- 740 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
A S P İ R ( B Ö L Ü M - I I )
As-17-
A S P İ R
B Ö L Ü M : II
İnsan, aile içinde ve ya arkadaşlar ile dost meclislerinde sohbet ederken ya da kendi kendini sessizce derinden dinlerken bazen duyguları, beklentileri, istekleri ve imkansız gibi görülen bazı düşünceleri gönlünden, içinden geçer. Özlemleri zirve yapan duygulardır. “Gurbette olan oğlum, kızım veya çok sevilen ve uzun zamandır görülmeyen bir yakınım da olsa veya sağlıklı bir haber alsam. Ya da Allah’ın verdiği acı yavan, kuru soğan nimet, aş tü- kenmeden falan kişide bizimle beraber olsa, oda tadına varsa ” şeklinde halisane duygu ve düşüncelerin gönülden geçerek söze döküldüğü, dillendiği çok olur.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra bu duygu ve düşüncelerin ayniyle gerçekleştiği ne ve içinizden geçen kişinin ansızın yanınızda belirmesine şaşırarak şahit olunur. İşte o za man insan pişmanlık duyarak kendi kendine: “ Ah keşke.! Yaradan Yüce Mevla’dan başka bir dilekte bulunsaydım. İçimden geçenin bu kadar kısa sürede gerçekleşeceğini bilseydim, neler neler istemezdim ki. Mevlam’dan be nim için erişilmesi çok zor olan maddi ve manevi değeri daha büyük şeyler isterdim” der.
İnsan; “ ilk kez karşılaştığı şahsı, manzarayı ben daha öncesi görmüştüm yada aynı dü şünce benim içimden de geçmişti ” demekten kendini engelleyemez. Bu durum; “Hiss-i Kable’l Vuku” yani “ Önsezi” veya kişideki “Altıncı Hissin Kuvvetli” olma sı durumu olup Canabı Mevlanın bahşettiği çok özel bir yetenektir.
Hiss-i Kable’l Vuku (Önsezi), çok yakın bir zamanda meydana gelecek bir hadise ve o layın kişi tarafından önceden bilinmesi, hissedilmesidir. Bu his, Allah’ın insanlara bir lütfu, ihsanıdır. Her şeyde olduğu gibi Hakk’Teala böyle bir yeteneği bahşetmezse insanın bunu önceden öngörmesi imkansızdır.
Önsezi gücü kadınlarda daha gelişmiş bir ruhi fonksiyon, melekedir. Bu gizli ve kural lar üstü meleke gücünü insan; nefsini terbiye ederek köleleştirmesi ve islama uyğun kazana rak harcayıp ve takva içinde yaşayarak Mevla’sının rızasını kazanması sonucu nail olabilir. . As-18-
İnsanoğlu Hakk’tan aldığını halka vermesi, onun mutluluğu için harcaması, gönlü nün kapısını sonuna kadar açması sayesinde Allah’a dostluk derecesi ve yakınlığını artır - mayı başarır. Halilullah mertebesine erişir. Allah’a (c.c.) tevekkül olan hep kazanır. Cenabı Hakk’ kın (cc) rızasında taht kurdukça “Keramete” nail olur. Keramet Sahibi kişiler Allah-ü Teala’(c.c) nın Veli ve Halilullah kulları ve Peygamber Efendimizin(s.a.v.) varisleridir.
Dilan’ın ağabeyi ile evlenmesi için konakta akla sığmayan ve hayale dahi gelmiyen psikolojik baskılara maruz kalan Aspir, geceli gündüzlü çıkış yolu bulmayı düşünür. Bu dü -şünceleri doluya koyup almadığı ve boşa koyup dolmadığı için çıkılmaz bir girdabın içinde debelenip durur. Gün geçtikçe sıhhatında rahatsızlıklar belirmeye başladı ve günlerdir gözü ne uyku girmez oldu. Yaşanan uykusuzluk hali ve stresli ortam, fiziki ve düşünsel yorgunluk ile birleşince uyurgezer bir kişilik haline getirdi Aspir’i.
Odasında geceli, gündüzlü kalan ve mecbur kalmadıkça dışarı bilerek ve isteyerek çıkmayan Aspir, mütamadiyen ibadet ve Allah’ı (cc) zikir, tesbihat içinde olurdu. Dervişi ile aynı mekanda sohbet edercesine ruhen gönülden gönüle bağlantı içindeydi. Diğer vakitler de odanın içinde amaçsızca dolaşmaya, kendi kendine konuşmaya, kapıları ve dolapları tek melemek suretiyle gürültü yapmaya başladı. Bazen boş, boş bir noktaya bakmaya ve uyudu ğu anlarda sürekli sayıklamaya başladı. Özellikle gece vakitlerinde uykulu vaziyette kendi ni bilmeden konağın odalarını dolaşır oldu. Bazen de gecenin bilinmeyen bir vaktinde kona ğın bahçesine çıkıp kara dut ağacının dibinde saatlerce yarı uykulu gözlerle otururdu. Dü -şündükçe düşünür ve olmadı diyerek aynı şeyi defalarca düşünür ve en sonunda da düşün mekten mest olurdu. Uyanıp tam haliyle kendine gelince sessizce odasına dönerdi. Pek ta bidir ki bu durum Dilan’ın gözünden asla kaçmaz ve durumu hep şerre yorardı.
Etrafı taş duvarla çevrilip, üçerli üç sıra halinde toplam dokuz katran ağacı direk üze rine düz dam mimarisiyle 1344 yılında yaptırılan Lamos Emir Musa Paşa Camisi içi ve ön mahfili mütedeyyin Müslümanlar tarafından sabah namazından itibaren doldurulmaya baş landı. Namaza çok gelen olduğu için üst kattaki kadınlar bölümü de dolduğundan sohbete iştirak etmek isteyen kadınlara yer kalmazdı.
Bunda iki bayramın aynı güne rastlaması büyük etken oldu. Ramazan Bayramı birin ci günü Cuma günüydü. Cuma Bayramı ile Ramazan Bayram aynı gün kutlanacaktı. Her za -man olduğu gibi sabah namazının edası müteakip derviş Büğülü Baba yine camide vaaz ve sohbet edecekti. Civar obalarda yaşayan Türkmenler hem dervişin sohbetine katılmak hem de soydaşlarıyla bayramlaşıp Cuma Namazını kalabalık cemaatla kılmak için Bayram Nama zından önce binekli veya bineksiz olarak Lamos’ a doğru akın akın gidiyorlardı. Amaçları iba detin yanısıra namazdan önce ve sonra diğer obalardan gelen soydaş dostlarla hoş sohbet, hasbihal etmekti. . As-19-
Çiçek Muğarından ve cami önünde ki çeşmeden akan Susannı suyundan “Zemzem” niyetiyle suyunu dolduran beyaz yaşmaklı kızlar, kadınlar ve nineler dervişin sohbetini dinlemek için cami penceresi önünde, saçak altında biran evvel yerlerini almak istiyorlardı. Aceleleri vardı. Gecikirlerse caminin saçağı altında yer bulmakta güçlük çekebilir ve dervi- şin sesini daha iyi duyamazlardı.
İşin içinde derviş Büğülü Baba olunca Aspir, sarı zemin üzerine allı, morlu ve mavili motiflerle bezenmiş yaşmağı başına geçirip bağladı. O’nu en iyi şekilde duyabileceği pence renin yanında ki duvarın dibine erkenden oturdu. Büğülü Baba da maiyetin de ki müridleriy le sabah namazından önce camiye teşrif etti. Sabah Namazın edasından sonra sohbetine başlamak üzere kürsüye geçip hasbi hal etmeye başladı.
Derviş baba öncelikle İslamiyeti benimseyen ve obalarda, yaylaklarda ve diğer yer leşim yerlerinde yaşayan Müslüman kişilerin uygulamada karşılaştığı dinsel sorularına açık lık getirdi. İslami konularda gerekli eğitim ve bilinçli uyğulamadan yoksun olan kişilerin ya şadıkları tereddütleri açıklamalarıyla giderdi.
Bilahare “İslamı yaşamaya çalışan mütedeyyin Türkmenlerin, kendilerinden önce bu topraklarda yaşayan gayri müslim kişilerden gördükleri ve duydukları dinsel ritüelleri istem dışı benimsedikleri ve günlük yaşamlarında islam adına bilmeden uygulamaya başladıkları ve böylece cahil kişiler arasında uygulanan İslamiyetin hurafe ve bid’at ile dolu olduğunu belirtti. Bunun üzerine soydaşlarımızın Müslümanlık anlayışının islamiyetin özünden uzak -laşmaya başladığını üzülerek gördüğünü anlattı. Ayrıca maalesef bu tür hurafenin, bid’atın artarak devam ettiğini “ belirtti.
Nitekim; “* Kabirlerin üzerinde dini günlerin gecelerinde mum yakılması, * Evlerin duvarlarına uğur olması için ölmüş hayvan kafasının asılması, *Doğada yetişmiş büyük ağaç dallarına çaput bez parçası bağlanması, * Çocuğum olsun diye kapı kapı dolaşarak Allah’tan başkasından şefaat dilenilmesi, *Bu fani alemde zenginlik için bazı yerlere para atılması, yapıştırılması, * Ezan okunurken köpek uluması, baykuş ötmesi, *Kapı eşiğine oturulmasının uğursuzluk sayılması, * Mala, mülke ve çocuğa nazar boncuğu takılması, *Hasta olan çocuğun iyileşmesi için kundak içinde köyün çevresini dolaştırılması, * Soğan, sarımsak kabuğu yakmanın günah sayılıp insanı fakirleştirmesine inanılması, …gibi ve benzeri mahiyette ki uygulamalarınız ile alışkanlıklara bir anlam veremediği, tüm bunların “ Bid’atı Seyyie” yani (Kötü Bid’at) olduğunu ve bunlara itibar, rağbet edilmeme -sini” açıkladı.
As-20- Bu tür yanlış şeyler, müslümanlıkla asla bağdaşmaz . Bunlar Peygamber efendimiz (sav) iki cihan güneşinden sonra kötü niyetli kişilerce ortaya çıkarıldığı için islam diniyle alakası ol - madığını ve itibar edilmemesini ” istedi.
Sohbetin devamında ; “ Peygamber Efendimiz(s.a.v.) bir Hadis-i şeriflerinde:
(Şüphesiz ki sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı Kur’an dır. Yolun en hayırlısı Hz. Muham -med’in(s.a.v.) yoludur. İşlerin en şerlisi sonradan uydurulan Bid’atlar, dır. Her bid’at ise sapıklıktır.) buyurmaktadır.” der.
Ayrıca; “ Hurafe ve Bid’at, Müslüman kişiyi şirke götürebileceği için bu konu da çok dikkatli olunması gerekir ve İslam alimleri bu mesele için Peygamber Efen dimizin (s.a.v.) başka bir hadisi olduğunu belirtirler: (“ Kim ki benim bir sünnetimi ihya ederek ( mutluluğa kavuşturarak) insanların onunla a- mel etmelerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksilmeden on ların sevablarının bir katını almış olacaktır. Kim ki bir bid’at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid’at ile amel eden lerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır.” buyurur, der.
“Allah’ın(cc) kelamı Kur’anı Kerim ve Peygamber Efendimizin(s.a.v.) sünnetinde olma yan bir şeyi sünnet gibi göstermek veya Rasulullah Efendimizin (sav) söylemediği bir sözü söylemiş gibi aktarmak, buna göre ibadet etmek yalancılıktır. Böyle bir şeye vesile olmak ri yakarlıktır. Sonradan uydurulan yanlışların, batıl inançların müslümanlıkla ilğisi, alakası ke- sinlikle yoktur.”
“Hz. Allah’tan(cc) başka kimse gaybı ve kullarına mal, mülk,ilim, servet, sağlık ile ço cuk verip, vermeyeceğini bilemez. Gaybı, ancak bilmesini istediğim Peygamber bilebilir.” Bir hadisi Şerifte; “ Varlığı istediğime ve ilimi isteyene veririm” belirtildiği için bu fani alemde kimin zengin, kimlerin fakir olacağı ve kimin fakirken zengin olup kimlerin servetini kaybederek bir lok maya muhtaç hale geleceğini Allah’tan (c.c) başka kimsenin bilmesi mümkün değildir. Mal, mülk, ilim, sağlık, hastalık, çoluk-çocuk ve ömür ve her şey Yaradanın uhdesindedir.”
“Yedi gök ve yerde bulunan herkes Allah’ı (cc) tesbih eder. Her canlı ve bitkiler bunu kendi lisanı veya melekesiyle yaparak (Allah’ı) zikreder. Cenabı Mevla tarafından yaratılıp da O’na secde etmeyen, O’nu zikretmeyen nesne yoktur. Bu melekeler yaratılan canlıların özüne, benliğine daha yaratılmadan önce verilmiştir. Biz dışımızdaki canlıların bu devinim- lerini bilemediğimiz, anlayamadığımız için ezan vakti bazı hayvanların hareketlerini, ses çı- karmalarını uğursuz addederiz. Bu bize göredir. Halbuki , Allah(c.c) halim, bağışlayan ve ko ruyandır”. Ayrıca“ nazar, kaza ve beladan, kötülüklerden korunmak istiyorsanız; evvel emir de Allah’a sığınınız. Kur’anı Kerim okuyunuz ve her zaman bol bol dua ediniz. . As-21-
Cenab-ı Hak’ka (cc) ulaşmada en kestirme yolun, halis dua olduğunu unutmayınız. İnsa- nın her iki alemde Rabbine tevekkül etmesi, sığınması ve takva içinde günahlardan sakı narak yaşaması sonucu Rabbinin rahmetine nail olur.”
“Nitekim Emirü’l Mü’minin Hz.Ömer (ra), bid’atlar ile mücadele etmek için Hudey biye Antlaşması sırasında Efendimizin altında oturduğu Rıdvan ağacına sonradan bazı Müs lümanlarca aşırı derecede saygı ve hürmet gösterilmesi üzerine kestirmiştir.”
“Zira başlangıçta çok masumana ve halisane duygular taşıyan bazı düşünceler ve i- yi hareketlerin daha sonraları suistimal edilmesi muhtemeldir. Esasında Allah Rasulu Efen- dimizin (sav), bu dünyada geçen yaşamına ait her hatırasına sahip çıkmak, o nesneleri koru mak, gözetmek ve saygıda kusur etmemek çok güzel bir duygu ve vazifemizdir. Ancak, bu a ğaç altında oturmak zamanla ibadete dönüşecek endişesiyle Hz Ömer, engin bir basiret ör -neği göstererek gelecekle ilğili tedbir amacıyla ağacı kestiriyor. Böylece Bid’atı (Kötü) Sey -yie olmasını önlüyor.”
“Soydaşlarım esasen, tüm bu yanlış anlamaların ve uygulamaların en önemli nedeni dinimizi yaşamada gösterdiğimiz cahillik ve nefsimizin esareti altında olmamızdır. Bizler bi- rer nefis kurbanı, kölesi olmamalıyız. Müslümanlıktan bi haberiz. Aksine nefsi duyguları ru humuza köle etmeliyiz. Nefis, insandaki kötü vasıfları toplayan ve şehvet ve gazabın başlan gıcı olan şeytani duyguların ta kendisidir.”
“Müslümanlar, nefsin bünyesinde yer alan manevi hastalıklardan olan kibirden, gu- rurdan, bencillikten, garazdan ve kendini beğenmişlikten (narkistlikten) mutlaka arınma- lıdır. Nefis içimizde yaşayan ve gölge gibi dolaşan şeytanın ta kendisidir. Bu şeytani duygu- lardan ancak, Kur’an’ a bağlı kalarak, öğretileri doğrultusunda yaşayarak ve nefsi terbiye e derek kurtulunması mümkündür. Ruhumuz özü ne dönmelidir. Ruhumuzun özü Hz. Allah’- tan (cc) ve bedenimiz ise topraktandır..”
“Her Müslüman bu dünyada bilinen veya bilinmeyen kötü duygulardan ve hasta- lıklardan arınan tüm benliğiyle, halisane kalbiyle Hakk’ka ibadet etmeli ve takva içinde ya şamalıdır. Rabbine (cc) karşı sorumluluk bilincini yüreğinde hissetmelidir. Bilerek veya bil- meyerek aklen yada fiziki organları, azaları vasıtasıyla işlediği tüm günahlarından tövbe, is tiğfar ederek Yaradana sığınmalıdır . Allah (cc) merhamet eden ve bağışlayandır.”
“Bu dünyada ve ahirette Allah’ın (cc) rahmetine nail olmak istiyorsanız, O’ na tevek kül etmelisiniz. Bunu yapmayan Müslümanlar, yaşam tarzları itibariyle nefislerinde gurur, kibir, narkistlik, kazanma hırsı ve bencillik… gibi nefsi duyguları beslerler. Her nefes alıp ver meleri, buna hizmet içindir. Kalpleri körelmiştir. Terbiye edilmeyen nefis, şeytanın kendisi -dir. Hakk’ka (cc) kul olmamak; kibirlilikten bencillikten, kendini beğenmişlikten, kısacası Ya radan’a kafa tutmaktan, dik başlılıktan kaynaklanmaktadır.” .
As-22-
Üstüne üstlük egolarını tatmin etmek, kibirini yükseltmek için ise: “ Benim kalbim tertemiz, Haram yeyip içmedim ve boğazımdan haram lokma geçmedi. Her kes kendine baksın…” diyerek Cenab-ı Allah’a (cc) teslimiyetten uzaklaşırlar. Her daim “ Ben, Ben, Ben” diyerek benliğin esaretinden kurtulamazlar. Bu dünyada ki amel leri için hem savcı, hem de hakim postuna bürünerek iyilik timsali olarak kendilerine apayrı bir değer biçerler, Verdikleri kararla kendilerini yüceltirler.
“Bu düpedüz şirk olsa gerekir. Zira insan kendini, gereğinden fazla önemsedikçe Hakk’tan (cc) o derece uzaklaşır. Kendini, mısır firavunları misali ilahlaştırır. Müslümanın bu şirkten kurtulması, Hakk’ka (cc) dönebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için mutlaka çok samimi ve içten duygularla yüksünmeden tövbe etmelidir.”
“Müslüman, elleri ve gönlünü tüm berraklığıyla Hakk’ka (cc) açarak af ve mağfiret dilemelidir. Geçmişte bilmeden safca yaptıklarından pişman olup, tüm günahları için tövbe etmeli ve bağışlanmasını istemelidir. İşin özünde kendi kendinin muhasebesini, öz eleştirisi ni yapmalı, akıbetini sorgulamalıdır. *Ben neyim ?, *Nerden geldim ?, *Niçin buradayım ? , *Nereye gidiyorum ?, * Yol azığım hazırmı ? ...gibi soruları hep kendine içtenlikle sormalı ve mutlaka cevabı bulmalıdır. Bu ce vabın gerektirdiği doğrultuda salih amel kazanmak için günah sayılan eylemden sakınarak yaşamalıdır.
“Hakk’ka (cc) yönelişin adımlarını fecri saadetin bereketiyle atmaya azmetmelidir. Bu azim; kibiri, gururu, benliği ve şehvet duyguları ile mal hırsını yok edip nefsi terbiye e –der. Rabbin (cc) nazarında mütevazi bir kişilik kazandırır. Yoldaki karıncayı bile incitmez ha le getirir. Hz.Ebu Eyüp’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte: (Kim Allah (cc) için mütevazi olursa Allah (cc) Onu ve şanını yüceltir.) buyurulmaktadır. Birbirmize karşı bu düstur da olmalıyız.”
“Mütevazi kişiler kendini bilendir. Kendini bilen, Hakk’kını (cc) bilendir. Hakk’kını (cc) bilen ise; adaletten, tevazudan ayrılmayan ve bu dünya nimetlerine, şatafatına tamah etmeyen ile nefsini terbiye edebilen, Allah (cc) rızasını kazanan Halilullah Müslümandır.
“Rab’bini bilen için bu dünyada ki en büyük nimet zamandır. Bu zaman, Allah’a dost olabilmek, O’nun rızasına mazhar olabilmek için değerlendirilmelidir. Bahşedilen zaman, in sanların rızasından çok Allah (cc) rızası kazanmak için sarf edilmelidir. Rabbinizin huzurun - da nefsinizi kötü duygulardan, arzulardan temizlenmiş olarak bulundurulmalıdır. Bu dünya zamanını salih amelle değerlendiren kişiler dünyevi ve uhrevi alemde rahmete kavuşacak ve inşallah Cennet-ül Alada yer bulacakdır.”
Dervişin, anlattıklarını can kulağıyla dinleyen Aspir, duyduklarından çok memnun ol du. Her daim dervişle arasında ruhi bir bağlantı olduğunu biliyordu. . As-23-
Böyle bir konuşma yapacağını hissetmişti. Sohbetin devamında bunlara ilaveten: “ İnsan kalbi, ruhani alemin özelliklerine uygun olarak yani Hakk’ kın (cc) özünden yaratıldı ğı için Allah (cc) ve Mürşid-i Kamiller ile irtibat kurabilecek vasıftadır. Bunun en basit örne- ği ise Hiss-i Kalbel Vuku ile yetkilendirilmedir. Önsezinin gücü ve yetkilendirilme derecesi Müslümanın Allah’a (cc) dostluğuna, yakınlığına ve sünnete uygun yaşam tarzına bağlıdır. Yaşam sürecinde tüm benliğinle Allah rızası için makbul bir şeyler yapıp, özveride buluna- caksın ki Cenab-ı Hak karşılığını ihsan eylesin. Önce ben bu gün Allah için ne yaptım diyerek mizanını yapacaksın.”
“ Allah(cc) kulu olarak insanın, dini vecibelerini yerine getirme melekesi ve Rabbine bağlılık, dostluk derecesi arttıkça mütedeyyin insanlar (Keramet) le ödül lendirilerek Ermiş, Eren, Evliya, Salih, Veli, Kutup, Gavs, Halilullah, Mürşid-i Kamil mertebesine ulaşmaktadır. Bu zat-ı muhteremlerin cümlesi mana erleri, önderleri ve gönül sultanlarıdır. Sözü, özüne uygundur. İçi ve dışı birdir. Emrolunduğu gibi dosdoğrudur. Dünya malı, muhabbeti bilmez ler ve buna gözleri, gönülleri kapalıdır. Yetkin bilgi, güzel ahlakla teçhiz edilmişlerdir. Şeh-vetten, şöhretten uzak durmuşlardır. Cenab-ı Hakk’ kın (cc) rızasında taht kurmuşlardır.”
“İman ve takva içinde ki yaşam biçimleriyle müminlerin rehberi, Peygamberimiz Hz. Muhammedin (sav) varisleri ve Allah’ ın (cc) yakın dostu olmuşlardır. Bunların kim olduğu- nu, nerede yaşadıklarını bizlerin bilmesi mümkün değildir. Kendilerini asla bildirmezler. Ba karsın dağda bir çoban, köyde bir nalbant veya müşkülat içinde yaşayan bir gariban veya sevilmeyen bir kişidir”.
“Bu alemde kim, kimin dostu, yakını ve akrabası bilebiliriz. Fakat , kim Allah’ın (cc) dostu, Cenab-ı Hakk (cc) kimi dost eylemiş, kime Keramet bahşetmiş bilmemiz asla müm- kün değildir. Bunlar ulvi ve mürşit kişilerdir. Bir kelamıyla gönülleri fed eder ve bir işmarı ile zamanı durdurur ya da bir el hareketiyle musibetleri önlerler, darda kalanların yardımı na koşarlar. Bunun için (Kul daralmayınca, kalben yardım istemeyince Erenler, Evliyalar ve Hızır yetişmez imiş ) derler. Tabi tüm bu eylemleri bu zatlar Allah’ın bilgisi dahilinde ve ver- diği güç, keramet doğrultusunda yaparlar “ diyeceğini Aspir yüreğinde hissetti.
Aspir’in kalbi, dervişinin manevi tasarrufu altındaydı. Mütamadiyen nurlandırılır ve Hakk’ka (cc) bağlılık ve günahdan sakınarak yaşaması için feyizlendirilirdi. Tüm benliği ve varlığıyla Rabbine (cc) teslim olmuştu. Bu bağlılık ve teslimiyet aslında dervişi vasıtasıyla Resulu Ekrem (sav) Efendimize ve Rabbine (cc) doğru kısa yoldan daha çabuk uzanıyordu. Kur’an-ı Kerim de emir olunduğu şekilde islamı yaşaması için derviş Büğülü Baba, evvel e- mirde bir rehber ve ruhları dalaletten (sapkınlıktan) hidayete (doğru yola) yönlendiren mür şit kişiydi. Ana ve baba ile çocukları arasındaki gibi Rableri yolunda katıksız gönül dostuydu lar. Lakin bu zatı muhteremin yüceliğini çoğu insanlar bilemiyordu. Esasında bu tür zatlar da bildirmek istemezdi
As-24-
Doğası gereği nur ve nazar sahibi olan derviş Büğülü Baba, bahşedilen basireti, ke rameti ve feraseti (zeka) sayesinde Aspir’in haleti ruhuyesini çok yakinen biliyordu. De -vamlı irtibat halindeydi. Onu hep gözetip himaye ediyordu.
Böylece Cenab-ı Hakk’tan (cc), Hz. Peygamber Efendimize (sav) vahiy olarak gelip bilahare Mürşid-i Kamil Allah (cc) dostu zat-ı muhteremlerin gönlüne ulaşan ilham, dolan feyzler ve ilahiyat nurları, kalpten kalbe sevgi, saygı ve içten bağlılık yoluyla Aspir’e doğru coşarak çağlayıp akıyordu. Bağlılığın gereği sağlanıyordu.
Allah’ ın (cc) ; toprak, hava, ateş ve su maddelerinden yarattığı insanın cismani be deni, diğer kişilerin cismiyle gıyaben göz göze, diz dize görüşmesi mümkün olmasa da; özün den yaratıp bedenin içine üfleyip barındırdığı ruhun, Allah’ın (cc) inayetiyle diğer ruhlar ile görüşmesi, bir araya gelmesi ve fikri istişarede bulunması fevkalade mümkündür. Bunu bil- memek, öngörmemek cahillik ve bilgisizliktir. Cenab-ı Mevlanın (cc) gücünden, kudretinden bi haber olmaktır.
İnsan; “Beden” denilen etli, kemiksel bir iskelet ve bunun içindeki ruhtan müteşek kil olarak yaratılmıştır. Bu dünya için bahşedilen ömrünü tamamlayıp ahirete, yani öteki aleme intikal edince, ölünce; fiziki beden kabirde toprağa ve ruhu ise Rab’bine (cc) döner. Burada asıl ölen bedendir. Ruh ise Cenab-ı Hak’kın (cc) huzurunda yaşamakta olup ölme - miştir. Hesaba çekileceği “ Mahkeme-i Kübra” gününü beklemektedir. Ölen Müslümanın ameli kesilir, “ Kiramen Katibin Me lekleri” vazifesi tamamlanır. Artık Amel Defteri kapanır.
Sadece bu fani alemdeyken hayırlara vesile olacak şekilde geride “Yararlı İlim” , “Sadaka-i Cariye” (Amel kazandıran cami, okul, hastane…gibi Toplumsal Eser) ve ruhu için dua ve hayır hasenat yapan “Hayırlı Evlat “ bırakan mümin kişinin Amel defteri kapanmaz, açıktır. Melekler hayırları yazmaya devam ederler. Söz konusu eserler kullanıldıkça ve kul- lanan, istifade eden kişiler Allah (cc) rızası için dua ve istiğfar ettikçe ve çocukları ruhu için Kur’an-ı Kerim okuttukça, adına sadaka verdikçe, kemiğini sızlatmadıkça bağışlanan tüm dua ve sevaplar Amel Defterine yazılır, işlem görür.
Ayrıca islam dinine gerek sözüyle ve gerekse uygulamaları ile kötü Bid’atların (Bid’atı seyyie) girmesine neden olup müminlerin bunlarla amel etmesine vesile onların Amel defterine de günah yazılmaya devam edilir. Yani dinde; kötü işe ön ayak olana, ele başılık yapana da bu iş ve uygulama terk edilinceye kadar, buradan hasıl olan günah yazılır.
Ölen insan, hayırla anıldıkça ruhu anan kişilerin yanına gelir. Ruhu mesut, bahtiyar olur. Şayet azap görüyorsa, bu azaplardan ruhu kurtulur. Cennet-i Alaya kavuşması kolayla şır. Şayet rahmetli olan kişi, İslama ve ahlaka uygun olmayan davranışları nedeniyle kötü ni yetle anılırsa ruhu cehendem çukurunun dibini boylar ve daha çok azap çeker. Pek tabiidir ki azap çekmeyi kimse arzu etmez. .
As-25-
İnsanın, bedeni ile uzuvlarını yönlendiren ve hükmeden ruhu olduğu için mahşerde hesap gününde bu organlar ile birlikte dünyadaki mevcüdat şahitlik edecektir. Günahın tec ziyesi, cezasıda ruha uygulanacaktır. Sevabın taltifi ve mükafatı da ruha uygulanacaktır. Bi rinci derecede sorumlu olan ruhtur.
Yani Müslüman bir kişinin çocukları; ölmüş ana, baba ve ataları, kandaşları için kur ban keserse, en azından beş vakit namazın ardı sıra Kuran’dan Üç ihlas ve bir Fatiha süresi okursa veya özel olarak Kuran-ı Kerim okutursa, Hatim indirtirse, Sadaka verirse, Yolcuya ve muhtaca yemek, aş yedirirse, her daim duasını eksik etmezse ebeveynlerin günahları af folunur ve Amel Defterine sevap yazılır. Bu dualara ve salih amele nail olan ölmüş kişilerin ruhu şad olur, sevdiklerinin hatırlanmasından dolayı mutlu olur.
“Hayırlı evlat; Cennet-i Ala’nın, anaların ayağı altında ve babaların kalp dilinin ucun da olduğunu bilip buna göre maddi ve manevi tüm kazanımlarını önce Allah (cc) sonra ana, baba rızası için harcayan kişidir. İşte evlat hem bu hayatta ve hem de uhrevi alemde bunun için aranır ve yetiştirilir. Nefsimizi kibirlendirsin diye değil.”
Dervişi Büğülü Babanın sohbetinde söylemek istedikleri hususları bir bir kalbinde hisseden Aspir; bir erkek çocuk uğruna konaktan tüm kızları ve damatları ile çok sevdiği se vimli torunlarını uzaklaştıran babasının acınacak haline iyice üzülür. Yaptıklarına bir anlam veremez. “ Akl-i melekesinin kuşatma altında olduğunu, bunun için aklı selim düşünemedi ğini” düşünür.
Esasında babasının “ bulunduğu konum itibariyle bu fani alemde daha fazlasını, iyi sini ve takdire şayanı yapmaya müsaitken maalesef incir çekirdeği dolduracak kadar hayır, hasenat yapamadan ve bu güne kadar yaptıklarının da hayrı göze gözükmeden ahirete inti kal edeceği malum olur. Ayrıca on kızın, bilumum torunların yanı sıra hükmettiği beyliğin tüm obalarında ki soydaşlarından hayırlı bir dua alamayacağı gibi Allah (cc) korusun belki de adından hayırla bahsedilmeyen bir kişi olabileceğini ” içinde sezinler.
Derviş Büğülü Baba sohbetini namaz vaktinden önce tamamladı. Bayram namazının eda edilmesinden sonra caminin önünde tüm Müslümanlar kucaklaşarak birbirleriyle bay- ramlaştı. Emir Musa Paşa Bey camiye mücavir obalardan gelen soydaşlar, hem bayramdan iki hafta önce vefat eden “ Kaplan Ağa” nın annesi taziyesi hem de ahirete intikalin birinci bayramı olduğu için oba evine doğru yol aldılar. Kaplan ağanın misafirlerine ikram edeceği sabah yemeğine iştirak ettiler.
Yol boyunca derviş Büğülü Baba ile Kocabeyoğlu kendi aralarında hararetli şekilde bir konuyu tartışıp durdu. Fakat tartışılan konunun boyutu çok ciddi olduğu her iki tarafın yüz çizğileri ile vücut dilinden belli oluyordu. Hatta kaplan Ağa’nın obası önünde kıl çullar üzeri ne serili bez dokuma desenli yazğılar ile oluşturulan upuzun yer sofrasın da taraflar ayrı ay-. As-26-
rı yerlere oturdular. Birbirinin yüzlerini dahi görmek istemiyorlardı. Camiden çıkıştan bu yana yolda ne olduysa sanki aralarından kara kedi geçmiş, ayran içip ayrı düşmüşlerdi.
Emir Musa paşa Camii, yarım yumurta şeklinde olan ve pınar, ardıç, andız ve meşe ağaçları ile kaplı oval bir tepe üzerine yapılmıştı. Bu tepe camiyi, hem selden hem de dep remden koruyacak konumdaydı. Tepe üzerinde bir cami ve bir de Beyoğlu’nun konağı var dı. Caminin su ihtiyacı Susannı’dan getirilen kaynak sudan karşılanmıştı. Camiye bitişik bir konaklama yeri ile talebelerin ders göreceği mekanlar vardı.
Lamos’da geçen dönemden beri yaşayanların veya sonradan gelip buraya yerleşen müslümanların obaları, tepenin kuzey doğusunda ki derenin öteki yakasındaydı. Işılak de resi kışın ve baharın gürül gürül akardı. Burası güneye doğru meyilli olduğu için çok iyi gü- neş alıyordu. Fakat ağır kış şartlarında kıra yağan karların baharla erimesi ve yağan yağmur la birlikte oluşan sel ve taşkın suya karşı korumasız bir yerdi. Karların erimesi sonucu olan sel, hep çardak ev ile küçük baş hayvan ağılına zarar veriyor ve bazen can mal kaybına ne- den oluyordu. Hatta metrelerce kar yağan bir kış ayı sonunda, baharın ani sıcaklarıyla bir likte erimenin hızlı ve yoğunlaşması üzerine oluşan sel, bu mekanda olan tüm evleri ve çar dakları silip, süpürüp yerle bir etmişti.
Emir Musa Paşa Camisi civarına Beyoğlu izin vermediği sürece oba kurmak, ikamet için çardak yapmak asla mümkün değildi. Burası Beyoğlu’nun özel mülkiyetindeydi. Musa Paşa Camisi ve eklentisi olan han odaları ile çilehaneleri ve çeşmesinden akan zemzem ta- dında kaynak suyu Müslümanlar için toplanmak ve yakınına yerleşmek için bir bileşendi. Bunun için de Beyoğlu’nun izni gerekiyordu. Ancak zamanla Beyin eşi Dilan’ın yakınları te pe üzerinde ve konağa mücavir olacak çok yakın bir mekana ilk çardağı yapıp yerleşirler.
İşte kaplan ağanın oba evi de derenin öteki yakasındaydı. Yanı başında Beyoğlu’nun damadı Kara Davut’un çardağı vardı. Fakat çardakta kızı ve torunları yoktu. Sabah erken va kit dedeleri ile bayramlaşmak için konağa gitmişlerdi. Davut ise doğal olarak Beyoğlu’nun yanından ayrılmıyordu. Büğülü Babayla aralarında geçen münazarayı merak ediyordu. A- caba ağzından bir söz, laf kapabilirmiyim çabasındaydı. Bu durumu fark edenlerin gözleri fal taşı gibi açılmış, kulak antenleri dikleşmiş şahin misali haber kovalıyordu. Amma bir şey öğrenmek nafileydi. Meydanda yüzleri kıpkırmızı olan bir hayli ketum aktörler vardı.
As-II../…
Süleyman YILDIZ
( Lemos 5303 )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.