2-Deus ex machina
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Derdest edileli altı aydan fazla olmuş, hala adi bir suçlu gibi ailemle bile görüşmeme izin verilmemişti. Ne Mehmed Bey’le ne de başka beylerle konuşamamıştım. Ailem ve diğer beyler benim burada tutulduğumu biliyorlarmıydı? Bilseler bir şekilde bana ulaşırlar diye düşünüyordum. Öyleyse kimsenin haberi yoktu. Nasıl bir tuzak içerisindeydim? Zamanında bana herşeyini emanet eden, can dostum diye hitap eden Mehmed Bey nasıl olmuştu da beni böyle sorgusuz sualsiz hücreye tıktırabilmişti? Hücrede bulunduğum sürede bu sorularla boğuştum durdum ve artık kimsenin beni aramadığını farkedip umudumu kestim.
En kötüsü de zamanında benden emir alan muhafızlar bile hain olduğumu konuşup bana tiksinen gözlerle bakıyorlardı. Bir iki tanesiyle konuşmaya çalıştıysam da kesin bir dille reddettiler. Aileme haber götürmeleri karşılığında ne isterlerse vereceğimi söylediğimde gülüp geçtiler. Artık onlara derdimi anlatmaktan vazgeçmiştim. Sadece bu durumdan kurtulup ailemi de alarak buralardan uzaklaşmak için dua ediyordum. Yine sabah namazından sonra uzun uzun dua ettiğim bir gün, nöbet değişimiyle gelen bir muhafız parmaklıklara yaklaşarak beni izlemeye başladı. Bir süre gitmesini beklesem de bakmayı sürdürdü. Oldukça rahatsız oldum ve duayı keserek ayağa kalkarken muhafız etrafına bakındıktan sonra eliyle bana gel işareti yaptı. Tedirgin olmuştum. Bana bir fenalığının dokunmasından korkuyordum. Çekingen adımlarla yanına yaklaştım. Muhafız hafifçe eğilerek konuşmaya başladı:
-Allah kabul etsin beyim.
-A-amin?
-Beni hatırladınız mı?
-... Kusura bakma zihnim çok karışık. Malum bulunduğum durum..
-Haklısınız beyim, affedin. İsmim Hüseyin, iki sene evvel bir cuma namazında size hasta oğlumun durumunu arz etmiştim. Artık ümidi kesmiş, ölmesini bekliyorduk. Sonra siz Bey’in hekimlerini göndermiştiniz, ardından da bir kese altın. O günden beri ailecek duacınızız.
-Evet şimdi hatırladım Hüseyin, Allah razı olsun. Oğlun nasıl daha iyidir inşallah.
-Hiç olmadığı kadar beyim, sizin sayenizde, ama buraya teşekkür etmek için gelmedim.
-Ya niçin?
-Mümkün olursa borcumu ödemeye geldim. Muhafızlardan burada tutulduğunuzu duymuştum. Ben de gidip oğlunuza durumu anlattım.
-Oğluma mı? Biliyorlar yani öyle mi, şükürler olsun.
-Evet beyim, oğlunuz bir kaç hafta önce beni arkadaşınız Arslan Bey’le görüştürdü. Arslan Bey’in bir planı var. Buyrun bunu size yolladı.
Arslan’ın adını duyduğumda gözlerim parlamıştı. Çocukluğumuzdan beri arkadaştık. Babalarımız da silah arkadaşıydı. Arslan çocukluğunda da gürbüz bir çocuk olduğundan her daim beni korumuştu. İşte şimdi yine benim arkamı kolluyordu. Hemen Hüseyin’in bana uzattığı mektubu okumaya başladım.
"Sevgili dostum, lütfen durumu bu kadar geç farkettiğim için beni affet. Ancak bey senin bir takım görüşmeler yapmak üzere Mirza Han’a gönderildiğini söylüyordu. Zaten Hüseyin haber vermese uzunca bir süre öyle sanacaktık. Ancak büyük bir tuzak içinde olduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. Aileni dün gece Bursa’ya gönderdim. Şimdilik Mehmed Bey’in ulaşamayacağı tek yer orası. Ama sonrasında neler olacağını Allah bilir. Harabelerde küçükken saklandığımız binanın içine atını hazırlattım. Silahların, kıyafetlerin ve olabildiğince yiyecek ata yüklü halde. Hüseyin gece nöbetinden biriyle yer değişti. Gece herkes uyuduğunda seni o çıkaracak, ondan sonra kendi başınasın. İlk olarak Timur’a gitmeni isteyeceğim senden. Gidip başımıza bela olan bu üç adamla ilgilenmelerini söylemelisin. Sanırım başka çaremiz yok. Allah yardımcın olsun. Umarım tekrar görüşürüz."
En umutsuz olduğum anda Hüseyin hayatımı kurtarmıştı. Yapılan bir iyiliğin, bir hayrın nerelerde insanın karşısına çıkacağını kim bilebilir? Şükürler olsun ki karşılıksız yaptığım bir şeyin karşılığı en beklemediğim anda çıkagelmişti. Tabi Arslan’ın benden rica ettiği şey hem külfetli hem de tehlikeli bir işti. Yapıp yapamayacağımdan emin değildim ama şu anda heryer buradan daha iyiydi. Ailemin de güvende olduğunu bilmek beni daha da cesaretlendirmişti.
...
Gün boyu bekleyiş sonrası geceyi zor ettim. Heyecan ve sabırsızlık ayrıca bir aksilik çıkma olasılığı sinirlerimi iyiden iyiye germişti. İşler yolunda gitmezse ne yapacağım konusunda bir fikrim yoktu. Hüseyin de benim için hayatını tehlikeye atıyordu, bunun sorumluluğu da üzerimde büyük bir yüktü. Bol bol dua ederek işimin rast gitmesini diliyordum. Gece nöbet değişiminde Hüseyin gelerek elimi sıktı ve beni rahatlatmaya çalıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Hüseyin etrafı iyice dinleyip herkesin uyuduğundan emin olduktan sonra gelip hücremin kapısını açtı ve takip etmemi söyledi. Yukarı çıkan merdivenleri ve avluyu sorunsuz geçtikten sonra sıra avludan çıkmaya gelmişti. Ancak avlunun çıkışındaki büyük kemerli kapının önünde her zamankinden fazla asker olduğunu farkettik. Hüseyin hiç endişe etmeden geri döndü ve arka taraftaki koruya bakan duvardan atlayabileceğimizi söyledi. Bu duvar, Bey’in kaldığı evin hemen yakınındaydı. Tam duvarın bulunduğu açıklığa gelmiştik ki, Bey’in evinin karşısındaki evden o uğursuz Hürmüz çıktı. Gitmeden onun işini bitirmeliyim diye düşündüm. Hayatımı karartan ve Bey’in aklını zehirleyen bu rezil adamdan kurtulmalıydım. Dişlerimi sıkarak Hürmüz’ü izlerken, Hüseyin beni aceleyle kolumdan çekerek saklanmak için Bey’in evine sürükledi. Kapıdan girdiğimizde ise olan olmuştu, Mehmed Bey’le burun buruna geldik. Mehmed Bey şaşkınlıkla donakalmış vaziyette ismimi sayıklarken ben de saçma bir şekilde durumu açıklama girişiminde bulunuyordum. Bu bakışmayı bozan Hüseyin oldu. Tereddüt etmeden kılıcının kabzasını Bey’in kafasına indirdi. Ben gayri ihtiyari müdahale etmeye kalkıştım, her ne kadar beni zindanda çürütse de hala benim Bey’imdi ve Hürmüz’ün yaptığı bir büyünün etkisinde olduğunu düşünüyordum. Hüseyin beni tutarak geri çekti:
-Merak etme beyim, sadece bayıldı. Bu durumda yapılacak başka bir şey yoktu.
-Haklısın, fakat uyandığında senin kurtuluşun olmayacak.
-Sen meraklanma beyim, senden sonra ben de buralardan gideceğim.
-Sanırım senin için en iyisi bu olacak. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır Hüseyin.
-Şimdi sırası değil beyim acele edin.
O sırada Bey’in parmağında duran yüzüğü gördüm ve Timur’a anlatacaklarımı ispat etmek için güzel bir kanıt olacağını düşünerek eğilip parmağından çıkardım. Bu esnada kapıdan Hürmüz girdi ve girmesiyle üzerime atlaması bir oldu. "Bırak o yüzüğü" diye bağırarak boğazımı sıkıyordu. Ben de onun boynunu sıkmaya çalışırken Hüseyin onu da bir darbeyle yere serdi ve Hürmüz’ün boynundan sarkan kolyesi elimde kaldı. Üzerinde değişik semboller olan bu kolyeyi de cebime atarak Hüseyin’in peşi sıra avluya koşarken Hürmüz yattığı yerden doğrularak arkamızdan seslendi:
-Sen artık bir ölüsün Mirza!! Ölüsünnnn....
==================================================================>
YORUMLAR
grafspee
teşekkürler.
Bu aralar gerilim (tansiyon) ve heyecan dolu filmler izliyorum.. Satırlara aksi hakkında da epey iyi örnekler okuduğumdan mıdır bilmem ama fikirlerimin beni yanılttığını pek görmedim.
Okuru sıkmayan, âdeta sonu gelmesin dedirten bir rengi var yazdıklarınızın. Akıcılığı kontrol ederken gösterdiğiniz itinayı fark etmemek ne mümkün..
Bu bir eleştiri olur mu bilemiyorum fakat gösterdiğiniz özen ve emeğiniz yazın sürecinizin kısa soluklu olacağını düşündürmüyor. Elbette ömrün matematiksel yörüngesi ve de ölçüsü hakkındaki gerçekleri bilemeyiz ancak yazacaksınız ihtimâli daha güçlü görünüyor.
Belli ki târih sizin için önemli. Kastım gerçekte Sultan ve de paşazâdelere olan ilginiz değil, bunu konu etmekteki ısrarınız . Buna değinme gereği duymamın sebebi de diyebiliriz.
Dikkatimi bu sayfada celb etmiş izlenimi uyandırsa da evvel okumalarımda dikkatimi çeken husus: üslûp ve her eserde "konu ve akış" üslûp sırrının ihtişamına dâir düşüncelere sevk ediyor. Yukarıda bu olgu üzerine odaklandığım için Hüseyin ile konuşma başlamadan önceki paragrafı iki kere okumak durumunda kaldım..
Bir film vardı. Bir sahnede burjuva -bu kadar acımasız olmak istemiyorum, bu kelimeyi kullanmak da istemedim ama aklımda firar vaktini kollayan kelime bu ne çâre- ya da asil bir hanım efendi diyelim, karşısındaki bayana:
- Adınız nedir,
diyor.
Aldığı yanıtın ardından ismin mânâsını soruyor. Bu sefer cevap çok iyi hatırlayamıyor olsam da:
- Adım, yâni o benim adımdır. Hani ben o değilim buyum diye bu ismi vermişler..
hemen hemen böyle bir şeydi.
Üslûbun, eli ayağı olmayabilir ve bu yüzden bir diğer esmer yâhut mavi gözle karıştırılabilir ancak! Bunun bir tanım mührü olduğunu okuyanlar ve yazanlar bilir. Değerlidir.
Akıcı bir anlatım ve duru bir söylem. Edebî eserlerin olmazsa olmazı dediğimiz bütünün en önemli unsurlarından. Örneğin, bir masala hep çiçekli böcekli kelimeler konuk edilir ve biraz hattâ birazdan daha fazla yâni çokça “cadı” da buna dâhildir ennihâyetinde herkles bilir “kötü kazanmayacaktır” bu nedenle kimse pek korkmaz. Ve aşağıdaki kelimeler bir masala aslâ teşrif edemezler:
"Argüman, dosya, maganda, asparagas, kalite, villa, otomobil, telefon, bilgisayar vs.."
Masal dediğim bir tür olabilir ancak, şeklini adı tayin etmiştir. Öykü ve diğer eserlerde hür olmak elimizde gibi görünebilir fakat bu da vaziyete göre değişecektir.. Diyorum ki yâni, biz belli bir zaman aralığına tanıklık edeceksek yazar, vakti kurcalamamıza sebeb vermeyecek kadar ustaca kurgulamalı her ama her şeyi. Konu, karakter, akış, kurgu, sözcük seçimi yâni noktasından virgülüne varana değin her ayrıntıyı elekten geçirebilmeli. Sizin ehemmiyet verdiğiniz de apaçık. Yine de söylemek istediğim şu ki ilk “cümlemdeki” bir sözcüğün yazıdaki varlığı böylesi ender görülür kıymetli çalışmalardan uzak durmalı.. Elbette bir nasa katliamı için gâyet olağan ancak, burada bilemiyorum.. Fazla mı mübâlağa yapıyorum dersiniz, olabilir.. Hattâ site forumlarında "kelimelerin ruhu" deyi bir sayfa var.. Ne zaman yazmak istesem yazacaklarımın boyutunun düşü ürküttüğü için geri adım atıyorum oysa ki çok önemli..
Ve ne güzel. İyi bir sayfada sâdece çok daha iyisi üzerine tartışmak gibi bir fırsat veriyorsunuz okura.. Düşünsenize okuduktan sonra anlaşılamamış olmayı, siz o parkurda aşılması gerekeni aşmışsınız neyse ki..
Bir de o yüzük, büyülü falan değildir umarım, yâni kahramanımız onu parmağına takmayı düşünürse bir mutasyon geçirmez değil mi.. Gerçi kaleminiz şaşırtmak konusunda hayli başarılı, yine de acı bir son istemiyoruz okur olarak.. Çoğul konuşmuş gibi görünsem de tekilim.. Yine de bir okur bir okurdur.. Ve evet, o okur bilir ki yazar okurun yorumlarına değer vermekle yetinmeli, birebir târife hûrmet şekillenmesi söz konusu olamaz.
Olabilir, darılmayacağım her seferinde son satırları bir gözüm kapalı okurum ben de yapacak bir şey yok.
-değindiğim hususu bu kadar irdelememin sebebi, olağan seyrin bir kelimeyle ne kadar değişebildiği ve bir paragrafın iki kere okunmasına sebebiyet veriyor olabildiğidir yâni bir kastım olamaz.. yine de o kolyeyi takarsa ya da yüzüğü bir vampire falan dönüşmez umarım ya da bir çip olabilir mi diyeceğim ama o dönemde öyleli bir teknoloji olamaz diyorum ve yine de adı işte:
“Deus ex machina”
Her ân, her şey mümkün kılınabilir..
Sabah sabah ne de çok konuştum.. Çünkü okudum.
Selâm ile.
grafspee
ve evet haklısınız her ne kadar yazar yazıyı kendi hayal dünyasıyla şekillendirse de, eğer yazısını başkalarıyla paylaşma ihtiyacı hissediyorsa, okuyanların da fikirlerini göz ardı etmemeli.
son olarak yüzük herhangi bir transformasyona neden olmayacak, ama yine de biraz güçleri olmalı ki, tarihin içinde fantazya kokusu gelsin :))
teşekkürler yorumunuz için.
Liyakat ! Hezeyanla üzeri örtüğünde kim bilir kaç kişi üzerinden geçecek !
Yüzüklerin Efendisi ( The Lord of the Rings) J. R. R. Tolkien yazdığı epik fantezi türündeki romanı aklıma geldi…
Her şeyden önemlisi ‘’Güç’’ kendine bir sahip aradığında bütün akılları kendine çekmeye başlar… Bu sayede etrafını saran ve ona sahip olmaya çalışan her kim varsa, önce onları savaş meydanına çekecek ve en yüksek yerden bu meydan savaşında kim kendini onun için feda ederse ona kendini teslim eder… Lakin bu teslimiyet sonrası asıl savaşlar başlar…
En büyük korkuları öldürmeyi başaran semboller ve taşıyıcısı, kollayıcılarına sunduğu gizemli ayrıcalıklar sayesinde birer önder olmayı kendilerine vazife çıkartan kim varsa nefeslerinin son anına kadar bu esrarengiz giz tarafından tüketilmiştir.
Ucunda ölümsüzlük diyarı taşıdığı sanılır. Tanrının bir sözü ya da büyük bir gücün himayesi. Koruyuculuğu altında ulaşılmaz bir güç sahibi hissi verilir. Bu hissi etrafında ona itaat eden insanların çoğalmasıyla, o kişiyi kendinden geçirir.
Ya sonra ? …
Güç kendine sonsuz ,ona sahip olanlar bu aldanmışlığı ancak onu kaybedince anlayabiliyor. Oysa yine ona bu gücü veren etrafında ona itaat eden insanlardan başkası değil.
Bir yazımda güç’ten bahsederken şunu yazmıştım :
Güç size ağlamayı emrediyor, güç sizin itaat etmenizi istiyor, güç Tanrıları hiçe sayıyor. Güçte kendi vicdanını, kendi diline, dinine, rengine ve coğrafyasına kullanıyor. Yani bu güç ,bir zamanlar kimde ise,o gücün esaretini maalesef yaşamaktan kendini kurtaramıyor. Biz o kadar Tanrı yarattık ki vicdanlarda, acaba şimdi o Tanrıların gazabına mi uğruyoruz ?
Şimdi tekrar size soruyorum, değerli dostum..
Ya sonra …?
Eminim güzel bir son ve insanları düşündürecek bir bitişle kapanacak hikaye…
Güzel ve hoş bir anlatım…Başarılar…
saygılar,sevgiler
grafspee
evet ya sonra? sonrasını kurguyla birlikte görürüz umarım. desteğin ve güzel yorumun için teşekkür ederim.