- 483 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cypraqual: Kolye 2.Bölüm
Metamorfoz olmadan önce ölümlü ırklar bir arada yaşamıyor insanlar,elfler,cüceler ve ejderhaların başı çektiği kötücül yaratımlar grubu birbirlerinden ayrı boyutlarda yani dünyalarda nefes alıyorlardı.Herhangi bir ırk bir diğerinin varlığından haberdar değilken birbirlerinden habersiz farklı boyutlarda yaşayan bu ölümlü yaratımlardan sorumlu patronlar yani tanrılar vardı.Bu dört boyutun tanrılarının her biri başkaydı ve herhangi bir şekilde birbirlerinin sorumlu olduğu o boyutla ilgili işlerine karışmazlardı.
Paradruin adındaki insanların boyutundan Ansomal isimli bir büyücü ve onun arkadaşları,bir ‘ölümsüz’ ün yardımıyla boyutları birbirine bağlayan ya da onların arasında geçişi sağlayan kapıları keşfetti.Bilmeden onun ve arkadaşlarının ortaya çıkardığı bu geçitler,fani ırkların birbirlerinin farkına varmasını sağlarken öte yandan bunlar sayesinde kötücül yaratımlar diğer boyutlara geçiş şansını elde etmiş oluyordu.
Metamorfoz gerçekleştiğinde iç içe geçmiş bu dört boyut tek bir boyut haline gelmişti.Oldukça şiddetli bir deprem her dünyada vuku bulmuş ve bu büyük çapta bir enerji açığa çıkarıp yer ve gök salınan bu güçle cızırdamıştı adeta.Boyutların birbririne girmesiyle oluşan bu deprem; büyük bir yıkım meydana getirip o esnada ırklardan bir çok ölümlünün can vermesine neden olmuştu.
Büyücüler,büyü yapabilme güçlerini tanrılardan alıyordu. Metamorfozdan sonra onlar kayboldu ve büyü dünyada kaldı.Tanrılar yine de büyücüleri unutmayarak –onların büyü yapmalarını tam olarak sağlamasa da- açığa çıkan enerjinin bir kısmını büyünün tamamen kaybolmaması için bıraktı ve diğer kısmı da ‘Ölüler Hanı’ içindi.
Bu tek dünyada yaşamaya mecbur kalan ırklar bir süre sonra burasının kendilerine ait olduğunu iddia edip bu savlarını da birbirleriyle savaşarak ifade ettiler.Bunların kendi arasındaki güç mücadelesi rüzgarına kapılmayan insanlardan,elflerden ve cücelerden bir grup birbirlerinden bağımsız topluluklar halinde yıkım yerinden ayrıldı.Yıllar sonra birçok sebepten birleşecek bu topluluklar ‘Kuleler Şehri’ni’ kuracaktı.Uzun süren bu savaşların kendilerini fayda getirmediğini anlayacak olan geriye kalanlar Cypraqual adındaki bu yeni dünyada bir düzen oluşturmayı düşünüp ardından da buna vakıf olup belirli yerleri yurt edinip oralara yerleşirken kötücül yaratıklar ise soyutlanmıştı.
Metamorfozdan sonra geçen yıllarda anlaşılanlara göre pılını pırtını toplayıp ortadan kaybolan sadece tanrılar değil onlarla beraber ejderhalar da sırra kadem basmıştı.
Ve binyıldır görünmeyen bu yaratıklar bir gün ortaya çıktı.Onların neden bu kadar yıl görünmediğine ve aniden ortaya çıktığına dair tam olarak bir bilgi mevcut değil ancak bazı büyücülerin ve bu konuyla ilgilenenlerin birkaç teorisi vardı… Ejderhalar da güç mücadelesine girişti. Diğer ırkların ne olduğunu önemsemeyen bu yaratıkların savaşı onları yerlerinden edecek ve uzun süren kendi aralarındaki bu zorlu mücadelelerden sonra daha güçlü olan üç ejderha diğerlerinin üzerinde üstünlük kuracaktı.Daha sonra bu üçlü de kendi aralarında ben en büyüğüm savaşına girişti.Bunlardan biri olan Kırmızı ejderha Dacassyrenin diğer ikisiyle mücadelesinin bir başka amacı daha vardı.
Ejderhaların dışında kalan diğer ırklar onların umurunda değildi.Dünyanın batı kısmını Siyah,Doğusunu Kırmızı ve Güney kesimini de Beyaz hükmü altına aldı ancak kuzey kesimine dokunulmamıştı zira orasını paylaşamamışlar ve burası tarafsız bir bölge olarak üçünün arasındaki varılan antlaşmaya dahil edilmişti.Yine de Dacassyre oraya aç gözlerle bakıyordu.Diğerlerinin onların hükümlerini kabul edip etmemeleri bu üç güçlü ejderhayı bağlamıyordu.Şu açıdan edenler etmeyenlere göre daha fazla nefes alıyordu ve karşı çıkanların nefesleri çoğunlukla kesiliyordu.Bir kaç üstünkörü ve kendini bilmez kahramanlar diye adlandıranlardan ötürü ejderhalar bazı yerleri kolay kolay teslim alamıyordu ki Siyahın hükmü altındaki Batıda bulunan Savaşçı Marjuarane’ nin yurdu Chrubergine şehri böyle yerlerden birisiydi.
Marjuarane,Bilge’nin yanından ayrıldıktan sonra evine gitmiş ve oldukça tehlikeli görünen bu yolcuğun hazırlıklarına hemen başlamıştı.Kırmızının diyarı oldukça uzaktı ve oraya ulaşıncaya kadar bin bir tehlikeyle karşı karşıya kalma olasılığı çok fazlaydı,o ne kadar cesur ve gözüpek bir insan olsa da bunların üstesinden gelmesi kolay görünmüyordu.
Kılıcını,hançerini ve bıçaklarını aldı.Boynunda büyücünün armağanı kolye bulunuyordu ve onu elbisesinin altına sakladı.Geriye yoldaşlarını bulup yolculuğa çıkmak kalmıştı.Bilge, bu göreve yalnız gitmemesini ve yanına güvendiği iki arkadaşını almasını istemişti.
Savaşçı, yine kendisi gibi aynı niteliklere sahip iki arkadaşından birini bulmak için yola koyuldu.Yürürken onu nerede bulacağını biliyordu ki haklı olduğunu dostunun her zaman takıldığı hanın yakınlarına yaklaşınca sanki bir şelaleden dökülen su gibi dışarıya düşen gürültüden anlamıştı.Hanın kapısına yaklaşan Marjuarane,onu açmak adına biraz ihtiyatlı davrandı şayet böyle yapmasaydı havada süzülen kupanın birini kafasına yemiş olacaktı.Bu durumu atlattıktan sonra oraya bir göz atarken bu esnada kendisine doğru uçuşa geçen ve hali hazırda geçmekte olan sandalye ve masa parçalarından da sakınmayı unutmamıştı.Görünüşe göre bulunduğu yerde kavga cereyan ediyor ve o, arkadaşının bunda kesinlikle bir rolünün olmuş olacağını şu an gördüklerinden ve tanık olduklarından anlıyordu.Dostu da onun bu düşüncesini fark etmişçesine yüzüne gülümseme yerleştirmeye çabalarken o esnada sırtına sandalye yemekten kurtulamamıştı.Kaslı olan arkadaşı,hemen akabinde kendisine vurma cesaretini gösterene bunu yapmaması gerektiğini sert bir yumruk darbesiyle büyük bir keyifle ifade etmekten kendini alamamıştı.Yine de yüzünün birkaç yerinde yediği darbelerden dolayı yoğunluğu düşük koyuluklar göze çarpıyordu.Bunlar onun umrunda bile değildi zira bu kavgada bulunmaktan memnun olduğu yüzene taktığı gülümsemeyi devamlı kullanarak savaşçıya anlatıyordu.Arkadaşı da boş durmuyor çorbada benim de tuzum olsun babında onun için bir yumruk darbesi lütfunda bulunmaktan kaçınmıyordu zira bu konuda kendisi bazen çok cömert olabiliyordu.Hancı bu durumu öylece seyrediyordu zaten yapabileceği de bir şey kalmamıştı.Bu sahneyi sergileyenlerden savaşçının arkadaşı hariç diğerleri yere serilince perde kapandı ve hancı da nefes aldı.
“Bran, bana ordan bir bira versene. Üzgünüm hanın için ama biliyorsun ve beni tanıyorsun o lanet cüce bana o şekilde hitap etmemeliydi.”
Hancı her zaman aynı sebebi ya da benzerlerini duymaktan hiç sıkılmamıştı. Beklediği gibi bu durumun ikici dereceden müsebbibi yere serdiklerinin ceplerinden altın,çelik,yüzük,mücevher ne varsa onun önüne bıraktı.
“Bunlar senin zararını karşılar,bira için sağol.”
Bran isimli hancı, her zamanki gibi ‘önemli değil’ şeklinde yüz ifadesi takındı ne de olsa Marjuarane’ nim arkadaşının sergilediği bu gibi durumlardan sonra onda fazlaca bulunuyordu bu görünüşten.
Savaşçı ve arkadaşı hanın bir parçası kırık ve yaralı kapısından çıktılar.
“Şu yüzüne bir baktıralım, Manilla,”
“Beni boşver ,o kadar da önemli değil.Ne o,tam teçhizat hazırlandığına göre nereye gidiyorsun?”
“Gidiyorsun değil, gidiyoruz,”
“Öyle mi! Benim niye haberim yok gittiğimiz yerden. Seninle yolculuk yapmaktan zevk aldığımı bilirsin ama Siyah’ ın hizmetkarlarıyla mücadele edeli ne kadar oldu ki, biraz dinlenseydik,” dedi sırıtarak.
“Dinlenmek mi! Pöh! Yüz ifadenden belli nasıl dinlendiğin.Zorlu bir mücadeleden yeni geldik ama sen hiç rahat durmuyorsun, üstüne üstlük bir de dinlenmekten bahsediyorsun,”
“Ben fazla oyalanmayacaktım. Bran’ ın bir iki birasını yudumlayıp eve gidecektim ancak o aptal cüce bana dedi ki… Neyse ne dediği senin için o kdar önemli değil.Ben de dayanamadım ve ortalık şenlendi,”
“Cücenin sana tahmin ettiğim gibi o şekilde hitap ettikten sonra senin yüzünün halinin canlandırabiliyorum da…” dedi gülümseyerek Marjuarane.
Bu ifadeden sonra Manilla, dudaklarını hareket ettirme ve bir şekle sokma yoluna gidecekti ki sonra o sokağa sapmaktan vazgeçti.Bu arada ikili, konuşa konuşa diğer arkadaşlarının yanına gelmişti.Vardıkları yer, şehirdeki erkekler için en çok tercih edilen şifacının birinin eviydi çünkü sahibi oldukça işveli,cazibeli,çekici ve bir o kadar da güzelliği tescillenmiş tavan yapmış biriydi. Onun dokunduğu yerde tedaviden başka şeyler de bitiyordu.İkisinin arkadaşı olan Soriol, ufacık bir darbe alsa ya da parmağına bir şey batsa soluğu hemen bu şifacının yanında alırdı.Onun o tatlı nefesini yanında almasından kız da oldukça memnun olurdu. Hatta bir keresinde Soriol,Marjuarane ve Manilla ile başka bir mücadeleden dönerken ağacın birinden iğne yapraklarını koparıp parmağının birkaç yerine batırmıştı çünkü Bilgeye döndükten sonra rapor vermek zorundalardı ancak o dövüş esnasında ne bir yara almış ne de şifacıyı acilen görmeyi gerektirecek bir durum ortaya çıkmıştı bu yüzden böyle bir yola başvurmuştu. Bunu gördükleri zaman iki arkadaşı da gülmeye haber salmış ama kahkaha gelmişti.
Şifacı, başkalarına hayır der ama Soriol’a hiç demez ve onu tedavi etmekten ayrı bir zevk alırdı.Üçü de yaşadıkları yerde bilinen ve sevilen savaşçılardı ve şu durumda Chrubergine şehri sakinleri onlara, yaptıkları katkılardan dolayı minnettardılar.Şifacının ikisinin arkadaşına teşekkürü ise daha kişisel bir o kadar da özeldi.
Güzel ve alımlı kızın kapısını çalan iki arkadaş,dostlarını beklemeye başladı. Bu kapı çalış tarzının ne anlama geldiğini hem kız hem de arkadaşları biliyordu.Bundan sonra homurtuyla oflayan puflayan sesler az da olsa dışarı sızdı.Çok fazla vakit geçmeden yakışıklı dostlarının üzgün yüzü göründü ve o,şifacı kıza minnettarlığını sözle iki arkadaşının önünde dile getirmek zorunda olduktan sonra kapısını kapattı.Bu söylevin akabinde iki dostu da gülümsedi ancak o homurdanıyordu.
“Biraz geç gelseydiniz ne olurdu. Sarmina, o büyülü dokunuşuyla şifayı tedavi isteyen yerlerime orantılı olarak dağıtırken ve ikimiz de bundan fazlaca memnunken gelmeniz gerekli miydi. Başka kapı çalış şekli bilmez misiniz siz! Tam kızın pardon otantik bitkilerin kokusunu…”
Konuşmanın devamını duyduktan sonra diğer ikisinin yüzündeki gülümseme genişleyip kahkahaya dönüştü.Bu, onların simasında bir süre kiracı olurken ‘yine nereye gidiyoruz,’ diye söylendi.
Üçlü yürüyordu.
“Bana bakma Soriol,ben de tam olarak emin değilim hatta hiçbir fikrim yok nereye gittiğimizden.Marju, bu şekilde benim yanıma geldi ancak bana da herhangi bir şey söylemedi ve senin yanındayız işte,”
“Sabredin dostlarım. Siz gidin ve bir an önce ‘yolculuk kıyafetlerinizi’ giyinip gelin. Döndüğünüz de anlatacağım.”dedi ve onlara işaret etti Marjuarane herhangi bir söz beklemeden.
Savaşçı, onları bekleme durumunda fazla kalmadı zira kendisi gibi aynı nitelikteki iki arkadaşı ‘yolculuk kıyafetleri’ ni kuşanarak gelmişti.Üçünde de kılıç bulunurken Soriol da ek olarak ok ve yay vardı.Marjuarane de bulunan hançer ve diğer ikisindeki bıçaklar mücadele esnasında ek önlem olarak rakiplerinin niyetine göre kolaylıkla durumu kendi lehlerine döndürebilecek şekilde görünmeyecek yerlerdeydi.Üçü de sağlam, dayanıklı, kaslı ve de iri yapılıydı.
Birbirlerini yıllardır tanıyan bu savaşçılar son zamanlarda daha sık bir araya gelip diğer şehir savunucuyla beraber Siyahın yardakçılarıyla mücadele ediyorlardı.Yurtlarının içine sızmaya çalışan düşmanları ufak çapta da olsa başarmışlardı ancak bu,şu an için tehlike olmaktan uzakta seyrediyordu.Baskı gitgide artarken nasıl ki karşı taraftan zaiyat oluyorsa savunucular tarafından da oluyordu.Şehrin içinde bu kuşatmadan sıkılan az sayıda olanlar vardı ancak onların sesleri kısıktı.Burayı her taraftan saranlar bazıları hariç dışarıya çıkışa izin vermiyorlardı bundan dolayı şehrin yardım alması pek muhtemel görünmüyordu.Gizli yollarla gönderilen istekler ise sonuçsuz kalmıştı.Kimse çağrılarına yanıt vermiyordu çünkü onlar siyahın adamlarıyla ve dolayısıyla ejderhayla ters düşmek istemiyorlardı ki bunlar onun adamlarıyla önceden kendilerine göre anlaşma yaptıklarını sananlardı.Siyahın umurunda deği di bu akitler,herkes biliyordu ki onun bölgesinde arzu etmediği herhangi bir şey olmazdı.Nekadar umursamaz görünse de kendisine yapılacak olan etkili bir müdahalenin farkına varırdı. Şu an için Chrubergine şehri daha vızıltısı rahatsız verecek dereceye ulaşmayan sinek gibiydi.
Batının sahibi olarak kendini gören Siyah, diğer iki büyük ejderhayla yeterince mücadele etmiş,hakimiyet bölgeleri belirlenmiş ve ateşkes yapılmıştı.Dinlenmek istiyor ve herhangi bir şekilde bunun bozulmasını arzu etmiyordu.Adamları onun kanatları gölgesinde hakimiyet bölgesini idare ediyordu ve onlar kendisinin hükmettiği yerlerden onun bilgisinde vergi alıyorlardı.Açıkcası ejderha için alınanın ne olduğu önemli değildi ehemmiyet arzeden ise ona tabi olmalarını bu şekilde göstermeleriydi.Eğer herhangi bir yerde sorun çıkarsa ikinci adamı devreye girer,çare olmazsa birinci adamı,o da sonuç alamazsa bizzat kendisi duruma el koyar ve oraya cezasını kati bir zalimlikle verirdi.Diğer şekilde hizmetkarları onu rahatsız etmekten korkarlardı.
Üçlü kalabalık yolların birinden geçerken yolculuk hakkında Marjuarane nin ağzından herhangi bir söz kurtulmaya vakıf olmuş değildi.Manilla ve Soriol ona sormaya yeltendiklerinde onlara ‘birazdan’ demişti.Onun gözleri, diğer ikisinin aksine devamlı tetikte gözüküyor ve kulaklarını da en ufak ses için bile dahi olsa hazır tutuyordu.Dar, tenha bir sokağa saptılar.Onlara farklı bir gözle bakan olmamıştı ama Bilgenin dediğine göre bazı gözcüler vardı ve bu yolculuktan sadece dördünün haberi olmalıydı.
Diğer ikisi tam sıkılmış ağızlarını açacakları sırada;
“Beni dinleyin! Bu yolculuk çok gizli ve bir o kadar da önemli! Kuleler Şehri’ ni hiç duydunuz mu?” diye sordu sonuna doğru daha da ciddileşerek. Diğer ikisi başlarını salladılar.Soriol hemen atıldı;
“Hiç duymadığımız bir yere mi gidiyoruz,” dedi muzipçe. Kafa sallama sırası Marjuarane deydi.
“Hayır, oraya gitmiyoruz,sadece bilip bilmediğinizi merak etmiştim.Gideceğimiz yer; Kırmızı ejderha Dacassyrenin diyarı,”dedi basitçe.
Bunu duyduktan sonra arkadaşlarının yüzü ‘Nasıl! Kırmızı ejderha mı! Sen ne dediğinin farkında mısın!’ diyordu adeta.
“Tamam, sakinleşin ve sessiz olun.Bilge beni çağırdı ve büyücünün yanına götürdü.İkisi size sorduğum Kuleler Şehri hakkında konuştular.Burası, metamorfozun ilk zamanlarında ayrılan birkaç yüz insan,elf ve cüce tarafından kurulmuş ve birkaç yüzyıl sonra terk edilmiş.İkisinin söylediğine göre şehirde on tane koruyucu liç varken bir de bunlara ek olarak bazı kötü elf ruhları da oranın sakinleriymiş.Yani demek istediğim; Bilge,Ascander denizinin çok ötesinde var saydığı bu şehre insanlarımızı götürmek istiyor,”
“Ne yani Siyahtan bu şekilde kaçarak mı kurtulacağız.Peki sen böyle bir şehrin var olduğuna ikna oldun mu? Sen ,tamam diyorsan bizim için sorun yok değil mi Manilla,” dedi Soriol güvenceyle, diğeri de onayladı.
“Evet orasının varlığına inanıyorum.Bilge, büyücünün masasına her birinde bu şehrin bilgileri olan bir çember olacak şekilde dokuz tane ve bir de merkezine bir tane kitap koydu.Büyücü de kapakların üzerine kum taneleri serpiştirdi ve şehrin saydam görüntüsü oluştu.Amacımız,şu an düşündüğünüz gibi şehri bulmak değil zaten oraya gitmek bir işimize yaramaz zira söylediğim gibi şehri koruyan liçlerimiz var ve onları öylece geçmek bir ölümlü için imkansız.İşte, yolculuk bu konuda devreye giriyor.Bu lanetlenmişleri alt edecek onların seviyesinde başka güçlü ruhlar varmış ki bunlar da Bilgeye göre ejderha ruhları,”
“Ejderha ruhumu,sakın—“
“Yok yok, düşündüğün gibi değil Manilla. Ejderha falan öldürmeyeceğiz zaten neyse… Kırmızı ejderha Dacassyre de Bilgenin dediğine göre ejderha ruhlarını barındıran yeşil bir ziynet ya da bir bir taş bulunuyormuş,”
“Ve…”
“Biz de bu ziyneti getireceğiz öyle mi,” diye tamamladı Manilla’nın sözlerini Soriol.
“Aynen öyle arkadaşlar. Bu, hiç kolay değil hatta size imkansız da görülebilir ancak düşünün biraz, şehir daha ne kadar dayanacak. Bir an önce bu taşı alıp,lanetli koruyucuları bu ruhlar sayesinde altedip halkımızı oraya taşımamız gerekiyor.Siyah, kaçınılmaz olarak yurdumuzu yakıp yıktığında ki bunu engelleyebileceğimizi hiç sanmıyorum kaçmış olmamız gerek.Anladınız mı?”
“Anladık anlamasına da bu yolculuk uzun ve çok tehlikeli.O kadar basitçe anlatıyorsun ki bu kadar uzun yolu kat edeceğiz hem de en kısa sürede, koca kırmızıdan ziyneti alıp ki bunu nasıl yapacaksak geriye dönüp onu Bilgeye vereceğiz… Diyorsun ki halkımızın kurtuluşu için bunu yapmak zorundayız. Peh! Belki Kuleler Şehrine vali oluruz,” dedi Manilla somurtarak.
“Evet dostum durum bundan ibaret, ne diyorsunuz var mısınız ?”
“Tabii ki yanındayız ne kadar da tehlikeli olursa olsun bu yolculuk, seni yalnız bırakmayız. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için,” diye şevklendi bir anda Soriol
“Yalnız bir sorunumuz var; şehir kuşatma altında nasıl çıkacağız,”
“Bilge kaçışımızı da ayarlamış.Hapishane de gizli bir yol var ve adamı bizi orda bekliyor,” dedi rahatlayarak Marjuarane.
“Bilgenin mahkumlarla ne işi olabilir ki?”
“Dostumuz suçlu değil bir gardiyan.Bilge, onu orman elflerinden bir asilzadeden gizlice şarap almak için kullanıyormuş.Elf, ona şarap veriyor o da onlarla alakalı kitapları.Onun leziz içeceği nasıl getirttiğini sanıyorsunuz.İşte o gizli yoldan gidip elflerin ormanına gireceğiz.Onun bana söylediğine göre,o gizli tünelin çıkışında bizi bekleyen elf asilzadenin iki hizmetkarı olacakmış.Gardiyan diyara girmeden kitapları verip şarabı alırmış ancak biz ormanın onların bulunduğu kısımdan geçeceğiz.Bildiğiniz gibi mağrur elfler topraklarına kendilerinden başkasını almazlar ama biz farklıyız,”
“Nasıl yani!”
“Onun bizi diyarından geçirebilmesi için tabii ki biz de ‘elf’ olacağız.Şaşırmayın hemen,orayı geçtik mi eski halimizdeyiz,”
“Biliyor musun Marju; eğer sen ve Soriol olmasanız elf kılığına falan girmem,”
“Bundan kesinlikle emin olabilirsin çünkü elf kılığına girmeyeceğiz onlar gibi olacağız.Bilgeye göre asilzade bize üç bileklik verecekmiş ve biz ‘elf’ olacakmışız.Bu yoldan gidemezsek ana kapı bizi bekliyor,”
“Hadi be sende! Halkımız için elf de mi olacağız,” dedi bariz bir memmuniyetsizlikle Manilla.
“Orası sonraki iş. Peki hapse nasıl gireceğiz?”
“Sakın söyleme Marju,tam tahmin ettiğim gibi Bilge onu da ayarladı değil mi.”
Savaşçı gülümsedi.
Bilgenin adamı gardiyan hiç şaşırmadan onları hemen tanıdı ve hiç duraksamadan onları hücreye götürdü.Burası ‘lanetli’ olarak işaretlendiği için mahkumlar koyulmazdı.O, Marjuarane e kitabı verdi.
Adam, hücrenin köşesindeki çatlağa üç kez dokundu aslında bir kez temas ediyordu ancak yanında üç kişi olduğu için ve de bu sayıya göre çalıştığı için kapı ortaya çıktı.Üçlü tünele girdikten sonra kapandı ve hücre eski haline döndü.
Duvardan meşaleyi alan Marjuarane tünelin karanlığını loş bir aydınlık olsa da açtı.
“Bu tüneli kim yapmış, Bilge değildir herhalde,”
“O kadarını bilmiyorum ama tahminimce böyle bir yolu keşfetti,” dedi Soriola cevaben Marjuarane.
“Buldu, keşfetti ya da yaptı. Hiç fark etmez sonuçta fark edilmeden ayrılmamızı sağladı,”
Tünel onları şehrin doğusuna düşen,kimsenin girmeye gönüllü olmadığı ya da umursamadığı elflerin ormanına götürüyordu.Orası şehre çok da yakın olmadığı için yürüdükleri yerde geçen zaman da buna müteakip uzundu.Onlar,hapishaneye girdiğinde güneş yavaş ve sakin adımlarla dağların ardına yol alıyordu.
“Ne bitmez tünelmiş,kesin gece olmuştur.Şimdi ne güzel savaş yaralarımı yine yeniden Sarmina’ ya gösteriyordum,” diye hayıflandı Soriol.
“Üzülme yakışıklı dostum, illa ona mı göstereceksin.Sen de bu görünüş ve bu yakışıklılık varken görmek isteyenlerin sayısı fazla olacaktır.Sanki bu yolculukta hiç mi handa konklamayacığız.Eminim barmen kızlar seni gördükleri anda üstüne atlamak için birbirlerini ezeceklerdir,”dedi Manilla arkadaşını teselli etme çabasında olarak.
“Ben de Çıt—“
“Sakın Marju, devamını getireyim deme!”
“Tamam,kızma hemen ben sadece—“
“Sadece benimle cücenin senin tamamlayamadığın o kelimeyi söylediği gibi dalga geçecektin öyle değil mi. Sakın dostum telaffuz etmeye kalkma o kelimeyi bir daha,tahammül edemiyorum onu duymaya,”
“Susun, geldik beyler.”
Diğer ikisi Soriolun işaretiyle tünelin sonundaki kapıyı gördüklerinde hemen Marjuarane ‘konuşmayın’ ben halledeceğim diye onları uyardı.Ardından kapıya belli vuruşlarla bir ritm tutturup vurdu.Bunu sadece Bilgenin adamı bilebilirdi.İkisi sessizce beklerken kapı açıldı ve karşılarında iki hizmetkar giyimli elf buldular.Onlar, savaşçılara dikkatle baktıktan sonra parolayı sordu.Doğru cevabı duyduktan sonra kitabı onlardan aldı ve bilekleri üçlüye verdi.
Yol arkadaşları onları taktıkları anda görünüş olarak değişip incelip,narinleşip sivri kulaklı oldular ve sakal,kıl,tüy falan kalmadı.Bilgenin dediği gibi bu bileklikler onları elf gibi göstermiş ancak insanların bu değişimini sadece onlar görebilecekti zira bir insan onlara bakmış olsa kendi gibi olduklarını anlayacaktı tıpkı savaşçıların birbirlerine bakarken gördükleri gibi. Elflerden biri;
“Bunlar sizi bizim gibi göstermiş olabilir ancak bu sadece bizim gözlerimize böyle,kendi aranızda sizin ırkınız ve diğerleri için farklı değil.”dedi umursamazca.
Savaşçılar da onun bu konuşma tarzındaki tavrını umursamadı.Orman elflerinin diyarında başka ırktan olanlar olmadığı için bu tehlikeden uzaktılar.İki elf ve üçlü asilzadenin evinin tabanındaki merdivenlerden yukarıya doğru çıktılar. Elflerin evleri devasa ağaç tepelerine kurulmuştu ve onun evi de bunlardan birisiydi.Üç arkadaş hiç vakit kaybetmeden o elfin yardımıyla ormandan hiçbir sorunla karşılaşmadan geçip gittiler.Gökyüzü de baya kararmıştı.
Ormanın diğer kısmında başka yaratıklar da vardı.
“Biraz dinlenelim de sabah yola koyuluruz.Orman gece tehlikeli olabilir,” dedi Marjuarane.
“Niye o sivri kulaklılar bizi daha fazla konuk etmediler,”diye söyleniyordu Manilla
“Bizi geçirdiklerine dua et gerçi tanrılar kayıp ta… Artık elfleri ilgilendirmiyoruz.”
“Arkadaşlar duyduğuma göre bu ormanda garip kokulu yaratıklar dolanırmış,”
“Pöh! Kokulu yaratıklarmış, kocakarı masalları. Seni kandırmışlar dostum,”
“Onlara morlonk derler,”diye uğursuzca geldi Marjuarane nin sesi kulaklarına.
“Morlonk mu?” ikisi de omuzlarını silkti.
“O zaman dinleyin de ben ne tür yaratıklar olduğunu size anlatayım,”
Kamp kurmuşlardı ve yanlarında getirdiklerinden götürüyorlardı.
“Çok kişi tarafından bilinmeyen bu yaratıklar oldukça vahşi tabiatlıdır. Sizin gibi savaşçıların bilmemeleri garip değil.Bütün derileri kıllı olup ayaklarında ve ellerinde sivri çıkıntılar vardır ki bu pençeler onların vücutlarının algıladığı tehlikeye göre ya çıkarlar ya da çıkmazlar.Gündüz avlandıkları görülmeyen bu canlılar için gecenin karanlık ortamı av zamanıdır. Gözleri karanlıkta elflere göre daha net görür ve günışığı tıpkı emiciler gibi onlara da iyi gelmez.Diğerlerinden onları ayıran ve özel kılan en önemli özellikleri ise pis bir koku yaymalarıdır.Bu, onların hem savunmasında hem de saldırılarında etkilidir.Kendi türleri için zararsız olan bu salgı,diğer canlılar için zehirli ve solundukça ölümcüllüğü de artar ki bu yüzden ejderhalar onları hizmetkar olarak kullanmaz.Yaşam alanlarını ormanlar ve mağaralar oluşturan,yer altına indikleri söylenmeyen,ufak topluluklar halinde yaşayan ve amaçları sadece beslenmek olan bu akıllı yaratıkların sayısı azdır ve onlar bağımsızdır.Kendi türleri dışındaki her canlı onlar için besindir.Boyları insanlardan çok da uzun olmamasına rağmen vahşi ve dengesiz olan bu morlonklar oldukça da güçlü yapıdadırlar.Son bir nokta; Hiçbir zaman bunlardan biriyle kapalı bir yerde mücadele etmemek ve bununla aynı oranda çok fazla vakit kaybetmeden açık alana çıkmak gerek çünkü zaman uzadıkça salgıladıkları kokunun etkisi öldürürü dereceye yaklaşmaya başlar.”
“Bu kadar şeyi de nerden biliyorsun. Sus artık sıkıldım,”
“Bilgenin yanına gittiğimde kütüphane de her tarafımda kitap var.Ben de onu beklerken sıkılmamak için onları karıştırırım sevmememe rağmen ne yapayım önümdeki yemek bu… Biliyorsunuz ben gördüğümü kolay kolay unutmam,yine onlardan birini karıştırırken—“
“Anladık, yeter!”
İlk nöbeti Marjuarane almıştı ve önündeki yanan ateşi seyre dalmıştı.
O sözlerini bitirmeden son olarakta ola ki bir morlonkla mücadele olursa yanlarına fazla yaklaşmamalarını,topuzlarına dikkat etmelerini,ağızlarını bir bezle kapatmalarını ve ara ara nefes almalarını söylemişti.Bunları anlatırken iki arkadaşı uykuya dalmak üzeriydi.Sonra Manillanın fısıltılı sesi rüzgarda hışırdayan bir yaprak misali ‘biz silahlıyız,bize saldırmayı iki kez düşünmeleri gerekir ’ diye gelmişti.
Ormandan tekin olmayan ve meşum sesler sanki orada onların olduğunu bilircesine koşa koşa gelmesine rağmen Marjuarane ve arkadaşları rahattı. İkisinin düzenli nefes alış verişleri bu uğursuz seslere inat süzülürken ayrıca karanlığı loşlaştıran kamp ateşi de onları koruyordu.Gece ilerliyordu ve hiçbir şekilde kendilerine tehlike olacak bir durumla karşılaşmamışlardı ve silahları da kamp ateşinin yanındaydı.Bir süre sonra Marjuarane, Manillayı uyandırarak nöbeti ona devretti.Gün alacakaranlık sefasına otururken kamp ateşi söndürüldü ve üç gözüpek savaşçı tekrar yola koyuldular.
Onlar kamp yerinden ayrıldıktan sonra kıllı bir yaratık savaşçıların bulunmuş olduğu yere yaklaştı.Ağaçların arasından kendisine benzer iki yaratık daha çıktı geldi.Üç morlonk gece boyunca onları izlemiş ama saldırıda bulunmamışlardı çünkü avları iri yapılı,kuvvetli ve silahlıydı ki bu durum onları av olmaktan şimdilik kurtarmıştı.Kendi uğursuz tınılarla yüklü dillerinde konuştuktan sonra üçlünün ardına gölgeden gölgeye vakit kaybetmeden düşüp onlara zayıf bir anlarında ya da yalnız yakaladıkları zaman saldıracaklardı.Orman oldukça genişti ve daha mağaralar vardı.Aralarındaki konuşmanın açılımıydı bu.
Üç arkadaş,sabahın ilk ışıkları ormanın süslerken ve ağaçların yapraklarına sim misali güzelliğini bırakırken patikanın birinde ilerliyorlardı.Kendi aralarında gülümsemelerin birbirlerinin yüzlerinde misafir olup gezindiği koyu bir sohbete dalmış yoldan ayrılmayıp bir arada yürüyorlardı.İzlendiklerinin hiç farkında değillerdi.
“Orman gündüz çok daha iyi görünüyor.”dedi Soriol sohbetlerinin sonunda.
Bir süre sonra tekrar konuşmaya başladılar.
“Bugün bu yeri terk etmeliyiz,her geçen an aleyhimize.Dün gece morlonklar bizi ziyarete gelmedi ama bu gece de burada konaklarsak uğramaktan zevk alacaklardır.Burası gündüz de olsa tehlike yüklü bu yüzden birbirimizden fazla aralıkla yürümeyelim,” diye uyardı Marjuarane etrafa dikkat dolu bakışların nezninde.
“Pöh! Biz savaşçıyız. Her türlü tehlikeyle karşı karşıya geliriz!Bilge nereden ve nasıl gideceğimize dair bir harita vermiş olmalı sana,”
“Evet bir haritamız mevcut dostlarım,”
Arkada ikisi önde biri yürüyordu.Marjuarane onlara,ormanın çıkışında bir nehir olduğunu,onu geçtikten sonra Surmidan Tepeleri,ardından geniş bir düzlük ve Partiran dağ sırasının geldiğini söyledi.Anlattıkları yerleri haritada gösterirken ormanda küçük hayvanların seslerinden başka bir ses duyulmuyordu.
Gölgede kırmızı gözlü şu an insan görümünde olan bir ejderha sinsice onların ayak izlerine basıyordu.Yanında homurdanan yaratıklara baktı ve hepsi bir anda sus pus oldu.
Eylül 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.