- 505 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
AĞLAMAK ZAAFTIR DİYENLERE ...
Bu dünyayı hiç anlayamamıştım, gördüm ki; meğer aynı dili konuşmuyormuşuz. O beni sevemedi bende onu sevemedim. Güzel olan yanı şuydu, kalmaya gelmemiştim sadece geçiyordum, iyi olan buydu vakit bizde gideriz. Hele ki gidiyoruz ya birde kalıcı olsaydık, bu berbat bir şey olurdu herhalde.
Dostlarımın yüreğine bakıyorum hepsi kırık dökük, ya geçmişten yaraları var ya gelecekten cılız umutları, toplasaydık bir sağlam bir gönül olabilir miydik onlarla bilmiyorum. Ama sen dayan, bittim dediğin yerde ben varım diyebiliriz belki de.
Ben ağlarım hem de sıkça, ağlamıyorum da ne demekmiş.? Tüm akarsuların kaynağı o muhteşem büyüklükteki kayalar değil midir? Sen ki en aciz olan kendisine bile tek başına yetemeyen insansın. Kayadan da daha taş kesilme iddiasında mısın ki ;benim yüreğimden yaş gelmez, ben güçlüyüm demek hadsizliği ile övünüyorsun? Ben taştan da beterim itirafıdır bu. Ki taş bile hayat kaynağıdır su üzerinden tefekkür ettiğimizde.
Cân kırığından hallice bir yaşam. Herkes ağlamaklı, yüreğinden ter damlıyor, kokusunu ta ciğerinde hissettiğin can yanığı. Elini uzatsan tutacak mesafede, ama dokunamayacak kadar imkânsız çaresizlikle. Gönüller uzlaşmış kendince görüşmede, bedenler kendine bile yabancılaşmış farklı yerlerde. Yaşamak zorundasın mirim, yaşama sunulmuşsun bir kere. Gitmek istediklerin yüreğinde kalmak zorundasın istemesen de. Bir arada olduklarının dilini anlamasan da ordasın, bakarsın her şeye hayretle. Her şey sana yabancı başka başka yerlerde.
Düşünürsün, ben neden anlayamıyorum diye. Sonra bakarsın ki konuşan aslında dil değil Dîl (gönül) lermiş. Onunda sahibi nerde. İnsanı yaşatan somut ta yaşadıkları değil gönülden tutunduklarıymış meğer. Onlarsa sana uzak, sen onlara imkânsız. Sadece gece ve hüzünle anarsın iki kelimeyle nefessizce özlediklerini. Bir kendine bakarsın bir de çaresizliğine, içten içe yanarsın. Yandıkça da tekrar tekrar kanarsın.
İki damla ılık bir gözyaşı damlar kucağına, durmaz akışını sayarsın damlaların, dilinden gelmeyenler kalbin kelimeleri sızar gözlerinden. Gözyaşı dedikleri ağlamak değildir aslında, ben susuyorum sen konuş yüreğimin kelimeleridir.
Herkeste ya geçmişten fazlalıklar birikmiş ya da gelecekten beklentileri eksilmiş, diriler olmuş soluk alan, nefes almayan ölü.
Bakıyorum her şeye hayretle, çok şeyi anlayamıyorum, yorumluyorum kendimce. Kâinatta yaratılan ve yaşanılanları okumaya çalışıyorum bir kitapmışçasına. Mutlaka bir sebebi vardır diyorum, yaratanın sonsuz bilgisine güvenerek. Bu tesellim oluyor, yapbozdaki eksik parçanın yerini bulmasını izliyorum, sonra görüyorum ki; öyle olması en isabetli duruşmuş. Sonra aklımın küçüklüğü beni utandırıyor bir kez daha. Haddimi bilip tevekküle sığınıyorum sonra bir sonra ki parça da buluşmak üzere.
Asıl yürekliler ağlar hatta bunu iddia ediyorum, çünkü yüreği olan anlar, anlayan da elbette ağlar. Ağlamanın en güzel halidir insan.
Yakışmasaydı insana Allah neden versindi ağlamayı? O neyi amaçsız yaratmıştı ki?
Güçlü insan ağlamazmış. Ama ben ağlıyorum, evet çokta güzel ağlıyorum. Ağlamak ki insanın isyansız çığlığıdır. Beni görüp gözeten, hüznümü bilen, güç versin diye…
Zehra Asuman-Denemeler
02.08.2012
YORUMLAR
Bende yazdığım deneme ile yazınıza eşlik etmek isterim...
Ölmek için en güzel neden yaşamak değil mi? Hicran bir gidiş, himaye ise bir yara hala içimizde … Ruhumuz ile yaşamak, bedenimiz ile ölmek tek derdimiz değil mi?
İhtimam, bütün sebepleri kendi içinde ayakta tutmaya çalışırken ,ardı sıra ayakta duran bütün hazır düşünceleri bile yerle bir ettik. Üşenmedik bozucu ne varsa hepsine göz kırparak düşünce diye yanımıza alıp yola devam ettik. Ne gelenlere bir bardak su verdik ,ne gidenleri uğurladık. Avucumuzda biriktirilen rahneleri birer birer yakıp kül ettik, yine durmadık .Geçmişi ,darboğazlarda kalınca bi’çare diye hatırlayıp üzerimize giymeye kalktığımızda ,bunu da beceremedik..
Düşünemedik ,günler kısalır zaman an’ olunca ,yavaş yavaş onarılamayan koca şehirler yarattık, içini bilinmeyenlerle doldurup azap çeken insanlarla doldurduk. Oysa kolaycılık ,koca bir anlam yüklü insanı basitleştirerek onu kurturmayı düşündük.
Günbegün gittikçe tükenmenin aslına varamadan, tükenmenin sadece yaşlanmakla eş değer olduğunu ,senelerin bize bir hak, yaşın ise bir akıl büyümesi olduğu büyüsüne sımsıkı sarıldık.
Önce insan oluruz. Dünya insanla doluyken, sonra insan ararız var oldukça. Kahır mektupları aldıkça azap çekeriz yaşadıkça. Çekilen bütün acılar, ruhumuzun ömrünü uzatırken, bedenimizde hapsolan ruhumuz yavaş yavaş ona kavuşur oldu.
(...) En büyük korkularımız kendimizi sorgulamaya başlayınca mı ortaya çıkar ? Aslında bizim olmayan lakin bir emanet gibi bizde hep var olan akıl, bütün bu yaşadıklarımızı bir görüntüden ibaret kılsa, insanoğlu yine böyle amansızca dünya için kendini ne kadar parçalar ? (...)
En büyük sorgu, en küçük bizden başlasa , dünya yine böyle zalim kalır mı ?
(...)
Kalbi dolduran tiksinti ,kalbe bulaşan darlık savsatası. Sıkıntıların evi gönül, matemin diyarı göz yaşları. Şimdi tapınmanın tam sırası ve tanrının sofrasında susmanın tam zamanı !
Önce taşlar ufalanır gözlerimde, sonra toprak olur bedenimde…Bir ağacın dalında yeşeren yaprak, bir yaprağın üzerine oturan güneş, bir güneş ışığına dokunan yağmur kadar buharım. Bir damla yaş ve uyuyan evren…. Dudaklarım tapınır sözlerine, öylesi bir ırmak akar ki gözlerimden ,biraz ilerde taşan gölde, boğulmuş olurum sözlerinde…
Hani ezber edilen dualar, dudaklarımıza kendini yerleştiren tanrı, şimdi o duaları kelimelerimizle dinlemekte …Gövdemizde çalan ruh, melodisini duyan insan. Korkularını gizlediğinde bir arının zevk için bala düşmesini intihar sayıyor. Sense düştüğün kalbinde kendini değil; kelimelerini arıyorsun…
İhtiras egemen güzelliğine, fırtına gibi geçen ömür, ne gökyüzüne üzgün ne yeryüzüne üzgün. Sararan yüzüne düşen ne varsa, hem kibrine hüzün, hem kalbine hüzün… Konuş ruhunun içine, dilin sökmezse eğer kendini düşün…
Artık tan ağrıyor, Tanrı aşkını paylaşan ne varsa, yine Tanrı oluyor…Kalbi dolduran tiksinti meleklerin kanatlarında birer insan, birer can….İlerde bekleyen yolcu ruhundan arınıyor…Ve ey Tanrı ! Beni var eden ben’i, yine sen nasıl olmakta ? Ruhun kalbime nasıl da bulaşmakta…
Hala o cehalet, hala o tecahül ve hala o beni semsemleştiren techil . Bir ırk uğruna yıkanan dünyanın ötesinde kalanlar, bir haz duygusunu kirli sularda arayanlar ve yıkanan bedenlerini aynada temiz bulamayanlar... Susun ! Dünya küçük, evren küçük, Oysa insan ne kadar büyük ! Buruşturulan bir anlam, unutulan bir zaman ve zaman içinde yakılan bir an’kadar olanım . Ahh Tanrım ! Gözlerimde her gün büyürken sen, korkularım kalbimde birer tiksinti... önce sen, sonra sen, şimdi sen büyüdükçe ömrümün için de, ölü bir günde, bende kaybolan sen. Ahh Tanrım ! Bir daha sen, beni kendinde var etsen !
saygılar
Zehra Asuman
Zehra Asuman
İki damla ılık bir gözyaşı damlar kucağına, durmaz akışını sayarsın damlaların, dilinden gelmeyenler kalbin kelimeleri sızar gözlerinden. Gözyaşı dedikleri ağlamak değildir aslında, ben susuyorum sen konuş yüreğimin kelimeleridir.
Zehra hanım gerçekten yine güzel bir yazı kaleme almışsınız
tebrik ederim
kaleminiz ve yüreğiniz daim olsun
saygılar...
Ağlamak insana en yakışan duygudur. Gözyaşı özyaşıdır ve durudur. Keşke insanlar özyaşını akıta akıta ağlayabilselerdi.
Tebrik ve saygımla.
Zehra Asuman
***
insana mahsus yada insanilerin yaşadığı bir duygu bu..
varolun saolun katkınızdan dolayı teşekkür ederim...