- 455 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Söz takdire dolandı
Kahverengi yırtık ayakkabı ; okul zilinin sesini geride bırakarak gecenin alaca karanlıklarına sarılan davudi akşam ezanıyla, o minik ayakları ahşap iki katlı evine doğru götürüyordu. Duyguların onca ağırlığını sırtlanmış koşturan çocuğun yolundaki parke taşlarını sokak lambasının cılız ışığı aydınlatırken, gidilen yerde hep özlem ve dua onu bekliyordu.
Sadece bekleyenler onlar değildi. Fındık faresi de ayakkabılarını, sahiplendiği oyun arkadaşını bekliyordu. Farenin ne duygulardan, nede iki damla gözyaşından haberi vardı, O kapının yanı başına sofayı kapıya bağlayan kırık beton eşiğin önüne çıkarılan burnu yırtık ayakkabıdaki; oyunlar, girip çıkmalar, hatta mırnav kediden saklanmaların derdindeydi.
Fındık faresinin uç tarafındaki yırtığından girerek gece karanlıklarında oyun oynadığı o eski ayakkabının kahverengiliğine iki damla göz yaşı düştü.
Çorap; o minik ayağın serçe parmağının dışarıya fırladığı çorap, ayakkabının derdinden anlardı. Bir de soğukta üşüyen minik parmak. Minik serçe parmağı, ayakkabının kahverengiliğine düşen iki damla gözyaşını görmüştü. O da ne yapsın ki, iki gün önce yağan yağmur ayakkabıdan içeriye girdiğinde bile sırılsıklam olduğu halde bir şey yapamamıştı. O iki damla göz yaşını damlatan o koyu kahverengi gözlere uzanacak hali de yoktu.
Ana: Merak kalbinin bir köşesinde, o eski kapıdan çıktı. Endişeli karanlığa adımını attı. Üç beş metre ilerlemiş, ilerlememiş tiki loş ışığın kerpiç sokak duvarını yaladığı taraftan bir küçük karaltı göründü. Lambanın cılız ışığına giren siluete “Oğlum diye sarıldı.” Kaçmaya çalışan o küçük gözleri, özlem gözleri yakaladı.. “ Ama sen ağlıyorsun!!!” Ana kucağının sıcaklığını çocuğuna sardı. Apartmanların o loş aralarında deterjanların, silmelerin oluşturduğu o nasırlı eller uzandı. Zamanı zamansızlığa taşıyan, savrulduğunda bütün duyguları, sevgileri okyanusların engin sonsuzluğuna saran o eller; hayretler içerisinde yırtık çoraptan izleyen serçe parmağının dürtüklemesiyle ne yapacağını bilmeyen yırtık ayakkabının üzerinden iki mercan damlası göz yaşını aldı. Yerine kendi göz yaşlarını bıraktı. Uzun zamanın uzun kenarında sonsuzluğu yakalamaya koşan damlalar değildi bunlar. Uzun zamanın kısa kenarına takılıp kaldılar. Çünkü onlar sevinç gözyaşlarıydı.
“Annem!!!” dedi çocuk; ” İşte karnem.. “ Cılız ışığa uzanan minik eli saran belgeyi, gözü yaşlı anneye uzatarak; “Bak takdir.”
Ses yankılandı; sessizliğin içine bülbülün nağmelerinin dalga dalga yayılması gibi.. Minik serçe parmak yırtık penceresinden hayretle baktı., burnunu bile kıvırtmadı. Delik ayakkabı özlemi özenle tuttu. Sokak kapısını hemen kenarındaki delikten; fındık faresi sese koştu; sesin karşı yamaçlara tırmandığını izledi.
Ses bütün duyguları sardı sırtına, sessizliğin içerisinden süratle geçti gitti. Karşı yamaçlara tırmandı, servileri salladı, üç ay önce toprağa verilen babanın mezar taşına çarptı. Duyguları ve özenle getirdiği özlemi de bıraktıktan sonra yankı oldu geri döndü. Elindeki takdir belgesi gözündeki yaşları annesinin nasırlı ellerinin sildiği çocuğun kulaklarının kıvrımlarında dolaştı. “ Evet bu benim sözüm… Anneme ve babama verdiğim söz.” “Evet bu benim sesim, annemin göz yaşlarına karışan.. Yırtık ayakkabımdan dolayı beni aşağılayıp sene boyunca çalışmadan oturan Can’ın sırasını sallayan ses.. Biliyorum ki babamda duyuyor sesimi.”
hOça 2007
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.