2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
237
Okunma

[ ka
Ön söz:
Kelimeler, kalbimin karanlık kuyusuna atılmış güneştir.
Yazmak, ışıkla yeniden doğmak gibidir.
Her öyküde biraz eksilirim, biraz tamamlanırım.
Zaman, bana sessizliği öğretti.
Sessizlikte bir nefes vardır, her şeyin özüne döndüğü o ince nokta.
İnsan orada hem kendine hem Yaradan’a yaklaşır.
Ben de her cümlenin eşiğinde o kapıya varmak isterim.
Toz, yalnızlık, gece ve korku… Hepsi birer sınav, sırlarla sarılmış birer aynadır.
Kelimelerim bazen dua gibi dökülür, bazen sorgu, bazen teslimiyet.
Ama hepsi aynı yöne bakar: içime , kalbime ve özüme...
Yazmak, benim için bir yol değil, bir dönüştür. Karanlıktan geçip ışığa varmanın hikâyesidir.
Afet Kırat
-------------------------------------------------------
-------------------------------------------------------
MUNTAZAM, TOZ VE ZAMAN
Muntazam, toz ve zaman… Büyük büronun belki de tek hâkimiydi bu üç olgu.
Muntazam bir şekilde dizilmişti kitaplar raflarına. Zamanın en büyük izi, tozlar sinmişti kitaplar arasına. Muntazaman silinirdi elbette ama kokusunu silmek mümkün olmuyordu.
Sâri bir hastalık gibiydi toz denilen lanet şey; bir girdiği yerden çıkmak bilmiyordu.
En azından birkaç zerre de olsa izini bırakıyordu.
“Huzur bu olsa gerek,” dedi kadın, ufka bakarken kısılan gözleriyle. Rüzgârı beyaz bulutlar mı içmişti bir yudumda acaba? Deniz, masmavi bir çarşaf gibi duruyordu önünde. Batıya doğru baktığında şehrin denize uzantısını ve kaybolmak üzere olan güneşin beyaz bulutları kızartmaya başladığını fark etti.
Rüzgârı yuttuğu için utanmışlar mıydı acaba? Ondan mıydı yüzünün kızarışı?
“Huzur bu olsa gerek,” dedi kadın yeniden.
“Doğayı bile bir şiir dizesinin içine sığdırabiliyorum.”
Manzarayı huzurla bağdaştırsa bile batmak üzere olan güneşin yakıcılığı kaybolmuş okları ağrıtıyordu kirpiklerini.
Günün yorgunluğundan mıdır bilinmez ama gözleri kapanmak üzereydi. Belki de geceye girmenin telaşındandı.
Sevmezdi geceleri; kötülüklerin anasıydı çoğu zaman. Yıllar boyunca defalarca gecenin hışmına uğramış mazlumların hakkını savunmuştu.
Sırtında kahır taşıyan insanların yüklerini hafifletmeye çalışmış, hüzün bulutlarını silmeye çalışmıştı masum gözlerden.
Böyle zamanlarda kader boğazına düğümlenir, kelime seçmedeki mahareti kaybolurdu sanki.
Çoğu zaman deneyimleriyle toparlardı kendini ve müştekilerini mutlu etmenin gururunu yaşardı.
Başarılı bir avukattı; çok çalışmış, hakkıyla kazanmıştı.
Şimdi o emeğin sessiz huzurunu yaşıyordu.
Artık gelen her davayı değil, sadece gerçekten inanacağı davaları alıyordu.
Gece okumak için raftan bir kitabı çekerken, bir diğeri düştü yere.
Açılan sayfaların içinden sararmış bir fotoğraf çıktı.
Gözlerine hayallerini hapsetmiş küçük bir kız, kadının yıllar önce çekilen siyah beyaz bir görüntüsüydü bu.
Bir süre tuttu fotoğrafı. Yüzündeki masum tebessüm, unuttuğunu sandığı bir duyguyu canlandırdı.
“Ne kadar da yabancı olmuşum kendime,” diye fısıldadı.
O küçük kız, adaletin gücüne inanan bir çocuktu. Oysa yıllar, adaletin de kirlenebileceğini öğretmişti ona.
Toz, yalnız kitapların değil, hatıraların da üstüne çökmüştü. Silindikçe dağılan, dağıldıkça sinen bir koku gibi…
O kokuda, çocukluğunun evi, annesinin sabah kahvesi, babasının “her şey düzelir” diyen ama asla düzelmeyen sesi vardı.
Fotoğrafı masaya bıraktı, ama gözleri hâlâ oradaydı. O küçücük yüzün içinde hapsolmuş bir sızı vardı.
Belki de huzurdu, yıllardır aradığı o şey, hiç bulamadığı adaletin ta kendisiydi:
Pencerenin önünde durdu bir süre, rüzgâr odanın içine toz zerreleriyle dans ediyordu.
Kitaplar, raflar, sessizlik hepsi kendi hikâyesini anlatıyordu
Mutlaka muntazamlık denilen şey hayatın karmaşasını saklamanın bir yoluydu sadece…
Fotoğrafı eline aldı yeniden kaybolduğunu sandığı küçük kız hiç kaybolmamıştı. Dudakları büküldü birden, uzun zaman sonra içten bir gülümsemeydi bu…
“Yarın güzel olacak derdin durunca üzgün,” dedi fısıltıyla,
“Dünleri düşünürsek yarın değil mi bu gün?”
Belki de ilk kez söylediği söze inanıyordu.
Not: Zaman, bize sabrı öğretirken sessizliği hediye eder. Toz, geçmişin değil; hatırlamanın işaretidir.
5.0
100% (3)