- 695 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Sarıkamış
Sarıkamış
zemheri kışın soğuk günleri
aylar ocak’ı zorladığında
soğuklar düşmandan daha tehlikeli
iliklerimi donduran kıyımın ortasında
buzdan adamlar ormanındayım…
Murat Nehri Havzası boyunca Ruslar
ve Kars’tan Türkistan’a uzanan vaad edilmiş topraklar…
postallarının altı
kurutulmuş kavun kabuğundan
yazlık donlarıyla savaşan
her on beş metreye bir cesedin düştüğü
ve köpeklerin insan eti yemekten domuz kadar büyüdüğü
ölüme ıslık çalan dağlardayım…
sen Enver
von schellendorf’un hediye ettiği
beş milyon sterlin ve
karargahında berlin aşifteleriyle fink atarken
askerler açlıktan postallarını kemirmekteydi
ammavelakin
karla süslü Doğu Anadolu
sadece çetin yeryüzü şekillerinden müteşekkil bir toprak parçası değildir
nehrin üzerindeki buz bir gün elbet kırılır Enver
çölün ateşinden alıp beyaz ölüme terk ettiğin
öksüzlerin ahı tutar
bıçaklanır martıları suların
tifüs
soğuk, açlık
ilkel insiyakların
ve turan
vatan sağolsun enver vatan…
sabah şekersiz üzüm hoşafı
öğle yok
akşam yok
ekmek yarım
göz pınarınızda sıkışıp kalmış bir damla gözyaşıyla
her üşüdüğünüzde onları hatırlayın…
Josef Kılçıksız
Sarıkamış: Tarihin mikrokozmosunda beyaz bir cehennem
Tabular ve ideolojiler arasına sıkıştırılmış bir tarihçilik anlayışı ve milliyetçi bir romantizmle kutsanan bu muharebenin amacı vatanı savunmak falan değildi, aksine Sarıkamış, Rusya’nın Kafkas cephesinden çekilmesini fırsat bilerek "belki biraz toprak kazanırım" düşüncesiyle, herhangi bir tehdit algısı olmadan, agresif bir konseptle başlatılmış bir muharebedir.
Osmanlı’nın o günlerdeki genelkurmay başkanı zaten Türk değil, bir Alman generaliydi. Çarlık Rusyası’na karşı bir güney cephesi açarak müttefik Almanya’yı rahatlamak için,on binlerce insanın, Alman Emperyalizmi’nin kuyruğuna takılmış bir siyasi iktidarın turancı hayalleri doğrultusunda, doğrudan ölüme gönderildiği Sarıkamış, bir cinayettir; ve bu cinayetten “destan” çıkarmak akla zarar bir tutumdur. - 39’a varan soğukta ayaklarında çarıklarla, hayalperest bir plan uğruna maceraya atılmış Mehmetçikler, Türk tarihinde hala kabullenilememiş bir facianın kurbanları olarak anılmak yerine, tarih manipüle edilerek, her nasılsa bu facianın kahramanları yapılmışlardır...
Alman arşivlerinde gördüğüm çarpıcı bir resimde, yol kenarlarında üst üste yığılmış ölülerin yanında, yöresinde at, eşek, katır gibi hiç hayvan ölüsü olmaması dikkatimi çekmişti; Mehmetçik yayan olarak derin karların içine sürülmüştü...
Askerlerimizin silahları kar eriyince yüzeye çıkmıştı. Bir tanığın anlatımına göre, bölge halkı bu silahları topluyor ve aşiretlere satıyordu.Tanık, ’ bu silahlardan 6 at yükü tüfek de bizim aşirete getirilmişti’, diye anlatıyor…
Kısacası Sarıkamış, beyinlerini egolarının ardına itmişlerin ile binbaşılıktan tuğgeneralliğe, ihtilalciliği ve padişah damatlığı sayesinde yükselmiş birinin ürünüdür.
Sarıkamış’ın sonuçları üzerine spekülatif varsayımlar yaparsak;
Sarıkamış’ta o kadar asker kaybedilmeseydi, Osmanlı Doğu’da zayıf düşmeyecek, Ermeni "tehcir"’ine belki gerek duyulmayacaktı.
Sarıkamış’ta kaybedilen gençler o zamanlar Osmanlı’nın en kültürlü ve eğitimli insan sermayesini oluşturuyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra bilgili ve vasıflı insan kaynaklarına çok ihtiyaç vardı, eğer orada o eğitimli insanlarımız kaybedilmeseydi, Atatürk önderliğindeki Türkiye’nin şekillenmesi farklı olabilirdi.
Ayrıca Sarıkamış’a güneydeki 2 taburdan biri gönderilmişti, bu nedenle Güney cephesi görece zayıf düşmüştü bu da daha sonra Misak-ı Milli içinde yer alan Musul ve Kerkük’ü kaybetmemizi kolaylaştırdı.
Ayrıca Sarıkamış bozgunu nedeniyle Osmanlı’nın Kuzey İran’daki kazanımları da tehlikeye girmişti.
Macera uğruna dağlara karışan binlerce insandan geriye kalan silik anılar vardır, kafalarımızın içinde beyaz bir kor sıcaklığıyla durmakta olan bu anılardan bana kalan, bir kitap ve bir de eski tablosu Deniz hanım’ın… bir elinde sigarası, bir elinde kahve fincanı balkonda oturmuş denize bakıyor… kırk yılın hatırına Allahuekber Dağları’nda yitirdiği eşini arıyor…
bir an için tarihin karanlık odalarına giriyorum, ortalık kardan heykeller nedeniyle aydınlanıyor… odanın duvarına yaslanmış bir asker, karnını doyurmak için, tezeğin icinden buğday tanelerini ayıklarken duvardaki bir yazı dikkatimi çekiyor : ‘öldürmek için ölmek yerine, yaşatmak için ölenler şehit olarak anılmalı!’
josef Kılçıksız
YORUMLAR
Elinize, emeğinize, yüreğinize sağlık sayın hocam.
Şiir de, yazıda çok güzel.
Tarihimizin hazin ve hatta en esef verici sayfasının tüm kılçıklarını hem de kılçıksız resmettiğinizi görüyor ve gözlüyorum.
Korkunç bir bozgundan zafer çıkartmaya kalkmak elbette safsata olur. Tek mermi atmamışlık ögesi akıllara zarar.
Sarıkamış faciası olmasa arz ettiğiniz olumsuzlukların hepsi olumluya dönebilirdi de. Çokta inanılır biçimde ortaya koymuşsunuz.
Evet 2'inci Meşrutiyetle beraber ihtilalci olarak süratle yükselen Enver Paşa ve avanesinin sorgulanması ve eleştirilmesi de her zaman olmalı ve olacaktır da. Enver paşa'nın hızlı yükselişi üçlü sacayağına oturur. İhtilalciliği, saraya damat olması ki -bir mecliste Enver paşa evlendi diyen birine meşhur şair ve hiciv adamımız Süleyman Nazif, Enver evlenmedi saraylandı diyecektir- Nihayet 1913 de gerçekleştirilen Babıali baskını ve Edirne'nin geri alınması etkili olacaktır.
İttihatçıların gençliği, tecrübesizliği, toyluğu ve Merhum sultan Abdülhamit'in de devrilmesine sebebiyet veren Masonluğun imparatorluk içerisinde yükselmesi gibi ögeler yaşananlarda önem arz eder elbet. Meydan Larousse'un 2'inci Abdülhamit maddesinde 1909 sonrası muazzam toprak kaybıyla birlikte özellikle de Cihan harbiyle beraber Sultan Hamid'e karşı imparatorluk aydınları arasında genel bir saygı ve teveccüh uyandı denir. Ne ki, atı alan Üsküdar'ı geçer. Atatürk Türkiye'sinin çok büyük yoksunluklarla başlaması, başlamak zorunda kalması bahsinizde anahtar teşkil eder kuşkusuz.
Yalnız eleştirilerinde eleştirisi bilmem mümkün ve hatta faydalı mıdır? Hatta bu mükemmel paylaşımın yanında pişmiş aşa su katmak etkisi yapma ihtimalini de göz ardı etmeden.
Yanlışsam düzeltin lütfen. Sözgelimi Enver Paşa'nın ihtiras ve kaprisleri bahsi. O dönemlerin öne çıkan paşaları arasında Hafız Hakkı paşa vardır. Balkan Harbi bozgununu yaşamış ve o sıralar tecrübelerini aktardığı "BOZGUN" adlı bir de eser yazmış bu subayımızdan İstanbul bir rapor ister. 1914 de Erzurum da görev yaparken sanki Balkan harbini yaşamamış ve ordu da bozgun üzerine eser yazmamış gibi İstanbul'a verdiği rapor da harekat için şartların uygun olduğunu bildirecektir. Düşünsenize Enver Paşa İstanbul'dan doğu da ki şartlara tam vakıf olamayabilir de. Diyebiliriz ki efendim o konumdaysa vakıf olacak. Elbette bilmesi lazım. Fakat bu bilmek nasıl mümkün olur? Cephe gerisinden gelen raporlarla değil mi?
Yine İttihatçıların Osmanlı'yı harbi Umumi'ye apar topar soktuğu bahsi ya da İngiltere ile girseydik veya 1917 de girseydik söylemleri. Elbette Amerika gibi sonlara doğru girebilsek Mondros mütarekesinin ağır şartları yaşanmayabilir,1914 de İmparatorluk coğrafyası olan topraklar elimizde kalabilir ve hatta Osmanlı'nın yıkılışı 1918 de olmaz da 2'inci Dünya savaşı sonrasına kalabilirdi. Son ibareye mim koyun lütfen. Olur mu öyle şey be ya! Diyen dostlarıma şunu hatırlatmak isterim. Asya da veya Afrika da İngiliz ya da Fransız egemenliği altında olan çok ülke bağımsızlığını 1945 sonrasında kazanmadı mı?
Yalnız burada bir husus elbette çok belirgindir. Öyle ki, Osmanlı'nın ömrünün uzamasının İngiliz ve Fransız sömürge imparatorluklarıyla kıyaslanması hayli güç olacaktır. Şu kadar ki, 1'inci Dünya harbinin görünür ve apaçık sebebi büyük devletler arası rekabet ve dünya paylaşımı olsa da örtük sebebi Osmanlı'yı yok etmek ve Siyonizm'in çıkarları etrafında düğümlenir. Açıkçası sürtük! Bir harpten söz ediyoruz vesselam.
Yani Osmanlı, Almanya yanında değil de İngiltere yanında da savaşa girseydi sonu farklı olmazdı derim. Zaten bu yüzden İngiltere yanında harbe girme çabalarımız İngiltere nezdinde kabul görmeyecektir. Sanıldığı gibi İttihatçılar Almanya'yı birincil düzeyde tercih etmediler. İngiltere ile harbe girmek için diplomatik çabalar vardır. Fakat İngiliz parlamentosunda Churchill dışında bu çabaya sıcak bakan olmaz. Açıktır ki, İngiltere biraz Napolyon vari yaklaşabilseydi, ki bilirsiniz-Napolyon muhtelif savaşlarında, düşmana kaybettiğinde silahını müttefikine çevirir. Mesela İspanya ile İngiltere'ye karşı savaşır ve kaybeder. Derhal İspanya'ya saldırır ve onu yener. Yine Avusturya ile Prusya'ya karşı harp edip yenilir, fakat hemen akabinde Avusturya'ya saldırır ve kazanır- Şimdi efendim bunun gibi İngiltere nihai olarak yıkmak istediği Osmanlı ile müttefik olmayı kabul edebilseydi, hani yahu biz Osmanlı'yı yıkmayı hedeflemiyor muyuz, nasıl ortak hareket ederiz şeklinde cart curt yapmasaydı böyle bir ittifak pekala mümkün olur ama sonunda yine İngiltere harbin devamında Osmanlı'yı da yıkma siyaseti izlerdi. Çünkü 1917 tarihli Balfour bildirisi incelenirse İngiliz siyaseti ve uluslararası siyonizmin ittifakı ve hedefleri karşımızdadır.
Peki Almanya ile beraber savaşı kazansaydık ne olurdu? O zaman da ülkemizi bir Alman işgali bekliyordu demek acep mübalağa mıdır? Çünkü harpte bize yardım eden, önemli teknik destek sağlayan Alman subay ve askerlerin aileleri de ülkemiz topraklarında yerleşmektedir. Yani harpten galip çıkılsaydı bir Alman nüfuz ve tasallutunun bizi bekleyip beklemediği ciddiyetle sorulmalıdır.
Sözü uzattığım için ve sürç-ü lisan etti isem affınızı istirham ederken,
Tekrar emeğinizi ve kaleminizi kutlarım hocam.
Saygı ve selamlarımla..
Bir tutam hayat
Tarihe objektif bakmak bu şekilde olur.
Kutluyorum yazarını.
Her cümlesinin altına imzamı atıyorum.
Güzel bir çalışma.
Sunumu da gerçekten mükemmel.
Müthiş bir akıcılık ve okuyucuyu kendine bağlama becerisi.
Anlatılanlar,
kelimesi kelimesine doğrudur.
Bir hiç uğruna, binlerce vatan evladı Sarıkamış'ta ölüme gönderildi.
Belki niyetler kabul edilebilirdi ama,
uygulama yanlıştı.
Sadece bilgisiz, tecrübesiz Enver değil,
koskoca bir devi,
bence Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra Osmanlı tahtına oturan en büyük hükümdarı, zalimce, haince alaşağı edenlerin hepsi sorumludur bu faciadan.
Sadece faciadan mı?
Koskoca bir imparatorluğu, üç yılda tarumar edişten de tabi ki.
31 Mart sonrasında,
Bulgar dağlarındaki çetelerle kol kola girerek İstanbul'a yürüyen,
ülkesini gerçekten seven bir padişahı aşağılayıcı bir şekilde tahtından indiren herkes sorumludur bu facialardan.
Birilerine mok atıp, diğerlerini temize çıkarmak doğru değildir.
Suçlu, her zaman suçlu kalacaktır bu milletin vicdanında.
Ahh Ah Enver'i kutsayan, tabulaştıran, taltif edenlerin beyinleri nasıl temizlenir ki? Askeri, siyasi strateji bilmeyen, kibrinden burnunun ucunu bile göremeyen Mehmetciği kurta memleketi puşta teslim eden adamın, aslında hiç de adam olmadığı nasıl anlatılır? Ki Sarkamış'dan kahramanlık hikayeleri yazılmasın.