Karpit ---- Bir Kaportacı Edebiyatçı Hikayesi-
Cesurduk. Bileğimize güvenerek türlü şiirler yazdığımız gibi bu işin de üstesinden gelecektik elbet. Yıllar yılı bu atölyede çalışmışlığımız vardı; kaç dükkan gezdik ben de bilmiyorum. Ama bu tezgah hiç değişmedi. Ter akıttığım penseler kaporta çekiçleri hiç değişmedi. Ruhu aydınlatan sabah güneşiyle saat 06:45’de açardık dükkanımızı.. Tevekkel tü Taallah...
Bir karanlık; çok değil biraz sonra aydınlığa kavuşacak bir karanlık ile yanan kaynak hışırtısında pek nazikçe elimi uzattığım o beton duvarların biraz sonra ekmek olup cebime bir kaç kuruş kazandıracağını bildiğim saatlerdi bunlar. Ustamın mutlu tebessümüne ben de katıldım ve nicedir tavsiyelerini dinlediğim o nimet kokulu pür şevkli kapıdan içeri girdik... Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün iş çok dedi. Sonra bilmediğim bir cümle daha çıktı ağzından karpiti değiştir. Karpiti değiştirmeyi bilmiyordum oysaki elime aldığım uzun anahtar ile kazanı sökerken o iğrenç koku ile baş başa kaldım. Bana döndü ve " Ne o beğenmedin mi ? Sana ekmek kokusunu sunarken bir nimet sen burun kıvırıyorsun ! Kenara gel ben hallederim." Neden böyle dediğini bilmiyordum sadece sustum. Ve kokudan kurtulmak için dükkandaki devrik bir arabanın içinde oturmaya başladım. Bilmiyordum ki dükkanda yapılacak ilk iş takımların yerlerini kontrol etmek yapılacak işleri bir sıraya koymak ve bugün ayrıca gelen müşterilere daha sonraki günlere randevu yazmak imiş. Usta dedim. Buyur evladım dedi. Bizim bu yaptığımız işlerden müşteriler memnun mu ki ? Bu soruyu sorarken onun sanatkarlığını bilerek kasti olarak sorduğumun farkına vardım. Allah bilir ya ekmeğini taştan çıkarırdı. Bak evlat dedi. Bu sana altın bilezik ister kullan ister kullanma ama bil ki evveli müşteri memnuniyetini sağlayacaksın. Sonrası da rabbülalemine kalmış. Senin rızkını verir Sen böyle şeylere kafanı hiç yorma oradan bana levyeyi ver önce şu çamurları ayıralım şasiden. Bu bizim muhtar amcanın arabasıymış çok yerinde çürük var tıpkı insanlar gibi vurdukça yeni çürükler çıkıyor. O yüzden ustam fazla karıştırmazdı orjinalliği gitmesin diye başka yerlerine dokunmadan işi fazla büyütmeden yamasını yapar bitirirdi. Bir çay kap gel de sana bir şeyler anlatayım dedi. Koşar adımlar ile çay ocağından Ferdi Tayfur eşliğinde çayları demleyen abimizden cıgarasından dökülen efkar ile 2 çay dedim. 100 kuruş bıraktım çayların buğusundan belliydi az sonra bir hayat bilgisi dersinde olacağımız. Öğretmenim bana böyle şeyleri hiç anlatmazdı. Halbuki hayatta iki kere ikiden öte çok şey vardı... vardı da bizlere hiç anlatılmazdı. Bir yudum aldım ki içim ısındı. Bak oğul bu iş bittikten sonra şu aracın sahibine telefon açacağız parçaları alıp almadığını soracağız bil ki aldıysa o işi bırak gitsin yapma... Neden demekten alıkoyamadım kendimi. Neden usta ? Hazır parçaları da var getirir takıveririz işte... Evladım derdi parçayı alan deyyus getirmesini de bilir. Ben çok gördüm böylelerini bizim üzerimizden parça alır ne arabasını almaya gelir ne de parçaları vermeye... Tarladan mahsulünü kaldırmadan getirmez paraları getirse bile eskik verir seni beni üzer. Şimdi çok konuşma da boyacı İhsan abine git selamımı söyle elinin boş mu dolu mu olduğunu öğren gel....
Yollar uzun bitmek bilmiyor kavak ağaçlarından ötede bir leylek lakırdısı. Kediler balıkçı barınaklarından nasıl şişman gövdelerini sergiler gibi sokaklardan geçerse ben de öyle gidiyordum. Elimdeki simitte duacısı olduğum nimete millete vatana şükür ısırıkları vardı. Birazdan İhsan ustanın dükkanına varacaktım lakin; ne diyeceğimi ne soracağımı unuttum.
-Hayırdır bizim oğlan ?
- Selamunaleyküm ağabey
- Aleykümselam ustan mı gönderdi seni ?
-Evet eee evet ağabey ama
- Tamam sen ustana söyle bugün elim boş merak öğleden sonraya şu içerdeki külüstürün boyasını atacağım göndersin elindeki işleri.
- (nerden bildi ki ? anlamadım) Tamam ustam hayırlı işler.
-Sağol evlat sana da
Ne garip ben daha konuşmadan hatta küçüçük beynimin içinde nerelere kaçtığı bilinmeyen sorguyu ne çabuk anlamıştı. Yol boyu bunu düşündüm. Dükkanımıza az kalmıştı. Pencerelerden soğuk limoni bir kahve rengindeki yosunlar güneş ışığı ile parlayarak uyuşuk esnafın dükkanını açışını temsil ediyordu. Öyle ya biz ezandan hemen sonra açardık dükkanı. Nimetullah melekler tarafından bu vakitte dağıtılırmış öyle derdi ustam.
Ustaaaa ! ustaaa İhsan abinin dükkanı boşmuş. Tamam evlat şu kaynağın ucundan tut hele. Usta bunda ne var da böyle güçlü yanıyor ? Bunda mı az evvel tiksindiğin burun kıvırdığın karpitin gücü işte evlat. Bu sözlere alışık değildim ben kendimi bir an da mahçup bir vaziyette karpit kazanına bakarken buldum. Meğer ekmeği kazanmak için önce kokusuna sonra da yanan 300 derecelik o kıvılcıma ihtiyaç varmış.
Selamunaleyküm !
Aleykümselam Osman hocam.
Ya bizim arabanın ....
Uzaktan boğuk boğuk bir konuşma geliyor sanki ikisi de meşakatli bir iş yapar gibi... sonra gözler bana çevrildi.
Kim bu der gibi burnunun ucuyla beni işaret etti. Ustam da söyledi bana dair bir şeyler ben daha bir şevk ile işimi yapar gibi arabanın altına uzandım ve maşpiyel denilen kısmı ana gövdesinden ayırdım. Gözüme kaçan tozdan ziyade kalın ağlarıyla dev gibi bir örümcek üzerime atlamasıyla yerimden fırladığım bir oldu. Gayrı sen hesap et dedi ikisi de... Kaç yıldır bu araçta kimseden bî haber yaşamaktaymış ama ne hikmet ki biz onu yuvasından ettik. Onun orada ne işi var diye soracaktım ki aklıma bir kıssa geldi. Peygamberimizi de koruyan o yüce varlık örümcek değil miydi ? Sonra sustum ve bu küçük misafiri yolcu etmek için gazete kağıdını aldım ve onu doğasına ait olduğu makama bıraktım. Çocukluk işte oynamaya başlamıştım onunla ben bir an ekmek davasını, kazanacağım harçlığımı falan unutmuştum.
Evlat oyunun bittiyse işimize devam edelim. Hemen koştum yanına ....
Akşamüzeri bir davetsiz misafir hükmünde paltosundan kibir ve böbürlenme ile karışık bir toz akan yaşlı huysuz biri geldi. Bir miktar para uzattı. Ustamın rengi değişti. Morali bozuldu. Hayırdır ustam demeye hacet kalmadan kepenkleri indir sesiyle irkildim... İlk defa böyle oluyordu bu vakte kadar akşam olmadan hiç kepenkleri indirmez, esnaf ağabeylerle yorgunluk çayı içilmeden eve gidilmezdi. Şaşırdım doğrusu. Ekmeğin peşinde olan bizler için garip bir duygudur dükkanı erkenden kapatmak....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.