yol inşasından, Baş-kentin ve ülkenin parsel parsel satılmasına karşı yeterli tavrı koyamayan, ve ezici bir çoğunluğu yazık ki duymayan-görmeyen-söylemeyen , sormayan-sorgulayamayan , sizin liseli yıllardaki aldığınız eğitim ve öğretimin çok gerisinde eğitim-öğretim kurumlarına dönüştürüldü…ODTÜ’de dâhi her dört öğrenciden en az ikisi “…benim adıma düşünen-üreten-yazgımı yazan bir yaradan var…” zihniyetiyle hareket ederek, yeni bir kavram, yeni bir fikir oluşturmak için çalışmak yerine günde beş kez el açıp dualar etmektedirler. Şimdi dokunulmazlara dokunmanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Uzlaşma inşa etmek değil, uzlaşıyı kırma zamanının geldiğini düşünüyorum. Söylediklerimiz kulakları eleştiriye açacak ve de alıştıracaktır. Birtakım insanların tanrıyı bir saçmalık, vahyi soytarılık, peygamberi ucuz bir fırsatçı olarak gördüğünü kabul etmek zorunda kalacaklardır. Dinden çıkmayacaklardır şüphesiz –kimsenin akıl yoluyla mitolojiye galip geldiği görülmemiştir- ama belki dinî inancın diğer inançlara karşı bir ayrıcalığı ya da dokunulmazlığı olmadığını fikrine zamanla alışacaklardır. Zaten istediğimiz de o kadar değil mi?
Bu mektubuma yokluğun 20. yılında iyi, güzel şeyler de az da olsa olmakta güzel yurdumda diye başlamıştım ya; halklarımızın yüzde atmışı aptal ve yüzde doksanı da korkak tespitinizde yüzde üçlük bir ilerleme kaydetmiş gibiyiz sizin ayrılışınızın 20.yılında.
” Alışverişe döndü tüm ilişkilerimiz, /hesaplı, planlı /Sevgilerimiz ayaküstü, ilgilerimiz ise koşaradım /Unuttuk konuşmayı kendimizi vererek /Düşünmeden bir başka şeyi,/ içten yalın dürüst /Dışa vurmayı duygularımızı / Unuttuk, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış. “ Bu böyle geldi böyle gitmeyecek. Ama böyle gitmeyecek! “boyun eğme” ve “diren” sloganlarının sistemi geriletmeye başladığı, “Kobanê ha düştü-ha düşecek” diyen muktedirlere, Ortadoğu halklarının “özyönetimlerince yönetilmeye evet” diyerek karşı koydukları, “Yeni Yaşam” çağrısının %13 kabûl gördüğü ülkemizde geleceğe yönelik iyi –güzel günler görme umutlarımızı sürdürüyoruz…-Cemal Süreya’nın 1960’ta söylediği sözleri 55 yıl sonrasında söylemeye devam ediyoruz.
“ Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya/Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya/…Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız/…Bu, böyle gidecek demek değil bu işler… /bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını / İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” İZZET5412
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.