- 608 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Bir açılıyor,sonra bitiyor roman...
Birazdan güneş batacak burda.
Sarıya hayran bütün renkler girecek kabuğuna. Karanlığın hükmüne geçecek bütün siyahlıklar. Henüz buğusu fincanımı terk etmeyen kahvemi yudumlayacağım Van Gölü’nün karşısına geçip.
Tam bu saatlerde mavinin en hırçın rengini yakalıyorum oturup. Ya da içimdeki hırçınlıkla Karadeniz’i döküyorum sularına. Henüz karların terk etmediği dağlarda geziniyor gözlerim. Dertli bir türkü gibi şarkısını söylüyor bahar… Çiçekler açmış apartmanın bahçesinde. Çocuk sesleri göl sularına karışıyor bir anda. Sonra içimdeki çocuk Karadeniz’inde…
Uzun süredir günlük yazmıyorum. Ya da yazmak istemiyorum sanırım. Birikmiş onca sözcüğü sırtlayıp ömür denen yolculukta taşıyarak yürümeye devam etmek çok zor. Kısa kısa notlar iliştiriyorum okuduğum kitapların arasına. Canımdan bir parça götüren şarkılar dinliyorum azalarak günden güne.
Bir kuş cıvıltısı duyuyorum ardından.
Gölgemin karartısından korkuyorum bazen. İçimdeki birçok duygunun harbini izliyorum köşe başlarında. Henüz kalp atışlarım normale dönmüş değil, almam gereken ilaçları da almıyorum şimdi. Birkaç gün daha fazla yaşayabilmek ya da en iyi şekilde yaşayabilmek değil istediğim. Yaşayacağım kadar yaşamak kâfi. Biraz tebessüm ve sol göğsümün altındaki o mahkemeden beraat edebilmek yeterli.
Ne zindanlar çekecek kadar dingin kalbim, ne de kelepçelere mahkûm olacak kadar güçlü bileklerim.
Fakat sabah uyandığımda aydınlığın getirdiği huzurla şükrediyorum binlerce. Telefonun öteki ucundan kilometrelerce uzak “canım kızımım” sözcüklerini bile duymak bir yaşama sebebi. Güçlü ve her şeyin üstesinden gelecek yaşı çoktan geçtim. Ben bir çocuk kadar güçlü değilim. Çünkü çocuk kalacak kadar az yaralarım yok. Şarkılarımdaki melodiler de tutsak ve ağır aksak kaldırım başı. Boynu bükük cümlelerim, şiirlerime şiir demeye bin şahit…
Belki bu dünyanın en güzel, en temiz ve en günahsız kalpleriyle uğraşıyorum. Çocuk kalbinin hafifliğiyle hafifletiyorum acılarımı kabuk bağlayan. Onların tebessümüyle siliyorum hüznümün ağırlığını. Arınıyorum onlarca günahımdan... Onların içine girdiğimde bana çocuk olmayı öğretin, sizin gibi diye bağırmak istiyorum… Elimden çekiştiren, boynuma sarılan, sevgiyle bakan o küçük bedenlerden çocuk kalabilmek için ders almak istiyorum. Mesela bir şekerle sevinsem, bir toka beni mutlu etse, bir çift ayakkabı sevinç uykusuzluğu bıraksa gözlerimde.
Her şey olması gerektiği gibi değil fakat olduğu gibi. Gün tekdüze bir değişim içinde. İnsanlar misafir oldukları dünyaya alışıyorlar her geçen gün. Kimse gideceği günü düşünecek kadar istekli değil. Bir saat sonra ya da bir asır sonra… Ne zaman bilinmez toprak olacağımız gerçeği aşikâr.
Ve ben yok oluştan korkmuyorum. Yarın yok olacak olan bedenime tek zerre üzülmüyorum. Çünkü aslolan ruhum acıyan, canı yanan da o can yakan da…
Öfke duygusuna, sevgi duygusuna kurban ettiğim kalbimdi. Ömür boyu- ki bilinmez ne kadar- onun sarsıntısı hatırlatacak bana silinmiş, eskimiş simaları.
Çoğu kez kızdığım oldu kendime. Beni yaralayan ağızlarda dolu dolu aşklar bıraktığım için. Sızlayan yerlerimi hep açık bıraktım. Herkesin gördüğü çıplaklık gözlerimdeydi. Hala en çok onlarla anlatıyorum halimi ahvalimi.
Ben hiç değişmedim. Biraz göz kapaklarım ağırlaştı. Yorgunluğum yaşlandırıyor beni. Ama o “umut” , o tanımı olmayan şükür hali ayakta tutuyor bedenimi.
“Hep Genç Kalacağım” kitabı ellerimde Sabahattin Ali’nin… Mektuplardan derlenmiş, koca bir geçmişin, yaşanmışlığın izleri cümlelerinde.
Bir tuhaf çekilmişlik hali,bir acı melodi kulaklarımda. Yan odadan yalnızlığın seslerini dinliyorum öylece.
Saat bilmem kaçı kaç geçiyor, yarına büyük bir hevesle uyanacaklar uyudu bile, bugün güne hüzünlü uyananlar mutlu mesut şimdi.
Neyse ne?
Kuşlar göçüyor, şarkılar çalıyor plaklarda…
Bir adam gölgesini eziyor çamura bulanarak,
Bir kadın yaralarını seviyor, pansuman ederken.
Bir açılıyor sayfalar, sonra bitiyor roman.
Bir garip akşam. Van Gölü eşsiz şefkatiyle eksik ve yalnız bırakmıyor beni.
Hafif dalgalarıyla bu geceye de emanet bırakıyorum sessizliğimi.
Erciş-2015
19.55
Nuray KAÇAN
YORUMLAR
Güzel bir yazı.
Hüzün kokuyor cümleler.
Hasret kokuyor, gurbet kokuyor.
Bilirim o işleri.
Çok yaşamışlığım vardır uzak diyarların yalnız akşamlarını karşılamanın mahzunluğunu.
Ufuklarını belirleyen kıraç tepelerin sarılığında,
doğup büyüdüğün yeşilin gölgesini ararsın ha bire.
Her su birikintisi,
kendi denizinin renginde,
kendi denizinin öfkesinde,
kendi denizini şefkatinde olsun istersin.
Bilirim hasreti.
Bilirim ayrılığın hiç dinmeyen acısını.
İyi ki iletişim araçları gelişmiş de,
sesini duyabiliyor, görüntüsünü izleyebiliyorsun sevdiklerinin.
Eskiden,
sadece mektuplar vardı.
Ve,
mektuplarda kokusunu arardın sevdiklerinin.
Ne demeli?
Gerçekten çok güzel olmuş yazı.
yazdık ya yukarda;
hüzün esintili olmuş.