Çay mı Kahve mi?
Yazının başlığını okuyanlardan kimisi dudak büküp geçer, kimisi ikilemde kalır. Bir kısmı da ne müşkül soru diye geçirir içinden. Lâkin en fazla sıkıntıya düşenler hem çayı hem kahveyi içecek olarak tercih edenlerdir.
Çay da kahve de ülkemize başka diyarlardan getirilmiştir. Kahvenin yurdumuza hicreti çaya göre daha kadim devirlere dayansa da, insanımız çayla daha çok haşır neşir olagelmiştir. Kahve ilk zamanlar saraylarda konaklarda içilmiş, seçkinlerin içeceği olarak bilinmiş, erişilmesi güç hâle getirilmiş, hatta bir ara keyif verici olduğu düşünüldüğü için yasak bile konmuştur.
Tarihte çay ve kahve ticareti dünyada ayrı bir öneme sahip olmuş, kâh İpek ve Baharat yolu üstünden kâh deniz yolu vasıtasıyla sevenlerine ulaşan bir dilber mesabesinde olmuştur her iki içecek de. Kahvenin yolculuğu Habeşistan’dan, çayın yolculuğu Uzakdoğu’dan başlamıştır. Bizim coğrafyamızın bir bölümü ( Rize, Trabzon, Giresun ve benzeri yerler) çayın neşvünema bulmasına tanıklık eder olsa da kahve hâlâ yabandan gelip bizimle hem dem olan bir içecektir.
Çayın ve kahvenin hazırlanma aşamasındaki enstrümanlar ( bu benim yakıştırmam) farklılık arz etse de özünde ikisi de müptelası olan dudakla buluşma noktasında benzerlik arz eder. Yalnız çayın hazırlık aşaması kahveye göre daha mütevazı denilebilir. Mesela çay hazırlığı için illa da Semaver, demlik gerekmez isli bir çaydanlıkla da fevkalade enfes çay demleyebilirsiniz. Kahveyse biraz daha müştemilat gerektirir. Aslında klasik kahve için bunu söylemek büyük bir iddia olsa da günümüzdeki kahve mekanlarında sunulan filtre kahveleri rahatlıkla bu sınıfa dahil edebiliriz. Yaygın olarak Yemen dilberi olarak bilinen kahvenin Türk zevkine uygun hazırlanışında hemen hemen çaya yakın mütevazı alet edevat kullanılır. Bir bakır cezve, bir ispirto ocağı( eskiden), bir fağfuri fincan yeterlidir kahve pişirmek için.
Bir de eskiden kahve pişirilir, çay demlenir idi. Şimdi modern mekanlarda modern makinelerle kahve dahi demlenmekten nasibini alır oldu. Çayın da kahvenin de eskiden yalnız sıcağı makbulken şimdilerde hem sıcağı hem soğuğu ile aşina olan damaklar mevcut. Yani tamamen zevk ve renk meselesi. Ama bendeniz hâlâ çayı da kahveyi de ilk keşfedildiği hâliyle sevenlerdenim. Yani çayı çaydanlığım isli olsa da ince bellide, kahveyi bol köpüklü fağfuri fincanda içmek hazzını başka tarz da nuş edilen çaya ve kahveye tercih ederim.
Hâlâ da çay mı kahve mi? diye sormayı sürdürenlere de ‘hemi cana hemi dost’ derim. Yani çaydan da kahveden de vazgeçemem. Bu iki kadim içeceğin dostluk ve muhabbete dahil olan ağırlığını her mevsim hissederim. Sabah tazeliğinde berrak mı berrak çaya ve üstü köpüklü mis kokulu kahveye asla ve kat’a hayır demem vesselam…
Ankara,30.06.2015 İbrahim KİLİK
YORUMLAR
Dostum zaten oruçtan kaynakla çaysızlık başıma vurmuş kafesin içinde volta atan aslan gibi bir o yana bir buyana dolanıp duruyorum ofiste bir de sizin bu yazınızı okuyunca adeta çayın ve kahvenin kokusu hissedip iyice koptum.
Çaresi yok akşamı bekleyeceğiz.''Türk kahvesi'' denilince bizim topraklarımızda yetişen kahve çekirdeklerinden yapılan kahveye Türk kahvesi denildiği zannediliyor. Doğrusu çocuk sayılacak çağlarımda bende öyle zannediyordum. Meğerse pişirilme tekniğinden dolayı Türk kahvesi deniliyormuş.
Neyse bu yorumun üzerine kısmet olursa akşama iftardan sonra bir fincan kahve iyi gider.
Tahrik edici yazınızı ve taze kavrulmuş emeğinizi kutluyorum
Kaleminize damak tadınıza sağlık
Saygı selamlarımla.