KURTULDUK
-N’olur yani bir hafta dediğimi yapsan?
-Bana bak kadın beni çileden çıkarma, git başımdan.
Gürültülü bir ses… Önceden alışık olduğum…
-Allah cezanı versin! Bir salon kapısı kalmıştı. Onu da hallettin. Ne dedim ki? Pazar kapanırken arabayı yakına getir ucuz ucuz alalım. Beşinci kata çıkarmaktan artık yoruldum. Suç mu bu?
-Sus! Kadın sus! Alacağım şimdi ayağımın altına. Düş yakamdan artık düş.
Azalan sesler… Sadece adamın tok ayak sesleri… Yine balkonda… Her akşam on on beş kez girip çıktığı balkonda. Gece yarısından önce geldiği akşamlarda kapıdan girer girmez ne yemek var sorusu… Sesini bütün evde çınlatmayı becerdiği kaşıkla yediği yemek… Televizyon karşısında pinekleme, geğirme, rahat rahat gaz çıkarma… Daha önce birkaç kez görmüştüm suratını. Sinirlenince sapsarı, fırça görmemiş dişlerini gıcırdatıp çenesini kasarak o çipil gözlerini o kadar açabilip yüzünü olduğundan daha korkunç hale nasıl getirdiğini de.
Konusu sadece alışveriş olmayan yıllardır devam eden sürtüşmeler. Sabahları bizi uyandıran tartışmalar. Yan taraftaki banyodan gece gelen duş seslerinin senelerdir duyulmaması. Buna inat diğer yandaki yatak odasından artarak gelen sert konuşmalar, ağlama sesleri. Hanım da bu kadar ısrar etmese. Ben neyim? Ne işe yarıyorum? Yarını nasıl iple çektiğimin farkında değil hiç kimse.
Oh be! Nihayet salı akşamüstü… Özlemişim. Lay Lay Lom. Ben, kaldırım taşlarında hoplaya zıplaya… Tık Tık Tık Tık. Ayaklarımın çıkardığı ses ne güzel, ayaklarım açıldı, gönlüm şenlendi. İşte göründü “burası pazar” dedirten beyaz tenteler. Onları görünce bir hoş olur içim, güneşi tuttuklarına ne kadar kızsam da. Zaten bu saatte güneş nerede? En son, satıldığım dükkânın önünde doymuştum güneşe. Sebzeler, meyveler, zeytin, peynirler, leğenler, giyecekler, çatal, kaşıklar, çarşaflar, yastıklar, ayakkabılar neler yok ki burada?
-İki saattir domatesin canını çıkardın hanım. Alacağın iki kilo.
-Ay! İster iki ister bir kilo alırım sen değil misin “seç seç” diye bağıran?
Arkadaşım selam veriyor. Göbeği şişmiş, boynundaki kordon iyice sıkılmış, zor ilerliyor. Dönüş böyle işte. Bir de o karanlık olmasa. Allah’tan arkadaşlarım çok iyi. Muhabbetimiz fasılasız. Bazılarımız çok şanslı. Her gün dışarı çıkabiliyor. Ben de şanslı sayılırım. Hiç olmazsa haftada bir alınan soluk… Ya o bir metre eninde iki metre boyundaki yerde unutulmuş olsaydım adamın kırdığı eşyalar gibi… Üstelik ben onlardan hep yüksekteyim. Başım dönüyor bazen ama gurur da duyuyorum bundan. Bazen asıldığım çivi mızmızlanır ama hanımım tepesine sümsüğü koyunca süt dökmüş kedi oluverir anında.
-Hamal lazım mı abla?
-Höst! Yaklaşma ben varım, ne hamalı? Bugüne bugün her hafta yirmi kilo geçiyor üstümden, bas geri!
Karpuz mevsimi… Fazla mesai… Evdeki çocukların en sevdiği meyve… O zamanlar haftada iki üç kez çıktığım olur dışarı. Canıma da okur karpuzlar. Çilek ve üzümden iyidir ama… Onlar naziktir, ezilirler büzülürler. Sağ olsun, hanım aynı bugün yaptığı gibi yumuşak yiyecekleri alışverişin başında alıverir. Sonra kabahatli ben… Sen hiç ayaklarımı yıkadın mı benim? İşin bitti, at karanlığa. Bekle dur bir hafta. İçimde unutulan bir iki yaprak bir iki tane ile flört etmesem nasıl geçer günler? Bir yıkansam, utandığım o lekelerden kurtulur muyum acaba? Aslında ben kendimi seviyorum. Cildim o kadar canlı, kollarım o kadar kuvvetli ki. Cüssem yerinde. Yıkanmak istiyorum o kadar. Biraz önce kıvırcığa serpilen sudan üstüme gelince onun tepemden aşağı dökülen bir çağlayan olduğunu düşünmem ondan. Neyse domateslerin bakışları bana yakışıklılığımı hissettiriyor canım.
-Hadi, akşam pazarı kayısı bir buçuk kilo alana beş lira gel, kalmasın.
Şu pazarcılara da ses vermiş Allah. En sevmediğim iki şey: bu bağırtı ve balıkçıdan akan suların ayaklarıma gelmesi. Bana “titizsin” diyen oda arkadaşlarım hiç dışarı çıkmadıklarından boşuna konuşuyorlar. Sahi ya, onlar ayaklarımdaki çamura bile hasretler. Nankör müyüm ne?
Al işte hanımım domatesi astı omzuma. Her işin bir raconu var. Şimdi sevgilim beni böyle görse, gitti karizma. Bugün onu görebilecek miyim acaba? Yan yana durup bakışabilecek miyiz dakikalarca? Aşkıma hiç acımıyor sahibi. Onun ne canı var? Ufak tefek, minyon. Yükledikçe yüklüyor. Onunkileri de ben taşıyabilsem keşke…
Arkadaşları görmek bana iyi geliyor. Adım başı selamlaşmalar. İş hayatımız yorucu ama nezaketi de elden bırakmayız evvelallah.
Nasıl asker gibi diziyorlar bu fasulyeleri, bezelyeleri şaşıyorum? Önler mostra. Herif önüne koyuyor çürük çarık, eve gelirsin oradakilerle alakası yok. Sürpriz! Dinle hanımı! “Allah cezanı versin! Hangi ara koydun bunu. Bak görür o bir daha ki hafta.” İçimden çıkan torbalar açıldıkça ben de bir eziklik. Bana ne ya, güzel yapsaydın alışverişi güzel yerleştirseydin, üç kuruş fazla verseydin de eziğe büzüğe mahküm olmasaydın.
-Her şeyi bir lira yaptık seç. Patlıcan, biber, kabak…
Aa! İşte sevgilim bu tarafa geliyor. Hey! delikanlı dondurmana dikkat etsene üstüme damlatıyorsun. Hanımlarımız uzun uzun konuşup bütün sebzeleri bu tezgâhtan alsalar da sevgilime doysam. Onu öyle özledim ki. Çıtı pıtılığını, o minik ayaklarını… Oh be! Yine yan yanayız. Başlarım ha! Şu gelen geçen hafta aşkıma sulanan tip değil mi? Alınanlar karnıma sokuldukça şişmeye başlıyorum. Gülüyor sevgilim. Kendi haline bakmıyor da. Biraz sonra insafsız hanımı onu dokuz aylık hamile şekline sokacak haberi yok.
-Bezelyeyi de bir liradan ver beş kilo alayım.
-Oha! En sevmediğim şey. Mesai içinde fazla mesai bu kardeşim.
-Güle güle sevgilim haftaya görüşürüz.
-Aa! Bu el, bu etek n’oluyo ya nereye gidiyorum? neredesin hanımım? İmdat kaçırıyorlar beni. Bittim ben. Salak kadın! Dön içime bir bak.
-Pardon, hanımefendi, benimkini almışsınız yanlışlıkla.
-Oh be! Beni bekle karanlık odam.
Artık eve dönüş vakti. Sekerek gittiğim kaldırımlar niye inatlaşıyorlar benimle? Daha beş kat merdiven… Ben de zorlanıyorum artık. Yılların yükü omuzlarımda. Bazen kapıcıya rastlıyoruz.Hop! Kucaklıyor beni, hemen evdeyiz. Evde üç oğlan… Her biri odasında… Çağırsan kılları kıpırtısız.Oflaya puflaya eve girmemiz. Salonda televizyon karşısında çekirdek çitleyip dönüp bakmaya bile tenezzül etmeyen adam. Belli ki yemeğini yemiş sıra çekirdekte. Hanımın dırdırı eşliğinde boşalan içim. Ardından arkadaşlarımın yanı. Kapı altından sızan antre ışığının sönmesi. Karanlık… Olsun… Arkadaşlara gördüklerimi anlatmaya başlayacakken…
-Bana bak kadın! Kes artık şu dırdırı. Bir sen mi taşıyorsun pazardan? Bütün kadınlar yapıyor bunu. Bir sabah bir akşam gördüğüm yüzüne nalet olsun. Boşan artık benden. Bu sefer dönmek yok.
İki ay sonra…
Şimdi öyle huzurluyuz ki…
Yine dolu karnım pazarda tıka basa…
Yine kaldırımlar, yine merdivenler…
Hanımım şarkı söyleyerek boşaltıyor içimdekileri…
Sevgilim mi? İyi iyi…
Sevgi ÜNAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.