KÖKLER- 2.
KASTİNYA
1325 yılı müthiş bir kuraklıkla geçiyordu. Henüz yeni yeni palazlanan Osmanlı beyliği yeterli tedbiri alamadığından hayvanlarını samansız ve yemsiz bırakmıştı. Müselleme birlikleri bu sıkıntıyı çokça yaşarken Samancı Mustafa, müselleme birliklerinin ihtiyacı olan saman ve yem ihtiyacını temin etmek üzere Bitinya’ya ait olan zahire ambarı Gemlik’e gönderildi.
Gemlikli Tüccar Alex Osmanlının talep ettiği büyük miktardaki yemin teminini üstlenerek büyük para kazanmak istiyordu. Bunun için de Samancı Mustafa ile ahbap olması ve alışveriş için ikna etmesi gerekiyordu. Bu amaçla onu ağırlamakta kusur etmedi. Samancı Mustafa, Alex’in 18 yaşındaki karısı Kastinya’dan daha güzel bir kadını hayatında hiç görmemişti, kadının sıcak ilgisi ile ordunun ihtiyacı olan yemi Alex’ten satın almayı kabul etti.
Bu zor işi başararak dönmesini müteakiben Orhan bey’in isteğiyle huzura çıkarıldı. Orhan Gazi, onu takdir ederek övdükten sonra, birkaç soruyla daha yakından tanımak istedi. Bu kısa süreli sohbette Orhan Gazi ile 1281 de aynı gün dünyaya geldiklerini tespit ederek güvenini kazandıktan başka dostluğunu da kazandı. Büyük hükümdar, "her ne zaman gerekirse, o zaman yanıma sorgusuz gelebilirsin," diyerek uğurlamıştı onu.
1326’da Osman Bey, Orhan beyin Bursa’yı ele geçirmek üzere olduğunu hasta yatağında takip etmekteydi. Bursa’nın alınarak kendisini oraya defnetmesini söyledi. Babasının vasiyeti üzerine mühim bir kuvvetle Bursa üzerine yürüyen Orhan Bey tecrübeli kumandanları Köse Mihal, Turgut Alp, Şeyh Mahmud ve Ahi Hasan ile görüşerek bu şehrin güneyindeki Bursa’nın anahtarı olan Atranos (Orhaneli) kalesine saldırdı.
Osmanlı ordusunun Orhaneli’ne saldırması üzerine Bizans imparatoru II. Andronikos Paleologos, kendisi bizzat Altanos ve Bursa’nın İmdadına koşamadı ise de habercileri aracılığı ile civardaki kalelerde ve diğer yerleşim yerlerinde eli kılıç tutan herkesin Altanos kalesinin müdafaasına koşmasını emretti. Bunun üzerine Gemlikli Tüccar Alex bu emre İtaat etmek mecburiyetinde kalarak, henüz iki yaşındaki oğlunu öpe koklaya vedalaştıktan sonra, Atranos kalesi beyinin emrinde silahlandı. Orhan Gazi kuşattığı kaleyi çok zorlanmadan ele geçirerek karşı koyan herkesi, bu arada Alex’i de kılıçtan geçirdi ve sonra kaleyi yıktırdı.
Orhan Gazi, Atranos kalesini yıktıktan sonra Bursa önüne gelerek Pınarbaşı mevkiinde karargâhını kurdu ve Bursa Kalesi’ni sardı.
Osmanlı ordusu Pınarbaşı mevkiine yerleştikten sonra Samancı Mustafa Gemlik’e kaçamak yaparak Kastinya ile görüşmeğe gittiğinde ondan kocası Alex’in öldüğünü öğrendi. Kocasının işini sürdürmeğe kararlı genç kadın her ne kadar Türklerden nefret etse de bu Türk ile ilişkisini menfaat için sürdürmek istedi. Mustafa da kadının bu isteğine uyarak ona destek olmayı vaat etti. Bu ilişki bir iş ilişkisinden çok bir aşk ilişkisine dönüşmeye amadeydi.
İmparator II. Andronikos Paleologos Bursa’ya bir yardımda bulunamadı. Köse Mihal, Orhan tarafından müsaleha şartlarını müzakereye memur edildi. Kaleyi kurtarmaktan ve yardım gelmekten ümidini kesmiş olan kale beyi, Gazi Mihal Bey vasıtasıyla götürebilecekleri kadar eşya ile şehirden çıkmalarına müsaade edilmesini ve bundan başka gemilere binip İstanbul’a gitmek üzere ilk varacakları limana kadar ücret mukabilinde kendilerine muhafız kıtası verilmesi ve diğer bazı şartlarla Bursa’yı teslim edeceğini bildirdi ve Orhan bu şartları kabul ettiğinden nihayet 6 Nisan 1326 Cumartesi günü Bursa Türklere teslim edildi. Bursa beyinin veziri Saroz adında birisi de şehrin tesliminde Orhan Bey’e yardım etti ve bu adam Bursa valisi Gemlik yoluyla İstanbul’a giderken, İstanbul’a gitmeyerek Bursa’da kaldı. Orhan Bey anlaşma koşullarını eksiksiz yerine getirerek Bursa’yı Rumlardan boşalttı.
Kale muhafızı Evrenuz Müslüman olarak Osmanlı hizmetine girdi. Osman Gazi, “Orhan benim zamanımda şevket bulsun, il ve memleket ona dönsün,” diyerek vefat etti. Bursa’ya giren Orhan Gazi, babasının bunu öğrenemeden öldüğünü duydu. Babasının vasiyetini yerine getirerek Bursa’nın zaptından hemen sonra beylik merkezini buraya nakletti ve onu burada kalede, Gümüşlü Kümbed’e defnettirdi.
Osmanli Devleti’nin kurulus yillarinda zeka, cesaret, güvenirlilik ve taktikleri uygulama bakimindan fevkalade bir sahsiyet olan Bursa kalesinin fatihi Ebu’l-guzat Orhan Bey yumusak huylu olup kimseyi incitmez, kimsenin hatirini kirmazdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Bünyesi kuvvetli, sakal ve biyigi sik olup parlakti. Sag kulaginin altinda bir ben vardi ki, bu bir güzellik alâmeti olarak kabul ediliyordu.
Osman Gazi vefat edince oğulları Alaeddin Bey, Orhan Bey, Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey ve Savcı Bey ile vezir Alaüddin Paşa, Ahi Hasan ve diğer Ahi büyükleri, gazi ve silah arkadaşları toplandılar. Osman Bey’in mirasını görüştüler.
Orhan Bey söz alarak, abisi Alaüddin Ali’ye hitaben, "büyüğümüz olarak taht senin hakkındır. Üstümdeki yetkileri devir al," dediğinde Alaüddin Bey:
" babam zamanında fütuhat senin tarafından yapıldı. Onun içindir ki, her yetki sendedir. Ben sana yardımcı olarak kalmak istiyorum," diyerek beyliği istemedi.
Diğer kardeşler de aynı yönde istek belirtince beylik Orhan Bey de kaldı. Ahi ileri gelenleri, gazi ve silah arkadaşları bu kararı oy birliğiyle onayladılar.
(Orhan Bey, kardeşi Alaüddin Bey’i kendisine beylerbeyi yaptı ise de Alaüddin bey bunda da sebat etmeyerek Kite ovasında toprak isteyip onunla kanaat etti. Sonra kendisine temlik edilen Kite ovasındaki Futra çiftliği hâsılatıyla geçindi. Bursa’da vakıflar yapmış, Kükürtlü’de tekke ve Bursa kaplıcasına girecek yerde bir mescit yaptırmıştı. Alaüddin Ali, Orhan’ın beyliği zamanında vefat ederek babası Osman Bey’in türbesine defnedilmişti. Alaüddin Bey’in oğulları daha sonraları ellerindeki yerler ve babalarının vakıflarını idare etmek suretiyle yaşamışlardır. )
Tahta cülûsundan hemen sonra, 29 Haziran 1326’da bir şehzadesi dünyaya gelen Orhan Bey’in bu oğluna, kutlu ve mübarek olması için "Murat" adi verildi. Bursa, Bey sancağı adıyla henüz dünyaya gelen Murat Bey’e verildi.
Babasının kendisine 16.000 km2 olarak bıraktığı yeni beyliğin basına geçtiği zaman, beyliğinin yayılıp gelişeceği çevrede irili ufaklı birçok devlet vardı. Gerçekten bu dönemde Anadolu’da Karaman, Germiyan, Saruhan, Aydın, Karesi, Menteşe, Çandarogulları gibi Türk beyliklerinden başka Amasra’da Cenevizliler, Trabzon’da Komnenoslar, Marmara ve Ege’de Bizanslılar, Ak Deniz adalarında Cenevizliler ile Venedikliler bulunuyordu. Tarihî olay ve bunlardan bahis eden kaynakların belirttiğine göre bu yeni devletin siyasî anlayış ve hareketinde, Müslüman Türk beyliklerinden önce, Türk ve Müslüman olmayan unsurların tasfiye edilme isteğinin ağırlık kazandığı anlaşılmaktaydı.
Devletin, İlhanlıların etkisinden çıkarak tamamen bağımsız hale gelmesi de yine Orhan Gazi döneminde olmuştur. Dinamik, faal ve cesur bir kuvvetin başında, mahirane bir strateji takip ederek çevresindekilerle münasebetlerini devam ettirip geliştiren Orhan Gazi, bu ilişkilerinde hasımlarına karşı bile âdil davranan, onların kişiliklerini rencide etmeyen ve kişilik haklarına riayet eden bir davranış içindeydi.
Samancı Mustafa emir üzerine Bursa’ya yerleşti. Buradan Gemlik’e gidip gelerek ordunun ihtiyacına binaen yem ve saman teminiyle uğraşıyordu. Her Gemlik seyahatinde ise Kastinya’yla girmek istediği aşk ilişkisi kadın tarafından bir şekilde reddediliyordu.
Samancı Mustafa’nın, Kastinya’ya olan duyguları tutkulu bir aşka dönüşmüştü. Gemliğe her inişinde, daha iyi yerlerde kalma imkanı olmasına karşın, illaki gidip Kastinya Han’da kalmaktaydı. Burada sürekli karşısına dikildiği Kastinya’ya komplimanlar yapıp hediyeler sunarak, henüz on dokuzuna girmiş bulunan genç kadını baştan çıkartmaya çalışıyor; kadın tarafından reddedildikçe, üstüne daha büyük bir tutkuyla vararak kendisiyle evlenmesi için ısrar ediyordu.
Kocası Türklerle savaşırken öldürülmüş olan Kastinya için bir Türkle evlenmek kabul edilebilinecek bir durum değildi. Hele ki, bu tüccar gibi kırk beşindeki bir yaşlı adamla! Buna karşın kocasından devraldığı zahireciliği yürütebilmek için bu Türk ile arasını bozmaması gerekiyordu. Bu yüzden ne yapacağını, nasıl davranacağını şaşırmış haldeydi.
Samancı Mustafa, kırk beş yaşında olmasına karşın dinçliği ile sırım gibi görünmekteydi. Yaş farkı bir tarafa, vücut yaşları karşılaştırılacak olsa Kastinya daha deforme olmuş görünürdü.
Kastinya’nın varı yoğu henüz üç yaşına giren oğluydu. Onu, yanından hiç ayırmıyordu. Vaktini, bir nevi ofis olarak düzenlediği handaki odasında geçiriyor, hanın işlerinde ve zahirecilikte çalıştırdığı adamlarını buradan yönetiyordu.
Samancı Mustafa kadının yanına en son gidişinde içtiği şarabın da etkisiyle aklından çok duygularıyla davranan toy bir delikanlı gibi aralarında münakaşa başlattı. Kadın inada devam edince de, bundan böyle onun hiçbir şeyini satın almayacağını söyleyerek çekip gitti.
Kastinya’nın, Osmanlının satın alacağını umarak civar köylülerden topladığı hububatlar, elinde kalakaldı. Bu olaydan çok fazla para kaybı olunca zahireciliği yapamaz oldu.
Samancı Mustafa, Kastinya’ya olan inadını bir yıla yakın sürdürdü. Yoğun iş hayatıyla kendini meşgul etmeye, genç kadını unutmaya çalışıyordu.
1327 yazında, Karesi beyliği topraklarından temine uğraştığı zahire yetersiz kalınca yolu yeniden Gemlik’e düştü.
Doğruca gittiği Kastinya’nın hanına alınmak istenmedi. Bu defa adamlarına zor kullandırtarak avluya getirttiği Kastinya’yı azarlayarak,
"Ambarlarınızdan malınızı satın almaya geldik. Paramızla rezil etmek mi istersiniz bizi?" deyince,
Kastinya, ambarlarında küflenmekte olan zahireden ve uğradığı maddi zarardan kurtulabileceği halde, bu ticarete yanaşmadı.
"Ambarlarımız tamamen boştur!"
Samancı Mustafa bunun yalan olduğunu biliyordu, zira ambarların dolu olduğunu çoktan öğrenmişti.
"Niçin yalan söylersin be kadın! Geçen yıldan almadığımız malın ambarlarında olduğu gibi durduğunu öğrenmedik mi sanırsın?"
"Mevcut malımız Bitinya halkınındır. Perakendeyle hayvancılık edenlere satılmakta..."
Kadının nasıl bir inatçı olduğunu bildiğinden bu tartışmayı daha fazla sürdürmek istemeyen Samancı Mustafa, yanında tuttuğu yaverine, "Tiz adamları toparla, han ambarlarında çakılı her malı arabalara yüklesinler!" diye talimat verdi.
Fakat, bu kabadayılığı Samancı Mustafa’ya çok pahalıya mal olacak, hayatının akışı değişiverecekti.
Samancı Mustafa’nın adamlarıyla Kastinya’nın adamları han avlusunda dalaşmaya başlamışlardı.
Kastinya bu baskını, "Türk çapulcular, zorla zahire ambarı yağmalıyor," şeklinde Gemlik Kale kumandanına ilettiğinde bir tabur askerle han avlusuna giren Bizanslı kumandan olayın içindeki Türk ve Rum herkesi gözaltına aldırdı. Tek tek ifadeleri alınmaya başlanan Türklerin yağmacı değil de, Osmanlı ordusunun levazımatçıları olduğu anlaşıldığında bir zarar verilmeden, satılmak istenilmeyen malları zorla ele almak istemelerinden dolayı şikâyetçi olunarak Bursa kadılığına teslim edildiler. Savaş halinde olunmayan komşu illerdeki halkın malına, canına, yaşam biçimine halel gelmemesi için titizlenen yöneticiler Samancı Mustafa’yı Bursa kalesindeki zindanlarda hapse koydular.
Baş kadı Çandarlı Kara Halil, yardımcılarına,Orhan Gazi tarafından kollandığını bildiği bu adamın hapiste tutulmak yerine sürgüne yollanmasını emretti ve bu durumu Orhan Gazi’ye bildirdi.
Bizans İmparatoru II. Andronikos Palaiologos torunu olan Genç Andronikos ile arasındaki saltanat mücadelesinde Orhan Gazi’den yardım istedi. Orhan Gazi, Samancı Mustafa’nın bir rum kadına musallat olduğunu haber aldığında, şimdiye kadar başarılı hizmetler görmüş olan Samancı Mustafa’nın Mübayaa memurluğundan alarak eski işi olan Voynuk işçiliğinde görevlendirilmesini ve II. Andronikos Palaiologos’a yardım için gönderilen kuvvetlerle Trakya’ya gönderilmesini emretti. Gemilerle Trakya’ya geçirilen Osmanlı birlikleri Çorlu ve Silivri’de mağlup olarak İstanbul’a kaçınca, Samancı Mustafa da mecburen onların peşi sıra İstanbul’a gitti. Buradan da Bizans İmparatorunun emriyle Anadolu’ya nakledildiler.
Bunlar, ele geçirildikçe, Akçakoca’ya teslim edilerek, belli bir cezayı çekmelerine müteakip yeniden harbe sürülüyordu. Voynuk Mustafa da Akçakoca emrinde Kandıra’da kalarak aynı voynukluk işini sürdürdü.
1328’de Akçakoca vefat ettiğinde Kandıra’daki definine iştirak eden Orhan Gazi’nin huzuruna çıkma isteği kabul edildi. Cenaze namazını kıldıran Ahi Hasan, Vezir Alaüttin Paşa ve Orhan Gazi sohbet ederlerken huzura çıkarılınca bir süre onların sohbetine kulak vererek bekledi. Orhan Gazi, Samancı Mustafa’nın isteğini nihayet merak etti. "Bizden bir isteğin mi vardır, Mustafa?"
Samancı Mustafa, Orhan Gazi’den, ordudaki görevinden affını diledi.
İstediği izin verilmedi. Büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak, üzüntü içinde, onları selamlaya selamlaya huzurdan ayrıldı.
Samancı Mustafa, Kandıra’daki voynuk birliğindeki görevine döndü.
Bursa’da bıraktığı iki karısına ve yedi kızına, uzun yıllar sürecek bir hasret çekecekti. Gerçi sürgüne çıkarken, onları ömürlerinin sonuna kadar bolluk içinde yaşatacak tedbirleri almayı ihmal etmemişti. Keyifleri yerinde olsa gerekti...
Şimdi onların değil, kendi başının derdine düşmesi gerekiyordu.
Orhan Gazi, onun ardından, yanındakilerle konuşmayı sürdürerek, Alaüddün Paşaya, "askeri ziyade olup amma ol asker dahi kendi vilayetinden ola," buyurdu. (o sıralarda hariçten gaza niyetiyle birçok halk gelirdi. Orhan Gazi, ele geçirilen yerlerde o yerlerin halkıyla askeri teşkilatının kurulmasını istemekteydi.)
Alaüddin Paşa, "Bursa kadısı Cendereli Kara Halil’e danışalım," dedi. "Her teşkilat onun gayretindedir."
Şeyh Edebali’nin de akrabası Bursa kadısı Cendereli Kara Halil, devlete ait kurumların teşekkülünde yoğun bir faaliyet halindeydi ve bu konudaki her şeyi ona danışarak yürütmek işleri kolaylaştırıyordu.
Kendisi de cenaze töreni için Kandıra’da bulunan Cendereli Kara Halil derhal bulunarak huzura getirildi. Konu ona da danışıldı.
Cendereli Kara Halil, aynı konuyu çoktan beri kurgulamaktaydı zaten, "Sultanım meğer ilden yaya yazıp çıkaravuz...” diyerek düşüncelerini hemen anlatmaya başladı.
Bu işin kotarılması için, hemen orada vezir Alaüddin Paşa ile Bursa kadısı Cendereli Kara Halil Efendi görevlendirildiler. (Bunların ikisi de ulema sınıfından gelmiş kişilerdi)
Takip eden günlerde, halktan eli silah tutanlar, bu haberi işiterek padişah hizmetinde olalım diye yaya yazılma gayretine düştüler. Talep umulanın çok üstündeydi. (Bu yayaların yeniçeri askeriyle alakası yok)
Tertip edilen programa uygun olarak harbe yarar güçlü kuvvetli il eri olan Türk gençlerinden atlı ve yaya olarak önce biner kişi alındı. Bunlara muharebe zamanında evvela birer ve daha sonra ikişer akçe gündelik, savaş yokken de kendilerine verilen arazinin hazineye verilmesi lazım gelen öşrü kendilerine bırakılacaktı. Bu askeri hizmete tayin edilenlerin miktarı tertip edilen kadroyu çok geçtiğinden bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yamak olmaları ve onlara seferden dönünceye kadar muayyen harçlık vermeleri kanun oldu. Bu yaya askerler onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldılar. On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tayin edildi. Bin mevcutlu kuvvetin kumandanına da binbaşı ismi verildi. Bu kuvvetler daha sonraları ihtiyaca göre arttırıldı. Müsellem denilen bin kişilik süvari kuvvetinin de otuz neferi bir ocak itibar olmuştu. İçlerinden beş neferi nöbetle muharebeye giderdi.
1328’de, Bizans imparatorluğunda II. ve III. Andronikos arasındaki tac kavgası devam etmekteydi.
Bulgar kralı Mihail Asen İstanbul’u almak hülyasına kapılarak II. Ve III.Andronikos arasındaki tac kavgasında II.Andronikos’a yardım etmek bahanesiyle İstanbul üzerine yürüdü. Genç Andronikos büyük babasının taraftarı olup onun yardımına gelen Bulgar kralı Mihail Asen’i tehdit ederek geri döndürdü. Hemen ardından, kırk altı seneden beri imparator olan II. Andronikos halledilerek genç torunu III. Andronikos bütün idareyi eline aldı.
1329’da Sakız adasının Bizanslılar tarafından Cenevizlilere kiralanarak bırakılmasından sonra, Cenevizliler, adayı temlik ile işgal hevesine düştüler. Genç III. Andronikos donanma ile gelerek Sakız’ı Cenevizlilerden geri aldı.
Samancı Mustafa’nın Orhan Gazi ile Akçakoca’nın cenazesinden sonraki karşılaşması 1329 Mayıs’ında sahildeki Flokrin kasabasındaki karargâhında Bizans İmparatoru genç III. Andronikos’a yapılan baskın esnasında oldu.
Samancı Mustafa, Orhan Gazi’nin kardeşi Pazarlu Beyin komutasındaki müsellemenin (atlı birlikler) Voynuk başı olmuştu; yani tüm atların beslenmesi ile bakımı onun sorumluluğundaydı.
Orhan Bey İznik muhasarasına bir miktar asker bırakarak seçme sekiz bin mevcutlu kuvvetlerinin başında olarak Darıca ve Eskihisar arasında bulunan Pelekanon mevkiinde bizzat imparatorun kumandasındaki Bizans kuvvetleriyle çarpıştı.
Akşam olmuştu, geceleyin muharebeye devamının tehlikeli olduğunu gören İmparator ordugâhına döndüğü sırada bu vaziyeti gören Orhan’ın fırsatı kaçırmayarak şiddetle taarruza geçmesi üzerine, Bizans ordusu müthiş bir panikle darma duman edilmişti ve yaralanan İmparator deniz yoluyla İstanbul’a zor kaçabilmişti.
Muharebenin ardından az istirahat eden Orhan Gazi, sabahın ilk güneşiyle yola çıkıp İznik muhasarasının başına dönmek üzere ayaklandı. Onun ak küheylanına sabaha kadar itinayla bakıp doyuran Samancı Mustafa, Orhan Gazi’nin küheylanını istediği haberi ulaşır ulaşmaz koşumunu vurup kendi elleriyle padişahın önüne çekip, padişaha diz vererek atın üstüne oturmasına yardımcı oldu.
Orhan Gazi, onu gördüğünde tebessüm ederek, "nasılsın yaşdaşım?" diyerek hatırını sordu.
Samancı Mustafa’yı çok fazla mutlu eden bir ilgi olmuştu bu, sevinçle, "her daim sizin için duacıyız hünkarım!" diyerek ona selam durdu.
Orhan Gazi, atlılarıyla uzaklaşıp giderken, Samancı Mustafa’nın gözlerinden onun ardınca bir kaç damla yaş aktı.
1330’da Sırp Kralı İstefan Uroş’un (1321–1331) oğlu olan meşhur İstefan Duşan, Bulgar Çarı Mihail Asen ve müttefikleriyle Köstendil (Velbujd, Velboj) de savaşarak Köprülü (Veles) ile Prosek ve İştip’i işgal etti.
28 Haziran’da Bulgar Çarı Mihail Asen, Sırplarla yaptığı Köstendil muharebesinde mağlup olarak öldürüldü. Mihail Asen’in babası Boyarlardan Şişman isimli bir zattı ve onu yenilgiye uğratıp öldürten İstefan Uroş’un babası olan önceki Sırp kralı Milutin/Miloten de kayın babası idi; dolayısıyla İstefan Uroş da kayın biraderiydi. Çar Mihail’in ölümünden sonra galip gelen Sırp kıralı İstefan Uroş, derhal, Mihail’in eski karısı ve kendisinin kız kardeşi olan Anna’yı Bulgarlar’ın hükümet merkezi olan Tırnova’ya getirterek onun oğlu ve kendisinin yeğeni olan II. Şişman’ı kral ilan ettirdi ve Mihail’in yeni karısı ve Bizans İmparatoru’nun kızı olan Teodora’yı kaçırdı.
1331’de Sırp Kralı İstefan Uroş barış ve sükûn taraftarı idi. Sırp boyarları / beyleri muharebe istiyorlardı ve kralın yerine oğlu İstefan Duşan’ın geçmesini arzu ediyorlardı. Bundan başka İstefan Duşan’ın da babasına karşı itimadı yoktu; çünkü kendisini verasetten mahrum bırakarak Bizanslı prensesten doğmuş olan diğer oğlunu kral yapacağı zannındaydı. Bundan dolayı boyarlarla/beyliklerle birleşen Duşan babası Uroş’u hal’edip boğdurduktan sonra kıral olmuştu. Bu sırada Sırp krallığı kuzeyde Tuna ve Sava, güneyde İstrumca ve Pirlepe, batıda Bosna ve doğuda Rilo dağı ve İstruma’ya kadar uzanmaktaydı. Duşan zamanında bu sınırlar genişleyerek bütün Balkanlarda nüfusu görülen en parlak dönemini yaşayacaktır.
Dayısı İstefan Uroş’un gayretiyle kral olan II. Şişman zamanında Bulgaristan’da karışıklık devam etti. Bu karışıklık sırasında bizzat boyarlar tarafından yapılan bir ayaklanma neticesinde Şişman ile annesi Anna kaçırıldı ve maktul Çar Mihail’in yeğeni ve Ulah prensi İvanko Basaraba’nın damadı olan İvan Aleksandr, Çar seçilerek Asen lakabını aldı. İvan Aleksandr, Sırplarla iyi geçinmek istediği için kız kardeşini Sırp kralı İstefan Duşon’a verdi.
Orhan Gazi, İznik muhasarasını ısrarla sürdürdükten sonra nihayet, kendisine yardım gelmeyeceğini iyice anlayan İznik (Nikea) kumandanı bazı şartlarla teslim oldu. Bursa’nın zaptına müteakip halka karşı gösterilen yumuşaklık ve teslim şartlarına riayet edilmiş olması İznik’in tesliminde de gösterildi. Şehir ve kaleyi teslim alan Orhan Bey, halktan arzu edenlerin eşyalarıyla beraber gitmesine izin verdi. İznik halkının kendi tabaasında olmak ve yalnız cizye vermek şartıyla adet ve ananelerini muhafaza edebileceklerini ilan etti. İznik muhafızı olan Rum beyi deniz yoluyla İstanbul’a gittiyse de halktan çoğu gitmedi.
İznik muhasarası sırasında kaledeki muhafız Rumlardan ve halktan gerek muharebede ve gerek açlık ve hastalık nedeniyle ölenlerin dul kalmış olan kadınları İznik’te bulunan Orhan Bey’e başvurarak kendilerine bakacak kimseleri olmadığını söylemişlerdi. Orhan Bey, İznik halkının refahını temin ve analık çağında olanları her türlü güvenliklerini temin etti. Bu kadınları askerden arzu edenlerin nikâhla alabileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhafazasında bırakılacaklarını söyleyerek bunlara yeni kocalar bulundu. Harb sahasına yakın olduğu için muvakkat bir müddet beylik merkezi İznik’e naklolundu. Müteakiben Orhan Gazi bir büyük kiliseyi (Ayasofya) cami yaptı. Bir manastırı medreseye kalbedip Yenişehir kapısı tarafında bir de imaret yaptırdı ve aynı zamanda zevcesi Nilüfer hatun da yine burada bir imaret ve Orhan’ın oğlu Süleyman Paşa ise medrese inşa ettirdi. Diğer hayır sahiplerinin yaptırdığı tesislerle az zamanda burası bir Türk şehri manzarası gösterdi.
Bursa ve İznik gibi İstanbul’a yakın iki mühim şehrin elden çıkması Anadolu sahasında Bizans imparatorluğuna vurulmuş İktisadi bir darbeydi. İznik ve Bursa’da ipekçilik, dokumacılık ve çömlekçilik işleri mühim bir kazanç kapısıydı.
Orhan Gazi, 1332’de İzmit’i muhasara etti. Bu muhasarayı Rumeli’den dönüşte haber alan III. Andronikos Paleologos, kadırga ve tüccar gemileriyle ve oldukça mühim bir kuvvetle İzmit önüne geldi. Henüz karaya ayak basmıştı. Orhan ona muharebe için gelip gelmediğini sordu ve o da harb için gelmediğini söylemekle birlikte sulh için de bir mani olmadığını bildirdi. Genç Andronikos’un karısı Fransız Anna’dan iki kızı ile bir oğlu vardı ve kızlarından biri olan Prenses Aporçe’yi Orhan Bey’e eş olarak vermeyi, bu şekilde kurulacak akrabalıkla dost ve müttefik olabileceklerini bildirdi. Bunun üzerine aralarında sulh sağlandı. Orhan imparatorun dostu ve müttefiki kalmak ve doğuda onun şehirlerine taarruz etmemek üzere anlaşma yaptı ve hediyeler alınıp verildi. Orhan Bey muhasarayı kaldırdı.
Prenses Asporçe, yüksek rutbeli Bizanslı devlet adamları ve kalabalık konuklar eşliğinde başkent Bursa’ya getirildi.
(Orhan’ın Asporçe’den şehzade İbrahim ve kızı Fatma dünyaya geldi. Asporçe’nin ölüm tarihi hakkında bir bilgi yok.)
1333’de Bulgar Kralı İvan Aleksandr Bizanslılara galebe çalarak daha önceden onların eline geçmiş olan Yanbolu, Aydos, Ahyolu, Misivri’yi geri aldı ve büyük oğlu Mihal Asen’i Genç Andronikos’un karısı Fransız Anna’dan olan diğer kızıyla evlendirdi.
İzmit etrafında el değiştiren kaleler de İzmit’in alınmasından evvel, etraflarının Türklerin eline geçmiş olduğunu da görerek ve Osmanlıların zapt ettikleri yerlerdeki adil tutumları meşhur olduğundan muharebesiz teslim olmağa başlamışlardı. Bu adilane hareket neticesinde Taraklı Yenicesi, Göynük, Mudurnu muharebesiz alındı. “Süleyman Paşa ol vilayette ol kadar adl ü dad etiktim nice köyler Türkün ayin ve erkânını görüp gelip Müslüman oldular ve ol vilayette ne kadar mülkler var ise cemi Süleyman Paşa verdüğü karar üzerine şimdi dahi mukarrerdir…”
1334’de Bitinya’nın zahire anbarı olan Gemlik alındı ve bunu Armutlu, Anahor mevkilerinin alınmaları takip etti.
Osmanlıların Gemlik’i işgal etmelerinden sonra, oradaki Rumların uyum göstermeyenleri kaçarak Bizans’a ulaşmak umuduyla yollara döküldüklerinde, onların boşalttıkları mahallelere müracaat edenlerden yerleştirilenler olmaktaydı.
Samancı Mustafa, ordunun zahire deposu olmaya aday Gemlik’e yerleşmek için ne yapıp ne edip Voynuk sınıfından ayrılarak Gemlik’te bir yer edinip oraya göçmeye ve orduya saman ve yem satmayı iş edinmeye karar verdi. Epeyi para toparlamıştı, zengin sayılırdı.
Gemlik’te sekiz yaşındaki oğluyla yerleşik kalmış olan Kastinya’nın elinde kalan hanı satın almak istediyse de kadın inatla satmadı.
Orhan Gazi’nin fermanıyla dul kalmış Rum kadınlarının Türk erkekleriyle evlenebilmeleri ve bu kadınlarla evlenenlerin o yerde yerleşebilmeleri olanaklı kılınmış olduğundan Samancı Mustafa da Kastinya ile evlenerek bu kanundan yararlanmak istedi. Yirmi sekiz yaşındaki Kastinya, iki karısı ve iki karısından yedi kızı bulunan elli üç yaşındaki bu Türk’ün, evlenme isteğine daha fazla direnmek istemedi. Ne de olsa zengin bir adamdı ve Türklerin boyunduruğunda yaşamaktaydılar.
On sekiz yaşından yirmi sekiz yaşına uzanan on yıllık inatlaşmanın yerini, artık birliktelik alacaktı.
Gemlik kadılığı henüz kurulmadığından, gidip, Orhaneli kadılığına müracaatla evlenme işlemlerini yaptırdılar.
Nikahı kıyacak olan imam, "bu avrat kelime-i şahadet getirip Müslümanlığı seçmez ise bu nikahı kıyamam," diye tutturunca, Kastinya da koca bir liste çıkartıp başlık parası olarak verilecekleri onaylattı; yani o nikahta hem zengin oldu, (zaten zengindi de, bu defa da çok zengin oldu) hem de müslüman oldu.
Samancı Mustafa, imama yapılan bir sekiz on sikkelik fedakarlık ile nihayet ’resmi nikahlarını’ da kıydırdı.
Karı koca el ele, mutlulukla Gemlik’e döndükten sonra, Samancı Mustafa’nın aklından çalgılı bir düğün töreni tertip etmek geçti; ama, eşi, dostu, akrabası yoktu ki, kimin için?...
Evlenmelerini müteakiben Gemlik’e getirilen öteki iki eş ve yedi kızı da kadının evine bir güzel yerleştiler. Bütün akrabaları uzaklarda kalmışlardı. Kimi Hanya’ya, kimi Konya’ya yerleşmişlerdi. Koca bir aşiret darmadağın olmuştu. Günlerce, her tarafa yazılı mektuplar ulaştırıp, kardeşlerini, yeğenlerini ve yakın hısımlarını, gelip himayesinde Gemlik’e yerleşmeleri için davet etti.
Kastinya’nın evine gelip yerleşenlerden öte, hanın kırk odasının kırkını da Samancı Mustafa akrabaları zapt edince zavallı kadıncağıza bir çıldırmak kalakaldı ya, o, iradesiyle bunu aşıp zekasıyla da olayları yönetmeyi öğrendi. Her şey gibi, bu da zamanla oldu, tabii ki!
Samancı Mustafa’nın yakın hısımları olsun, biraz uzakça hısımlar olsun, yağmur oldu yağdı sanki. Hepsini başının üstüne koydu.
Öz kardeşleri Mahmut ile Mevlüt baştan gelip Gemlik’te yerleşmek taraftarı değildiler. "Eskişehir’deki düzenimizi bozamayız," diyecek oldular.
Samancı Mustafa onlara az çıkışarak, "Ne düzeninden bahsediyorsunuz be! İki üç sığır bağlayıp beslemek midir, bu düzen? Burada işler büyük, çil çil paracık yiyecek gavat beklemekte!" diye söylendi.
"Paracık ise senin paracıkların, bize değer mi ki?"
"Bir elin nesi, iki elin sesi, dememiş midir ulu Osman gazinin bilge kaynatası Şeyh Edebali hazretleri? Demiştir elbet! Bölünmek, bölünerek azalmak zamanı değildir bu zaman! Bu zaman birleşerek çoğalmak, güçlenmek zamanıdır! Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için! Ben onca paracığı toplamışsam, hepimiz içindir bu... Bunca zamandır katlandıklarıma az biraz da siz katlanın be... Siz kazanın, hepimiz yiyelim. Değil mi ama? Hadin kardaşlarım, toplayın tarağınızı tasınızı da Gemlik’e göçün! Gemlik’i kendimize vatan edelim!"
Kardeşleri bu defa da, "neden Gemlik ağam, sen Eskişehir’e gel," diyecek oldu.
Cevabı hazırdı. "Taşı toprağı altın Gemlik’e! Osmanlının başşehri Bursa’dır kardeşlerim. Bursa’nın denize açılan penceresi de Gemlik’tir. Meyvesi, sebzesi, zeytini, tuzlu zeytinyağı, sabunu, balığı, velhasılı her şeyiyle Bursa’yı Gemlik besler. Samanı, sapı, arpası, yulafıyla da Osmanlı ordusunun hayvanını da Gemlik besler. Kardaşlarım, bizim işimiz alıp satmaktan ibarettir. Köylü üretecek, ordu ve şehirli tüketecek, biz de aradaki Paracıkları toplayacağız... Haydin bre! Niye oturursunuz? İş başına, haydin!"
Samancı Mustafa, Kastinya’nın dokuz yaşındaki oğlunu da sahiplenerek onu evlat edindi. Ona, Orhan adını koydu.
Kastinya’sıyla evlendiğinde dört başı mamur bir tören yapamamıştı, ama oğluna yapacağı düğünü koca Osmanlı konuşacaktı.
Kastinya başlangıçta bu fikri benimsemedi. "Benim oğlan müslüman mıdır ki, sünnet olsun?" diyerek karşı çıktı.
"Müslümandır elbet!" Kendi alemindeki oğlanı çağırıp kucağına oturttu. "Orhan’ım! Koçum benim! Bu anan olacak karı, Orhan müslüman mıdır ki, diye sormakta. Cevabını ver şuna bakiim!"
Orhan, çoktan vermişti kararını; seçimini yapmıştı. "Elhamdülillah, müslümanım!"
Kastinya, aslında dinle, imanla işi olan birisi değildi. Madem ki yaşamını Türkler arasında sürdürecekti, azıcık asimilasyonun kime zararı dokunurdu ki! Bin üç yüz otuz beş senesi de bitip gitmekteydi işte; Alex öleli on sene olmuştu. Bu Türk de elli dördündeydi, onunla beraber yaşayacak değildi, yakınlarda geberir giderdi de, servetini oğlu Orhan ele alır, bu hısımı, akrabayı da buralardan kovalar, yollardı. Konuyu uzatmak istemedi.
Orhan’ı sevimli mimiklerle azarladı. "Müslümanmış! Deli şey, nolcak... Bu adam ananı da kandırıp müslüman etti zaten... Hep beraber müslümanız, elamdülillah!"
"Senin müslümanlığın sakat..."
"Nedenmiş o?"
"Namaz kılmıyorsun da ondan..."
"Hele şu sözünde dur, yap istediğim evi bana..."
"Sen orasını bırak bana. Samandağın ucunda denizin içine uzanık bir ev. Tam istediğin gibi olacak."
"Arkası çiftlik..."
"He..."
"Tamam madem, oğlumuzun sünnetini de istediğin gibi yaptır..."
Kendisiyle aynı gün dünyaya geldiği yaşdaşı Orhan Gazi’yi de düğün törenine davet etti.
Orhan Gazi, davete gidemedi, ama değer verdiği voynuklarından olup, daha sonra da karargâhının saman ve arpa ihtiyacını Osmanlı Devleti topraklarından başka ta Karesi’den Aydınoğlu topraklarına varasıya dört bir yandan toparlayıp temin eden tüccar Samancı Mustafa’ya oğluna adını koymasından dolayı kendi adına kestirttiği sikkelerinden bir kese yollayarak oğlunun sünnetini hayırladı.
Sünnet düğününde yok, yoktu. Hısım, akrabadan, eş, ahbaptan başka, Samancı Mustafa’nın düğünü varmış, diyen binlerce davetsiz misafir gocunmadan ağırlandı. Günlerce Kuran’ı Kerim okundu, dualar edildi.
Hemen o yıl üç karısının üçü de hamile kalıp karın şişirdiler. Kastinya’nın karnındaki şişlik var mı, yok mu, öyle belirsizce sürdü gitti; ama öteki iki karısının karnında bebek değil de, koca birer dana varmış gibi taşınamaz haldeydi. Mustafa inandı ki, onlardan birer cihan pehlivanı doğacak, Kastinya’sından ise, Kastinya’sı kadar güzel bir prenses doğacak. Bu inançla dokuz ayı sabırla bekledikten sonta iki hanımının doğurduğu her iki bebek de kız oldu. Allah nazardan esirgesin, iki kızı da birer güneş parçasıydı.
"Kastinya’nın doğuracağı kız da inşallah bunlar kadar nazende olur."
"Sağlıklı olsun da..."
Az gecikmeli doğumdan çıka çıka, el kadar bir oğlan çocuğu çıktı. Öteki karıların doğurduğu iki kızın da yarısı kadar var yoktu. Adına Yaşar denildi, bu çelimsiz, hastalıklı halinden toparlanıp da çok yaşasın denilerek...
Samancı Mustafa, Kastinya’nın istediği saray yavrusunu bitirdikten sonra içine kapandı, kendini tamamen Kastinya’nın mutluluğu için ve çeşitli eğitimciler eşliğinde iki oğlunun eğitimi için adadı. İki oğlu ve Kastinya’sı ile geçen o yıllarda Samancı Mustafa yedi kızını da tımar sahibi beylerle evlendirerek ticaretini gitgide kuvvetlendirdi. Ana kasa halen kendisindeydi, bundan başka diğer işlerin yürütülmesini tamamıyla kardeşleri Mahmut ve Mevlut’a bıraktı. Anadolu beyleri arasında yerini alarak "Samancı Mustafa Bey" olmayı da başardı.
Gemlik’te dönemin Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil adına bir çeşme yaptırarak vakıf tesis etmek suretiyle tapu tahrir defterine kaydettirdi. Bununla Çandarlı Kara Halil’in de dostluğunu kazandı...
YORUMLAR
Hem hikaye, hem de verilen tarih bilgisi,
ilgimizi biraz daha yoğunlaştırdı bu bölüm üzerine.
Ancak,
biraz kısa mı kesildi ne?
Tadı damağımda kaldı vallahi.
Kemnur
Sayın Hocam,
Şimdi de tarih dersi vermeye ve bizlere eksik bildiklerimizi
hatırlatmaya başladınız . Ne güzel de oldu.
Çok teşekkürler Hocam,
Saygı ve sevgilerimle.
Kemnur
Kıymetli hocam
Öncelikle tarihsel içeriğiyle yazım kalitesiyle böylesine nefis bir araştırma yazı dizisini kaleme aldığınız için size çok teşekkür ederim.
Hocam; hafızam beni yanıltmıyorsa! Osmanlı’nın kuruluşu Osman beyin beylik hareketini siyasi eyleme dönüştürmek amacıyla diğer beylikleri de bünyesine katıp Osmanlı beyliğini (kurumsal manada) ilk düzenli ‘’ordu’’ yapısına ulaştırmasından ve böylece siyasal anlamda devlet yapılanmasına dönüştürmesini sağlamış olmasından dolayı ''imparatorluğa' 'giden süreci başlattığı için tarihçiler tarafından Osmanlı ‘’devletinin’’kuruluşunu Osman beyle özleştirilir.
Osmanlının sizin belirttiğiniz ‘’devlet’’ olma özeliğini kendi parasını basması ve diğer siyasi manada devlet olmanın iç hukuk argümanlarını vs oluşturması İznik’te başlayan bu (ordusal bazda)siyasi hareketi Orhan gazinin Kocaeli ve tabi ki Bursa, da dâhil olmakla birlikte Osmanlı devletinin toprak büyüklüğünü güney Marmara’nın tamamın kapsayacak büyüklüğe ulaştırmasıyla oluşturulmuştur. Özetle Osmanlının ‘’imparatorluğa’’giden yolda devlet olması Osman beyin döneminde düzenli (ordu) oluşturulmasıyla başlar diye biliyorum.
Bakalım Samancı Mustafa, Osmanlı Devletinde ne gibi görevler üslenecek ve ne maceralar yaşayacak. Sanırım okuyucuyu heyecanlı bölümler bekliyor.
Okumaktan büyük keyif aldığım bu yazı dizisi için tekrar çok teşekkür ederim.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı selamlarımla
Kemnur
Takip eden günlerde, halktan eli silah tutanlar, bu haberi işiterek padişah hizmetinde olalım diye yaya yazılma gayretine düştüler. Talep umulanın çok üstündeydi. (Bu yayaların yeniçeri askeriyle alakası yok)
Tertip edilen programa uygun olarak harbe yarar güçlü kuvvetli il eri olan Türk gençlerinden atlı ve yaya olarak önce biner kişi alındı. Bunlara muharebe zamanında evvela birer ve daha sonra ikişer akçe gündelik, savaş yokken de kendilerine verilen arazinin hazineye verilmesi lazım gelen öşrü kendilerine bırakılacaktı. Bu askeri hizmete tayin edilenlerin miktarı tertip edilen kadroyu çok geçtiğinden bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yamak olmaları ve onlara seferden dönünceye kadar muayyen harçlık vermeleri kanun oldu. Bu yaya askerler onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldılar. On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tayin edildi. Bin mevcutlu kuvvetin kumandanına da binbaşı ismi verildi. Bu kuvvetler daha sonraları ihtiyaca göre arttırıldı. Müsellem denilen bin kişilik süvari kuvvetinin de otuz neferi bir ocak itibar olmuştu. İçlerinden beş neferi nöbetle muharebeye giderdi.
SELAM VE SAYGILAR