İLLE TERS DÜŞÜNMEK!
‘Ters’, dilimizde hem sıfat, hem de zarf olarak kullanılan çok anlamlı bir sözcük olup, bu yazımda mecaz anlamıyla ‘bir şeyin aksi, karşıtı’ olarak kullanmaktayım. Yoksa deyimsel kullanımıyla ‘tersinden okumak’ gibi ‘tersinden düşünmek’ olarak almayınız çünkü böyle bir meramım yoktur.
Dünyanın tezatlar üzerine kurulmuşluğu rivayet olunsa da, tezat ya da karşıtlık, soyut ve somut boyutuyla yaşantılarımızda, duygu ve düşüncelerimizde, değer hükümlerimizde bir biçimde ortaya çıkmaktadır. İzafî, yani göreceli olan karşıtlıklar konusunda katı olmamak ve çelişkiler burgacına düşmekten kaçınmak gerekir!
Hafızalarımı bir yoklarsak, ilkokul sıralarında bizlere öğretilenlere göre; beyaz ile siyah, güzel ile çirkin, iyi ile kötü, ... hep birbirinin karşıtı olarak biliriz. Hâl böyle iken, siyahın karşıtı kırmızı veya yeşil dense, bu, size biraz saçma gelmez mi? Doğrusunu neye göre açıklayabilirsiniz? Karşıtlığı kanıtlayabilir misin?
Nedense, sıfatların ille de aksini düşünürüz çoğu zaman... Anlam bakımından ‘tersini düşünerek doğruyu bulmak’ sanki daha kolaymış gibi... Yoksa ters mantıkla mı düşünür, yorumlar ve yaşar hâle geldik artık?
Hemen her alanda tekniğin ve teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak makineleşmenin bunda büyük etkisi olduğu gerçeğini yadsıyabilir miyiz?
Çok küçük yaşlardan itibaren değişik kaygılarla, korkularla ve uyarılarla yetişmiş olmanın hiç rolü yok mu? Ailede, okulda ve çevrede her an karşılaşılabilen olumsuzlukları göz ardı edebilir miyiz?
Umutların körelmesi ve gelecekten beklentilerin zayıflaması yaşama sevincimizi ve coşkumuzu azaltmıyor mu? Yaşanılan maddî ve mânevî sıkıntıların bizi karamsar, kuşkucu ve mutsuz kılmıyor mu? Yaşamsal önemi bulunan bazı sorunların çözümlenememiş olmasının bunda payı yok mu?
Kişisel yapımızın bir gereği olarak insanlara, olaylara ve hayata bakış açımızın geniş ya da dar olması hiç önem arz etmez mi? Okuduklarımızla içinde yaşadığımız çevrenin üzerimizdeki olumsuz etkisi az mı?
Ruh ve beden sağlığımızı yeterince koruyamamış ve insanî ihtiyaçlarımızı karşılayamamış olmamız az mı önemli? Huzur ve güven ortamı içinde ve yarınından emin olarak yaşayamamak bizi doğal olarak etkilemez mi?
İyi, iyidir; kötü, kötüdür... İkisinin ortası olmaz. İyiye, ‘kötü değil’; kötüye ise, ‘iyi değil’ biçiminde yaklaştığımız zaman yoruma açık bir durum ortaya çıkar, öyle ki kuşkucu, kaygılı ve olumsuz bir yaklaşım sergilemiş oluruz.
Kısaca, durup dururken ‘Öküzün altında buzağı aramak!’ bize hiçbir şey kazandırmaz, aksine bir şeyler kaybederiz ister istemez...
İyiyi, kötüyle karşılaşınca; kötüyü ise iyiyle karşılaştığımızda çok daha etkili ve açık bir biçimde anlarız elbet!
Önceki bazı yazılarımda da dile getirmeye çalıştığım gibi, hiç kimse yeryüzüne kötü ya da olumsuz duygu ve düşüncelerle gelmez. İnsan; yaşadığı, karşılaştığı ve uğraştığı olaylar ve olumsuzluklar yüzünden bazı noktalarda ‘kötü’ diye algılanabilir.
Bunun derecesi ise, yorumlayanın kendisini ne kadar iyi veya kötü olarak görmesiyle yakından ilgilidir. Daha da önemlisi, hiç kimsenin doğruları toplumun değer hükümleriyle çelişmemelidir.
Ne mutlu ters düşünmekten kaçınanlara! Tüm iyilikler ve güzellikler sizlerin olsun...