- 407 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAY K SİZ BİZİM İÇİN BİR ÖLÜSÜNÜZ
İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’ye bir gün bir Amerikalı gazetecinin “filmleriniz ne zaman sona erer, bunu nasıl hissedersiniz?” sorusu üzerine, Rosselini’nin cevabı para bitince şeklindedir. Rossellini’nin bu gazeteci hakkında ne düşündüğünü tahmin etmek bizim işimiz değil ama, Dziga Vertov, Neorealismus ve Jean-Luc Godard çizgisinden olanların bu tip gazetecilerin sorularıyla sık sık yüz yüze kaldıklarını ve her seferinde bu soru cevap diyalektinin altını kazıyıp orada farkında olunmayan bir ayrımı açığa çıkarttıklarını biliriz. Godard’ın televizyon ve onun fabrikasyonuna karşı kendisini nasıl sinemanın savaş makinesi haline dönüştürdüğü bilinir. Evet, çünkü televizyon mutlak kötülüktür. Orada olup biten, bir söyleşinin karşıtı olarak emirlerin aktarımıdır.
Böylesi bir girişe neden gerek duydum bilmiyorum. Bir kışı inşaatta amelelik yaparak geçirdikten sonra Galatasaray Üniversitesi’nde yalnızca bir dönem okuyabilirsiniz. Bu aslında çok açık bir gerçek. Paranız bittiğinde öğrenci işlerine yolunuz düşerse, size soğuk bir bakış eşliğinde şöyle demelerine şaşırmayın:” Bay K siz bizim için bir ölüsünüz.” Bu çok açık, eğer pazarlamacı avcıların sizi suçluymuşsunuz hissiyatı içinde bırakmalarını istemiyorsanız soğuk bir inşaatta bir kış çalışarak kazanılacak paranın yetmeyeceğinin farkında olmalısınız. D. H. Lawrence’in “Fransızların kötü pis sırları” dediği şeye daha fazla değinmeden başlattığım konu-dışı üzerinden ilerlemek istiyorum. Konumuza geri dönelim isterseniz.
Bedenlerini ışıktan bir haleye dönüştürmüş yaratıcıların daima iki tip sorun ile başlarının belada olduğuna değinmek istiyorum. İlki açık bir şekilde Rossellini’nin verdiği cevapta bulunmaktadır. Her yaratıcı faaliyetin kaçınılmaz olarak bir kapitalizasyon sürecinden geçiyor olmasıdır bu. Tanrıyı bu dünyanın-sinemanın- malzemeleri ile anlatmak isteyen Tarkovsky , sinemanın mutsuz bir sanat olduğunu dile getirir. Çünkü o da sigara vb. ürünler gibi pazarlanmakta ve niteliği en çok izleyici ile ölçülmektedir. Günümüzde paranın paranoyak ve şizofrenik akışlarından nasibini almayan yok sanırım. Proust’un bir miktar saf zamanını dahi artık bu eşikte değerlendirmek zorunda kalıyoruz.
Antonio Negri bir kitabında yoksulların yaratıcılığına değinir. Çünkü onlar hayatlarını sürdürebilmek için daima en küçük olasılıkları dahi göz önüne almak zorundadırlar. Bu da onlara sokağa çıkmanın farklı perspektiflerini vermektedir. Paul Virilio inanılmaz güzel metinlerinde sokağı keşfetmenin ve işgal etmenin devrimci güçler için önemine değinmişti. Her ne nedenle olursa olsun zaman-mekanın sosyal mühendislerin disiplin-denetim araçları haline getirilmesine karşı direnilmelidir. Üniversiteler biz yoksullar için asla bir çözüm değildir. Bunun için öğrencilerin içinde bulundukları eğitim kurumları ve gündelik hayatları arasındaki ilişki üzerine samimi sohbetlerine kulak vermek yeterlidir sanırım. Devletin ve onun sosyal organizasyonunun insanlara yutturduğu bir çok optik yanılsamadan herhangi biri gibi duruyor bu problem. Ernest Junger bu optiğin yasalarının nasıl işlediğini gayet iyi anlattı sanırım. Devlet ve onun kurumları sosyal dünyadaki tüm mutsuz karşılaşmaların altındaki neden iken, bu optik ile “neden” başka bir yere, aşkın bir nedene, bir kazaya kaydırılmaktadır. Malraux’nun dediği gibi düşlerimiz artık bize ait değil. Yoksa daima başkasının düşlerine mi kapılıyoruz.
İkinci tip sorunun yaratmaya muktedir olamayanlardan geldiğini düşünüyorum. Bu liste oldukça uzun; mutsuz karşılaşmaları olanlar, gazeteciler, tarihçiler, hukukçular, din adamları, askerler, devlet adamları, akademisyenler vd. Bu tiplerin asıl büyük sorunu yaşamlarını hayatı açan bir deney haline getirememiş olmaları sanırım. O halde birileri adına konuşmaları gerekecektir; filozoflar, sanatçılar, öğrenciler, işçiler, kadınlar-bu günlerde Kürt kadınları kültürel araştırmalar başlığı altında bir çok üniversitede araştırma nesnesi haline geldi-, mazlum halklar-Ermeniler ve Kürtler gibi diğer minör halkalar bu ülkede kendileri yerine konuşan tarihçiler ve hukukçulardan dolayı hala sessizdirler- vs.. Bu durum bana Chatelet’nin aşkınlıkları başkasının işine burun sokma eylemi olarak tanımlamasını hatırlatıyor. Hayatı kendileri ile açan yaratıcı öykülerin yerini neden burun sokma eylemleri alır. Bu durum kimlerin işine gelir? Bu ex nihilo bir öykünün hayatı ta ceninden itibaren belirleme çabasıdır. Zira hayat daima bir fazlanın zamansız darbeleri ile işler. Biz yaratıcılar küçük öykülerimiz ile hayatı düşürenlere karşı daima yeni labirentler, yeni “etkiler” ve yeni savaş makineleri üreteceğiz.
Bir dönemlik Galatasaray Ünv. deneyimimin benim için unutulmaz olduğunu düşünüyorum. Bunun nedeni bir çok dost edinmiş olamam ve nazik bir insan olan Melih Başaran ile karşılaşmamdır.Onun ile yapılan sohbet insana Adorno’nun Minima Moralia’sında ki şu cümleyi hatırlatıyor: “Diyalog için en az iki nazik insana ihtiyaç vardır.” Onun bir dönemlik tüm derslerini takip etme olanağım oldu. Onun, hayatta bulunma tarzındaki inceliğine karşılık olarak Gilles Deleuze’ün Spinoza Pratik Felsefe kitabına aldığı Henry Miller alıntısını aktarmak istiyorum:“Bilmem fakında mısınız, bence sanatçılar, bilim adamları, filozoflar gözlük camı parlatmaya kendilerini fena halde kaptırmış görünüyorlar. bütün bunlar bir türlü geçekleşmeyen bir olay için yapılan büyük hazırlıklardan başka bir şey değil.bir gün bu gözlük camı mükemmel bir şekilde parlayacak; ve o gün bizler bu dünyanın başdöndürücü ve olağanüstü güzelliğini tüm netliği ile göreceğiz…”
5 mayıs 08
ANKARA
Kamuran Çakır
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.