- 2130 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
PSİKOPAT` ların KRALI
PSİKOPAT’ ların KRALI
Dışarıdan sırma , apolet , rütbe diye baktığınız askerlik mesleğinin, bir de perde arkası gizli çekimleri vardır ki; maazallah önceden bilse kaçar insan.
O sabah hafta başı mesaisine yeni başlayacaktım, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nde. Beni araçtan iner inmez yakalayan bölük çavuşu ve yazıcım , o kadar çok sorun ve yapılması gereken iş söylüyorlardı ki , kafam söyledikleri ile dopdolu , Pazartesi gününe "Merhaba" diyordum.
Kapının önünde dört inzibat eri , bir başçavuş ve aralarında cılız, üstü başı perişan ve elleri arkadan kelepçeli bir er daha vardı. Belli ki , birileri bir bela daha şutluyordu bana. Yaşlı başçavuşa, "Hoş geldiniz" diyerek ,onları odama almıştım.
"Bu adamın ellerini, neden arkadan kelepçelediniz? Sanki King Kong’u getiriyormuş gibi bir havanız var"
"Haklısınız Komutanım, fakat bu adam King Kong’ dan daha tehlikeli. Çavuşumun dudaklarına bakın lütfen . Öbür erimin hayaları attığı tekme nedeniyle perişan . Çocuk işemeye çıkamıyor. Kıbrıs’tan geliyoruz. Çok kötü bir yolculuk yaptık. "
"Tamam Başçavuşum. Şimdi kelepçeleri söküp bana , dosyası ile birlikte teslim edebilirsiniz. Teslim tutanağı hazırlanıncaya kadar biz de çay içelim"
Adamın dosyası çok kabarıktı ve 22 senelik uzatmalı askerdi. Yanan askerliğine benim bölüğümde başlayacaktı. Onu sürgüne gönderenler hasta olduğunu biliyor olmalıydılar. Kafesteki kuşlara, zincire bağlı köpeklere bile tahammülüm olmadığı için, kelepçelerini çözdürmüştüm. Daha önce de aynı hatayı yapmış olmamı hatırlatacaktı çok geçmeden.
İnzibat erlerini karınlarını doyurmaları için yemekhaneye yollayıp , Başçavuşu ve Adem’i karşıma oturtmuş ve onlara çay söylemiştim. Adem’in dosyası vukuat ve firarlarla doluydu. En çok adam yaralama , haraç, uyuşturucu suçları vardı. Kıbrıs’ta Nöbetçi Çavuş’ ununa tüfekle saldırmaktan ve yaralamaktan dört yıl iki ay Adana Cezaevi’nde yatıp, tahliye olduktan sonra benim bölüğe sürgün edilmişti.
"Adem , 22 yılsır asker olduğunu görüyorum . Sana güzel bir teklifim var . Gel seni çay ocağına vereyim, burada bitir şu askerliği. "
Bu sözlerim hiç konuşmayan Adem’ in birden sinirlenmesine sebep olmuştu. Daha bir yudum aldığı çay dolu bardağı , avuçlarında sıkarak kırıp dibini masamın üzerine , özenle hazırladığım dosyalarımın çayları dökerek sertçe vurmuştu. Çıkarttığı kelepçeyi sehpa üzerine koymuş olan başçavuş , neye uğradığını anlamadan, Adem’in kelepçeleri eline takıp attığı yumrukla sırt üstü sandalyeden yere yuvarlanmıştı. Eline taktığı kelepçelerle bu sefer de bana yönelmişti.
"Sıra sende lan .öt oğlanı. Hepinizin anasını..."
O anda elime Bolu’da yaptığım sert gürgen ağacından oyma kül tablam geçmişti. Kelepçeleri muşta gibi tutan elin bana kalktığını gördüğüm an , o bana vuramadan kül tablasını kafasına geçirmiştim. O yere düşerken yerimden fırlayıp , bir kaç yumruk atarak suratını dağıtmış ama içeri doluşan yazıcıların ve habercimin ona vurmalarına engel olmuştum.
Haydi bakalım , bölükte mevcut beş psikopat yetmezmiş gibi bir tane daha ilave olmuştu kadroya. Yine de bizim psikopatlar en iyi psikopatlarmış. Bu Adem kimseye benzemiyordu. Bence Psikopatların Kralı oydu.
Adem’ i ve kaşı yarılan başçavuşu ilk yardıma benim çok sevdiğim , o yıl emekli olacak olan Hemşire Güzide Abla’ya göndermiştim. Ona telefon edip gelenlerle ilgilenmesini söyleyecektim fakat telefona çıkan genç bir ses onun telefona gelemeyeceğini söylüyordu.
"İlk Yardıma gelen bir manyak , Güzide Hanımın karnına öyle bir tekme attı ki baygın yatıyor kadıncağız"
Artık bu kadarı da çok fazlaydı. Koşarak ilk yardıma gittim. Orası fena halde karışmıştı. Elindeki demir serum askısı ile küfürler ediyor, ilaç dolaplarının ve pencerelerin camlarını kırıyordu.
Bu Tazmanya Canavarına yaklaşmak çok zordu. Beni hiç fark etmediği, karşısındaki insanları kadın erkek ayırmadığından belliydi. Önüne gelene saldırıyor , diğer yaralılara bile acımadan vuruyordu demiri. Çatmıştık belanın büyüğüne. Üstelik buna bir de ben sebep olmuştum. İnsanlar kapı önüne yığılmış içeri giremiyorlardı.
Ona yavaş adımlarla yaklaşırken sağ elim tabancamın kabzasındaydı.
"Adem ! Adem ! Nedir bu rezalet. Burası artık senin de görev yerin, senin hastanen. Yakışıyor mu sana, böyle herkese saldırmak ? Çabuk at bakayım elindeki o askı demirini "
Adem bana şöyle bir bakıp , olduğu yerde durmuştu. Elindeki uzun demir serum askısını yavaşça yere bırakmış , açık kılıfından çıkartmadan kabzasını tuttuğum tabancama bakarak;
"Durmazsam beni vurursun değil mi?"
"Vururum Adem ,durmazsan seni vururum Allah’ıma "
"Hemi de kafama sıkarsın, değil mi?"
O sırada biraz kendine gelmiş olan Güzide Abla içeriye giriyor. Yılların ilk yardım hemşiresinin gözleri korku dolu. Başını böylesini görmedim dercesine ağır ağır sallamakta.
“Bu hemşire benim en sevdiğim ablam olur. Onun midesine tekme atmışsın. Şimdi ondan özür dileyeceksin.”
"Madem ki komutanımın ablasısın , kusura kalma abla . Artık benim de ablamsın"
Adem, Güzide Ablamın elini öpüyor. Onlar da, kanlar akan yarılmış kafasını temizleyip sarıyorlar. Sonrada kelepçeleri vurarak kaşını yardığı başçavuştan özür dileyerek, onun da elini öpüyor. Hemen iş ocaklarına camların tamir edilmesi için talimat verip , ortalığın düzeltilmesi için dört hademe görevlendiriyorum.
İki saat sonra depodan aldığı yeni elbiseleri , botları ile traş da olmuş olarak odama getiriliyor. Yine çay ısmarlıyorum ona. Bu tip insanları aramıza almalıyız diye düşünüyorum.
"Gel bakalım Adem, sen yaş olarak benden büyüksün ama yine de asker olduğumuz için bana "Komutanım "diyeceksin. Dosyanı inceledim Adem, tam altı kez yakmışsın askerliği. Darp, yaralama, uyuşturucu, firar dahil epey vukuatın var. Bana söz verir ve hiçbir disiplinsizliğe bulaşmazsan ,seni nöbete bile yazdırmayacağım. Bütün gün beraber olacağız ve bu askerliği bitireceksin Adem. Seni ailene , yakınlarına ben uğurlayacağım “
“Sağol Komutanım ama benim bu dünyada hiç kimsem yok ki. Anam öldü, ben yurttayken babam da ölmüş , kardaşım yok, akrabam varsa da ben bilmem. Üvey anam sobanın maşasıyla döverdi. Yıllar sonra onu bir batakta buldum ve sokuverdim .ötüne bıçağı. İki yıl da bu yüzden yattım. Çıkınca öldürecektim ama kaçmış, yok olmuştu. Sonrada askere aldılar.
Anlayacağın sürekli dayak, ıslahhane, hapishane ,disiplin koğuşları, sürgünler, sürgünler, sürgünler. Bakalım, siz nereye süreceksiniz beni? Başıma gelmedik hiçbir şey kalmadı. Bu yüzden ne insanları ,ne hayvanları, ne de çiçekleri hiç sevmem . Bu güne kadar bir kadınım da olmadı. Yemek yemeyi bile sevmem . Bir tek tatlıya düşkünümdür.
Bir insanı seversem onun için vururum, kırarım , ölürüm. Kaide yoktur, önce davranan kazanır. Bu yüzden kabadayı filan sökmez Komutanım. İnzibatların arasında hastaneye girdiğimizde birkaç çavuş, dik dik bakıp gülüştüler. Bunun hesabını onlara sormaz mıyım? Seni sevdim , neden mi? Bana delikanlıca davrandın da ondan. “
Onu kendime haberci yapmıştım . Asıl habercim Şenol’ la birlikte sürekli benimle irtibatta olacaklardı. Elimin altında tutabilmek için başka yol bulamamıştım.
İlk olay , hastane içinde koridorları bölen çift kanatlı camlı kapıda, bir doktor albay ile karşılaştığımızda oldu . Ben geri çekilerek albaya yol ve selam vermiştim. Elindeki rapora dalmıştı. Ortada benim için olağan dışı bir şey yoktu. Arkamda bir bağırış duyarak irkildim. Adem albayın yakasını toplamış,
“Sen Allah mısın lan? Yüzbaşı sana selam veriyor , almıyorsun. Ben Yüzbaşımın selamını almayacak adamın anasını ……”
Durumu Şenol ve ben zor yatıştırmıştık. Hayatımda hayal bile edemeyeceğim bir olaydı bu. Tabi Başhekim’e hemen şikayet edilmiştik.
Bu olayı onu sakinleştirerek tam geçiştirmiştik ki; Bir hastabakıcı yanımıza yaklaşıp,
“Komutanım, Başhemşire Hanım yüzbaşım bir dakika bana uğrayabilir mi? diye soruyor” demesiyle patlamıştı.
Odaya benden önce koşarak giren Adem,
“Sen kimsin lan, kancık halinle Yüzbaşıyı ayağına çağırıyorsun Ben senin ananı avratını … “
Adem’e arkadan sarılıp, etme gitme diyerek zor yatıştırmıştık.
Bir kadının , bir erkeği ayağına çağıramayacağını söylüyordu. Oysa, başhemşire bana çok sevdiğim ev baklavası ikram etmek için beni çağırtmıştı.
Bu böyle devam edemezdi. Sürekli , belanın kıyılarında dolanıyorduk. Fakat onu doktora çıkartmak da çok riskliydi. Çünkü hasta olduğunu kabul etmiyor, bütün insanların yanlışlar içinde olduğunu düşünüyordu. Onu incitmeyecek bir yol bulmalıydım. Geceleri gözüme uyku girmez olmuştu, her telefonda bir vukuat haberi bekler olmuştum.
Asabiye Servisinin Şefi Albay Cahit Nasırlıoğlu’ nu tanıyanlar bilir, doktorluğunun yanı sıra , son derece mütevazi, çalışkan ve hoşgörülü ideal bir insandı o .
Telefonda ,
“Komutanım , kahveyi ocağa süreyim mi?” demiştim. Bu aramızdaki bir nevi parolaydı. Biraz sonra doktor önlüğünü çıkartmış, sivil olarak gelmişti odama.
“Adem , misafirimize çayı sen getir. Zehir gibi koyu olmasın” Gülerek fırlamıştı, yerinden . Benim çok açık çay içmemle alay ederek ,
“ Ne biçim delikanlı ,sidik gibi çay içiyor “ demişti de kulağıma gelince epey gülmüştüm.
Çayları Adem ,elinde çay askısı ile getirip ikram ederken , Cahit Albay günlük yaşamın içinden konuşmalarla onu kendince yoklamaktaydı.
“ Kaç yaşındasın delikanlı, 42 mi? Benden iki yaş daha küçüksün ama yaşını pek de göstermiyorsun. Belli ki, az yemek yiyorsun . Baksana bizim göbek aldı başını gidiyor.”
Adem , kesik ve keskin cevaplar veriyordu. Konuşma albayın yönlendirdiği şekilde gelişmişti. Ben bir ara dışarıya çıkarak onları baş başa da bırakmıştım. İkinci defa, Adem’in eliyle yaptığı kahveleri aynı sohbet havasında içmiştik. Adem’in Cahit Albay’ı sevdiği belli oluyordu. Sonunda yalnız kaldığımızda ;
”Benim hayatımda gördüğüm ilk üç den biri. Derhal rapor alıp gitmeli. Yoksa asla bu ortama uyum sağlayamaz , çok büyük işler açar başınıza. “
“Öyleyse hastayı gördünüz ve muayene ettiniz. Ben viziteye çıkartıp ,direkt sağlık heyetine göndereyim.”
Hastane Başhekiminin yanına her gün evrak imzalatmak için girerdim.
Tbb. General Erdoğan Ererdal ’ın branşı Asabiye idi . Yanına girdiğimde , hastanenin korkulu rüyası olan bu eri görmek istediğini söylemişti. Kapının dışında durup, ben içerdeyken İkinci Hekimi bile içeriye sokmayan Adem’i odaya çağırmıştım. Geldiğinde selam sabah hak getire, duvarın kenarından inceleme yaparak yaklaşıp,
“Bu hastanenin paşası senmişsin öyle mi ?”
“Benim evladım. Sen de, hastanemize hoş geldin “
“Hastalara iyi bakıyor musun? Yemekler güzel çıkıyor mu?”
“Çıkıyor evladım. Herkese iyi bakmaya çalışıyorum.”
“Bu Yüzbaşıya da iyi bak haa. Yemekleri her öğün o kontrol ediyor. Ben de onunla birlikte gidiyorum ama o pis yemek kokusu midemi bulandırdığı için içeriye girmiyorum. İzin falan isterse , vermemezlik etme sakın ”
Bunlar konuşulurken Adem, kolunun yeni ile makamında oturan paşanın rütbelerini parlatmaya çalışıyor ve bir yandan da başhemşireyi şikayet ediyordu.
“O başhemşire karısı mıdır , nedir ? Söyle ona benim Yüzbaşımı , hademe gönderip ayağına çağıramaz . Bir daha yaparsa atarım jileti , tek göz bakar dünyaya”
Adem’i dışarı çıkarttığımızda ;
“Aman bunu hemen heyete çıkart. Ben bunca yıllık asabiyeciyim, böylesini hiç görmedim. Tam kitapların yazdığı birinci dereceden bir psikopat bu”
Heyete onu kendim götürmüştüm. Bir sürü tembihten sonra içeriye ikimiz girmiştik.Cahit Albay’ ı görünce sevinmişti. “
“Yahu baba , güneydoğulu olduğunu söylesene. Bir daha ki gelişinde, sana kral bir “Mırra “ yapayım. Diyarbekir’ de iki yıl yattım. Çartlak kebabını bilir misin?”
Doktorlar ona “Askerliğe Elverişli Değildir “ raporu vermek istiyorlardı ama iki genç doktor ,önce hava değişimine gitsin , döndüğünde konsültasyon yapalım diye diretmişlerdi. Adem , altı ay hava değişimi alarak çıkmıştı heyetten. Cahit Albay’ın canı sıkılmıştı bu karara.
Adem ,sanki bana da kırgın gibiydi.
“Komutanım , bu heyet işi nereden çıktı şimdi? Sen beni yanında istemiyor musun? Neden bu raporu aldırdın? Benim hiç kimsem , evim barkım yok ki. Ben nereye gideyim? “ Ona sarılıp yanaklarından öperken içimden nelerin koptuğunu anlatamam. Sokak köpeklerinin bile bir mahallesi , sığınabilecekleri bir yuvası olurdu. Ama Adem’in gerçekten hiç kimsesi ve bir çulu bile yoktu. Çok üzgündüm. Bu adam nereye gidecekti? Burada kalması da imkansızdı üstelik.
Onu Kadıköy’ün büyük giyim mağazalarından birinin sahibine yollamıştım. Bu hayırsever delikanlı, benim yanımda yedek subay olarak yapmıştı askerliğini.
Jilet gibi giyinmiş olarak gelmişti yanıma . Tek şikayeti iki kız tezgahtarın onu giydirmek için kabinin başında beklemiş olmalarıydı. Cebine ben ve bölük başçavuşu biraz para da koymuştuk. Yanaklarından öperek göndermiştim onu.
Ertesi sabah geldiğimde içimde bir huzursuzluk vardı, beni gece boyu uyutmamış olan. Bölük kıdemlisi Cemal Çavuş vukuatı bildirmişti. Adem, gece yarısı gelmiş ve koğuşta yatmıştı. Tabi kimse ona sesini bile çıkartamamıştı. Sadece Şenol, ben gelmeden gitmesini söyleyebilmişti ,o kadar. Ama diyordu ki Cemal,
“Ceketinin altında kabarık olarak duran şeyin silah olduğuna eminim ,fakat almaya kalksam katliam olurdu” Çocuk belki de haklıydı.
“Gece de olsa bana bildirmen gerekirdi Cemal. Şimdi hemen polise, inzibata haber verin”
Öğleye doğru üzerinden çıkan sağlık raporuyla, bizi bulan polisin konuşması çok üzgündü.
“Bu er, sizin askeriniz miydi Yüzbaşım? Maalesef bir polis arkadaşımızı öldürdü , diğerini ağır yaraladı . Bu arada bir de sivil vatandaşımızı daha öldürdü. “
İnanamıyordum , bu konuşma bir karabasan,bir kabus olmalıydı. Telefon ahizesi neredeyse elimden düşecekti. Birisi beni işletse, sonra da şaka yaptım diye alay etse ,gülse ne çok hoşuma giderdi. Ama Merkez Komutanlığından gelen telefon , daha ciddi ve acımazsız ifadelerle olayı doğruluyordu. Kartal’da sahil kenarında , denize karşı konulan banklarda tek başına otururken, bir vatandaş yanına oturmak istemiş. Onun oturmasına izin vermeyince adam,
“Yahu kardeşim , tek başına koca bankta oturuyorsun , ne olur az öteye gitsen” der demez, bizim ki silahını doğrultup tek mermi ile adamı kafasından vurarak oracıkta öldürmüş. Silah sesine yakın olan karakoldan koşarak gelen yaşlı bir polis ,
“Ne yapıyorsun ,at elinden o silahı “ diye bağırınca , tam kalbine yemiş mermiyi. Arkadan gelen polis de, karnından vurularak düşmüş oracığa. Sonuç ;iki ölü bir ağır yaralı.
Onu Maltepe cezaevinde ziyaret ederek ağzından olayı dinlemeyi ve ihtiyacı olan bazı şeyleri temin etmek istemiştim;
“Komutanım, beni yanından ayırmayacaktın. Ne yapayım ben, bu dünyaya alışamadım. Diğer banklarda boş yer olmasına rağmen adam bana ,‘İleri git de yanına oturayım ‘ diyor. Sen olsan vurmaz mısın? Ya o polis, naralar atarak üzerime doğru koşuyor. Ne var lan ? Niye geliyorsun? Öbürü ise silahını çekmiş, .bneye bak. Mermiyi yiyince de ‘Anam ,anam ‘diye niye bağırıyorsun. Sabah beni almayan bir kamyonun lastiklerine sıktığım için mermim kalmamıştı , yoksa zor yakalarlardı beni, alayını indirirdim komutanım.”
Vay canına , vay anasını, vay vay vay .
Adem, bir yıl sonra ‘Cezai Ehliyetinin Olmadığı’ tespiti ile birliğime yeniden gelmişti. Onu görünce şaşkınlıklar geçirmiştim. Hemen sevk ettiğimiz Bakırköy Akıl Hastanesi “ C 46 “raporunu verince , biz de heyetten “Askerliğe Elverişli Değildir” raporu çıkartarak onu sivil hayata uğurlamıştık.
Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri , küçük bireylerimizin,çocukken sadece cezalar ile ortalığa salınmasıdır. Örnek olarak Adem den başka, binlerce çocuk daha var. Bunlar topluma kazandırılmazsa , kendi elimizle canavarlar yetiştirmiş oluruz.
Kızınızı isteyip alamazsa öldüren, arabanızla ufak bir dokunduğunuz sürücü veya yürürken omzuna çarptığınız genç adam, kendini toplumdan sıyırmış neyin doğru neyin yanlış olduğunu küçücük beyninde tartışmayan insancıklar..
Üstelik siz ondan kaçsanız bile , o gelip sizi ve yakınlarınızı kolayca bulabilir.Bu yüzden devletin tedavi etmek, doğruyu öğretmek, toplumu huzurlu kılmak gibi görevleri olduğunu unutmamamız gerek.
“Ne bakıyon lannn. Bana Pagaltılı Adem derler. Ben adamın ciğerini söküp yerim lann. Yan bakanın …..”
Not: Bu olay ne yazık ki yaşanmış ve iki kişinin hak etmediği bir ölümle sonuçlanmış acı bir öyküdür. Yaralı polis de maalesef sakat kalarak hayatını sürdürmektedir. Çocuklarına karılarına baş sağlığı dileklerimi sunar, yaralı kardeşimize de geçmiş olsun dileklerimi tekrar ederim.
E.Yaşar Ovalı 2.07.2015
YORUMLAR
Çok ibretlik bir olaylar dizisi yazıda anlatılanlar. Ben de bölük yazıcılığı yaptım askerde az çok benzer olaylar yaşadım diyebilirim. Çok da tutmamak lazım diye düşünüyorum bu tipleri hem asker arkadaşlarına, subay ve astsubaylara hem de diğer sivil vatandaşlara zararları büyük olur. Bunların askerliğinin yakılıp da tekrar tekrar askerlik yaptırılması yerine tezkere verip gönderilmeli mutlaka... Sürekli gözetim altında tutulmaları da elzemdir, yoksa suçsuz yere çok kişinin canı yanar, yanmasın... İbretlikti kutlarım...
kukurikuu
Bu yaşanmış öykü ne yazık ki iki cenaze ve bir ağır yaralıya
mal oldu.
Ortada kalan çocuklara mı yanar sınız, dul kalan eşlere mi?
Yorumunuz için teşekkür eder saygılar sunarım
Değerli Abim.
Memleketimizde maalesef psikopatlık artık bir hastalık değil maalesef övünç vesilesi haline geldi. Hatta '' Cesur, gözünü budaktan esirgemeyen, kimseye eyvallahı olmayan '' Anlamlarında kullanılır oldu psikopat kelimesi. Tv dizilerinde bile '' Helal adama tam bir psikopat'' Diye geçiyor pek çok katil ruhlu insanlar ve o katiller, tetikçiler sevimli gösteriliyor insanlarımıza.
Senin yazdığın yazı ile benim yaptığım yorum çok da örtüşmese de bir de böyle bir durum var.
Selam ve sevgilerimle.
kukurikuu
Biraz önce debrem haberini aldım.
Debrem toplanma alanlarını avantalar alarak satan şerefsizler
acaba kendi çocuklarını nerelere kaçıracaklar diye merak ediyorum.
Milletçe psikopat olduğumuz çok doğru. Artık kadınlar bile bir mafya üyesine sempatik bakıyorlar.
Selam ve saygılarımla
Doktor Albay babamdı. Adem’in adını duymadım ya da unutmuşum ama hikayesini dinlemiştim. Çok duygulandım yazınızı okuyunca, hem hikaye hem babam...
kukurikuu
Babanızın Dr. Albay olduğunu yazmışsınız ,
kim olduğunu yazarsanız çok sevinirim .
Selamlar
denizdeniz79
kukurikuu
İnsanları maneviyat ve sevgi olgunlaştırır.
Bir de gocundukları tarafları varsa o insan
toplumun dışına zaten kendisini itiyor. Adem benim
herşeye rağmen acıdığım , düzelmesini arzu ettiğim bir
insan olmuştur. Ama ölen insanlar ne olacak? Ya onların
o zamanlar çocuk olan evlatları ve sebebi bile belli olmayan
cinayet ne olacak?
Allah yardımcımız olsun .
Saygılarımla.
Benim anlamadığım bir kişi hasta olduğunu bu kadar çok belli ettiği halde neden ısrarla askerliği bitirsin diye uğraşılır. Onun yaptığı askerlikten ne olur.Dua edin ki birliği havaya uçurmamış :( İnsanların ordu gibi, yurtlar gibi bir arada yaşadığı ortamlar gerçekten tehlikeli. Kimse iyi değil artık. Hemen herkes bunu ekonomik şartların kötülüğüne bağlıyor ama bence yanlış. Bir şey var, insanların kimyasını bozan bir şey.
Sonuna kadar Adem'den iyi bir adam çıkacak diye okudum ama final acı çıktı. Adem'e ne oldu kim bilir. Ona acıdığımı hissettim.
Saygılarımla.
kukurikuu
Ne kadar haklısınız. Kişinin hasta olup olmadığınınn
araştırılması
yerine adama zoraki askerlik yaptırmak ne orduya ,
ne de toplumun diğer
Belki de kimse bu bozukluk altında numara yaparak
skerlikten kaçmasın diye ısrar ediliyordur.
Olan diğer görev yapan insanlara oluyor.
Ona ben de sizin gibi acımıştım doğrusu.
Allah onun da yardımcısı olsun.
Saygılarımla.
Marjinal kişiler, toplumuna ve/veya bütün insanlığa egemen olmuş 'insanlıkdışı' anlayışların, işte böyle, bütün korkunçluğu ile kör kör parmağım gözüne belirmesine vesile oluyorlar...
Şimdi kime acırsınız?...
Adem'e mi; anasına, babasına, analığına, polislere, sade vatandaşa mı; yoksa bir 'gaflet' içinde, aslında 'gerçek'ten, merhametin, vicdanın, itidalin, ihtimamın, kısaca sevginin, saygının, iyiliğin ve güzelliğin insanı bu saydığımız değerlere kavuşturan gerçekten toplumun sayısız bahanelerle soyutlanmasına, bunun da siyaset diye bir çıldırmışlık içinde hazmedilmesine mi acırsınız?...
Sivrisinek-bataklık örneği...
Üstadım, yaşanmışlıkları yazarken, ustalığınızı sergiliyorsunuz...
Bu yazı, gönlümün 'Günün Yazısı'...
Saygılarımla.
kukurikuu
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Gerçekten insan neye acıması gerektiğini bilemiyor .
Yine de ölen sivil adamın geride kalan iki yavrusuna v e
karısına , polisin gelin olmasına yirmi gün kalan kızına ,
karısına ve sakat kaldığı için malulen emekli edilen
polis memuruna acımak gerekir diye düşünüyorum.
Yine de Adem , Adem olmayı seçmemiştir bence.
Teşekkürlerimle .
Çoğu zaman askerde böyle sakıncalı piyadeler denk gelir insana. Sorunların derinlerine inip hasta gözü ile bakmalı böyle kişiliklere ve tabi ki tedavisi de bir şekilde yaptırılıp ona göre hareket etmeli gerekirse çürüğe çıkartıp sivil hayata yollamalı. Kişinin çocuk zamanlarında yaşadıkları bütün hayatını olumlu/olumsuz etkilemektedir ister istemez. İbretlik bir öyküydü...
Ahmet Zeytinci tarafından 7/2/2015 3:16:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
kukurikuu
Bizim piyadelerden bazen böyle sakıncalılar çıkar da ,
böylesinin çıktığı hiç görülmüş değildir.
Onlara gerçekten hasta gözüyle bakmalı ve tedavisi için uğraşmalı.
Hele o kıymet vermediğimiz çocukluk var ya, onu çok bilinçli atlatmalı küçükler. Belki de Adem'in alt yapısı çoculuğunda çektiği o kötü günlerden geliyordu.
Saygılarımla.