- 1465 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAHUDİ VE NASRANİLER NESLİMİZİ BOZMA GAYRETİ İÇİNDELER....
Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmenin en önemli kuralı,yeyip içtiklerimize dikkat etmektir.
Kimi gıdalar mevcut hastalıklarımıza şifa verirken kimi gıdalarda vucudumuza zehir olarak girebilmektedir.
Hastalıklara yakalanmadan sağlıklı bir şekilde yaşayabilmek için aşağıda bahsi geçen gıdaları soframızdan uzaklaştırmamız gerekmektedir.
Gazlı içecekler,mikrodalgada pişirdiğimiz gıdalar,hazır üçü birarada kahveler,fast food gıdalar,salçalar,hazır çorbalar,hazır çiğ köfteler,hazır dondurmalar,hazır süt ve yoğurtlar,işlenmiş et ürünleri sosis salam,sucuk ve pastırma,margarin ve trans yağlar ve şekerleme gıdaları sağlığımız için son derece tehlikeli gıdaların başında gelmektedir.
2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre özellikle gelişmiş ülkelerde,ölüm nedenlerinin %26 sı işlenmiş et ürünlerini fazlaca kullanmaktan kaynaklanıyor.
Bu et ürünlerine katılan katkı maddeleri ve aşırı tuz insan sağlığını tehdit eden faktörlerin başında geliyor..
***
Bir toplumun uyuşturulmasının yolu da bogaz ve mideden geçer.
Neden son zamanlarda hiperaktiflik çogaldı?
Neden toplumda sakat doğumlar çoğaldı?Ve neden çocuklarda spastik otistik doğumlar artmaya başladı?
Neden müslümanım diyenlerde kıskançlık duygusu kalktı?Neden toplumda ahlakî bozulmalar hızla arttı ?
daha çok sorabiliriz.
Islam alimleri mideye inen her şeye dikkat etmişler kılı kırk yarmışlar.
Imamı Azam’ın babası bir elmayı ısırmasından dolayı helalleşmek için elma sahibine yedi sene hizmet etmiş. ,
Abdulkadir Geylani’nin,Imamı Rabbani hz.nin Efendi hz’nin anneleri abdestsiz emzirmemişler.
Evlatlarının yeme ve içmesine böyle dikkat etmişler.ve böyle dünya’yı manen aydınlatan birer manevi kandiller olmuşlar .
Bunun farkında olan sömürgeci zihniyet önce tattırdılar.bozdular ve kendilerine bagımlı kıldılar.Kuran-ı Kerimde Allah buyuruyorki."Onlarki ekinleri degiştirirler nesilleri bozarlar"GDO ile yiyecekleri bozuyorlar moda ilede nesilleri bozdular.
***
Tüketilen gıdalarla kanser arasındaki ilişkiyi araştıran ABD li bilim adamları ürkütücü sonuçlara ulaşmışlar.
Buna göre fast food tarzı(hamburger,patates kızartması,pizza) gibi gıdalarla beslenen insanların bağırsak kanserine yakalanma riski,lifli gıdaları tüketenlere göre çok yüksek oranda çıkmış.
Üstelik sadece 15 gün fast food yenilmesi halinde bile bağırsak kanserine yakalanma riski büyük oranda artıyor.
ABD deki Pittisburgh Ünüversitesinden bir ekip ABD de yaşayan Afrika kökenli 20 kişiyi Afrika diyetine başlattı.Buna karşılık Güney Afrika Cumhuriyetinden 20 kişiye de fast food tarzı yemekler verildi.
Deneyin sonunda her iki grubun bağırsaklarından örnekler alınarak incelendi.
Batılı tarzda fast food yiyenlerin midelerinde bağırsak kanseri oluşturan bakterilerin,Afrika diyeti yaiyenlerin ise midelerinde sindirimi kuvvetendiren bakteriler ürediği görüldü.
Grubun başındaki Prof.O’kefe-Bu sonucu bekliyorduk.Ancak 15 günde bağırsak kanseri riskinin bu derece artması bizi şoke etti dedi.
İngilteredeki İmperial Ünüversitesinden Jeremmiy Nicholson ise-Sonuçlar bağırsak kanserne yakalanma riskinin genetik nedenlerden çok beslenme alışkanlıklarıyla ilgili olduğunu gösterdi dedi.
***
’’Zeytinyağlı yiyemem aman..
Bu türkünün acı gerçeği;
Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan’ dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir.
Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır.
ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir. ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir. Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye’nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır.
(Yeni Sömürgecilik Açısından Gıda Emperyalizmi, Osman Nuri Koçtürk, Toplum Yayınları, 1966).
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur. Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.
Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL karşılığı satılır.
Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısır özü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı ısınırsa kanser yapar gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz. Hâlbuki zeytinyağı halk ağzındaki deyişiyle dumanlaşma derecesi en yüksek (en zor yanan) sıvı yağlardan biridir.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman…” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir.
Ve basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…’’
***
1947 lerde başlayan ABD den Marshall yardimi doneminde bendeniz 1970 lerde ilkokulda iken bile bizlere ayran sandviç veya süttozu dagitilirdi.
Öğretmenimizin verdiği beş kiloğramlık teneke ABD bayraklı katı yağları alır evde veya dışarda sandüviç yaptırıp sırayla hergün bir arkadaşımız sınıfa annemizle beraber dağıtırdık.
Bir de vita yagi denilen ve makina yagi gibi agir bir yag piyasaya surulmustu unilever firmasi tarafindan.
Bu arada, fakultede ogrenci iken herhalde 1982 yilinda ABD de yayimlanan bilimsel bir makalede okuduğum hatırlıyorum ki o makalede, zeytinyağı kızartmalar kullanıldığında bir seferlik ilk kızartmalar menfi etkisi yok, aynı kuzartma yağı ikinci seferde kullanılırsa risk biraz artıyor ve üçüncü ve dördüncü defa kullanılırsa risk gittikçe artıyor ve kanser etkisi ihtimali yükseliyor.
Yıllarca bu milleti gıda maddeleriyle zehirlediler,uyuttular farkında olmadan eğriyi doğru diye gösterdiler.
Et diye domuz etini salam sosis,sucuk yaparak yedirmediler mi?
Eşek eti,at etide yedirdiler ama asıl korkuncu yıllarca bu milletin evladına hınzır eti yedirdiler.
Gençlerimizin sokaklarda plajlarda artık etrafının baktığını umursamadan eşiyle yarı çıplak,bikini denilen kıyafetle gezmesi acaba bunun yenilmesinden midir?
Zira hayvanlar alemi içinde eşini kıskanmayan tek hayvanın domuz olduğunu söyler din adamları da fen adamları da..Domuzdan elde edilen Jelatini,koladaki böcekleri farkında olmadan yemedik mi,hala da yemiyor muyuz?
1981-1985 yıllarında Ankara’da bir özel öğrenci yurdunda kaldım.Bir gazoz fabrikasının önünden servise binerek Beşevler’deki okulumuza giderdik.Servise bindiğimiz yerde bir gazoz fabrikasında kolada üretilirdi.
Orada çalışan bir arkadaşa şüpheli durumu sorduğumda doğruladı.Tenekelerle bilmediğimiz bazı katkı maddeleri geliyor konsantre maddeyi içinde ne olduğunu bilmeden kolanın içine katıyoruz demişti.
1990 yılında ABD de bir mahkemede bile içeriği açıklamamışlardı.Üç beş sene önce ortaya çıktı.
Brezilyadaki küçük kanatlı bir böceğin katıldığını öğrendik.Öğrendik de ne oldu sanki öyle bağımlılık yapmış ki bizde, ham sofu olma diyorlardı artık içmeyenlere.
Zararları bilindiği halde özellikle çocuk ve gençlerin tüketmeye devam ettikleri gazlı içecekler aslında birer zehirdir.Bir yakınım yıllarca kola,enerji içeceği kullandı genç yaşında kalp yetmezliğinden vefat etti,kalp naklinden başka şansı yok dedi doktorlar,uyuttular kendine geldiği bir aylık uyutma sonrasında kalbine yenildi rahmet-i rahmana kavuştu.
Kolanın nasıl paslı araba tamponunu pırıl pırıl yaptığını,çivilerin nasıl sökülmesinde etkili olduğunu görmüşsünüzdür sanırım..
Katil gıdaların başında gelen gazlı içeceklere insanları aldatmak için yazılan light,diyet ibarelerinin tüketiciyi kandırma yöntemi olduğunu unutmayalım,biraz yumuşatılmış ama yine zehir zehirdir.Kola sigara kadar tehlikeli desem yanlış söylemiş olmam.
İstanbulda bir ilkokul...1955-65 ler,öğrenciler, Amerikan yardımı olarak yurda gelen sulandırılmış süt tozlarını içmek için sıradalar...O günlerden yaşanmış bir anı:
Mehmet bey anlatıyor ...
"1960’lı yıllarda ilkokula gidiyordum.
Öğretmenimiz süt tozu paketleri dağıttı; Abd’den yardım olarak gelmiş!
Bizim evde 100’e yakın keçi vardı,30’dan fazla inek vardı.Süt ve yoğurdu satma imkânımız yoktu.
Bize yetecek kadar her türlü süt ürünümüz vardı.
Ama ben cicili paketler içindeki süt tozu paketlerini sevine sevine eve getirdim.
Eve girmeden önce avluda dedemle karşılaştım; ’elindeki nedir?’ diye sordu. Açıkladım... ’
Bizim sütümüz var, götür onu geri ver, sütü olmayan çocuklara versinler.’ dedi.Aslında köyümüzde sütü olmayan ev yoktu.Ben biraz duraklayıp götürmek istemedim.
’Oğlum,bunlar bizim iyiliğimiz için bunu vermiyorlar,bizi zehirlemek için gönderiyorlar!’ dedi.
Ben okulda aldığım derslerden kendime güvenerek dedeme karşı geldim.
Söylediklerini okula gitmemiş dedemin cehaletine yordum.
Ona itirazlar ettim.
Beni ikna edemeyince inandırmak için bir deneye başvurdu.Güçlü bir köpeğimiz vardı.
’Git, süt tozunu süte çevir getir.’ dedi. Gittim,süt tozundan süt yapıp getirdim.Köpeğimiz kulübesinde idi.
Götürdük ve önüne koyduk.
Ağzını koydu,yaladı,çekti,bırakıverdi; ’Siz beni zehirlemek mi istiyorsunuz?!.’ anlamında hırsla bize baktı.
Saldıracak gibiydi.Kabı aldık.
Dedem onu suda yıkadı.Sonra bana ’git, evden bizim sütten getir.’ dedi.
Evden yarım kilo kadar sütü götürüp yıkanmış kaba koydum.
Yine köpeğin önüne sürdük.Ağzını koydu.Bir defa nefes aldı.İki içimde sütü bitirdi.
Dedem hiç okula gitmemişti ama öğretmenimden ve o sütleri okulumuza gönderen yetkililerden daha çok şey biliyordu..."
Ve bu dağıtılan süt tozlarından sonra Turkiyede ilk "Çocuk felci vakaları görüldü ve felç salgını başladı.
" Sonra ne mi oldu?Amerika bize milyon dolarlar karşılığında çocuk felci aşıları sattı..
Ne kadar manidar..
Bizi bomba ve silahlarla öldürenlerin,aşı ve yiyeceklerini masum gördüğümüz sürece daha çok aldanacağız.
Önce bizi hasta edip,peşine ilaç ve aşısını satıyorlar!
***
Anne sütü yerine çocuklara mama yedirmediler mi?
Hazır mamaları hiç unutmam yıllarca bizden sonraki nesil içtiler.Şükür bizim zamanımızda yoktu da sağlam yetiştik.Bizden öncekiler daha güzel yediler içtiler ondan 90-100 yaşına kadar yaşadılar.
Sabahları çay falan yoktu.1975 lerde köye müsafirliğe giderken bir paket 100 gramlık çay ve somun ekmek götürürdük.
Sabah erkenden bizi uğurlayan köylü ev sahibi bize süt ve kömbe ekmek yapar,soframızda pekmez,tereyağı,çökelek pendir olurdu...
Tarhana çorbası,pekmez bir de turşu oldumu doyar akşama kadar çalışırlardı.Eski topraklar bunun için hala sağlam,küreği eline ldımı bugünkü gençlere taş çıkartırlar.
Tereyağı,kuyruk yağı yemeyin dediler halkımıza ama kendileri yediler.Tereyağına alternatif olarak piyasaya çıkartılan margarinler içerdiği trans yağlar nedeniyle kalp hastalıklarının en önemli sebebleri arasında yer almaktadır.
Uzmanlar margarin paketlerinin üzerindeki trans yağ içermez ibarelerinin gerçeği yansıtmadığına dikkat çekiyorlar.
Bize ABD den gelen 5 kğ.lık tenekelerde gelen süt tozunu ve katı margarinleri yedirdiler.
Bütün millet gibi benimde kalp damarlarım birer birer tıkandı.
Elli yaşında kalp hastası olduk çıktık.
Eskiden beş altıyı geçmezdi hastalıklar,şimdi her branşın onbeşten fazla hastalık dalı var.
Hastaneler hastalara yetişemiyor.Geçen gün bir ağabeyim fabrikada çalışırken 30 senede sadece iki, defa hastaneye gittiğinden sözetti.
Doğrudur doktor yüzü görmeden can veren köylülerimiz çoktu o yıllarda..
***
’’Kent meydanlarında , avm’lerde 15-17 liraya iskender yiyenler, 5-7 liraya yaprak döner yiyenler.. Eti nereden tedarik edilmiş yemeden önce sordunuzmu?
Verilen cevaba ikna oldunuzmu?
Gıda mühendisi bir arkadaşım demiştiki ; mesleklerinin adı "GIDA HİLE UZMANLIĞI" olan eli çantalı james bond kıyafetli adamlar lüks araçlarla lokantalara , yemek sanayilerine gelir, patrona sorar eti kaça alıyorsun diye, aldiğı fiyatın yarısına et verebilirim der, numuneside güzel görünür..
Söylermisin kaç işletmeci böyle bir teklifi reddedebilir?.. Bir et yarı fiyatına hatta daha aşağısına piyasaya nasıl arz edilebilir
Bu durumda yarışta yorgun düşen beygirlerden yediyseniz domuz yiyenden bi nebze şanslı sayılırsınız..
Bizi yönetenler de kendilerine biat etmedi diye ilim yuvalarına zarar veredursun, başka işleri yok.. Onlara göre bu memlekette siyasilerin fasid icraatlarını sorgulayacak insan lazım değil..
Önce bir şeyler yaftalanmalı , buna rağmen toplumu bilinçlemdirmekte, genç neslin şuurlanmasında ısrar ve gayret ediyorlarsa derhal başları ezilmeli..
Kaç tane gıda hile uzmanı mahkum edildi bu memlekette bu güne kadar siz söyleyin.
"Öfkeli oniki adam" filminde ne demişti birisi ; Sözkonusu milyon dolarlar olduğunda İKNA VE İMHA arasındaki fark kalkar.. Kötüler iyileri kendileriyle beraber olmaya ikna edemezlerse çekinmeden imha ederler..’’
***
’’Yeni restoran açan birisinin acı ve gerçek itirafları :
Yeni restoranın açılması müşterilerden çok toptancıların ilgisini çekmişti.
İlk gelen sezonluk su stoğumu bana satmaya çalışan bayi oldu.
Toptan alırsam, büyük su 35 kuruşa, küçük su 15 kuruşa
geliyordu…
Onun ardından toptan gıdacı, meşrubatçı ve biracılar da geldi tabii.
Buraya kadar her şey normaldi…
Ancak arkası kapalı, üzerinde hiç yazı bulunmayan kamyonet geldiğinde ilk şokumu yaşadım.
Adam kaşar peyniri satıyordu.
Kilosu 6,5 liradan…
Ben, “Nasıl böyle ucuz satıyorsun?” deyince de adam açık açık
söylemekten çekinmedi,
“Abi bu dandik kaşar ama kimse ayırt edemez. Bak al bi parça…”
Nutkum tutulmuştu.
“Zararlı değil abi, patates püresine yağ ve kaşar aroması koyuyorlar…” demez mi?
O şokla adamı nasıl gönderdiğimi hatırlamıyorum.
Ertesi gün daha beterdi…
Kıymacı, köfteciydi gelen… Kilosu 3 buçuk liradan kıyma satıyordu…
Sinirlerime güç bela hakim olup kıyma denilen seyin muhtevasını sordum…
Et aroması, tavuk deri ve
kemikleri, soya vs gibi “Zararsız” maddelerden üretiliyormuş...
Adam öğünerek, “Her şey dahil otellerden alan var abi” dediği an kıçına tekmeyi yedi tabii…
Adamı kovdum kovmasına da, bu iş fena halde aklıma takıldı.
Kardeşim bu memlekette sahte olmayan bir şey yok mu?
Ben bu tip restoranlarda yemek yedim mi acaba? Yediysem kaç kere? Bu işin ucu nereye kadar gidiyor?
Oturdum bilgisayarın başına, başladım araştırmaya…
Aman tanrım! Neler neler varmış bu memlekette?
Yahu neredeyse gerçek bir şey yok piyasada. Her şeyin aroması var.
Üstelik bunlar internette online olarak satılmakta.
Aromalar saymakla bitmiyor.
Acı Biber Aroması,
Acıbadem Aroması,
Ahududu Aroması,
Alabalık Aroması,
Ananas Aroması,
Anason Aroması,
Antep Fıstığı Aroması,
Ayran Aroması,
Bal Aroması,
Bergamot Aroması,
Böğürtlen Aroması,
Çam Sakızı Aroması,
Çedar Peyniri Aroması,
Ceviz Aroması,
Çikolata Aroması,
Çilek Aroması,
Et Aroması,
Fındık Aroması,
Fıstık Aroması,
Keçi Peyniri Aroması,
Keçi Sütü Aroması,
Kekik Aroması,
Kimyon Aroması,
Koyun Peyniri Aroması,
Koyun Sütü Aroması,
Parmesan Peyniri Aroması,
Tereyağı Aroması,
Yoğurt Aroması,
Zeytin
Aroması, Zeytinyağı Aroması,
Ekmek Aroması…
Yahu, ekmeğin bile aroması var. Çakma ekmeği nasıl yapıyorsunuz kardeşim? Neden yapıyorsunuz?
Araştırdım, ekmekte durum bildiğiniz gibi değil…
Unun beyazlatıcısından tutun da maya besleyicisine (Yahu maya besleyici satıyor adamlar. Ninem ekşi mayadan, nohuttan yapardı ekmeği) hacim arttırıcısına kadar neler neler var. Adam gibi ekmek bile yedirmeyecekler bize.
Kahvelere köpük yapıcı satıyorlar yahu…
Köfte kızartılırken hacminin küçülmemesini sağlayan kimyasallar var.
Bilumum E-bilmemkaç maddelerini gördüm. Yeminle bin civarında ‘E’li madde var…
Bir o kadar da ‘E’siz katkı maddesi piyasada…
Tam bunları okurken, sahte kolacı, “ucuz” viskici, yaban domuzcu akın akın geldi…
Bunca gelen arasında bana da toplu halde geldiler, iyi saatte olsunlar…
Bütün bunları yaşayıp öğrendikten sonra tımarhanelik olmadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
İşte bu yüzden pılıyı pırtıyı toplayıp dükkânı kapattım ve bu işe bir daha girmemeye, hatta turistik yerlerde iyi tanımıyorsam, restoranlarda yemek yememeye karar verdim."
***
’’ABD, Kızılderililerle savaşırkenKızılderilileri açlıktan öldürmek için,hayvanlarının hepsini öldürdüler
ve onlar açlıktan öldüler..
Çocuklar dahil her Kızılderili başıgetirene 5 dolar verdiler.Resmî kurumlar, binalar Kızılderili başı ile doldu, İnsan başından tepeler oldu..
Yine de Kızılderililerle başa çıkamadılar.Anlaşma yoluna gideceklerini,çekileceklerini söyleyerek, iyi niyet
göstergesi hediye olarak battaniye verdiler.
Verilen battaniyelere bulaşıcı hastalıkbulaştırılarak verildiğinden.. 70 milyona yakın Kızılderili, genci,
çocuğu, yaşlısı, hamile kadınları bulaşıcı hastalıktan acı çekerek hepsi öldü..
Kalan Kızılderilileri de Kanada’ya sürdüler ve sadece devlet olarak (sanırım 2010 da ) özür dilediler o kadar. Kafa derisi yüzmek de Kızılderililere ait değil. İnsanları kovboy filmleri ile kandırdılar yıllarca.
ABD, bize ermeni soykırımı dediğinde onlara lütfen bu vahşet hatırlatılsın.’’
***
’’Neden Japonya’daki çocuklara kahvaltıda çok yumurta yediriyorlar?
Osmanlı Devleti’nin son 200 yılı dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin gıda politikasını Emperyalistler dizayn ettiğinden beri zihinsel olarak sağlam bir gençlik maalesef yetişmiyor. Asıl sorunun kaynağına hiç inmedik, tartışmadık.
Japonya’da çocuklara 7 yaşından itibaren kahvaltı saati en az 2 yumurta yediriyorlar. Ekmek genellikle yok varsa da çok az. Her akşam ise kesinlikle sofrada deniz ürünü yani balık kesin oluyor.
Japonya ve Güney Kore’de ceviz ithalatı son 50 yılda %140 artmis. Çocuklara durmadan ceviz yediriyorlar. Günde en fazla iki öğün yemek yiyorlar. Tamamen protein odaklı bir beslenme var...
ABD’de teknolojik üretimin merkezi "Silikon Vadisi’nin" nasıl beslendiklerini anlattılar, şok oldum. 1950’lerdeki Alman Devleti’nin gıda politikasını araştırın.
Güney Kore’de Japonya’yi örnek almaya başladı. Bu ülkeler resmen çocuklara nasıl beslenmesi gerektiğini öğretiyor, dayatıyor..
Şeker, ekmek(Tam buğday, kepek farketmez) odaklı beslenme beyin hücrelerini öldürüyor, beyin gelişimini mahvediyor. Marketlerdeki karbonhidratlı paketli ürünler tamamen operasyon aracı olmuş.
ABD halkı da da gerizekalı, obezite olmuş. Çünkü aynı beslenmenin esiri olmuşlar. Sadece Beyin Göçü ile farkı kapatıyor yada özel olarak seçtikleri bireylerin beslenmesine önem veriyorlar.
Buradan net olarak söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nde milli bir gıda politikası olmadan kalkınma imkansızdır
Türkiye’de protein bazlı ürünler pahalı iken karbonhidratlı ürünler neden daha ucuz? En büyük protein bazlı ürün olan kuzu etini Turkiye’de kaç kişi yiyebiliyor? Hayvancılık neden bitirildi? Asıl milli mesele budur. Beka sorunu budur.
Matematik zekası olmayan, kod yazmasını bilmeyen gençliğin olduğu ülke yazılımda ilerleyemez. Yapay zeka maalesef geliştiremez..
Anne, babalara sesleniyorum. Çocuklarınızdan şekerli ürünleri, ekmeği uzak tutun. Bu ülkeye yazık etmeyin.
Şahsen denedim. 1 aydır ekmek, şeker yemiyorum, acıkmamaya başladım. 6 kg verdim. Geçen gün test ettim. Bir kitapta bir sayfayı 32 saniyede okuyup anlarken şimdi 21 saniye de okuyup anlamaya başladım. Bu tesadüf olamaz!
Perihan Tunçdede
***
’’Türkiyede hergün kişi başına üç ekmek tüketiliyor.Bu da ekmek hakkında çok fazla tartışmanın yaşanmasına neden oluyor.Zirai ilaçlar sadece meyve ve sebzelerde değil tüm bitki ve tahıllarda da kullanılıyor.
Tarımda sıvı gübreler ve tarım ilaçları çok fazla kullanılırsa bu tüketicilere hastalık olarak yansıyor.
Üretilen buğday ve diğer tahıllar ekmek bisküvi ve diğer tüketim maddelerine dönüşüyor.
Ekmekte kullanılan katkı maddeleri ve üretimde kullanılan gübreler çok fazla kullanılınca bu ekmeğin ilerde kanser yapıcı maddeye dönüşmesine neden oluyor.
Konuyla ilgili bilim çevresinden değerli ilim adamları,çiftçilerimiz toprak analizi yaptırmalı,
Burdan aldığı reçteye göre ne üretecekse ona uygun gübre ve ilaç miktarını ayarlamalı demektedirler.Bu ilaçların fazla kullanılması insan sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Kimse insan sağlığıyla kafasına göre oynayamaz.İlaç kullanacaklar bunu bir deftere işlemeli,yapılan denetimlerde göstermelidir.
Denetim yapılıyor ama yine de buna uymayanlar var demektedirler.Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı müfettişleri ve denetmenleri ilaçların ve gübrelerin tarımsa ürünlerde bıraktığı ilaç kalıntılarını iyi gözlemlemeli fazla ilaç kullananlar cezalandırmalıdır.’’
***
Analarda anne sütü kalmadı,yedikleri yüzünden analar sütsüz,bebeler süte muhtaç hale getirildi.
Bile bile mamaya muhtaç hale getirildi.İstersen yedirme mamayı cılız olur çocukların denildi.
Mamayı yiyen çocuklar hastalıklara dayanıksız hale geldiler..
Tarhana çorbamızın yerini hazır sebze çorbaları et suyu çorbalar,tavuk suyu çorbalar aldı.
Batılı firmalar Allahaşkına bizim için iyi olanı isterler miydi.
Vallahi de billahi de istemezler..
Bela bela üstüne geldi Anadolu çocuklarının.
Fakir ana baba ne yapsın bakkal efendi köye ne getirdiyse onu,şehirdeki Ahmet Efendide marketler ne getirdiyse onu alıp çocuklarını kendi elleriyle bilmeden zehirlediler...
Cipslerin çakmak ateşinde kağıt gibi yandığını sanırım görmüşsünüzdür.En kalitesiz hastalıklı patatesleri,ne olduğu bilinmeyen en ucuz yağlarda kızartarak içine kattıkları Çintuzu baharatlarıyla doyulmaz lezzetler kazandırıp çocuklarımızı cips bağımlısı yapmadılar mı?
Çiğköfte hazırlanıp aynı oyun tekrarlanmadı mı?İçine Çintuzu baharatı kattılar,doyulmaz lezzetiyle bizi yine zehirlediler..
Reklamına bir de bizim Ayşe Teyzeyi koydun mu almada göreyim.Hadi gari diyerek nasılda cips reklamında oynatmışlardı Bizim Ayşe Teyzeyi..
***
Allaha şükür her yoğurdu hele hazır yoğurdu alıp da yemem.
Hanım çok güzel süt mayalar öyle yaparız yada bildiğimiz bir yerden köyden yoğurt gelir evimize..Çünkü hazır yoğurtlara ne katıldığı belli değil.
Süttozu birde ne olduğu bilinmeyen mayalar katılıyor..Evde yaptığımız yoğurtlar üç günde ekşirken market raflarında soğuk ortamda bir ay kalabiliyorsa acaba içinde nasıl bir şey var.
Hepsinde hile var,oyun var.E ile başlayan kanserojen katkılar,soya maddesi var.Raf ömrünü uzatmak için bir çok sınai katkı maddeleri üretildi son yıllarda.
İlaç sanayi ile gıda sanayi,tarım üretimi beraber mesaideler.
Ne kadar hastalık o kadar ilaç kullanımında ve sağlık sektöründe artış..
***
Sebze meyvede,tohum üretiminde neler yaşandı neler.Salatalıklar,kabaklar ikizdi artık,yolda,buzdolaplarında çatır çatır büyüyordu,dev çilekler pazar tezgahlarında karşımıza çıkmışlardı.
İsrailin hibrit,kısır tohumları yüzünden erkeklerimiz kısırlaştılar.Tarım ülkesi Türkiye dışardan buğday,pirinç ithal eden ülke haline geldi.
Aşılarla oynanan oyun,kuş ve domuz gribi konularını ayrıca yazı yapmak lazım.
Hepsi Batılı ilaç sanayiinin durgun hale gelen fabrikalarının dişlilerini biraz çalıştırmak için yapıldı.
Batı kaynaklı bir piliç firması Anadolu insanına tümör fışkıran bozuk tavukları servis etmek için her yerde market açtılar..
Bizim yerli Anadolu tavukçuluğumuz can çekişmeye başladı..
Doğru değildir umalım Neoconlar Dünya nufusunun ilerde çok artacağını düşünerek dünya nufusunun üçte ikisinin bu yolla,savaşlarla yok edilmesi,kısırlaştırılması kararı almışlar.
Bütün bu olanlar bunun öncüleri mi demekten insan kendini alamıyor.
Kedileri,köpekleri kısırlaştırdıklarını biliyoruzda insanların toptan kısırlaştırılmasını beklemiyoruz.
Batılı bu yapar mı yapar.Kızılderelilerin,Cezayir,Libya halklarının hepsini soykırımla yok eden ,2.Dünya Savaşında milyonlarca hristiyan kendi dindaşını ölüme yollayan Batılı kafa inanın hiç düşünmeden yapar.
***
Canan Karatay teyzemiz kapalı ambalajda hiç bir ürün almayın dediler onu dinliyoruz.
Alıyoruz almadan olmuyor ama içeriğine daha dikkatli bakıyoruz,şüphe kurdu bir kere girdi içimize ne yapalım..
Şekerden,undan,tuzdan üç beyazdan da biraz uzak durdun mu gelsin sağlıklı günler..
Kahramanı vatanperveri bol olduğu kadar,hainide çok olan millet Türk milletidir diye boşuna dememişler.
Bizim insanımız menfaati söz konusu olduğunda ahiretide,dinide torbaya koyar maalesef,kendi çocuğunun kılına zara gelmesini istemez,ama İstanbulun karşı tarafında iyi aile babaları başkalarının çocuğuna bonzai,esrar satmaktan çekinmez,Allahtan hiç korkmaz..
***
Hiç kendi kendinize dediniz mi;Pastaneden aldığım poğaça,böreği çok severim ama ne zaman yesem bir kaç saat sonra midem yanmaya başlar..Pastane böreği yedikten sonra midesi yanmayan var mı?
Vakti zamanında rahmetli hocamız Aidin Salih’e bir genç getirmişler, ağır gut hastası olup ayağının biri normalin iki katı büyüklüğündeymiş.Hikayesine gelince; bu genç çalışmak için Ağrı’dan İstanbul’a gelmiş ve bir poğaça imalathanesinde iş bulmuş.
Çocuğa;-İşte sana yatacak yer, al sana şu kadar ücret, yemek mi? Aha sana poğaça, ye yiyebildiğin kadar.. demişler.
O da yemeğe para vermemek için sabah akşam sadece poğaça yemiş..
Sadece 6 ay sonra ayağı o hale gelmiş, doktorlar yapabilecekleri birşey olmadığını ve "memleketine gitmesini" söylemişler.İyi ama neden?
Cevap;-PASTACI YAĞI!
Yani daha basit söylemle margarinin daha da kimyasallaştırılmış hali!Size burda marganinin ne olduğunu anlatmayacağım zira bu yağın plastikten bir molekul farkı olduğunu hepiniz biliyorsunuz..
Ve bu yüzden yapılan deneylerde hiçbir karınca asla margarine yaklaşmamıştır çünkü besin maddesi olarak görmemiştir.Ancak aynı deneydeki tereyağını ise tüketmişlerdir.
Tereyağı masraflı gelince ve üreticiler bizim tüketim çılgınlığımıza yetişemeyince kendi işlerine geldiği gibi plastik molekullerine hidrojen ile katkı maddeleri enjekte ederek margarini buldular..
Tabi bunu tutturmak içinde;
-Efendim tereyağı kalp tıkanıklığı,kolesterol vs yapar diye bizim doğal yağlarımızı kötülediler.
Bakıyosun 80-90 yaşında köyde tereyağından başka birşey yememiş yaşlılarımız bizden iyiyken,bugün hastanelerde çocuklara radyasyonsuz anjiyo yapılır afişleri asılıyor..
Aman ne buyuk teknoloji!
Adama derler ki;- 8-9 yaşında çocuğun ne işi var anjiyo ile,diyabet ile,kalp tıkanıklığı ile!
Ben hemen söyleyim;-ANNE ÜŞENGEÇLİĞİ!
Bana hakkınızı helal edin,kusurumada bakmayın ama toplumu düzeltmek istiyorsak önce kendimize özeleştiri yapabilmeliyiz.
Evde doğal gıdalar hazırlamak varken siz bu cocukların her sabah beslenmesine pastaneden poğaça,simit,börek koyarsanız çocuğunuzun ileride çok sağlıklı olacağını mı sanıyorsunuz hanım kardeşim?
Gidin birgün pastanelere o çok sevdiğiniz Küt böreğinin yapımına bir bakın!
Ben anlatayım;
-Bir kat yufkayı serip yan tarafında bulunan kovaya elini daldırarak bir avuç yoğurttan farkı olmayan o iğrenç pastacı yağını alıp yufkanın üzerine yaydıktan sonra üzerine ikinci kat yufkayı sererek yine bir avuç yağ ile işlemi tekrarlayacak..
Sonra sizin saatlerce mideniz yanacak, hemen reflü ilaçları kullanacaksınız.Evladınız da bu kimyasalları bedenine depolayacak.. Sonra "ne oldu benim yavruma diye doktor doktor gezeceksiniz!"
Sabahları poğaça, börek vs. yemeden önce vücudunuza neyi soktuğunuzu ve iç organlarınızı nelerle muhatap ettiğinizi bir düşünün!
Tabi bu durumun benzeri pilav için de geçerlidir. Özellikle sokakta satılan pilavların nasıl o kadar lezzetli olduğunu ve evde yapılan pilavların neden o kadar güzel olamadığını düşünün.
Cevap;-ÇİN TUZU!..Yani,MSG (Mono Sodyum Glutamat)
Bu kimyasal beyni öyle bir etkiliyor ki saman dahi yeseniz onu lezzetli olarak algılamanızı sağlayor. Ama bu Rabbimizin tertemiz yarattığı vücudumuz için zehir hükmündedir.
Bu maddenin en yoğun olarak bulunduğu yiyecekler de o özel okullarda okutup, en iyi elbiseleri giydirip en son model telefonlar aldığınız çocuklarınızın bilgisayarda oyun oynarken paket paket yedikleri o cipsler, pringlesler,açmalar poğaçalar içinde bulunuyor.
Ey anneler ve babalar!Evinizin parkesi,mobilyaları aman çizilmesin diye pür dikkat ederken,arabanızın motoru bozulmasın diye en iyi ve kaliteli yağı seçerken,sizin en kıymetli sermayeniz olan vücudunuza ve evlatlarınıza ithal ettiğiniz "öldürücü değil süründürücü" olan yavaş etkili zehirlerin uzun vadedeki sonuçlarını görmek için arada bir hastane koridorlarında dolaşın..Yağmur Mirzaeva
***
Çocuk Eğitiminde Helal ve Haram Lokmanın Etkisi..
Üç aylık çocuğunu kucağına alarak Resulullah’a (s.a.v.) gelen ve onu nasıl eğiteceğini soran bir sahabeye Kainatın En Değerli Varlığı (s.a.v.) ‘‘çok geç kalmışsın; eğitim anne karnında başlar’’ buyuruyor.
Bugün genetik bilimi de ispat ediyor ki; anne ve babanın yediği yiyecekler, ana rahmindeki embriyoyu sadece fiziksel yönden değil aynı zamanda ruhsal ve duygusal yönden de beslemektedir.
Anne, haram yoldan kazanılan ve yenilmesi dinimizde yasak olan katkılı yiyeceklerle, sigara, alkol ve uyuşturucu gibi haram ve vücuda zararlı maddelerle anne sütünün mucizevi içeriğini bozduğunu bilmeli, yediği ve içtiği gıda maddelerine çok dikkat etmeli, helâl ve temiz gıdalarla beslenmelidir.
Zira hamilelikte annenin üzüntüsünü dahi hisseden bir bebeğin Allah’ın yasakladığı haram gıdalardan zarar görmemesi düşünülemez.
***
Sahabelerden biri birkaç gün sabah namazını kılıp, hiç kimseyi beklemeden mescidi terk eder. Bunu fark eden Efendimiz (sav), o sahabeyi huzuruna çağırarak neden böyle yaptığını sorar. Sahabe efendimizin cevabı şu olmuştur:
-“Ya Rasûlallah! Evde küçük çocuklarım var. Komşumuzun bahçesinde dalları benim evimin avlusuna sarkan bir hurma ağacı vardır. Bu ağacın olgunlaşan meyveleri gece benim bahçeme dökülüyor.
Çocuklar sabah erken kalkıp, komşuma ait bu hurmaları yerler endişesiyle çocuklar daha uyanmadan gidip onları toplayıp komşuma iade ediyorum. Çocuklarımın midesine haram lokma girmesini istemiyorum.”
***
O zamanın haram lokması komşu bahçesinden izinsiz alınan bir meyve iken bizim imtihanımız da içi kirlendikçe dışı süslenen albenili hazır gıdalar olmuştur.
Peki biz; bitten yengeç ayaklarına, kandan, insan saçına, domuzun midesinden kılına varıncaya kadar üretilen 3500 katkı maddesinden çocuklarımızı korumaya çalışırken o sahabe efendimizle aynı hassasiyeti gösterebiliyor muyuz?
Mesela en son ne zaman, çocuğumuza aldığımız bir gıdanın içeriğinde şüpheli ve hatta haram madde var mı yok mu diye sorguladık? Ya da “çocuğum yemeği beğenmeyip aç kaldı” diye endişelendiğimiz kadar “çocuğum helal besleniyor mu” diye endişelendik mi?
Bir bebek, annesi olmayan herhangi bir kadından yaklaşık bir su bardağı kadar süt emdiği zaman onu dokuz ay karnında taşımış gibi annesi kabul ediliyor.
Süt annesi olmuş oluyor ve gerçek annesi ile hiçbir farkı olmuyor. Bir bardak anne sütü, genlerimizden yaratılmamış ve doğurmadığımız halde doğurmuş gibi anne-evlatlık bağı kurduğuna göre gıdanın bizim için değeri bu kadar önemlidir.
Dolayısıyla, Allah’ın yasaklamış olduğu haram katkılı bir gıdayı, “küçücük bir çikolatadan ya da şekerden ne olacak ki” diye önemsemeyip geçiştirebilir miyiz?
Bir kimsenin yediği, içtiği onun ibâdetine, şahsiyetine ve karakterine sirâyet eder. Âlimler yenilen gıdâların insan vücûdunun bir parçası hâline geldiğini, dolayısıyla yediği gıdânın insanın ahlâkına ve sıfatlarına tesir ettiğini söylemişlerdir.
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Çocuğun emdiği süt onun tabîatını değiştirir.” buyurmuşlardır. Bu sebeple çocukları emziren kimsenin de haram yemeyen sâliha kadınlardan olmasına dikkat etmelidir.
Çünkü haramdan hâsıl olan sütte bereket olmaz. Çocuğun tabîatı emdiği sütün tabîatına meyleder. Eğer süt haram olan gıdalardan hâsıl olursa, çocuğun tabîatı da ondan nasîbini alır.
Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynî bir gün evine girdiği zaman, oğlu İmam Ebu’l-Meâlî’yi annesinden başka bir kadının emzirdiğini görmüş.
Çocuğu hemen kadının kucağından alarak emdiği sütü kusturmuş. İlerde büyük âlimlerden olan oğlunun bazı münâzaralarda hatâ ettiğini gördüğü vakit “Bu hatalar o zaman emdiği sütten midesinde kalanlar sebebiyledir.” dermiş.
Bunlara dikkat ettikten sonra çocuğa, nasıl yemek yemesi îcâb ettiğini öğretmeli, yanında diğer çocukların çirkin ahlâkını kötülemeli, güzel ahlâklarını methetmelidir.
Sonra dînini öğrenmesi için bir mektebe göndermeli, lisânını çirkin sözlerden, âzâlarını kötü fiillerden uzak tutmasını öğretmelidir.
Bilinmelidir ki, çocuklar hayrı (iyiliği) ve şerri (kötülüğü) ikisini birden kabul edebilecek fıtratta yaratılırlar. Anne ve babası sebebiyle de bu ikisinden birine meylederler. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Her insan
İslâm fıtratı üzerine doğar. Ancak ebeveyni onu Yahûdî, Hıristiyan veya Mecûsî yapar.” buyurmuşlardır.
Dolayısıyla haram yemek çocuğun kötü bir kimse olmasının başlıca sebeplerindendir. (Mecâlis-i Hayriyye)
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Nefsim kudretinde olan Allâh’a yemin ederim ki sizden birinizin eline bir ip alarak dağa gidip odun toplaması ve sırtına yüklenerek getirip satması ve (kazandığını) yemesi insanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır. Ve (yerden) toprak alıp yemesi Allâhü Teâlâ’nın haram kıldığı şeyleri yemesinden daha hayırlıdır.”
***
Bilmeliyiz ki, haramlar artık önümüze domuz pirzolası olarak değil domuz jelibonu olarak geliyor. Çocuklarımızın midelerini bu jelatinli jelibonlar, alkollü meyvesuları, nasıl kesildiği ve ne eti olduğu belli olmayan salam, sosis, nuggetlarla doldururken Musab bin Umeyr’ler, Sultan Fatih’ler, Selahaddin-i Eyyubiler yetiştirme hayali kuruyoruz. Şu tabloyu bir hayal edin: Akşamüzeri, bir süpermarkette yavaş ilerleyen kasa kuyruğundasınız.
Çocuğunuz ısrarla şüpheli şeker ve çikolatalardan istiyor ve sizin sabrınız azalmaya başlıyor. Sonunda çaresizce onun en sevdiği kırmızı şekerlemeyi ona alıyorsunuz.
Malesef siz çocuğunuzun daha da sakinleşmesini beklerken, onun davranışları daha da kötüye gidiyor. Çünkü şekerlemelerin, doğal olmayan içeceklerin, keklerin, cipslerin, dondurmaların ve çocukların sevdiği bazı hazır gıdaların içeriğinde çeşitli yan etkileri bulunan yapay boyalar, yapay aromalar ve zararlı katkılar vardır.
Bu katkılı gıdaları tüketmek, çocuklarda hiperaktivite, öfke nöbeti, huzurluzsuk, huzursuz uyku, öğrenme güçlükleri, zeka seviyelerinde düşüş ve birçok sağlık problemlerine neden olabilir.
***
İmam Gazâlî,ksa. “Çocuğun şirret olmasının kaynağı haram yemektir.” diyerek haram gıdaların çocuklar üzerindeki etkisini yüzyıllar öncesinden dile getirmiştir.
Çocuğunun haylazlığını önce yediklerinde ve hamilelikte annenin boğazından haram lokma geçip geçmediğinde arayan bir geçmişin, sebepleri hep başkasına atan geleceği olduk farkında mısınız?
“Bu çocuk neden bu hale geldi?” sorusunun cevabı ilkin onun boğazından geçen lokmalarda aranmalıdır.
Günümüzde adeta bir gıda çöplüğünde yaşıyoruz. Bir doktor veya gıda mühendisiyle herhangi bir marketi gezip “5 yaşındaki çocuğuma maddi ve manevi zarar vermeyecek bir gıda gösterebilir misiniz” desek marketten elimiz boş çıkacak duruma geldik.
Gıdaların üzerinde neredeyse “bunu yersen öleceksin” yazacak ama çocuklarımız o gıdaları yiyor, bizler de yemelerine göz yumuyoruz, hatta ödül niyetine biz yediriyoruz.
Çocuklarımızın canı bize emanet ve imtihanken onları bu haram ve zararlı katkılı gıdalardan korumak her ailenin vazifesidir.
***
’’Çocuklarımızı, çocukluk döneminde, özellikle gıdada helal haram kavramları ile tanıştırmamız gerekirken, bu çok önemli vazifeyi yerine getiremiyoruz.
Teflon tavayı metal çataldan koruduğumuz kadar çocuklarımızı şüpheli gıdalardan koruyamıyoruz. Kolayımıza geldiğinden araştırmadığımız hatta bile bile yedirdiğimiz haram ne varsa, emanete ihanet demek.
Zahmet edip sütlaç yapmadığımız için, kek yapmaya üşendiğimiz için içinde ne olduğunu bilmediğimiz gofretleri, cipsleri yiyor çocuklarımız.
Şöyle mis gibi ıspanaklı bir börek yapıp, çantasına koymadığımız için, hamburger bağımlısı oldular.
Altın günü toplantılarımızda arkadaşlarımıza hava atacağız diye envai çeşit pasta börekler yaparken en değerli varlığımıza beslenme hazırlamıyor, cebine harçlık sıkıştırıp okul kantinlerinin hazır gıdalarına mahkum ediyoruz.
Şüpheli ve hatta haram katkılı çikolata, pasta ve keklerle çocuklarımızın gözlerini doyurmaya çalışıyoruz.
Oysa bu dünyada göz doymaz. Mideyi de ancak helal doyurur. Dolayısıyla evde başımızı televizyondan kaldırıp şöyle en helalinden ve en sağlıklısından yiyecekler hazırlamadıkça çocuklarımızı bu gıda teröründen kurtaramayacağız.
Dışarıdaki süslü ve sağlıksız ürünlerin sağlıklı ve nefis alternatifleri gerçekten var. Yeter ki biz, ayaklarına Cennet serilmiş anneler olarak
Cennetin yatarak veya televizyon izleyerek kazanılamayacağını bilip kendimizi ve neslimizi düşünüp, üşenmeyelim, araştıralım ve mutfaklarımıza girelim!
Her işimizi bir kenara bırakıp acilen “mutfaklarımızın kurtarılması” toplantıları yapalım. Haydi sağlıklı ve İslam ahlakı ile ahlaklanmış nesiller.
Haydi sağlıklı ve İslam ahlakı ile ahlaklanmış nesiller yetiştirmek isteyen hanımlar, mutfağa!
Sabreden, sebat eden, yılmayan, yorulmayan, üşenmeyen, asrının gerektirdiği cihadı yapan, doğurduklarının örneği olan, ayaklarına cennetlerin serildiği anneler siz bu merhûm ümmetin umudusunuz.’’ Alıntı
Siz kalkarsanız ayağa, yeni nesiller sıra dağlar gibi dizilecek cihat meydanlarına.Kalkın be anneler, kalkın artık! Size sağlıklı uzun ömürler dilerim..
14.05.2015//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU