- 807 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Cinayeti Gördüm
Adam masanın üzerinde bulunan kül tablasına sigarasını bastırıp iyice ezdikten sonra dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Bir süre öylece kaldı. İstifini hiç bozmadan derin düşüncelere daldı. Kafasındaki bütün sorunları bir çırpıda film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirdikten sonra yavaşça ayağa kalktı. Önce hafifçe perdeyi aralayıp dışarı baktı. Dışarıdan gelen sesler çocuk sesleriydi. Çocuklar bütün haşarılıkları ve sevimlilikleriyle oyun oynuyor, birbirlerine bağırıyor hatta bazen kavga bile ediyorlardı. Sonra birden kendi çocukluğunu düşündü. Oyun arkadaşlarını, kavga ettiği çocukları ve her zaman kendini döven , onlardan kaçtığı o çocuğu geçirdi kafasından. Her şeye ama her şeye rağmen o zamanlar yine de mutluydu. Ne beyninin bir köşesinde ne de yüreğinin bir tarafından kinden ve hasetten yana tek bir kalıntı yoktu. Kavga ediyorlardı ama yine bir araya gelip barışıyor oyunlarına devam ediyorlardı.
Bütün bu düşünceler içinde yüzerken bir köşesini tuttuğu perdeyi sertçe çekti. Dışarısıyla ilgili sesler dışında bütün bağını koparıp holden geçtikten sonra mutfağa girdi. Tezgahın üzerinde bulunan mikrodalga fırının üzerindeki dolabın kapağını açtı. İçinden Konya’dan aldığı üstünde Mevlana’yı gösteren bir resim olan kupasını aldı. Her zaman kirli diye şikayet ettiği suyu açıp çeşmenin önüne bardağını tuttu. Kupa dolduktan sonra ağzına dikip bir seferde suyu bitirdikten sonra tekrar geri dönüp vestiyerdeki ceketini askıdan aldı. Salona doğru yöneldi. Ortada sehpanın üzerinde bulunan ‘Kırmızı Pazartesi’ isimli yeni okumaya başladığı kitabı alıp kapıdan kendini dışarı bıraktı.
Önce arabayla gitmeyi düşündü. Fakat daha sonra vazgeçip tekrar geri döndü. Kapıyı açıp arabanın anahtarını vestiyerin üstüne bıraktı. Kapısını kapatıp yavaş adımlarla evden çıktı. Bir arabanın dahi zar zor geçtiği sokağından kendini atıp bir nebze daha geniş olan diğer sokağa kendini attı. Şehrin en eski yerleşim yeri olan bu sokaklarda yürürken hep varlık ile yokluğu, ölüm ile yaşamı getiriyordu aklına. Bir zamanlar güzel bir yerleşim yeri olan ve şehir sayılan bu yer şimdi ufacık bir mahalle olarak ortada kalmıştı. Bu ona artık yaşlılığın ne demek olduğunu hatırlatıyordu. Her başlangıcın bir sonunun olduğu düşüncesini getiriyordu aklına.
Önceleri yavaş adımlarla yürürken güneşin iyice bastırmasıyla adımlarını da iyice hızlandırdı. Çalan telefonunu açıp on dakikaya kadar orda olacağını söyledi. Telefonu kapatıp pantolonunun cebine sıkıştırdı. Adımlarını daha da hızlandırdı. Her zaman elinde olan siyah ufak çantasını unutmuştu. Yolun ortasında aklına geldiyse de bir daha dönüp almayı göze alamadı. Yaklaşık on dakika sonra iki katlı dışarıdan metruk görünen bir evin önünde durdu. Kapıyı çaldı. Kapının arkasından ayak sesleri duyulduktan birkaç saniye sonra kapı hafifçe açıldı. Kapıyı açan uzun saçlı sarışın otuz yaşlarında bir erkekti. Saçlarını arkadan bağlamış, gözlerine de sürme çekmişti.
Kapı açılır açılmaz sarışın adama selam verip hemen içeri girdi. Tahta merdivenlerden hızlı adımlarla yukarı çıkıp odada duran diğer kişiye de selam verdikten sonra koltuğuna oturdu. ‘her şey hazır mı?’ dedi. Yolda gelirken her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş. Onu bekleyen arkadaşlarını bu olaydan vazgeçirmek için nedenlerini kafasında bir bir sıralamıştı. Bir ara adımlarını iyi sıklaştırıp hızlandığında bir arkadaşı yanından geçmiş ona selam bile verememişti. Sonra arkasından bağıran arkadaşına işinin acil olduğunu söylemiş aynı hızla geri dönüp yoluna devam etmişti. Ta ki o kapının önüne gelene kadar kafasındaki her şey tamam gibiydi. Sigarasını söndürüp kalktığında bile kesin bir tavırla kalkmış sonra rahatlamak için bir bardak su içmiş öylece evden çıkmıştı.
Bu iki ahmağın bütün kasabanın ortasında her gün içip bıçaklarını biledikten sonra biz Bay Çağabey’i öldüreceğiz diye ortaya atılmaları hiç de doğru değildi. Güya onları önlemek, olacak bir felakete set çekmek için gelmişti. Ama içeri girer girmez ilk cümlesi ‘her şey hazır mı?’ olmuştu. Her şey ne olacaktı ki zaten. Böyle düşünmekteydiler ikiz kardeşler. Her şey sadece bir bıçak ve bir satırdan başka ne olabilirdi ki. Önce anlamamış gibiydiler. Göz göze gelip birbirlerine baktılar. Sonra beraberce dönüp arkadaşlarına baktılar. Hem her şey hazır olsaydı da ona ne. Bu onların meselesiydi. Onlar halletmeliydi bu işi. İkisinden ses çıkmayınca tekrar sordu: ‘her şey hazır mı?’. Birden anlamış gibi ikisi de başını evet anlamında salladıktan sonra koltukta oturan ikizlerden biri ‘senin ne işin var burada, Sana ne?’ diye çıkıştı. Bu sert cevaptan sonra gelen sessizlikte sigarasından bir tane ağzına götürüp kibriti çaktı. Uzun uzun içine dumanını çektikten sonra bir soba bacası gibi ağzından ve burnundan dışarıya bıraktı. Hiçbir ses çıkarmadan gözlerini konuşan ikizin gözlerinden ayırmadan baktı. Bu bakış neredeyse onu konuşmasına pişman ettirecek düzeye gelmişti ki bakışlarını üzerinden çekti. Sigarasından bir daha uzun bir nefes alıp dışarı bıraktı. Kapıyı kendisine açan ikize baktı. Uzun arkasından bağlanmış saçlarına, gözleri görmüyormuş gibi kıstırıp baktığı gözlerine, kalın kollarına. Gözlerini evin içinde gezdirip yer yer sıvaları dökülmüş bu viran eve, eski püskü koltuklarına, kirden artık görünmez olmuş eski desenli perdelerine, yerde ölü gibi yatan yırtık kilime uzun uzadıya baktı. Her şeyi her yeri iyice kontrol ediyormuş gibi bir derdi vardı sanki. Sigarası bitene kadar hiç konuşmadı. Ağzından tek bir kelime dahi çıkmadı. Sigarası bittikten sonra ayağının dibine atıp ayağıyla ezdi. Sessizce ayağa kalktı. Etrafına bu sefer kısa bir göz attıktan sonra koltuğun kenarında duran bir ayağı kırık bir taraftan sıvası dökük duvara dayandırılan yuvarlak sehpanın üzerine elindeki kitabı fırlattı. Kitap havada uçtuktan sonra gidip sehpanın üzerinde duvara çarpıp durdu.
Koltukta oturan ikizin önüne gelip eğildi. Gözlerinin içine bir süre baktıktan sonra sağ elinin işaret parmağıyla kitabı gösterdi. Parmağı kitaba yöneldiği gibi ikizlerinde gözleri o tarafa kaydı. Fakat az sonra ikisi de tekrar ona bakmaya başladılar. Onun gözleri ise sadece önündeki ikizin gözlerini takip ediyordu. O gözler dönüp tekrar onun gözleriyle buluşunca olduğu yerde tekrar doğruldu. İşaret parmağını indirmeden: ‘Çünkü ben sizin hikayenizi biliyorum.’ dedi.
İkizler tereddüt etmelerine rağmen hiç ses çıkarmadılar. Kitabı öylece fırlatıp arkasına bakmadan tozlu tahtaların üzerinde ayak izlerini bırakıp, tahta merdivenlerden aşağı inip evden çıkmasını izlediler. Kapının kapanma sesi gelip artık misafirin evden gittiğine iyice emin olduktan sonra koltukta oturan ikiz diğerine ‘satırı ve bıçağı al çıkıyoruz’ dedi. Uzun saçlarını arkasında bağlamış olan ayaktaki kardeş daha önceden gazetelere sardığı iki aleti de öbür odadan aldıktan sonra kardeşiyle birlikte usulca merdivenlerden inip dış kapıyı açtılar. Arkalarında bütün hayaletleri bırakıp kapıyı kapattılar ve her gün onlarca insanın yürüdüğü sokaklara dalıp kendi yerlerini tuttular..
Ünal ÇAGABEY
02/05/2015