4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1240
Okunma


Derdest edileli altı aydan fazla olmuş, hala adi bir suçlu gibi ailemle bile görüşmeme izin verilmemişti. Ne Mehmed Bey’le ne de başka beylerle konuşamamıştım. Ailem ve diğer beyler benim burada tutulduğumu biliyorlarmıydı? Bilseler bir şekilde bana ulaşırlar diye düşünüyordum. Öyleyse kimsenin haberi yoktu. Nasıl bir tuzak içerisindeydim? Zamanında bana herşeyini emanet eden, can dostum diye hitap eden Mehmed Bey nasıl olmuştu da beni böyle sorgusuz sualsiz hücreye tıktırabilmişti? Hücrede bulunduğum sürede bu sorularla boğuştum durdum ve artık kimsenin beni aramadığını farkedip umudumu kestim.
En kötüsü de zamanında benden emir alan muhafızlar bile hain olduğumu konuşup bana tiksinen gözlerle bakıyorlardı. Bir iki tanesiyle konuşmaya çalıştıysam da kesin bir dille reddettiler. Aileme haber götürmeleri karşılığında ne isterlerse vereceğimi söylediğimde gülüp geçtiler. Artık onlara derdimi anlatmaktan vazgeçmiştim. Sadece bu durumdan kurtulup ailemi de alarak buralardan uzaklaşmak için dua ediyordum. Yine sabah namazından sonra uzun uzun dua ettiğim bir gün, nöbet değişimiyle gelen bir muhafız parmaklıklara yaklaşarak beni izlemeye başladı. Bir süre gitmesini beklesem de bakmayı sürdürdü. Oldukça rahatsız oldum ve duayı keserek ayağa kalkarken muhafız etrafına bakındıktan sonra eliyle bana gel işareti yaptı. Tedirgin olmuştum. Bana bir fenalığının dokunmasından korkuyordum. Çekingen adımlarla yanına yaklaştım. Muhafız hafifçe eğilerek konuşmaya başladı:
-Allah kabul etsin beyim.
-A-amin?
-Beni hatırladınız mı?
-... Kusura bakma zihnim çok karışık. Malum bulunduğum durum..
-Haklısınız beyim, affedin. İsmim Hüseyin, iki sene evvel bir cuma namazında size hasta oğlumun durumunu arz etmiştim. Artık ümidi kesmiş, ölmesini bekliyorduk. Sonra siz Bey’in hekimlerini göndermiştiniz, ardından da bir kese altın. O günden beri ailecek duacınızız.
-Evet şimdi hatırladım Hüseyin, Allah razı olsun. Oğlun nasıl daha iyidir inşallah.
-Hiç olmadığı kadar beyim, sizin sayenizde, ama buraya teşekkür etmek için gelmedim.
-Ya niçin?
-Mümkün olursa borcumu ödemeye geldim. Muhafızlardan burada tutulduğunuzu duymuştum. Ben de gidip oğlunuza durumu anlattım.
-Oğluma mı? Biliyorlar yani öyle mi, şükürler olsun.
-Evet beyim, oğlunuz bir kaç hafta önce beni arkadaşınız Arslan Bey’le görüştürdü. Arslan Bey’in bir planı var. Buyrun bunu size yolladı.
Arslan’ın adını duyduğumda gözlerim parlamıştı. Çocukluğumuzdan beri arkadaştık. Babalarımız da silah arkadaşıydı. Arslan çocukluğunda da gürbüz bir çocuk olduğundan her daim beni korumuştu. İşte şimdi yine benim arkamı kolluyordu. Hemen Hüseyin’in bana uzattığı mektubu okumaya başladım.
"Sevgili dostum, lütfen durumu bu kadar geç farkettiğim için beni affet. Ancak bey senin bir takım görüşmeler yapmak üzere Mirza Han’a gönderildiğini söylüyordu. Zaten Hüseyin haber vermese uzunca bir süre öyle sanacaktık. Ancak büyük bir tuzak içinde olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. Aileni dün gece Bursa’ya gönderdim. Şimdilik Mehmed Bey’in ulaşamayacağı tek yer orası. Ama sonrasında neler olacağını Allah bilir. Harabelerde küçükken saklandığımız binanın içine atını hazırlattım. Silahların, kıyafetlerin ve olabildiğince yiyecek ata yüklü halde. Hüseyin gece nöbetinden biriyle yer değişti. Gece herkes uyuduğunda seni o çıkaracak, ondan sonra kendi başınasın. İlk olarak Timur’a gitmeni isteyeceğim senden. Gidip başımıza bela olan bu üç adamla ilgilenmelerini söylemelisin. Sanırım başka çaremiz yok. Allah yardımcın olsun. Umarım tekrar görüşürüz."
En umutsuz olduğum anda Hüseyin hayatımı kurtarmıştı. Yapılan bir iyiliğin, bir hayrın nerelerde insanın karşısına çıkacağını kim bilebilir? Şükürler olsun ki karşılıksız yaptığım bir şeyin karşılığı en beklemediğim anda çıkagelmişti. Tabi Arslan’ın benden rica ettiği şey hem külfetli hem de tehlikeli bir işti. Yapıp yapamayacağımdan emin değildim ama şu anda heryer buradan daha iyiydi. Ailemin de güvende olduğunu bilmek beni daha da cesaretlendirmişti.
...
Gün boyu bekleyiş sonrası geceyi zor ettim. Heyecan ve sabırsızlık ayrıca bir aksilik çıkma olasılığı sinirlerimi iyiden iyiye germişti. İşler yolunda gitmezse ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Hüseyin de benim için hayatını tehlikeye atıyordu, bunun sorumluluğu da üzerimde büyük bir yüktü. Bol bol dua ederek işimin rast gitmesini diliyordum. Gece nöbet değişiminde Hüseyin gelerek elimi sıktı ve beni rahatlatmaya çalıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Hüseyin etrafı iyice dinleyip herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra gelip hücremin kapısını açtı ve takip etmemi söyledi. Yukarı çıkan merdivenleri ve avluyu sorunsuz geçtikten sonra sıra avludan çıkmaya gelmişti. Ancak avlunun çıkışındaki büyük kemerli kapının önünde her zamankinden fazla asker olduğunu farkettik. Hüseyin hiç endişe etmeden geri döndü ve arka taraftaki koruya bakan duvardan atlayabileceğimizi söyledi. Bu duvar, Bey’in kaldığı evin hemen yakınındaydı. Tam duvarın bulunduğu açıklığa gelmiştik ki, Bey’in evinin karşısındaki evden o uğursuz Hürmüz çıktı. Gitmeden onun işini bitirmeliyim diye düşündüm. Hayatımı karartan ve Bey’in aklını zehirleyen bu rezil adamdan kurtulmalıydım. Dişlerimi sıkarak Hürmüz’ü izlerken, Hüseyin beni aceleyle kolumdan çekerek saklanmak için Bey’in evine sürükledi. Kapıdan girdiğimizde ise olan olmuştu, Mehmed Bey’le burun buruna geldik. Mehmed Bey şaşkınlıkla donakalmış vaziyette ismimi sayıklarken ben de saçma bir şekilde durumu açıklama girişiminde bulunuyordum. Bu bakışmayı bozan Hüseyin oldu. Tereddüt etmeden kılıcının kabzasını Bey’in kafasına indirdi. Ben gayri ihtiyari müdahale etmeye kalkıştım, her ne kadar beni zindanda çürütse de hala benim Bey’imdi ve Hürmüz’ün yaptığı bir büyünün etkisinde olduğunu düşünüyordum. Hüseyin beni tutarak geri çekti:
-Merak etme beyim, sadece bayıldı. Bu durumda yapılacak başka bir şey yoktu.
-Haklısın, fakat uyandığında senin kurtuluşun olmayacak.
-Sen meraklanma beyim, senden sonra ben de buralardan gideceğim.
-Sanırım senin için en iyisi bu olacak. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır Hüseyin.
-Şimdi sırası değil beyim acele edin.
O sırada Bey’in parmağında duran yüzüğü gördüm ve Timur’a anlatacaklarımı ispat etmek için güzel bir kanıt olacağını düşünerek eğilip parmağından çıkardım. Bu esnada kapıdan Hürmüz girdi ve girmesiyle üzerime atlaması bir oldu. "Bırak o yüzüğü" diye bağırarak boğazımı sıkıyordu. Ben de onun boynunu sıkmaya çalışırken Hüseyin onu da bir darbeyle yere serdi ve Hürmüz’ün boynundan sarkan kolyesi elimde kaldı. Üzerinde değişik semboller olan bu kolyeyi de cebime atarak Hüseyin’in peşi sıra avluya koşarken Hürmüz yattığı yerden doğrularak arkamızdan seslendi:
-Sen artık bir ölüsün Mirza!! Ölüsünnnn....
==================================================================>