Guguk kuşu
Heyecanla doğruldum yatağımdan bir sene sonra memleketimdeki ilk sabahımdı. Biraz arayarak mavi lastik terliklerimi bulabildim. Yüzümü bahçedeki çeşmede yıkamak için dışarı çıktım. Yaşlı dut ağacımızın altından geçmemek için yolumu uzattım. Çünkü yerdekiler dut mu, tırtıl mı ayırt edemiyordum. Yüzümü soğuk suyla yıkayıp tekrar eve girdiğimde güzel demlenmiş bir çayın kokusunu aldım. Kuzine’nin üzerinde de börek vardı. Kaymak, bal, köy yumurtası, taze peynir şahane bir kahvaltı beni bekliyordu. Nihayet dedem kucağında i odunlarla göründü, ocağın yanına bırakarak ,’’Demek uyandın’’ dedi. Gülümsedim tüm yıl sadece bugünü düşünmüştüm. Babaannem inekleri dışarı çıkarıp bize katılmıştı. Şehrin kalabalığından uzak sadece çay kaşığının çıkardığı sesleri duymak ne güzeldi. Lokmaları hızlıca yemiş, az sonra çıkacağımız gezi hakkında çene çalmaya başlamıştık. Yürümek istememe rağmen dedem beni eşeğe bindirmişti. Yola çıkmıştık ama gözüm yerdeki çiseli otlardaydı. Çıplak ayakla üzerlerinde yürümek istiyordum. Geniş yapraklı bitkilerin üzerinde çiğ damlaları elmas gibi parlamaktaydı. Toprak ve çiçek kokuları yeni girdiğimiz ormandaki çam ağaçlarının kokuları dimağımda yer etmiş, içimi garip bir mutluluk kaplamıştı. Patikadaki ağaçlar her iki yöne açılmış bize yol vermekteydiler. Ara sıra bizden kaçan tavşanları, sincapları görmek mümkündü. Rengârenk mantarlar, kocaman karıncalar ve onların yüksek tepecikler oluşturdukları yuvaları vardı. ‘’Âlem’’ dedim bu karıncalar hep boyundan büyük işlere kalkışırlar. ‘’Dedeme artık inebilir miyim? Mantar da var burada ‘’ dedim.’Dedem onlar zehirli, daha gelmedik’’ dedi. Eşeğin semerine takılmış sepet ikide bir ayağıma çarpıp beni rahatsız etmekteydi. Ama dedeme söyleyemiyordum. ‘’ Sen de çok kibar olmuşun !’’ diye dalga geçerdi. Yarım saat gittikten sonra dedem eşeğe ‘’Çüüüş !’’ diyerek beni kucakladığı gibi indirdi. Ayaklarım uyuşmuştu önce tatlı bir acıyla kıvrandım sonra manzara karşısında şaşkına dönmüştüm. Kenarları yemyeşil sazlıklar, yosunlarla çevrelenmiş içinde ördeklerin yüzdüğü mavi şirin bir göl vardı. Gölün hemen yanından tahta oluktan akan suyun sesiyle burada uzanıp uyumak istiyordum. Hatta ‘’burada ağaçtan bir evimiz olsun‘’dedim. Burası cennet miydi, bakir görülmemiş saklı bir mabet miydi? Rengârenk çiçekler ve otlar belimizi geçiyordu. Hemen karşıda eski bir tapınak gibi duran kül rengi kurumuş yaşlı bir ağaç vardı; dalları irili ufaklı kuş yuvaları doluydu. Neden bilmem ürpermiştim. Çekirge seslerini kuşlar bastırmış, ahenkli bir senfoniye dönmüştü. Ama doğanın sözsüz bu şarkısını bir kuş bozmaktaydı. Çünkü Guguk ‘’guguk guguk ‘’ diye ötüyordu. Niye diğerlerinin sesine benzemiyor? Dedim. Dedem: ‘’Guguk kuşunun her şeyi başkadır, kaldı ki sesi benzesin’’ dedi. Bir yandan da yuvaların hangi kuşlara ait olabileceğini anlatıyordu. ‘’O zaman ‘’ söyle bakalım guguk kuşunun yuvası hangisidir?’’ Dedem bir kahkaha attı, O kuş yuva yapmaz dedi. Hazır yuva bulur ona yumurtasını bırakır dedi. Çok akıllıymış dedim baksana burada sahipsiz bir sürü yuva var dedim. Dedem bu kez daha çok güldü bana hazır yuvaya konması sorun değil ilginç olan yumurtlama zamanı geldiğinde yuvasını ve yumurtası yapmış dişi kuşları izler onlar yiyecek bulmaya gittiğinde hemen yuvaya gidip gizlice yumurtasını bırakır. Durum anlaşılmasın diye yuvadaki yumurtayı da aşağıya atar ve bir daha dönmez. Diğer kuş onun yavrusunu besler büyütür ama sonunda büyüyen yavru kuş cici annesini yer, oda hazır yuvalara konup yumurtalarını terk eder. Hayretten gözlerim açılmış ne kadar kötü bir kuş diye ağzımdan çıkı vermişti. –Dedem kötü değil onun fıtratı öyle demişti. Kaderlerinde var, konuşamamış gözleri dolmuştu. İlk karısı da iki çocuğunu bırakıp başkasına kaçmamış mıydı? Sanırım bu acıyı böyle kabullenmişti.
Gitmekte, nedensiz kalmakta alınyazısıydı.
ilknur BULUT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.