- 710 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
BAĞIŞLANMANINTAM ZAMANI !
Aynı şey için zehir ile panzehrin bir arada yaratılması adaletin gereğidir.
Hata yapmakla beraber özrü kullanma yetisini de kendisinde barındıran birey aklî, kalbî melekeleri de dâhil olmak üzere iyi ve kötü bütün hasletleri bir paket olarak vicdanında taşır. Bununla beraber hatadan dönme gücünü kendinde bulabilme bilinci ise insan kalabilmek için kâfi’dir. Ve bu bir bütün olarak zorlukla beraber olan kolaylığın hayatın rutinliğinden sıkılınmasın diye nizama dahil edilmiş olağan üstü bir güzelliktir.
***
İnsanın insandan özür dilemesi, özre karşı ise “önemli değil” karşılığının verilmesi, kulun Allah’tan af talebi, Allah’ın bu affa sınırsız mağfireti harikulade sistemin bir parçasıdır.
Yetersizlik bilinci mükemmelin tam karşılığı olan yaratan karşısında yaratılmış olanın ihtiyacen dua etmesi yada af dilemesi için ille de günah işlemesi gerekmez.
Ve bu manada var edenin şanına yakışır şekilde yaşam tercih etmek teşekkür, teşekkürün zıddı ise nankörlük anlamına gelir.
İnsanın insana karşı sergilediği sözlü ya da eylemsel incitmelerin tümü hata olarak isimlendirilirken, yaratana karşı sergilenen itaatsizlikte dinde günah olarak karşılık bulur. Günahı fark etmek affı lazım kılarken, birebir insan ilişkilerinde de hata söz konusu olduğunda özür gerektirir.
Her zaman birinin düşüncesi bir diğerinin düşüncesi ile birebir örtüşmeyebilir ve genellikle düşüncelerde eyleme dönüşeceğinden dışarıdan bakıldığında yoruma bağlı olarak hoş yada nahoş olarak görülebilir. Ve hatta gerçekten bizzat kusurun kendisi de olabilir. Fakat Özür dilemek kalbî hassasiyete sahip ender kişiliklerin özverisi, özrü kabul etmek ise erdemli insanların seçeneğidir. İşte bu çözüm olarak başlı başına yeterli bir eylemdir.
Hata işleme kapasitesiyle yaratılan insan, ancak farkındalığını geliştirmesi, iyi kötü-güzel çirkin sınırlarını ayırabilmesi, aslından ödün vermeden mücadelede ısrar etmesi, değerini fark etmesiyle hoşgörüyü hak edebileceğini bilerek hayatın hakkını verebilir, maksadını anlayabilir, kendini tanır ve tanıdığı ölçüde hayatı anlar ve barışçıl olabilir.
***
Özür; “kontrolsüz davrandım beni bağışla” cümlesinin özetidir. Fakat istisna olarak kabul edilen bilinçli yanlış üzerinde düşünülebilir. “Bağış”lamada insan hak ve özgürlüğü kapsamında kabul edildiğinden kişisel bir haktır. Birey bunu tercihen kullanır, ister kabul ister ret. Fakat yine de ben derim ki; kamu hakkına dokunmadığı sürece özür dileyenin özrü kişisel bir feragat bile olsa umum adına af yolu seçilmelidir.
Bu manada özür dilemeyi zayıflıkla eşleştirmemek lazım. Bana göre ise hata farkındalığı bilakis gücün, özgüvenin, kendine hükmedebilmenin göstergesidir.
İkili yada çoğul insan ilişkilerinde bu böyle olduğu gibi yaratan ve yaratılan ilişkisinde de konu çok farklı değildir. O ki; “ben Allah’ım, istediğimi yaparım”, demediği gibi affettikçe yeniden affederken, içimizde interaktif ilişki ile her an bizim lehimize hareket ile, bizimde öylece başkalarını kendimiz gibi bilerek iyilik etmemizi ve kendimizin ne kadar şefkate ihtiyacı varsa onu esirgemeden diğerlerine de cömertçe vermemizi dilemesi mütevazılığını özümsemek gerek.
Allah bütün âlemleri var eden, yöneten ve bu yetki ile insana ve hayatın her alanına haklı olarak müdahil olandır, olmalıdır da… İnsan başına buyruk davranışları sonucu yaşadığı çaresizliğinden ancak bu makamın bakış açısıyla bakarak kurtulabilir. İhtiyaçlı bilinci ile kaynağından cömertçe kendisine verilen iyiliği aynı cömertlikle verebildiğinde iyileşebilir- iyileştirebilir.
Önce kendisi sınırsızca veren, seven, merhamet eden, çokça bağışlamayı bizzat uygulayarak insana gösteren, sonra birbirinizi sevin affederek iyileşin- iyileştirin ki; bende sizi tekrar sonsuz iyilikle ödüllendireyim demek en çok onun hakkıdır. Bütün bu tavsiyeleri özümseyerek yaşam biçimi haline getirmekte aktif bir vicdanın kalitesi olanda gözlenebilir.
İşte “neden ve niçin sorularında savrulan insan aklı ancak bu şekilde teskin olur ve istikametin getirdiği nasıla bulduğun cevaplarla sonuç alarak mutluluğu tanır”.
İnsan kendi menfaati gereğince “ evet ben var(d)ım ve beni bütün bu yaptıklarım ile anın” imzasını atıp dönmesi için gönderilirmiştir. Ve ondan beklenen ise imkânlarla donatılmış hayatını huzurlu yaşaması kendi elindedir. Fırsatları kâra, idealleri mümküne, hedefleri başarıya çevirebilmesi için irade gücünü kendi lehine kullanması tamamen kendi elinde olan seçimleri rehberidir.
Rahmet-i ezel-i”den sonsuz huzuru dileme gayreti özveriyi gerektirir. Çünkü bağışlama sevgi ve şefkat kaynaklı bir fiildir.
Yani “affeden affedilmeyi hak edinir”.
Zehra Asuman
22.05.2015
YORUMLAR
Dimağdaki merâtib-i ilim muhtelifedir, mültebise
Dimağda merâtib var; birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif.
Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir;
Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz an oluyor.
Sonra gelir iltizam, sonra itikat gelir.
İtikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet:
Salâbet itikattan, taassub iltizamdan,
İmtisal iz andan, tasdikten iltizam, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,
Tahayyülde safsata hâsıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.
(Bediüzzaman Said Nursî, Sِözler; Envar Neşriyat, İstanbul, 1985, s. 706)
İnsanın aklına ister istemez şu geliyor : Ezeli ve ebedi bir gücün karşısında bile bile intihara kalkışmak şeytana ne kazandırdı ? Nasıl bir duyguki , yaratıcının karşısında ondan vaz geçti ? Ve en yüksek makam sahibiyken ... Bütün alem ona koşarken, onun korkusuzca isyanı ne kadar mantıklı ?
Bir anlık varoluş karşısında , şeytan çok mu aptaldı ya da aptal mı yaratıldı ?
May bull..?
****
Aptal değil şeytan bilakis çok zeki.
Şimdi konu akıl ve zeka farkına geliyor. Gerizekalı tabiri halk arasında hakaret kabul edilirken aslında zekası geride aklı önde olanların genelde kazandığını görüyoruz. Akıl zekadan daha kıymetli .
Allah insana diyor ki sende öyle bir şey yarattım ki değeri paha biçilmez derken aklı kasdediyor. Kuranı kerim bir çok ayeti akla vurgu yaparak “akletmezmisiniz, düşünmezmisiniz, hiç mi akletmezsiniz, aklınızı başınıza alın “ derken bu akıl nerde ki Allah özellikle onu kullanmamız üzerinde ehemmiyetle duruyor.?
Özetle akıl ve zekaya biraz girersem şöyle izah edebilirim.
Akıl ve zekâ herkeste var. Kiminin aklı önde zekâsı geride, kimisinin de zekâsı önde aklı geride. Bu her ikisini de dengede taşıyan peygamberler ve evliyalar deniyor. Bunu başarmak hayli zor. Deha vasfı taşımak gerektiriyor. Yani buna sahip olanlar büyük bir nimetle ödüllendirilmiş sanki.
Tekrar akla ve zekâya dönersek Akıl geçmiş ve gelecek arasında bağ kurarak kıyas yöntemiyle şu an için en doğru kararı verebilirken zekâ ise geçmiş gelecek bakmadan hazır anın çıkarı için karar alır sonunu pek düşünmez.
Ve böylece devam edebiliriz fakat bu hayli derin bir konu. Misal; akıl deyip geçiştirdiğimiz dimağ bütününde tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, iz’an, iltizam, itikad olarak 7 mertebe var. Akıl 3. Mertebede bulunuyor. Ve kalpte bulunan zihin ile ortak hareket ederse doğruyu seçiyor, eğer kalp dedik ya onun içinde vicdanda var, bu vicdanda ki zihinden kopuk hareket ederse sadece hayvani yani basit kararlar alarak çok uzun vadeli konularda ve yine yani ahiret gibi uzak gözüken aslında hayatın içinde olan diğer dünyayı yok sayabiliyor…..
Ve böyle devam edip gidiyor….
***
Kısaca şeytan akıl nimetinden mahrum kaldı çünkü vicdani olan zihnini gururuna kurban verdiği için körü körüne inatlaşmayı seçti. Bile bile kendini buraya sürüklemekte hayli maharet işi olsa gerek…
Tarafsızlık kadar, taraflı davranmakta insana özgü bir davranıştır. Dünyayı kusursuz bir şekilde bulan insan, mutlaka kusurlarıyla gelmiştir. Lakin anlayamadığım şey şu ; bir dine mensup olmayan insanlar, topluluklar erdemli bir yaşama ulaşamazlar mı? Bunu mümkün kılan illaki bir dini inanç mıdır?
Güzel- iyi, ahlak ve getirisi neden bir inanca mal ediliyor ? İnançsız toplumlar bunları keşfedemez mi? Nihayetinde ,dinsiz yığınla toplum sizin sıraladığınız düşünceleri yaşamış olamaz mı?
Bir insan, dünyayı tanımadan, kendini keşfetmeden bir dinin buyruğu altına sokularak, kendisine ,çevresine soramadığı bir yığın soruyu içinde ,cevapsız bir şekilde ,korkularla inancını sürdürüyor. Doğal olmayan bir sonuçta, aynı dine mensup insanların ,yine aynı din için bir birlerine kıyabilecek duruma geliyor.. Peki burada var olan ‘ ahlak ‘ neden kayboluyor ? Tanrının, bu insanlar için nasıl bir kıyas yapacağını anlayamıyorum. Eğer amaç iyi ahlaksa, güzel yaşamaksa, dinin buna katkısını en iyi şekilde veren şey ne?
Anlamlı bir doğumu, anlamsız bir ölümle sonuçlandırmak inançlı insanlara verilen bir hak mıdır? Değilse ,benim dinim senin dininden üstündür ve kabul edeceksin’ düşüncesi güzeli ,iyiyi, ahlakı barındırır mı?
Bence hiçbir dinden haberi olmayan insanlar, iyi-güzel ve ahlaklı yaşayışı, şuan inandıkları dinleri savunan toplumlardan daha iyi yaşıyordu. En azından ölüm korkusunun ardı boştu.
Bağışlanma isteği insanı yeniden suç işlemeye itmeyecek mi? Nasıl olsa suçun atılabileceği hazırda bir şeytan varken...
Fikirlerinizi merak ediyorum…
Saygılar..
Zehra Asuman
2-)Güzel- iyi, ahlak ve getirisi neden bir inanca mal ediliyor ? İnançsız toplumlar bunları keşfedemez mi? Nihayetinde ,dinsiz yığınla toplum sizin sıraladığınız düşünceleri yaşamış olamaz mı?
3-)Bir insan, dünyayı tanımadan, kendini keşfetmeden bir dinin buyruğu altına sokularak, kendisine ,çevresine soramadığı bir yığın soruyu içinde ,cevapsız bir şekilde ,korkularla inancını sürdürüyor. Doğal olmayan bir sonuçta, aynı dine mensup insanların ,yine aynı din için bir birlerine kıyabilecek duruma geliyor.. Peki burada var olan ‘ ahlak ‘ neden kayboluyor ? Tanrının, bu insanlar için nasıl bir kıyas yapacağını anlayamıyorum. Eğer amaç iyi ahlaksa, güzel yaşamaksa, dinin buna katkısını en iyi şekilde veren şey ne?
4-)Anlamlı bir doğumu, anlamsız bir ölümle sonuçlandırmak inançlı insanlara verilen bir hak mıdır? Değilse ,benim dinim senin dininden üstündür ve kabul edeceksin’ düşüncesi güzeli ,iyiyi, ahlakı barındırır mı?
5-)Bence hiçbir dinden haberi olmayan insanlar, iyi-güzel ve ahlaklı yaşayışı, şuan inandıkları dinleri savunan toplumlardan daha iyi yaşıyordu. En azından ölüm korkusunun ardı boştu.
6-)Bağışlanma isteği insanı yeniden suç işlemeye itmeyecek mi? Nasıl olsa suçun atılabileceği hazırda bir şeytan varken...
Fikirlerinizi merak ediyorum…
***
Cevap:
1-)Bir dini inanca mensup olmayanlarda iyidir muhakkak, hatta inandığı dinin gereklerini getirdiğini iddia edenlerden daha fazla belki de. Bunu yaşamımızda bizzat yada dolaylı olarak çok kez deneyimlemişizdir bizde zaten. Orası tartışılmaz bir gerçek….
***
2-)Din bu gün başlamadı elbette bu hepimizce malum. Hayat acımasız değil kurallıdır. Bur kuralları koyanda dindir. Hz. Ademden beri din hep vardı. Yasak mübah, haram- helal- iyi kötü- güzel – çirkin gibi öğretileriyle insanı eğitti. Kimisi, bunları ya bütün bütün benimsedi yada dini kuralları benimsemeyerek belki reddederek bazılarını eledi. Ve bu kendi işine yarayan kısımları alarak ahlak erdem, vs. gibi kimsenin reddedemeyeceği davranışlaraı zamanla sanki dinden kopukmuş gibi gelenekler halinde örf adet türünden gereklilikler insan hayatında yerini nöans farkıyla almış oldu.
***
(İnanç derken benim islam dini üzerinden bahsettiğimi anlarsınız. )
4-)Toplumların birbirinden maddi katılımlar yaptığı manevi alış verişte yaması, birbirinin kültürlerinden etkilenmesi kaçınılmazdır.
İnsanın orijinal yazılımı dediğimiz yaratılışı yani fıtratında bu bilgiler zaten kodlu. Özünde herkes iyi ve nereden geldiğini ve nereye gideceğini gayet iyi biliyor. Bunu henüz reşit olmamış çocuklarda apaçık görmek mümkündür. Zamanla ailede, çevrede ve okulda aldığı öğretilerle ya aslını tam anlayarak yaşıyor yada özünden ulaşarak fıtrat dışı aykırılıklarla kendi inanç dış- adı her ne ise işte bütün etkilerle birlikte kendi inanç olunu seçiyor.
İnanç bir zorunluklut çünki. Fıtrat bunu ister. İnanç derken dini kasdetmiyorum. Bu kendi öğretileri bile olabilir fakat mutlaka aklını ikna edebilecek bir inanç gücüne tutunmak zorundadır.
Ben aborjinleri örnek verebilirim bu konuda. Yaşam tarzlarının neredeyse tamamı islam dini kurallar üzerine bina edilmiş bir düzende. Bunu onlar bilmesede.
***
5-) Ölüm korkusu tartılışıl ama ölümün arkası boş değil aslında boş olan burası bir burada doldurarak baki de sonsuz hayatı elimize verilen doneleri doğru kullanarak almaya çalışıyoruz.
***
Benim şöyle bir tezim var: iyilik iyiliktir fakat temelinde merhametin kaynağı olan Allah’a dayanmayan iyilik daha doğrusu Allah adına yapılmayan iyilik bir yerden sonra sürdürülemiyor.
Din iki dünya öğretisini de kucakladığı için yapılan hiçbir zerre iyiliğin karşılıksız kalmayacağı aynende bu kuralık kötülük içinde geçerli olduğunu bildiğinizde ister istemez, size yapılan haksızlığın acısını yaşamıyor, yaptığınız iyiliğe de nankörlük edilmesine gücenmiyorsunuz. Çünkü yaptığınız iyiliğin muhatabı bir çiçek, bir hayvan veya bir insan olsun aslında onu n arkasında yaratıcıya yaptığınızı biliyorsunuz. Buda yine aynen kötülük içinde geçerli. O zaman sorun sorun olmaktan çıkıp hayatı hep kazan kazan mutluluğuna dönüştürüyor.
Bir menkıbede şöyle geçer: Ya Musa ben hasta oldum ama sen beni ziyarete gelmedin?
Ya rabbi. Haşa. Sen allahsın. Nasıl hasta olursun veya ben seni nasıl ziyaret etmeliydim der, Musa a.s. da.
Allah (c.c): falan yerde falan kulum vardı o çok hastaydı, işte ben onun gönlündeydim…
…
"Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına vermeyen gafil insanlardan alma."
-Risale-i Nur / Birinci Söz
***
6-) Suçlu şeytan falan değil. Suçu şeytana atarak kurtulabileceklerini sanan akıllar da en az onun kadar zavallılar…
O da herkes gibi işini yapıyor. Hem şeytan inkarcı değildir. O hakikati bildiği için yaptığı bir benlik savaşında kendi gururuna yenik düşmüş bir zavallıdır. Ve işte insanı şeytandan ayıran en önemli özellikte budur.
İnsan hata yaptı fakat özür dilemeyi seçti, şeytansa aynı fırsata sahip iken o bu hatasında ısrar ederek özür dilemeyeceğini belirtti. Aslında bu her ikisinin de sınavı idi. Mesele yasak elma değildi. İrade ve kulluk bilincini test etme nirengiydi. Biri kazandı diğeri kaybetti . Yani şeytan kendine şeytan. Çünki onun yaptırım gücü yok. Sadece insana sürekli hata yapması konusunda yön verir. Onu dinleyip dinlememe meselesi insan iradesine bağlı. İradeyi güçlendiren tek şey, “tek şey” de (gayba olan kayıtsız şartsız) imandır.
Bağışlanmak suça itmemeli, bilakis daha da iyiye götürmeli samimi olan insanı. Çünki pişmanlıktır af duygusunu aktif eden. Bunu su-i istimal ediyorsa birisi imanını yeniden gözden geçirmesi gerektir. . Dediğim gibi iradeyi güçlendiren tek şey imandır…
***
Tekrar sormak istediğiniz olabilirse istişare şeklinde devam edebiliriz sevgili Can Maybull …
Saygılar…
CaNMaYBuLL
İnsanın aklına ister istemez şu geliyor : Ezeli ve ebedi bir gücün karşısında bile bile intihara kalkışmak şeytana ne kazandırdı ? Nasıl bir duyguki , yaratıcının karşısında ondan vaz geçti ? Ve en yüksek makam sahibiyken ... Bütün alem ona koşarken, onun korkusuzca isyanı ne kadar mantıklı ?
Bir anlık varoluş karşısında , şeytan çok mu aptaldı ya da aptal mı yaratıldı ?