- 733 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mektup
Mektup
"Var ya Dayı oğlu,Banu’yu bir tavlayayım var ya,dile benden ne dilersen." derken uzun kara kirpiklerini hızla kırpıştırıyor,cıgarasından üst üste çekiyor,dudaklarını yuvarlaklaştırıp dumandan simitler yapıyordu.
Henüz on beş yaşın baharındayken meşum bir kazada ayakları kırılmıştı Emin’in. Ailesi onu tedavi için hemen hemen tüm öğretim yılı boyunca büyük şehirlere götürüp getirmiş,öğretmenler bir şekilde uydur buydur sınavlarla onu okulda tutmuş; hatta biraz da şımartmışlardı.Hepimizin saçları imansız bir makasın derin dalışlarıyla berhava olurken,Emin
Efendi hocalar tarafından es geçilmiş; o da bu altın fırsatı kaçırmayıp Yeşilçam aktörlerinin yetmişli yıllarına nanik yaparcasına saçlarını epeyce uzatmıştı. Bizler,4-A’nın bağrı yanık sivilce sorunsallarıyla boğuşan yeni yetme ergenusları, o yıllarda karaborsa olan sınıftaki
birkaç memur kızının karşısında pişmiş kelle gibi sırıtırken o, biriyantinli, siyah,gümrah saçlarıyla paşalar gibi kurum kurum kuruluyordu.
Henüz lise birinci sınıftaydık.Emin’le ben cam kenarında; Banu,(Ah...Bütün sınıfın yegane sevgilisi,ceylan bakışlı,keklik sekişli,çocuk gülüşlü Banu...)kapının hemen önünde, bizim
çaprazımızda oturuyordu.Aslında ben de deliler gibi aşıktım ona; ama erkek raconunda manitayı ilk dillendiren, en azından gıyabında,kızın sevgilisi sayıldığı için, biz de sesimizi çıkarmamış: "Narkadaşımın aşkısın sen.." ayağına aşkımızı kalbimize gömmüş,Cindoruk gibi yine yanlış ata oynamıştık. Ezcümle, Banu buz gibi de Emin Efendi’nin hayalî haremine dahil olmuş,bize de kayınço rolü düşmüştü. Emin’in bizleri kıskançlıktan çıldırtan, besili bir buzağı yalamış gibi parıldayan,Cüneyt saçları
varsa, bizim de hain planlarımız vardı.Mevzuyu çakan ne kadar kıl kuyruk oğlan varsa Emin’den intikam almak için başıma üşüşmüş,
plana dahil olmak istiyor, bu saçların kazınması için elini taşın altına sokmaktan çekinmeyeceklerini söylüyor,günlerdir hazırladığım sinsi planımı duyduklarında:"Yaşasın kötülük!" diye bağırıyorlardı.İşin daha da garibi, kantinde zengin çocuklarıyla pahalı meşrubatlar,çift kaşarlı tostlar götüren Banu da Emin’in koltuk değneklerine mahkum olmasına üzülüyor,ara sıra ona yakınlık gösteriyor; bu durum bizi iyice
çileden çıkarıyordu.Artık intikam zamanı gelmişti,sınıfın kopilleri, malum planın hayata geçirilmesi için bana baskı yapıyorlardı.Ben kesin bir
tonlamayla:
“Tamam,beyler siz gidin Banu’nun defterinden yazılı bir sayfa koparıp getirin,gerisini ben hallederim.”
“Mektubu da sen yazacaksın ama...”
“Tamam ülen!”
“Benzetebilecek misin kızın yazısına?”
“Benzediği kadar oğlum ya,daha iyisini becerebiliyorsan sen yaz,aaa!”
Boş bir derste hain plan tıkır tıkır işlemeye başlamıştı.Kızın yazısını neredeyse bir bir kopya etmiş,mektubu yazmıştım.Şimdi sıra mektubu Emin’in defterinin arasına koymaya gelmişti.
Birden Ödlek Remzi mektubu elimden kapıp:
“Len oğlum zaten çocuğa Allah vurmuş; bir de siz vurmayın,günahtır.Gelin vazgeçelim bu işten.”
Zorro Salih:
“Ödleklik etme ülen,madem bu işe başladık sonuna kadar gideceğiz,biz sıfır numara ampül kafalarla dolaşırken Hak’tan reva mı Emin Efendi’nin hanım kız saçıyla dolaşması?Hem koltuk değneğini de ömür boyu taşıyacak değil ya, gelecek ay zaten normale dönecekmiş,vallahi bu fırsat kaçmaz!”
Salih, gevşeyen ekibi yeniden sıkılaştırmıştı; son kez mektubu okudu:
"Sevgili Emin,
Bu mektubu sana mecbur kaldığım için yazıyorum.Bana ilgin olduğunu biliyorum; ben de seni seviyorum,ama burası küçük bir kasaba biliyorsun,her an dile düşebilirim,o zaman da babam beni keser vallahi.Bak ne diyeceğim,gel biz aşkımızı gizli yaşayalım,kimselere söylemeyelim; hatta ben sana mahsus yüz vermeyebilirim çocukların yanında.Sen aldırma.
Ama bir şartım var:
Biliyor musun Eminciğim,ben kel erkeklerden hoşlanırım,saçlı erkeklerden nefret ederim,lütfen şu saçlarını usturaya vurdur.Ben seni o zaman çok ama çok severim.Haydi beni kırma,bu mektubu okur okumaz berbere koş canım, olur mu? Haydi bekliyorum.
Hoşça kal.
Seni seven Banu. "
Salih gevrek gevrek gülmeye başladı:
“Len sen de az gavur değilmişsin Memmet,döktürmüşsün valla.Bu laflara ben kelleyi kestiririm, ah Banu ne olur beni sevsen...”
Ders matematikti,doğal olarak mektubu Emin’in matematik defterinin arasına koymuştuk.Mustafa Hoca sırtını bize dönmüş, kendi kendine kümelere gömülmüştü; biz ise bir yandan Hoca’nın alt küme, üst küme muhabbetine dahil olurken, bir yandan da göz ucuyla oğlanın mektubu bulup okumasını bekliyorduk. Derken,”Oh be! nihayet!” Emin mektubu bulmuş,alel acele koynuna sokmuş, eski karakucak güreşçisi Mustafa Hoca’nın ağır ve ağdalı bir dönüşünde onunla göz göze gelmişti.Emin ıslığı andıran bir sesle:
“Örtmenim, Örtmenim acele tuvalete gitmem gerekiyor!”
Mustafa Hoca bir doksan boyunda,yüz kilo ağırlığında memleket aksanını zerre miktar değiştirmemiş tam bir Yozgat delikanlısıydı.Emin’e şüpheyle ve müstehzi bir bakış attı, siyah kalın kaşlarını çattı,oğlan az kalsın gerçekten altına kaçıracaktı,nefesimizi tutmuştuk,şimdi bu sert ifadenin ardından Yozgat dolaylarından yumuşak bir espri gelecekti ve biz onu kaçırmak istemiyor,sınıfta çıt çıkmaması için birbirimizi dürtüyorduk,Hoca:
“Nörüyon la,senin bu sibobun heç mi cıvatası dutmaz la,la demişken la havale kuvvete illaha billahi sabiriiiiiiin.Güççük mü böyyük mü?”
Emin,titreyerek:
“Ney?”
“Ebeninki”
“He ebeninki büyük örtmenim; geçen bir penisilin vurdu,valla geberdim,iğnesi çok büyük; oysa Sabahat Hemşire şuncağız iğneyle vuruyor.”
Sınıf gülmekten kırılıp geçerken Mustafa Hoca hâlâ ciddi:
“De get de işini gör.”
İyi de, Emin mektubu okurken gözlerindeki pırıltıyı kaçırırsam kendimi hiç affetmeyecektim,ben de atıldım:
"Öğretmenim." dedim korkarak.
Hoca hâlâ kesişim kümesinden çıkamamıştı,yüzünü bile dönmeden:
“Ne var len koca kafa?”
"Anaa..."demiştim kendi kendime; “Kafam büyük mü be!” tevekkeli değil babam da iki de bir: "Tohum dölü bu tohum,kafaya bak koç gibi; akıl dolu burada!” diye kafamı okşar,ölçüsünü alırdı.Ama şimdi en önemli sahne Emin’di.
"Örtmenim karnım ağrıyor. "dedim bir çırpıda
"Kıskançlıktandır,geçer."
"Örtmenin gitmem lazım!" deyip bir koşu elemanı bulmuştum.
Emin tuvalete girmiş, fısır fısır bir sesle Banu’dan geldiğini zannettiği mektubu bir hışımla okuyor,yeniden başa dönüyordu.Zil çalar çalmaz da aceleyle kitaplarını toplamış, berberin yolunu tutmuştu.Biz de peşinden...
Berber dükkânı boştu,içeri girdi; adamla bir şeyler konuştu son kez aynada saçlarını sevdi,kendi kendini teselli eder gibi hareketler yapıyordu; biz olan biteni uzaktan izliyorduk.
Berber, kıvrak el hareketleriyle önce saçları makineyle kesti,Emin’in karizması yerlerde sürünüyordu şimdi.Ustura vurmak için berber kafayı sabunlamış,oğlan sabun köpükleri içinde Noel Baba’ya dönmüştü.Bütün arkadaşlar hep birden daldık berber dükkanına.Emin bunca arkadaşın birden bire içeriye doluşmasından biraz huylanmıştı aslında ama çenesi düşük berber bir yandan kafayı kazıyor, bir yandan da sağlık için saç kestirmenin erdemlerinden dem vuruyor, onun alengirli şeyleer kaaf yormasına engel oluyordu; artık ben daha fazla dayanamayıp:
“Eminciğim hayırdır, kafayı neden kazıtıyorsun?”
“Size ne oğlum,işiniz yok mu, ne diye başımı bekliyorsunuz? “
“Len yoksa biri mi rica etti saçını kestir diye?”
Emin biraz işkillenmiş,kızdığı ve heyecanlandığı zamanlarda hep yaptığı gibi gözlerini saniyede bilmem kaç defa kırpıştırmış,ardından bir heykel gibi gözlerini gözlerime dikip öylece kalakalmıştı.Arkadaşlar Emin’in uyandığını anlayınca kapıya doğru vaziyet almıştı:
"-Kaçııııın!" diye bağırmıştı birisi.
Emin çıldırmış tezgahta ne bulmuşsa bize fırlatıyor,hem bağırıyor,hem sövüyordu.
“Yapılır mı ulan bu bana,yapılır mı!” diye arkamızdan bağırıyordu.
Biz çoktan berber dükkânın yanındaki Katiboğlu Sinemasının karanlıklarına karışmış,bir yandan gülüyor bir yandan da örselediğimiz gülün içimize batan dikenlerini çıkarmaya çalışıyorduk.
* * *
Ah ah..Otuz yıl geçmiş...
Emin,şimdi bir cami avlusunda, önümüzde yeşil tahta bir kutunun içinde arkasında üç çocuk bırakıp kımıltısız uyuyordu.Aklıma bu maceramız gelmişti.Gözlerim biber gibi yandığı halde ağlayamıyordum.
O kısacık hayatına onca şey sığdırıp , hep yaptığı gibi, merak edilen yere yine herkesten önce gitmişti. Bense bu dünyadaki en yakın dostumu kaybetmenin acısı ve yaşadığımız onca maceranın hüznüyle dünyada yapayalnız kalmıştım.
Mehmet Binboğa
Ağustus 2011
Kahramanmaraş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.