- 975 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
TOKAÇ
Emanet gülüşlerin çoktandır misafir olmadığı, gözlerinden dökülen cam kırıklarıyla çizilen yüzünde büyük bir ciddiyet vardı kadının. İşini önemsediğinden miydi, hiç sanmıyorum. Bu kadınları tanırım, çalışırken düşünceler, anılar tur atıp dururlar sürekli beyinlerinin içinde. Hayalleri uzun zaman önce gençliğin çukurunda boğulmuştur çünkü. Sadece anılar vardır düşüncelerinde bir de sızlayan bedenleri. Doğduklarından beri kaç kış, yaz geçirdiklerini bile bilmezler. Baharı ve güzü de hatırlamazlar pek. En çok yoruldukları, üşüdükleri, kavruldukları yaz, kış vardır hayatlarında…
Ağır vardiyalı acılı zamanlardan geçmişti. Onun tanımadığı, onu tanımayan harflerin altında ezilmişti hep. Çeliğe sıkılan mermiydi, sanki her atışında yine incinen kendi yüreğiydi. Ne çabuk da geçmişti yıllar. Çabuk muydu gerçekten? Karar veremiyordu bir türlü kirlenmeye başlamış köpüklere bakarken. Teneke çamaşır leğeninin başında suya girip çıkmaktan daha da kırışmış ellerine bakarken. Belki kendi yaşındaki kararmış tokacına bakarken. Taşla tokaç arasında ezilerek temizlenmeye çalışılan çamaşırlara bakarken. Hiç mi mutlu olmamıştı, elbette gülümsediği zamanlar da vardı ama sudaki köpüklerin çamaşırların kirinden kaybolduğu gibi kaybolmuşlardı. Bir demlik çaya bir fiske şeker tat verebilir miydi?
Acıyla karışık da olsa bazı tatlar da yaşamıştı. Sancıyla gelen çığlık, çığlıkla doğan çığlık… Belki de mutluluğun ne olduğunu öğrendiği anlardı. Sonrasında gecenin ezgilerini içirdiği ninniler, gıcırdayan tahta beşikler, hem de peş peşe, bazen yük olsa da severek, yüksünmeden taşıdığı çocukları. Evet, en büyük mutluluk onların varlığıydı. Çocukluğundan kalan gülüşünü saklamıştı kırk yamalı bohçasının içinde, sandığının dibinde uyutuyordu onu. Kızına verecekti, tadamadığı mutlulukları belki kullanır diye.
Her darbede daha çok eziliyordu taşla tokaç arasındaki pantolon. Çok mu kirliydi, temizlenmesi mi gerekiyordu? Yıllarca yediği tekmelerin hesabını soruyordu kocasının bacağına geçirdiği bu çaput parçasından. Köyde bile hemen herkesin rahata erdiği bu zamanda hala çamaşırı elinde yıkamak zorunda bırakan erkeğine kızıyordu. Adamın başkalarıyla yediği paraları dövüyordu, küfürleri dövüyordu, soğuktan üşüyen, sıcaktan pişen kendi bedenini dövüyordu. Vurmaktan gücü tükenmeye başladığında kahkahalar aldı yerini. Tüm sokak çınlıyordu, insanlar başına geçmiş bir şeyler söylüyorlardı ama o anlayamıyordu artık, sadece gülüyordu, sadece kendine gülüyordu.
YORUMLAR
Şimdiki kadınlara bakıyorum da, ufacık bir şeyden yakınıyoruz...
Ninem anlatırdı ''tokaçla yıkadıkları çamaşırları.'' Babaannem, babam o zamanlar küçücük. Halam bebek, üçüncüye hamileyken denizde öldü derdi derdi ninem. Çamaşıra vurmazdım aslında, bi kendime, bi kadere vururdum.
Öyle temiz olurdu ki benim çamaşırlarım.
Kimse benim kadar beyaz çamaşır yıkayamazdı.
Kadermiş demek. İyi bir şey yapmak için, önce kötü bir şey yaşaması gerekiyor insanın...
Sevgimle.
Afet İnce Kırat
Bazen insan elinde olmadan kaderin cilve ve nazını çeker. Çekmek zorunda kalır. Hayat der ama içten içe birikenlerle hıncını ilk eline geçene kusar. Tokaçta olduğu gibi.
Tebrik ve saygımla Afet ablam.
Afet İnce Kırat
hüzün şairi
Aynen öyle Afet ablam. Allah büyük. Onun sopası daha etkili olur bence. Kimsenin ne hakkını ne de ahını yerde koyar.
Tok -açın halinden anlamadığı gibi,
Pantalonda sevgisizliğin acısını çeker tokaçla.
Tebrik ederim saygılarımla.