Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'yadan bu yana,
Deniz Gezmiş,
Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’yadan bu yana,
Haziran-Gezi direnişi gençliğine kadar gençlik kuşağı…
Kuşadası etkinliklerinde tanıdığım Ege yöresinin içten ve yürekli devrimcisi,
sevgili Sevcan yoldaşımızın yol arkadaşı Abdullah Abdullah Nalinci’yı yıldızlara uğurlayınca yazmak istedim.
Sağlıklı ve samimi olmayan bir bakış açısıyla 68 den günümüze kuşakların sosyolojik yapısına biraz kafa yoran kimi aklıevveller kestirme bir akıl yürütmeyle,
bizim inandığımız değerlerin gerçek bir temele dayanmadığını
hatta bir din düzeyinde sistemleştiği sonucuna varıyorlar.
Devamında ,
ülke gerçeğini tam da yansıtan çok katmanlı sosyal yapımız içinden taşralığımızı alıyorlar ve Marksizmin bir din değil,
bilim olduğu ve taşra insanının din bağlarından büyük bir hızla koptuktan sonra,
bir başka dine ihtiyaç duyduğu gibi sözde ’’bilimsel’’ kılıklı akıl yürütmeler başlıca içi boş iddiaları oluyor.
Bunda gerçek payı var mıdır?
Hiç kuşkusuz bu iddia bütünüyle yadsınamaz,
o günün tütün ve fındık mitingleri özellikle kuzey bölgesinde yoksul Kürt köylülüğün örgütlenmesinde bu yadsınamaz bir gerçekliktir.
Kuşağımızın yüz binlerce insanının bilimle donanmış,
sosyal, ekonomik ve politik olayları keskin bir rasyonalizmle irdeleyen bilim insanları topluluğu olduğunu düşünmek saçma olurdu.
Kuşağımızın bazı önde gelenlerinin sosyalizme bir ütopya,
adeta bir din gibi kutsallık atfettikleri de doğrudur.
Biz tarihin çarklarının geri dönülmezcesine sosyalizmden yana döndüğünü ve görevimizin de bunu hızlandırmaktan ibaret olduğunu tartışmasız biçimde düşünmüşüzdür.
Peki,
bir kuşak böylesine saf ve temiz bir ütopyaya sahip olduğu için küçümsenebilir mi?
En önemlisi, bırakalım bizim kuşağımızı,
eğer insanlık çektiği bütün acılardan,
eşitsizliklerden,
baskılardan,
sömürüden,
savaşlardan kurtulacağına inanmasaydı,
kendiliğinden bir kurtuluş ütopyasına sahip olmasaydı,
kimi Amerikan tarikatlarında gördüğümüz gibi kolektif bir cinnete ve intihar edimine yuvarlanırdı.
Dinlerin rolü böyle bir sonu önlemek için,
insanlığı bu dünyada olmasa da bir başka dünyada kurtuluşa ereceğine inandırmak olmuştur.
Dini bir afyon olarak nitelerken Marks’ın kastettiği tam da budur.
İnsanlık,
ağrılarının kökenini keşfedemediği çağlarda onu ortadan kaldırmaya gücü, bilgisi ve tarihsel koşulları yetersiz kaldığı için,
o ağrıları dindiren bir ağrı kesici-dinlendirici olarak dine sarılmıştır.
Dinin özel mülkiyetle birlikte egemen sınıfların,
oligarşinin elinde bir silah haline gelmesi onun bu özelliğini değiştirmemiştir.
78 kuşağını ’’Hayalcilikle’’ ya da kendi davasına ’’dine inanır gibi inanmakla’’ suçlamak büyük bir haksızlıktır.
Marksizmin bu bağlamda dinden olan farkı şudur:
Din,
öteki dünyada cennete,
yani ütopyaya kavuşarak kurtulmak için ibadeti,
tevekkülü,
pasifliği yoksula vaaz ederken,
Marksizm bu dünyada cennete,
yani ütopyaya kavuşarak kurtulmak için sınıf mücadelesini devleti yok edene kadar,
dünyayı bilimsel olarak kavrayarak,
örgütlenerek,
devrimci süreci ilerleterek sürdürmeyi vaaz etmiştir.
Kurtuluş için ölümü beklemekle,
ölümü de göze alarak hayallerini gerçekleştirmek arasındaki farktır budur işte...
Din,
cennetin güvencesini tanrıyla kul arasındaki ilişkide bulmuştur.
Marksizm ise yeryüzü ’’cennetinin’’ güvencesini bizzat kapitalizm tarafından yaratılan işçi sınıfında ve onun sermayeye karşı mücadelesinde aramıştır.
Kısacası Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’lerden günümüze bizler,
inançları asla inkar etmiyoruz,
ütopyayı inançlara saygı gereği olarak küçümsemiyoruz.
Biz inançları maddi temellere oturtuyoruz ve ütopyayı,
bir inanç dinamosu olarak,
onun diyalektik zıddıyla,
yani gerçekleşebilir oluşla açıklıyoruz.
Eşit ve bağımsız
özgür,
yaşanılır,
aydınlık bir geleceğe dair ütopyası olmayan bir insanlığın IŞİD vahşetine mahkum olacağını açıkça ilan ediyoruz.
Ne yazık ki,
büyük yenilgilerin sonrasında,
sağlam bilimsel temellere dayanmayan böyle bir inancın kolayca yıkılacağı söylenebilir.
Birçok durumda biz bunun sonuçlarını yaşıyoruz da.
Bilgi birikimimiz olduğu gibi,
bu birikimi hayata geçirmek için ortaya koyduğumuz pratiği de baştan sona eksikliklerle dolu,
yanlış,
başarısız ve yenilmiş bir pratik olarak görebilirsiniz.
Ama,
bu olağanüstü pratikten bugün ülkemin her köşesinde yürütülen mücadele için sayısız ders çıkarılacağını,
bu dersler çıkarılmadıkça doğru bir teoriye de başarılı bir pratiğe de ulaşılamayacağını herhalde hiç kimse yok sayamaz.
68 den günümüze süren bütün kuşakları dinsel inanışın egemen olduğu köyünden,
tarlasından,
okulundan ve kasabasından çıkıp,
büyük şehirlerin siyasi yaşamına damgasını vururken,
sıradan insanın dinle ilgili düşüncesini belki de din dışı siyasi eyleminde bambaşka bir inanca dönüştürmüştür.
Günümüzde böyle bir inanç,
bütün saf ve temiz inançları silip süpüren kahrolası küreselleşme kültürünün fonunda birçok insana itici gelebilir.
Gelebilir ama,
bizim inançlı ruhsal durumumuzu alaya alanların,
bugün küresel güçlerin maşası IŞİD gibi dinci- İslamcı,
yobaz inançların tek tek kurban adayları oldukları,
er ya da geç bu gerici,
fanatik,
demagojik ve eli kanlı inançlara karşı koyabilmek için,
her birimizin yüreğinde yeniden saf ve temiz bir devrimci inanç ateşine gereksinim olacağı açıktır.
Unutmayın,
bütün büyük zulümler,
biz arkamızı dönüp susmayı tercih ettiğimiz için yaşanıyor.
Varmak için yarınlara bizimde hasretimiz var !..
Atilla Yüceak Mayıs 2015
Araştırmacı Yazar-Şair
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.