KAŞINMA-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bazen, anılar çağrışım yapar, bir surette ya da konuştuğun kelimelerin arasına süzülür/ gidersin yaşanmışlıkların arasında kulaç atarsın. Tatlı güzel olursa anılar, yüzün, mimiklerin sanki o anı yaşıyordur. Kendin olmasan da ruhun “Evliya Çelebi” gezer de gezer…
İşte öyle bir an !
O zamanlar; Urfa Sağlık Müdürlüğü Eğitim Şubesinde Eğitimci olarak görev yapıyorum. Derslerimin haricinde de Müdürlüğün Basın ve Halkla ilişkiler Birim sorumlusu olarak, Sağlık Müdürüm ile toplantılara katılıp, Kameramanlık ve Fotoğrafçılık işlemlerini üstlenmekteyim. Programlara toplantılara katılıyorum. Onun için de ayrı bir birim ve odamın olması gerekiyor. Hali ile beni ek binada bir odaya yerleştirdiler. Kış günü odamda soba yanıyor. Yalnızlıktan bir müddet sonra şikâyet etmeye başladım Sağlık Müdürüme. ki ;yeni bir bayan doktor hanım tayin olmuştu onu benim odama kurum tabibi olarak yerleştirdi. Çok hanım ve tatlı bir bayandı kısa sürede kaynaştık hoş sohbetlerimiz olurdu.
Sohbet sırasında ben, sürekli saçımı kaşımaya başlardım. Şampuanımı değiştirdim sanırım, ondan kepek yaptı diye dert yanmaya başlardım ki; Doktor hanım hiç oralı olmazdı. Her gün itina ile duş alır işe öyle giderdim. Ama yine de; sürekli kafamı kaşırdım. Toplantılarda, eğitimlerde, Tv programlarında hemen ara olsun da kafamı rahatlıkla kaşıyayım diye can atıyordum. Tabi ki de sıcak ortamlarda ise daha bir iştahlı kaşınıyordu. Tüm arkadaşlarıma da diyordum. (arkadaşlar benim kafam çok kaşınıyor !) onlar da “ yine cinlik gelmiştir aklına” diyerek dalga geçiyorlardı.
Çalışma yerim ile yaşadığım yer arası yirmi beş km lik mesafe vardı.
Her sabah belediye otobüsü ile gider gelirdim. Evim yedi dönümlük çam ağaçlarının içinde çiçekler papatyalarınla çevrili, mis gibi baharı yaşıyorduk. Tavuklarım, köpeklerim kuşlarım, kartalımız ceylana kadar vardı. Sanki çiftlik havası yaşıyorduk Karakolun bahçesinde.
Komşular her gün, pasta börek yaparlar, baş tacımız çiğ köfte yoğrulur çay faslı yapardık. Bir gün yine aynı fasıldayız; ben, (sizinle bu fasıllara katılmayacağım artık, bu çamlardan başıma çam böceği düşüyor sürekli kaşınıyorum) dedim. Annem; “çam da böcek olmaz gel bir bakayım kafana” diyerek kucağına başımı yatırdı. Başladı saçlarımın arasını karıştırmaya. “anne ne yapıyorsun milletin içinde” diyerek kızsam da o devam etti.
-Feryat figan hopluyor zıplıyorum. Üstümü başımı yoluyorum. (şoka girmiştim). Şimdiye kadar hiç başıma gelmeyen- görmediğim, aklımın uçundan bile geçmeyen asla ve asla başkası söylese, gülüp geçeceğim inanmayacağım duruma düşmüştüm. BİTLENMİŞTİM.
Bitlenmiştim. Bu inanılır gibi değildi. Manyak derecesinde hijyene önem veren ben, bitli olmuştu. Dünyam yıkıldı sanki, karanlık zindanın içine düştüm. Her tarafımda bitler kaynıyor gibi kaşınmaya başladım. Hem ağlıyor hem konuşuyordum. Etrafımda ki insanlar kötü bir haber aldığımı düşünerek endişeli gözlerle bakıp kendi aralarında halime üzülüyorlardı. Nefes nefese eve geldim. Annem peşimden eve geldiğinde gözlerim ağlamaktan kızarmış şişmişti. Hemen müdahale işlemlerine girişti benim prenses annem. Asker’i bakkala göndermiş DDT diye bir kimyasal getirtmiş. Benim umurumda değil hiç bişey, ben bitlenmişim (!) dünya durmuş, gerisinden bana ne ... başıma ne sürerlerse sürsünler. Derken... müthiş bir koku ile başım dönmeye başladı. Midem de bulanıyordu. Benim ağlama hala devam ederken, annem tuzlu ayran getirdi. (ipeka) görevi yapıyor. Zehirlenmiştim.( Zehirlenmelerde tuzlu ayran bulantı yaparak kusturur).
Bitliydim bir de zehirlendim. Ben yerin dibine giriyordum yavaş yavaş. Moralim sıfır dünyam kararmış (sanki dünyanın sonu geldi de altında bir ben kaldım).
Bir taraftan kusuyor bir taraftan önüne serili beyaz örtünün üstüne düşen bitleri sayıyordum.
-Ülen arkadaş !... ben ne çok bitlenmiştim….?)
Taradıkça dökülüyor, taradıkça dökülüyor….!
Annem, ara da bakıyor ölüyorlar bayıldılar diye hayvancıkları kontrol ediyor.
-Yok şunlar da sirkeleşmiş diye analiz işlemleriyle gece yarısına kadar uğraştık ben artık yorgunluktan sızmışım.
Sabah işe gideceğim tabi ki de.
Ama nasıl ?
Tüm o insanlar, çevrem toplantılar, eğitimdeki arkadaşlar doktor hanım; sanki etrafımda dönüyorlar bana bitli bitli diye gülüyor üstüme yürüyorlar. Ben bit kadar ufalıyorum üstüme ayakları ile basıp geçiyorlar. İçim daralsa da utancımdan yerin dibine de girsem yine de gitmek zorundayım.
- Ben bitlendim işe gelmiyorum mu diyeceğim!
Neyse tüm cesaretimi topladım. İş yerimin kapısını açtığımda; benim Doktor arkadaşım oturmuş sobanın başında çay içiyor.
Hemen ona reçete yazdırmak istediğimi söyledim.
Önce yüzüme baktı sonra hafiften gülümsedi. Daha ben söylemeden ilacın ismini yazdı verdi. Benim ne yazdıracağımı nereden biliyor diye reçeteyi elime aldığımda baktım ki, suratım utancından pancar gibi yanıyordu.
Sessizce oradan çıktım ilacı aldım. Hemen tedaviye başladım. Kısa sürede kaybolmuşlardı benim minik arkadaşlarım üç ay birlikte yaşamışız da haberim yokmuş. Ben çam böceği/ şampuan derken aylar geçmiş.
Ne zaman bir kaşıntı sözü geçsin ya da biri karşımda kaşınsın, hemen o günlere giderim. Galiba ruhumda derin izler bıraktın bit kardeş…
-Çok uzadı bu bit/sin artık dimi-
Bit-ti
-Tabi ki evi dezenfekte ettik -
bak ! yine kaşınmaya başladım.
:)
ÜMA