- 587 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Günün geceye düşmüş sesleri…
Yorgunuz, sadece kendi kendimizi düşünerek çürütüyoruz birbirimizi…
Aslında yarını beklerken umutsuzluğun başladığı yerden, bir ertesi günü yakalarken korkuyoruz. Çünkü yarınsızlık aşıp geçmişti korkususzluk korkularımızı. Ve beklentisiz zamanların boşluğu çarpıyordu yüzümüze yüzümüze…
Oysa biz, yani ikimiz için yarınlar vardı umutlarımızda…
Bölüşemediğim yalnızlığımı günden geceye saklarken, sadece dünlerin hesabı kalmış yüreğimde.
Sadece bir pişmanlığın onda birini hesaplarken kaybolmuş zamanlarımın tüm üzüntüleri saklandı onda dokuzuyla…
Ve ben yalnızlığın kulvarlarında dolanırken bir şarkı vardı dilimin ucunda tekrarladığım, “gitme bu ayrılık sana yetmez…”
Evet yetmeyecekti bu ayrılık sana ve pişmanlığınla doluşacaktın yine sabahın ayazında omuzlarıma, dilinde de ayrılığa dair bir ağıtla…
“Kal yanımda bu ayrılık acısı yetti canıma” derken duymazda kalacak yüreğim… Çünkü acılarını sığdıracak yeri yok artık bedenimde…
Evet sevgili, yıldızlar da tek başlarına kaybolur karanlıklarda…
Günün geceye düşmüş sesleri…
Susuşlarım vardı, gece yarılarından sonra tan’a ulaşan…
Ezberlenmiş sözlerden uzak, bir yangın isinden çıkamamaktı bu hıçkırıkların en sonuncusu da dahil olmuş yaşanmış sayılan tüm zaman ölçülerine…
Sanki zaman ölçüşü şaşmış, bir karanlık seli bu içinde sallandığımız…
Aslında yarınsızdık, aslında sustu kuş kanat sesleri, sustu tüm deniz dalga sesleri, sadece yıllar süren bir merak yaşamına dahil olmuş, peşine takılmış tüm sana dair duyumların…
Kırlangıç akşamlarının kaçaklarıydık biz mevsim sonrası mevsimlere ulaşan.
Ne dünü kalmıştı, ne de içinde olacağı yarını.
Sadece bir tek nefes peşinde kaldı tüm yıllar, damla damla içti yaşama dair yalınızlığın sustum seslerini…
Unutulmaz bir mahzendi içine saklanıp, izbe kokusuna düştüği ömrü ve özledi karanlığın gece sesini…
Ve özledi o karanlıktaki nem kokusunu…
Ertesi yıllara gitti hep umutları, masalımsı bir rüya idi duyduğu sen sesi… Ve ertelenmiş tüm düşlerin peşine takıldı hasretin dibinde dolanırken…
Ama umut, ama düşsel görüntüler, ama karanlığın gölge kıpırtıları, ama utkuydu sonu bu bekleyişin…
Ve yarındı bu labirentin dibi, yarındı bu rutubetin güneşi…
Aslında tüm bunlar bir düş, bir azınlık türküsü ve de rutubet içindeki yaşamın umudu…
Oysa biliyordu bu düşlerin ne yarını vardı ne de yarınlardan sonrası sadece göze düşen bir rüya bu…
Ama biliyordu ki artık yanmayacaktı düşleri her pamuk aleviyle, yıllar süren sönmeyesiye bir sallanan alevle…
Bu gece,
kızgın bir güneş sonrası özlemler bunlar,
aslında ilk baharın ilk güneşli günüydü,
oysa hasretti güneş kızgınlığna bedeni,
nem kokusu sarmıştı tüm düşüncelerini yarınlara özleyiş beklentilerinden…
Sessizliğin içindeki haykırışlarım çığlık seslerine ulaşıyor…
Ve tüm kalabalıklığıma rağmen yalnızlığımın bulantısını yaşıyorum…
Büyümüş hayreli gözlerimle, geçmişte kalan kasvet günlerimdeki korkularımla bu günlere yaşamak mecburiyetimle kalışım ruhsal durumumda dağınıklıklara ulaşıyor ve çaresizliğimin verdiği şaşkınlıkla sadece geride kalan günlerin nefes kesiklikleri ile yaşam şartlarını zorluyorum…
Geceye düşmüş gün sesleri ürkütücülüğü korurken ben sadece benliğimdeki öz kalabalıklığımla dar nefesler alıyorum…
Soluksuz yaşanan dünler, umuda açılan düşünceler, geçmiş zamanların yaşam kırıklıkları…
Ve sadece düş yorgunluğundan arda kalan nefeslerin titrek ritimleri.
Yarım nefesler soluk almalar ile unutulamayasıya acıların arda kalan düş yorgunluğu ile doğan vaz geçişlerin sadece iç dünyasında oluşturduğu kısık göz bakışlarına ilişen özgürlüğümüzün aksaklaşıp sadece kısıtlı gülüşlere doluşan özlem duyguları bu…
Sadece bir bakışa hasret olarak yaralanmış avuç içlerine düşen kadarımızın sadece arkada kalan inleme sesleri bu, yaralanmış serçe misali nefes almalar...
Ve hayatımıza kurulan entrilalardan arda kalanlarla verilen savaşlar bunlar...
Yıllardır mavi sevgisi ile içimde kopan fırtınaları dindiremiyordum…
İçinde dolandığım yaşam isteklerim maviye adanmışlığımla sürüp gidiyordu…
Bu dinginlik devam ettikçe, bocaladığım anlarda, hep hasta ruhlu düşüncelerle kişilik değişimleri sıkça olan bir yaşam değişkenliklerim vardı…
Ve ben kişiliğine hükmedemeyen bir kadınla yaşıyordum. hayatımın vaz geçilemeyen çoğul zamanlarımı...
dingin düşüncelerin arasına doluşan hasta ruhlarla baş etmeye çalışırken, kendi çaresizliğimin içinde bocalıyordum...
dingin düşüncelerin arasına doluşan hasta ruhlarla baş etmeye çalışırken, kendi çaresizliğimin içinde bocalıyordum...
Çoğu zaman kontrolümü değiştirdikçe, daha çok değişken zamanlar yaşıyordum…
Ve bu yaşamın çoğulda yarınsızlıklar vardı…
Be yarınsızlıklarla baş etmek ruhumda derin dipler ve başı bozuk düşüncelerle çıkıyordu bedenimden yaşama doğru…
Oysa biz yaşama pervasız kalamazdık…
Yenik düşüyoruz zamana artık, vazgeçilmiş tüm düşüncelerimiz beyin diplerine gömüldü. Belki de bu yarınsızlık belirtisi hayatın bu tarafa…
Başka bir sessizlik ve bir başka umarsızlık her şeyin koyulaştığı öz rengini yitirdiği ve sadece bertaraf edilmiş duygularla bir yaşam karartısı zamanlar…
En önemlisi güvensizlik ve sadece pişman olmadan arkaya yani, bir an önceki zaman kesitinden vaz geçme zamanı…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.