çıra ve 5 numara gazyağı lambası
Güneşten arta kalan kızıllıkta kayboldu ve dünyamızın bu bölüm yine karanlığa gömüldü. Memlekette yani Telinde elektrik olmadığı için ben alışığım. Biz evimizin oturma odasında 5 veya 7 numara gazlambası diğer alanlarda yine gazyağı ile çalışan çıralar kullanırdık. Dış mekanlarda ışığa ihtiyaç duyarsak gemici feneri kullanılırdı. gazyağı o zamanlar zor bulunduğu ve pahalı olduğu için evde sürekli bunun tartışması olurdu. Gece ne kadar çok oturulursa gazyağıda okadar fazla tükendiğinden herkes erkenden yatması istenirdi.O kadarki oturma zorunluluğu varsa lamba son haddine kadar kısılır mum alevi gibi yanardı. Her evde bu lambalardan birer tane olduğundan veya fazla olsa bile gaz yağının azlığından dolayı odadan ayrılırken daha çok çıra kullanılır, çıra da gazyağı yeteri kadar yanmadığından müthiş bir is çıkarır çıkan is ağzımıza burnumuza dolardı.Su ihtiyacı sokaklarda yada köy meydanında bulunan çeşmelerden sağlanırdı. Tuvalet evin dışında olur. İçinde su bulunmadığı içinde ibriklere doldurulup abdeshaneye konurdu. Kanalizasyon olmadığı için su dökme sifon çekme derdi de olmazdı. İhtiyaç giderildikten sonra üzerine sobada tezek yandıktan sonra arta kalan kül kul dökülürdü. Bahara kadar birikir ve hayvan gübresi ile karıştırılarak hararlara doldurulur eşeklere yüklenerek taşınır bahçelere atılırdı. Elektrik olmadığı için Kızlar çehizlerini daha çok gündüz yaparlar,gece yapanlarsa yeterli ışık olmadığı için çoğunlukla yanlış yapıp sabah yeniden sökerlerdi. Eskiden okuma olayıda fazla olmadığı için sorun o kadar da çok önemsenmemiş. Okullaşma oranı artıp öğrenci çoğalınca gaz lambasının altında ders çalışmaya başlayınca elektriğin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaya başlandı.Ama köye elektrik ancak 1972 yılında geldi oda birkaç yıl büyük jenaratörle. Jenaratör saat akşam 6-7 gibi veriliyor saat 12 gibi kesiliyordu. Tabi gazlambasıyla kıyaslanamayacak bir kolaylık .Ama evlerde tesisat yok ,tesisat döşeyecek eleman yok elemanı bulsanız ona ödeyecek parayok. Bunların hepsini bulup tesisatı döşeyip elektriği alanlarda da ev reislerinin elektriği çok kullanıyorsunuz ücretini nasıl ödeyeceğiz tartışmaları olurdu. Tabii elektriğe çok önceleri kavuşmuş olan insanlar çok kısa süre lambalar yanmayınca hemen ne oluyor diye telaşlandılar ve lambalar yanınca hertaraf aydınlandı. Kompartıman da olan yolculardan bunu icad edenden allah razı olsun nur içinde yatsın diye dua ettiler.
Trenin Adanadan hareketinden bu yana aynı kompartımanda yolculuk edenlerden bazıları akraba gibi olmuşlardı,kahvaltıları beraber yapıyor,birbirinin çocuklarını gözetliyor,dışardan alınacak şeyleri ortaklaşa alıyorlardı.Hiç biribiri ile konuşmayan hatta selam vermeyen sürekli bir köşeye oturup sigara üstüne sigara içen insanlar.İnsanların ihtiyaçları olduğu kadar treninde ihtiyaçları oluyor onuda görevliler istasyonlardan karşılıyorlardı.Tren yolculuğu otobüs yolculuğuna hiç benzemiyordu:otobüste birkez koltuğa oturduktan sonra ancak inmek için kalkabiliyorsun,ama trende istediğin zaman kalka biliyor,vagonlar arasında dolaşa biliyor,ihtiyaç gidere biliyorsun. Eğer yanında birde arkadaşın,yoldaşın varsa hele hele de paranda varsa gel keyfim gel.Ama benim gibi hem arkadaşım yok hem de param yok hem de hayat tecrübem olmayınca yolculuk sıkıcı olmaya başlıyor.O nedenle de zamanımın çoğunu uyuyarak geçiriyorum.Akşam yeni olmuş tu.Sofralar hazırlanıyor çıkınlar tekrardan çıkarılıp kalan ne varsa çoluk çocuk paylaşıyorlardı.Bazı yiyecekler havasızlık,nem ve sıcaktan dolayı bozulmuştu.,ekmekler küflenmiş,hıyarlar pörsümüş, yoğutlar ekşimeye başlamış ,bozulanlar ayıklanıyor,diğerleride yine iştahla mideye indiriliyordu.Bende ulukışlada alıp yarısını yediğim ekmeğin gazeteye sarılı olan yarısını çıkardığımda değişik bir koku gelmişti.Lambanın aydınlığında dikkatlice bakınca ara ara mavi beyaz pamukçuklar vardı.Yani ekmeğim küflenmeye başlamıştı.Köyde biz bunlar zay etmez hayvanların yuntusunun içine katardık.Şu an elimde bundan başka yiyecek olmadığından o küf lekelerini temizledim kalanını da zorda olsa yedim.Ekmeği yerken de şimdi bunun yanında şöyle bir salkım malatya üzümü olsaydı diye düşündüm.Bizim memlekette ekip biçilecek alan az olmasına karşın birçok sebze ve meyve yetiştirilir,yazları kimse asla açkalmaz.Hangi bağa gitsen bir salkım üzüm ,domates hıyar elma kayısı dut,mevsimine göre çeviz bula bilirsin.Malatya üzümü Temmuz ayında olgunlaşan şeker oranı oldukça yüsek ,teyekte güneşe gelen yanı hafif kahve rengine kaçmış güneş görmeye yeri daha acık yeşil bu görüntü insanı okadar cezbederki ne kadar tok olursanız olun dayanamaz yersiniz.Karnım azda olsa biraz doymuştu.çevrede olup bitenleri görmeyince daha kolay uykuya dalıyorsun.Gözüm kapalı köyden ayrıldıktan sonra yaşadıklarımı şöyle bir değerlendirmeye çalışıyordumki uyuyua kalmışım.Uyandığımda hadi çok güzel hediyelik pişmaniyelerim var diye bağıran satıcıların istasyonda ve trenin içinde dolaşıyorlardı.Oldukca büyük bir istasyon ve büyük bir yerleşim yeri olduğu belliydi.Bir çok yolcu bu pişmaniyelerden alıyordu.Anlaşılan buranın en meşhur yiyeceği pişmaniye idi.Bizimde elmalarımız meşhurdur.Gürün elması dedinmi şöyle duracan.Otobüsler Güründe mutlaka konaklar,orada Dutlupınar lokantasında benekli alabalıktan yer hediye olarakta o güzel elmalardan alırlardı.Bu elmalar başka yerlerde yetişmez sadece bizim yöreye mahsustur.Bunlarda en güzelleri:Misket elma,Tatoğ(Hönkerde denir)Ayvaniye,Velağa tatlısı;Misket mayhoş ısırdığında ağzını su ile dolduran iyice olgunlaştığın sararan,Tatoğ misketten daha iri çağla iken tadı hiçde hoş olmayan ama olgunlaşınca yemesine doyulmayan uzun süre saklamaya elverişli mis kokulu ,ayvaniye kırmızı kendine özgü bir tadı olan yine uzunsüre saklanabilen,vela tatlısı ise çağla iken kekremsi bir tada sahip ama olgunlaşınca insanı kendine hayran bırakan kırmızı renkli bir elma. unlar şimdi yok olma tehlikeslsiyle karşı karşıyalar. Bağlar bahçeler uygulanan tarım politikaları nedeniyle harab olmuş durumda.İnsanlar o güzel bağ ve bahçelerini terk etmek zorunda kalıyorlar.Kisi okumak,kimisi daha iyi bir geçim sağlama için gurbetin yolunu tutuyor.Geride yaşlı insanlar bakabildikleri kadar bu bağ bahçelere hizmet ediyorlar.Onlarda çalışamayacak hale geldikten sonra iyiden buralar harab olacak.İşte bende memleketi terk etmeye çalışanlardan biriyim.Tren birkaç kez sreni çaldıktan sonra hareket etti.Bende yerimden kalktım uyku sersemliğini üzerimden atmak için komparımanın dışına çıktım.Kendimce cevreyi inceliyorum.Bir tarafta çok katlı binalar bir tarafta ise masmavi deniz.Hemen Yelkende yazları oğlak kesip yemek ve gezmek için gittiğimiz denizin gözü(Gökpınar gölü)ile kıyaslamaya başladım.Burası ordan çok büyüktü,Ucu bucağı gözükmüyordu.Uzunca bir zaman camdan denizi seyrettimÇok güzel gözüküyordu.Arada bir denizle tren yolu arasına tepeler,ağaçlar giriyor kayboluyor sonra yeniden görünüyordu.
Denizin üzerinde uçuşan kuşları daha önce hiç görmemiştim.Hiç durmadan denizin üzerinde çığlıklar atarak dolaşıp duruyorlar.Trende de oldukça yoğun bir hareketlilik başladı.Yolculuk sırasında tanışanlar bir birine buluşmak için adres veriyor adres alıyorlar.Eşyalarını toplamaya çalışanlar var.Bir kısım yolcular hiç kıpırdamıyor yerinden.Benim gibi ilk kez İstanbula gelenler ise oldukça tedirgin.Çünkü İstanbul çok büyük bir şehir,Sormakla bile adres zor bulunurmuş.Bu kargaşa ve telaştan artık yolculukta son durağa yaklaştığımızın işaretiydi sanırım.Rayların etrafında ağaçların yerini apartmanlar ve daha yüksek yapılar almaya başlamıştı.Gün iyiden iyiye yükselmiş görünüyordu.Tren birkaç kez sirenini çalarak büyük bir taş binanın önünde durduğunda saat 13.ü gösteriyordu.Benim hiçbir eşyam olmadığı için koltuktan kalktığım gibi indim.Gerçekten kocaman bir bir bina içi insan dolu ,trenlerin biri geliyor biri gidiyor.Önünde masmavi deniz.Denizden taraf kapısından çıkarak merdivenlerde durdum.Trende güvende idim.Şimdi elimde ne bir adres var ne beni karşılayacak birisi var nede İstanbula geldiğimden kimsenin haberi var.İçimde bir korku,bir heyacan var.Öncelikle dayımların işyerine nasıl gideceğimin tedirginliği,onlara ulaştığımda da nasıl karşılanacağım endişesi var.Bulunduğum alanlar oldukça riskli her türlü kötülüğe ve kötü niyetli kişlere açık bir mekan.Benim gibi kimbilir günde kaç kişi memleketini bırakıp geliyor.Kimler daha kendini tanımadan istanbulun varoşlarında kaybolup gidiyordur.Bir an önce dayımların çalıştığı Gürün hana ulaşmam gerekiyor.İş yeri kapanırsa o gün sokakta kaldığımın resmi demektir.Çevreme şöyle çaktırmadan sanki birini bekliyormuşum gibi bir göz attım.Gürün hana nasıl gidileceğini sormak için.Ama herkese soramazsın.Geri dönüp garda bir görevliye sorayım diye düşündüm.Tam kararımı vermiştimki aynı kompartımanda yolculuk ettiğimiz birini gördüm.Cesaretimi toplayıp Ağbim beni alamaya gelecekti ama onu göremedim ,Acaba Gürünhana nasıl gidebilirim acaba dedim.Adamın iki elide eşyalarla dolu idi.Bende Mahmut paşaya gidiyorum beni takip et dedi.İstersen sana yardım edeyim diyerek elindeki çantaya uzandım.Hayır gerek yok teşekkür ederim dedi.Biraz yürüdükten sonra bir vapura binmek için bilet aldık.Vapur birazdan kalkacak acele edelim dedi.Belliki İstanbula daha önce gelmiş buraları iyi bilen birisi.Gişeye yanaşarak iki bilet ver birisi çocuk dedi.Bileti aldı ben parasını sorduğumda tamam istemez delikanlı dedi.Vapura beraberce bindik.Vapur hafif hafif sallanıyordu.Bu sallantı başımı döndürmüştü.Kısa bir süre sonra vapur hareket etti.İskeleden ayrıldıktan sonra daha çok sallanmaya başladı.Bir ara midem bulandı çıkaracak gibi oldum.Elimle ağzımı kapattım.Uzun bir süre nefes almadım.Neyseki yolculuğumuz kısa sürdü vapurdan indiğimde ayakta duramıyordum.Adamın elleri çanta ve diğer eşyaları ile dolu olduğu halde o önde ben arkada yürümeye başladık.Bir ara bana döndü sen bu yolu takip edip Mahmutpaşanın içinden geç yokuş yukarı çıktığında Yeşildirek polis karakolunu göreceksin”orda polislere sorarsan sana Gürünhanı gösterirler dedi.Teşekkür ettim balık kokusu gelen tarafa doğru yürüdüm.Denizin içinde sandal sandalın içinde piknik tüpünün üzerinde içi yanmış yağla yarısına kadar dolu kocama bir saç ve çıtır çıtır kızarmış balıklar.Kayıkcı hiç durmadan balık ekmek,taze balık ekmek gel vatandaş gel diye bağırıyordu.Biraz durup seyrettim.Benim ne gökpınarda tuttuğum alabalığa nede gübünün suyunda tuttuğum sazan balığına benzemiyordu.Gelen vatandaşlara yarım ekmeğin içini açıyor nar gibi kızarmış balıklardan koyup gazete kağıdına sarıp veriyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.