PİNK FLOYD...*******************
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Lise talebesiyken, İstanbul’a her yaz tatilinde geliyordum. O zamanlar, ablamla kocası burada oturuyorlardı. Eniştem Zirai Donatım Kurumunda aşçıydı. Maaşı geçimlerine yetmediği için, akşam beşten sonra da çalışıyordu. Ne iş bulabilirse... Ben iş kıçı olmayan beceriksizin tekiydim. Boş gezme, denilerek hangi işe konulduysam, çabucak da kovuluyordum.
Eniştemin Almanya işi olup da ablamı alıp gidince, bir daha ayağım kesildi, İstanbul’a hiç gelmedim. Elazığ Şeker Fabrikasında çalışıyordum; zaten, ha deyince gelinebilecek bir yer değildi.
Ta ki, üç gün öncesine kadar.
Bilenler bilir, ben Pink Floyd hayranıyımdır.
Gazetelerden Pink Floyd’un İstanbul’da konser vereceğini okuduktan sonra konsere gidebilmek hayatımın en önemli işi haline geldi. Hemen konsere bilet bulabilme telaşına düştüm; ne var ki, İstanbul’da benim için bilet peşinde koşuverecek hiç bir tanıdığım yoktu. İş başa düşmüştü!
Konser Kuruçeşme Arena’daydı. Biletler de karaborsayı önlemek düşüncesiyle konserin olacağı günün sabahından itibaren satışa çıkartılacaktı.
Çalıştığım Elazığ Şeker Fabrikasının veznesinden maaşıma binaen beni İstanbul’a götürüp getirecek kadar bir avans çektim.
Otobüse bindikten sonra soluğu İstanbul’da aldım. Doğruca Kuruçeşme Arenaya gittim. İyi ki, doğruca oraya gitmişim, zira karşılaştığım manzara olağanüstüydü. Konsere tam yirmi dört saat vardı, ama gişelerin önünde on binlerce genç şimdiden kuyruğa girmişti. Hemen kuyruktan yer tuttum. Sanırım on bin birinci sıra benimdi! Olsun, bilet alabilecektim ya!
Her ne kadar Haziran ayındaysak da gece serinliği ile üşümeye başladım. Kuyruk tecrübesi olanlar battaniyelerle, uyku tulumlarıyla, çay termoslarıyla filan gelmişlerdi. Onca kalabalığın ortasında kısa kollu bir yazlık gömlekle sap gibi duran bir tek ben vardım. Beklemekten vazgeçip sıcacık bir otele sığınmayı bile düşünmeye başlamıştım ki, birden, "var mı yünlü battaniye isteyen?" diye bir ses duydum. Adamın biri el arabasında battaniye satıyordu. Hemen, "kaç para hemşerim onlar?" diye sordum. İki çeşit battaniyesi vardı. Biri peluş gibi tüylü, renkli, güzel görünümlü bir şeydi, diğeri de tam tersine çoban kepeneği gibi görünen sevimsiz bir şeydi. Sevimli olan yüz elli, sevimsiz olan iki yüz elli liraydı. Yüz elli liralık peluş battaniyeyi satın almaya karar verdim. Paralarımı cebimden çıkarttım, içlerinden yüz elli lira ayırarak adama verdim.
Tezgahın önünde, benim hemen yanı başımda müthiş güzellikte bir genç kız, hem elindeki dondurmasını yiyor, hem alacağı battaniyeyi seçiyordu. Sanırım o da benim gibi tedbirsiz gelmişti.
Seçtiği battaniyenin fiyatını sorup da iki yüz elli lira cevabını alınca, "en kral mağazada bunun fiyatı yüz elliden fazla değildir. Yüz elliye verirsen alırım!" dedi.
Bu tavrıyla satıcıyı çok kızdırmış olacak ki, adam kızın elindeki battaniyeyi çekip alarak, "git başımdan!" deyip itekleyerek uzaklaştırmak istedi.
Kız o anda boş bulunup sendeleyince de elindeki dondurmayı benim gömleğe yedirdi.
Bu durumdan dolayı mahçup olan kızcağız, benden belki milyon defa özürler dileyerek çantasından çıkarttığı mendilden daha çok peçeteye benzeyen bir bezle dondurma lekesini silmeye başladı. Her ne kadar, "zararı yok bacım! Olsun, varsın, bişi olmaz!" dediysem de dondurma izlerini iyice temizlemesine engel olamadım.
Nihayet temizliği tamamlayarak son bir kez daha özürler dileye dileye uzaklaştı, gitti. Kıvırta kıvırta öyle bir gidişi vardı ki, arkasından kedinin ciğere baktığı gibi, baka kaldım.
Battaniyemi çıkarttım, herkesin yaptığı gibi yaparak, ona iyice dolanıp olduğum yerde oturup uyuklamaya başladım. Memuriyette her gece on iki oldu mu vurup kafayı yatmanın verdiği alışkanlıkla on iki sularında uyuya kaldım.
Sabah sekiz gibi gişelerin açılmasından sonra oluşan gürültüyle uyandığımda, gişelerin önüne ulaşabilmek için sıramı beklemeye başladım.
Bilet alacağım gişenin önüne ulaştığım da saat üç olmuştu. Eğildim, "bir bilet lütfen!" dedim.
Bilet fiyatı iki yüz elli liraydı. Parayı ödemek için elimi pantolonumun cebine daldırdım. Paralar elime gelmemişti. Belki öbür cebime koymuşumdur, diye düşünerek hemen baktım; paralar orada da yoktu. Arka cebimde, nüfus cüzdanımın kabı içinde, gömleğimin ön cebinde, hiç bir yerde yoktu paracıklarım!
Gişe memuru, "hadi hemşerim, oyalanma! Paran yoksa çık kuyruktan!" diye azarlayınca çaresiz ayrıldım kuyruktan ve kimseye çaktırmamaya çalışarak sessizce ağlamaya başladım.
Aklıma hemen dondurma güzeli geldi. "Demek ki, dondurma izini ısrarla temizlemekteki maksadı, cebimden paraları çekmekmiş!"
Değerli okurlar, yolda yürürken ya da bir kafede-çay bahçesinde-restoranda otururken üzerinize yanlışlıkla (!) dondurma ya da meyve suyu döken bir kişiden mutlaka şüphelenin. Zira üzerinizi temizlemeye çalışırken cebinizdeki parayı boşaltabilir, aman dikkat! Bana bu tecrübe bir milyar liraya (şimdiki parayla bin liraya), ondan da önemlisi Pink Floyd konserine maloldu.
Neyse, hikayenin gerisi de ilginç; oldu olacak, kalan bölümü de yazayım.
Yürüyerek Cemil Topuzlu parkına gelip kendimi bir bankın üstüne attım. Saat, akşamın beşiydi. Konser beş saat sonra başlayacaktı ve ben orada olamayacaktım. O anda aklımdan kendimi öldürmeyi bile geçiriyordum. Cebimde beş param yoktu. İstanbul’da borç para isteyebileceğim, tanıdığım bir Allah’ın kulu da yoktu. Mecburen, Esenler’e yürüyerek gidecek, bir Elazığ firmasına durumumu açıklayıp veresiye bilet isteyecektim.
“Affedersiniz, Esenler’e yürüyerek nasıl gidebilirim?” diye sorduğum bir adamcağız acıyarak suratıma baktıktan sonra,
“Yürüyerek varabileceğin bir yer değil orası kardeşim, şurada Muallim Naci caddesinde otobüs firmalarının yazıhaneleri var. Onların servis araçları olur Esenler’e giden. Git birine bin…” diyerek nasihatte bulununca, adamcağızın ahretteki en az bir gününü cennette geçirmesini sağlayacak sevap kazanmasına vesile olmuş oldum.
Söylediği caddedeki ki otobüs yazıhanelerinde Esenler’e gidecek servis aracı ararken, Elazığ’a giden bir otobüs firmasına ait yazıhane buldum; daha doğrusu Muş’a gidip de Elazığ’dan geçen bir otobüs firmasına ait yazıhane buldum. Adama, babam yetiştirme yurdu müdürlüğünü yaptığı için ve de annem bana orada hamile kaldığı için pek de yabancısı olmadığımı düşünerek,
“Muş Bulanık’lıyım, ama Elazığ Şeker Fabrikasında çalışıyorum, parasız kaldığım için beni Elazığ’a kadar veresiye götürür müsünüz?” dedim.
Adam da Bulanık’lı çıkmaz mı, “vay hemşo, neresindensin? Kimlerdensin?” diye sormaya başlayınca, kem küm ederek, çok küçük yaşımda ayrıldığımı, orada hiç akrabam kalmadığını filan söyledim, ama adamı Bulanıklı olduğuma inandıramayarak, yalancılığımdan dolayı itimadını da kaybettim ve veresiye bileti kopartamadım.
Bir sürü de nasihat: “Ulen kardaşım, gel, abi parasız kaldım de, beni Elazığ’a yollayıver de, başım gözüm üstüne. Yok, Bulanıklıyım, yok Muşluyum… Ne gerek var yalana, dolana... Hadi kardaşım, başka kapıya! Hadi!”
Yazıhaneden çıkıp yola koyulduğumda bu defa sesli sesli ağlamaya başladım. Çocuklar gibi, zırlayarak ağlıyordum ve sinirlerim iyice bozulduğu için kendimi susturamıyordum da. “Sanki Muşluyum diye yalan söylemeseydim de, doğrudan doğruya Elazığ’da çalışıyorum, deseydim, ölür müydüm? Yalan söylediğim için Allah benim belamı versin! Şimdi nereden bulurum ben otobüs bileti! Hü!… Hü!…”
Kalıbıma bakıp da, böyle zırladığımı görerek yakıştıramayanlar dönüp dönüp merakla bakıyorlar ve şaşkınlığa düşüyorlardı.
Ağlamak iyi gelmişti. Sustuğumda, durumuma artık soğukkanlılıkla bakmaya başlamıştım.
Her problemin bir çözümü mevcuttu ve bu çözümü kendi iç huzurumuzda bulabilirdik. Karşılaştığımız güçlük ne olursa olsun, ondan da çıkartılacak bir ders olmalıydı. Bu ders beni daha iyi, daha güçlü bir insan olmaya yönlendirebilirdi, zira hiçbir şey içimdeki gücü alt edemezdi...
Aklıma geldi. Karaköy’de Türkşekerin satın alma müdürlüğü yok muydu? Esenler’e gitmeye çalışıp tanımadığım insanlara boyun bükmek yerine, kendi şirketimin şefkatli kollarına sığınsaydım ya! Orasının misafirhanesinde kalabilirdim ve maaşıma istinaden avans alarak rahatlıkla yolculuk yapabilirdim.
"Tabii ya… Yapmam gereken buydu! Aklıma daha önce niçin gelmemişti ki?"
Karaköy’e deniz sahilini takip ederek, -arada denk gelen banklarda dinlenmeyi de ihmal etmeyerek-, bir buçuk, iki saat kadar yürüdüm. Satın alma müdürlüğünde mesai bitmiş olduğu için doğrudan misafirhanesine çıkıp kalacak yerimi ayarlattım, sonra lokantasına inerek hiç görmemişler gibi ızgarasından tatlısına yiyerek karnımı tıka basa doyurdum. Veresiye fişini imzalayıp odama çıktım, vurdum kafayı, uyudum.
Sabaha kadar Pink Floyt’lu rüyalar görerek derin bir uyku çektim.
YORUMLAR
HAYAT SÜRPRİZLERLE DOLU.
İNSAN HER DÜŞMEDE BİR KALKMA ÖĞRENİYOR ASLINDA.
1976-80 ARASINDA THE WALL PARÇASINI YANLIŞ HATIRIMDA KALMADIYSA ALBÜMÜNÜN ADI DA OYDU.
THE WALL. 1979 YILINDA OLMALI ALBÜMÜN TARİHİ.
O ALBÜM 1982 YILINDA ALAN PARKER TARAFINDAN FİLM DE YAPILDI VE HARBİYEDE İKEN O FİLME DE GİTMİŞTİM.
İSTANBUL BİZANS DİYE BOŞA DEMİYORLAR BE ÜSTADIM.
GEÇMİŞ OLSUN DİYORUM.
SELAM EDİYORUM.
Kemnur
Bir konser için bu kadar zahmete katlanmak ve eli boş dönmek çok kötü.
İnsanları kendimiz gibi sanıp yanılıyoruz.
İçlerinde bir yankesici bile çıkıyormuş.
En azından bir hayat deneyimi yaşamışsınız.
Size kattığı çok şey olmuştur.
tebrikler,
saygılarımla..
Kemnur
Ağlamak rahatlatır mı?
Bedenimiz ve ruhumuzu bu ıslak eylemle geçici olarak temizlerken ardımızda bizi buraya sürükleyen nedenlere dönüp bakmak bir an olsun bile dönüp bakmayı tercih etmeyiz. Ama sonrasında bu iç geçirmeyi ara sırada olsa bir daha yaşaşaydım olayı acaba neye dikkat ederdim demeyi de düşünmüyor değiliz.
Özdemir Asaf’ın şu dizelerinde ağlamak sanki çocuklara has bir şeymiş gibi…
Sevin ağlayabiliyorsan
Unutmanın kardeşidir ağlamak
Uyur uyanır yatağında duyguların
Düşüncenin kucağında hep çocuktur
Ağlamak.
İyi ki bu olaydan sonra ağlamışsınız. Yani yaşadığınız olumsuz bir olaydan sonra göz yaşlarınızın akmasına izin vermeniz biraz olsun ruhunuzu temizlemiş oldu. Böylece bastırılmış duygu ve gerginliklerin azalmasını sağladı. Bu aslında stres, depresyon ve ruh sağlığını iyileştirirken bundan sonrası için ne yapmanız gerektiğini daha iyi bir şekilde düşünmenize yardımcı olduğuna eminim..
Ağlamak ve müzik ! Hadi bu parçayı sesli bir şekilde dinleyelim Geçte olsa ben sizi bu konserde izleyici olarak hayal ediyorum, Dinleyelim
https://www.youtube.com/watch?v=iJZYG5qwHHI&index=3&list=PLYjaa9h0s4AasTvcKPAWEFi2lC3-qtXCW
Sevgiler Ustaya…
Kemnur
Kemnur
En kısa zaman da bir "Pink Floyd" konseri izleyebilmenizi dilerim hocam
Ramazan ayınız mübarek olsun
Güne düşen yüreği, emeği ve kalemi kutlarım.
Kemnur
levent taner
Kim bilir bir başkası biletinizi temin eder ve siz konser saatinde gidersiniz belki de
Rabbim, kem gözlerden sakındırsın ve nura boğsun hanenizi.
İçten ve samimi bir okadar da güzel bir yazı okudum.Oğullarımın şimdi çadırlarda rak konseri beklemesini daha iyi anladım.Demek ki insan meraklı olunca her çileye katlanıyor.Bu arada yaşadığınız hayat dersi de bir örnek.Neylersiniz dünya bu aldatan da var aldanan da.Yankesici de var dolandırıcı da.Ancak güzel insanlar da var .Siz güzel bir tahlilde yapmamıza sebep oldunuz.İçim açıldı okurken .Zira öylesine akıcı ve güzel bir hayat dersi ile bitti.Bitince dedim ki ;iyi ki devlet memuru imiş.Bakın gelip sığınacak bir baba kucağı bulmuşsunuz.Güzel bir anı yazısıydı.Saygılar efendim.
Semiray Emre tarafından 6/20/2015 7:29:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kemnur
Bazı anılar var insanı cezbeder, sanki kendi yaşantısından esinlenmiş de; yaşadıklarınızı yazmışlar gibi etkisinde kalıyorsun. Bu yazıda en çok şaşırdığım şey anıyı okurken sanki yazarla bir yerde oturmuş o bana anlatıyor gibiydi; yani çok sıcak bir sohbet tadında ve samimi anlatımla anıyı ben de yaşar gibi oldum.
Sıralar; bilet sırası, ekmek sırası, gaz sırası, ilaç kuyrukları vb. tabi bu kuyruklarda veya sıralarda, yeni yeni dostluklar oluştuğu gibi istenmeyen kavgalar ve üç kağıtçıların , hırsızların insafsızlklarında da maruz kalınıyordu.
Hayat, işte böyle bir şeydir, kimi zaman neşeli kimi zaman üzgün fakat sonuçta gönüllü birer figüranız bu dünyada.
Bir kahve eşliğinde dinlediğim-okuduğum- en sıcak bir anıydı
Yüreğinizi selamlıyorum hocam
Kemnur
İnsan şaşırır ki bu çok normaldir. Sonra tıpkı ben gibi şaşırdığına şaşırır. Sürer gider bu bazen normal bazen anormal addedilen durum. İçinde derinden gelen duygular varsa okuduklarında, dumura uğrar, mutlu olursun. Mutlu olduğuna kim itiraz edebilir ki?
İşte böyle hocam, adamı şaşırtır, cebindekini aşırırlar. Sense, anın sende yarattığı durumun zevkindesindir. Hiç de yabancısı olmadığım durumları okurken ben, niye yalan söyleyeyim, mutluydum. Anlatım akıcı, duygularsa gerçekti. Gözlerim yaşarmadı desem, ayıp olur.
Saygıyla selamlıyorum
Sahuru beklerken ilk işim Edebiyat Defterine bir göz atmak oldu. İyi ki de olmuş ki, Kemnur'un bu güzel yazısı ile göz göze geldim ve tabi ki de bizleri bu kadar güzel bir paylaşımdan mahrum etmeyen arkadaşımızın yazısına, bir yorum yazmadan edemedim.
Yani biri dese ki, satırların hangisine daha çok güldün; hani çocukken elimizi parmağımıza sokar da bir oyun oynardık ya... O piti piti karamela sepeti terazi lastik jimnastik. Ya şundadır ya bunda. Ya Kemnur, bu oyun böyle şeyler için de kullanılır mıydı sence?
Bence kullanırdı da, milletin aklı şeytanlığa çalışmıyordu o zamanlar.
O yüzden de ancak piti pitiliklerle idare ediyordu. İşte arada bir dondurmacı kızlar nasıl çıkmışsa çıkmış hayret vallahi. Onlarda bugünlere örnek olmuşlar.
Her neyse...
Satırların her cümlesi, her kelimesi tek tek bir harikaydı.
Her zaman olduğu gibi...
Tebrik ederim kaleminin değerini.
Saygılarımla.
Kemnur
Ay canım benim Sayın Kemnur ustam ve değerli insan.
Sizin Pink Floyd' u sevdiğiniz kadar ben de bu yazıyı öyle sevdim işte.Okurken nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Teşekkürlerim sonsuz bu nedenle. Soluksuz okudum. Keşke aynı anda elimde bir ayna olsaydı da yüz mimiklerimi de görebilseydim.Geniş renkli bir yelpaze..
İçinde her türden renk ve salladıkça insanın ruhuna yayılan meltem tadında esintiler..
Dürüst samimi içten ve olduğu gibi görünen insanlara ve de eskilere duyduğum sevgi ve ilgi ve özlem
sizin de malumunuzdur belki.
Müzik derseniz kardeşlerimin uğraşı/sanatı.Kuyruklar derseniz benim de üşümüşlüğüm olmadı değil.Para kaptırdığım da oldu ancak filmin başka bir versiyonuyla.Sizin ki çok romantik ve dokunaklı. Anıların her sözcüğü her cümlesi ayrı bir enstrüman hem gözleri hem kulağı büyüleyen. Final, benim yüreğimin pek dayanacağı türden değilse de ve siz grubu izleme ve dinleme mutluluğunu bir ahuya kaptırmış olsanız da, biz okuyucularınıza her şey dahil dört dörtlük bir ziyafet sundunuz inanın.
Varolun.
Kemnur
Bu yüzden kadınların daha uzun yaşadığı söyleniyor ki belki bilimsel olarak bile destek görebilir bu tez.Ağlamak kadar deşarj ettiren bir stres boşalımı yok sanırım.Sonasında bir aydınlanma yaşayıp sorunu daha iyi değerlendirebilmek mümkün oluyor.
Sonu buruk bitsede alınan hayat dersiyle hatırlanası bir anı okuduk (keyifle).Tebrikler.
Kemnur
Kemnur
7TEPE
Devlette iş yapmak böyle bir şey işte.
Her derdine bir çare bulman hiç de zor olmuyor.
Ya özel sektör?
Adamın imanını gevretir valla.
Özel sektörde olsaydın,
çok maceralar yaşardın sanırım o günlerde sen.
Gerçekten güzel ve enteresan bir anıymış.
Konsere gidemediğine üzüldüm ama,
yıllar sonra bir kez daha İstanbul havası soluduğun için mutlu olmuşsundur düşüncesi ile avuttum kendimi.
Her zamanki gibi hoş bir sunumdu.
Kemnur
Öyle yabancı şarkıcı hayranlığım yoktu,zaten lisede fransızca okumuştum belkide ingiliz şarkılarını anlamadığımdandır.Kültür meselesi ne de olsa.
Maç hastalığı vardı İzmir'e milli maçlara bazan para bulursam giderdik.
Tebrik ederim saygılarımla.
Kemnur
Hayatta dair İnsana özel birçok anı ve duyguyu yaşamış bir müzik tutkunu, çok etkileyici aktarmışsınız keyifle okudum kaleminize sağlık.
Saygı selamlarımla.
Kemnur
=> Get a good job with more pay and you're O.K.
Haksız mı amcalar? Daha iyi bir iş olsaydı en azından kayıp bir aylık değil, iki haftalık olurdu.
=> Money, it's a gas
Yalan mı? Uçup gitti işte.
=> Grab that cash with both hands and make a stash
Geç kalmış bir öğüt.
=> And I think I need a Lear jet
Lear jet? Bir otobüs biletine takla atmak üzereyiz.
Son olarak More filminin müziklerinden Crying Song ise bir öyküde iki kere ağlayan kahramana gitsin.Saygılarımla.
Kemnur
İlhan Kemal
It's good to warm my bones beside the fire bölümünü, eve varıp da şömineyi yakınca söylerim. Evlere bakarken Great Gig in the Sky da fena gitmez hani.
Comfortably Numb? O çaldığında sıradan bir rockçı olduğumu hayal ederim. Sanki Pink Floyd bunu yeni kaydetmiş de bana ''Bak bakalım, ne düşünüyorsun?'' demek için dinletmiş gibi. Numb'ı dinledikçe o sıradan rockçı (Siz deyin Axl Rose, ben diyeyim Bono) tüm hücrelerinde kendi yeteneksizliğini hisseder, iki notayı bir araya getiremeyen İlhan Kemal kadar yeteneksiz.