- 951 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
BİR TUTAM HAYAT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir tutam hayatın içinde nice hayatlar ve gözyaşları saklıdır aslında.
Özlemini derinden hissettiğim kimler neler ve dökmek istediğim ne çok gözyaşı birikti içimde şu günlerde yine.
İnsanların birçoğu hayatım bir roman sözünün yanılgısına düşerken. O hayatların içine giriveren küçük büyük onca insanın ve kader çizgilerinin yönünü ansızın değiştiren olayların birer rastlantı olmadığına inananlardan mısınız.
Kendilerine sunulan hayatın içinde kimin görkemli bir başrol oyuncusu. Kimin yalnızca üç beş repliği olan yaman birer figüran oldukları müthiş bir gizem değil de nedir sizce de.
Akıl fukarası olduğumu bir kez daha itiraf etmenin sırası şu an yine. Bu durumun bizim aileden gelen genlerle ilişkili olduğu bir gerçek. Akılları pazara çıkarmışlar herkes kendi aklını satın almış diye bir söz vardır ya hani. Çok doğru bir saptama bence de. Bir zamanlar çarşı pazar ve sokaklarda yaptığım anket sonrası bunun doğru bir söz olduğuna inanmıştım.
Peki benim bir seçim hakkım olabilir miydi bu anlamda. Olamazdı. Ne satışa çıkaracağım ne geri alabileceğim bir aklım vardı elimde çünkü. Çocukluğumdan bu yana duygusal lobum beni yönlendirmiştir bu güne değin.
Mahrumiyet bölgesi denilen doğu bölgelerinde gezip dolaşırken bile pilli radyo, sarı borulu gramofon ve babamın maaşını almak amacıyla ayda bir de olsa gittiği en yakın ilçeden getirdiği üstünde ARI bisküvisi yazan karton bisküvi kutusu daha birçok öte beri ve eski gazetelerin girdiği bu kerpiç duvarlarına tezekler yapıştırılmış bir evde yaşama şansını elde eden çocuklardandım. Canım annem ise Paris dergilerinden fırlamış gibi şık ve soylu görünüyordu bu duvarların önündeki fotoğraflarına şimdi baktığımda. Yılın altı ayı karlarla kaplı olsa da yolları. Belli bir mevsimde güneşin batışını seyretmek için ta İsviçre’den kalkıp buralara gelen bir hekimi. Başta süt ürünleri olmak üzere çeşitli yiyeceklerin o saf ve katıksız lezzetlerini unutmam nasıl mümkün olabilir. O yörelerden kaçıp gelen bu zamanların nankör insanlarına karşılık.
Yıllar sonra şehirlerden bir şehirde bir sabah babam saç tıraşı olmak için evden çıktı. Annemle baş başa kalmıştık kahvaltı masasında. “Anne ben tiyatro ve yabancı dil kurslarına gitmek istiyorum” dedim”
Hemen yanıtladı beni “Vallahi çok iyi olur. Git. Git tabii. Dedi tatlı bir tebessümle. Bu iki cümleyle tamamlamıştık kahvaltımızı anne kız o sabah.
“Akşam oturmasına misafir var.” Demişti kapıdan çıkarken babam. Annemden çok benim yüzüme bakarak söylemişti bu sözleri.
Akşam yemeğinde eli birkaç kez sigara paketine gidip gelen babamın bakışlarını başımı her kaldırışımda üzerimde hissetmemi bana olan sevgisinin sessiz bir ifadesi olarak yorumladım her zamanki gibi. Konuşma engelli bir aileydik ne de olsa. Masayı topladım .Havalanması için salon camını araladım. Dolan sigara tablasını mutfağa geçip çöpe boşalttım. Tablayı yıkayıp kuruladım Babam da ne çok içiyordu bu nesneyi böyle, dedim içimden üzüntüyle.
Kapı çaldı. Ellerimi sabunlamaya fırsat bulamadan açtım kapıyı. “Biz işte böyle sürpriz yaparız dedi genç kadın gözlerime muzipçe bakarak. Karı kocanın yanı sıra bir üçüncü kişi daha girmişti içeriye. Çok mahcup tavırlı bir adamdı bu. Anne ve babam hatırını sorduklarında “İyiyim. Sağ olun” demekle yetindi. İkramları sessizce kabul ediyordu. Çay servisi sırasında titreyen ellerine hakim olamamış ve çay bardağını olduğu gibi tepsiye devirmişti. Tepsiyi mutfağa götürdüm. Arkamdan gelen genç kadın, çıtı pıtı güler yüzlü modern ve akıllı biriydi. Bir devlet dairesinde memurdu. İri yarı esmer ciddi görünümlü konuşkan biriydi kocası da. Çalıştığı kurumda etkin ve önemli bir konuma sahipti. Evleri arabaları iyi bir gelirleri vardı. Gezmeyi eğlenmeyi hem seviyor hem iyi biliyorlardı. Sanat ve kültür etkinliklerinin dikkatli takipçisiydiler.
Önce babamı tanımışlardı sonra da ailece tanışmıştık bu genç karı kocayla. “Hadi sen çayları içeriye götür, sonra gel.” dedi. “Bak hayatım.” Dedi insana ağlamış hissi veren seyrek kirpikli kızarık gözleriyle gözlerime bakarken. “Ben de ağabeyin de seni çok severiz bilirsin. Çok da beğenir takdir ederiz. Böyle bir şey için kız kardeşime bile aracı olmaktan çekinirim. Ama senin için gözü kapalı girerim araya Ağabeyinle aynı yerde çalışıyorlar. İki fakülte mezunu dürüst namuslu. Ailesine de çok çok bağlı biriymiş. Böyle biri ileride kendi evine çoluk çocuğuna daha da bağlı olur. İş yerindeki kızlar gözünün içine bakıyorlarmış ama o göz ucuyla bile bakmıyormuş hiç birine. Ağabeyinin çevresinde evlenmek isteyen epey genç var. Ama sana, ailene en uygun olanın bu olduğunu düşündük. Bir kızı bin kişi ister bir kişiye kısmet olur, derler. Bir kız ister okumuş ister okumamış. İster çalışıyor ya da çalışmıyor olsun sonunda mutlaka evlilik yoluna doğru adımını atar. Bu hem tabiat kanunu hem Allah’ın emri. Baba evi ömür boyu baki değildir. Bak herkes bir yuva kurma peşinde. Her zaman da iyi biri çıkmaz insanın karşısına. Sonra kusura bakma ama senin kendi başına böyle bir şeyi başarmana biriyle arkadaşlık etmene imkan yok. Çünkü bu konuda çok yeteneksizsin. Vallahi ağabeyinle de konuştuk bunu. Gökten yağmur yerine adam yağsa sen başını kaldırıp da bu yağan nedir, diye merak edip bakmazsın bile. Senin içinde yok kızım içinde. Hadi sen gel bu çocuğa evet de. İnan çok rahat edersin!” dedi.
Pek çok ikramın yanı sıra bir de sakızlı dondurma yapmıştı tatlı niyetine anneciğim.. Onları hazırladım tepsiye. Birlikte girdik salona. Babamın gözü bende, adamın gözü genç karısındaydı. Bu işin mutfakta konuşulduğunu tahmin etmişlerdi. Ve kabul gördüğüne inanmış oldukları ikisinin de gülümseyen yüzlerinden anlaşılıyordu.
Genç adamın başı önündeydi. Annem sessiz suskun ve uzaklarda gibiydi. Geç vakit uğurladık konukları.
“Gel şöyle otur.” dedi babam oturduğu kanepenin minderine usul usul vurarak. Bedenini öne doğru hafifçe eğmiş bakışlarını dizlerinin arasında tuttuğu sigarasız ellerine odaklamıştı.“ Ben çok beğendim. Saygılı terbiyeli ağır başlı. Namuslu biri olduğu her halinden belli. Onlar da çok methettiler. Dairesinde sevilen saygı gören biriymiş. Allah her babaya evlatlarının mürüvvetlerini görmeyi kısmet etsin” dedi ve sehpadaki sigarasına uzandı telaşla. Yaktı. İlk nefesinde kuvvetli bir öksürükle sarsıldı bedeni. “Senin gibi bin tane kızı olsun insanın. Namusunla şerefinle bu günlere geldin. Hep iftihar ettik seninle. Yalnız biz mi. Bütün akrabalar. Eş dost tanıyıp bilenler. Herkes seni örnek gösterdi kızlarına küçüklüğünden beri. Ne eline ne gözüne hiçbir el hiçbir göz değmedi. Şimdi beyaz gelinliğini giyip yüzünün akıyla baba evinden çıkmak da kısmet olur inşallah. Allah yardımcın olsun kızım!” dedi.
Ben bakışlarımı oturduğum andan itibaren karşı duvardaki aplikten bir an bile ayırmaksızın dinledim babamı. Tıpkı duvar gibi sessiz, aplikteki cam mum gibi kıpırtısız.
Haklıydılar. Hem babam hem evlenmeme aracı olmak isteyen ahbaplarımız. Bir düş bile kurmamıştım bu anlamda. Anket Defteri modası vardı o yıllarında öğrenciler arasında. İçinde gençlik yıllarının heyecan ve hayallerine açığa çıkaran sorular olan. Birbirlerine verirlerdi bu defterleri soruları cevaplamaları için. Hiç bir defterde cevaplamadığım bir soruyu hatırladım. Tipiniz? Nasıl tarif edebilirdim. Hiç düşünmemiştim ki. Ama yine de farklı bir şekilde olsa da bir erkeğin hayalini kurmuştum ben de. Ve karşı cinsle olan yakınlığım hiç bir zaman bu hayalden öteye gitmemişti zaten.
Ben öncelikle yiğit bir kadın kaymakam olmayı düşlüyordum. Anadolu’ya gidip yüreğimdeki bütün güzellikleri iyilikleri aydınlıkları oralara saçmak. Bana verilen yetkileri sorumlulukları gereği gibi kullanıp önemli kalıcı ve anlamlı işler başarmak istiyordum çünkü. Ve benimle aynı idealleri paylaşan bir erkek de olmalıydı yanıbaşımda. Bir dost bir arkadaş. Ekmeğimizi suyumuzu duygularımızı en önemlisi ideallerimizi bölüşebileceğimiz. İyi günde kötü günde ve ölene dek. Hekim olması tercihimdi. Sağlık ve şifa dağıtmalıydı o da. Ettiği Hipokrat yeminini bir an bile unutmaksızın. Uzak yaban ellerdeki umarsızlara çare olmalıydık birlikte. Bu da böyle bir genç kızlık hayaliydi işte.
Kıramazdım babamı. Kırmamalıydım da. İçine hapsolduğum fanusu kıramıyordum nasıl olsa. Ama o fanus o gece kırılmıştı kendi kendine. Tüm cam zerrecikleri hücum ettikleri yüreğimi kanatıyordu acımasızca. İncelen ruhum o anda terk etti bedenimi. Yanı başında durmuş onu seyrediyordu şaşkınlıkla. Ruhsuz bir beden tek başına nasıl yaşar. Neler yapardı. Bu defa kararımı vermiştim. Peşini bırakmayacaktım ben bu bedenin. Nereye gitse ben de gidecektim birlikte. Ne de olsa yıllarca hep beraber iç içe yaşamamış mıydık onunla. Yalnız bırakmak haksızlık vefasızlık olmaz mıydı.
İki katlı bir salonda yapıldı nişan törenimiz. Beni tanıyanlar merak ediyordu bu şanslı adamı. Aracı olan ahbapların ifadesine göre de bu şanslı kızı merak ediyordu erkeği tanıyanlar da. Tam on üç ay takılı kaldı parmağımda bu sarı halka. Anne babamın alışverişe çıktıkları bir güne denk gelmişti bir gelişi de. Açtığım kapıdan “Yakışık almaz” gerekçesiyle içeriye girmemiş dönüp gitmişti. Bir gün de babamın görev yerine gitmiş İstanbul’daki işinden ayrılmak istediğini söylemişti. Oysa kısa sürede iyi bir aşama yapıp ciddi bir kurumda müfettiş konumuna gelmesi söz konusuydu. Ama o bu öneriye hiç kulak asmamıştı. “O kadar namuslu adam ki teklif edilen rüşvetleri duyunca çileden çıkmış. Tayinini bu yüzden istemiş.” Demişti aracı olan dostlarımız.
Eş adayım iki fakülte okumuş. Ciddi ağırbaşlı prensip sahibi ve babasının yokluğundan dolayı geniş ailesine hem ağabeylik hem babalık yapan biriydi. Tek böbrekle yaşadığını. Üstelik o böbreğinden de her altı ayda bir, operasyonla taş aldırdığını babama söylemişti. Bunun babam için hiç önemi yoktu. Bize geldikleri o akşam yanında sigara içmediği. Ayak-ayak üstüne atmadığı ve hemen hiç konuşmadığı için babamdan tam not almıştı zira. İşte bu nedenle sevgili babam üstüne titrediği göz bebeği kızını İç Anadolu’nun bir iline bembeyaz gelinliği içinde ve yüzünün akıyla yolcu etmişti bundan tam kırk yıl önce içi titreyerek.
Bir aspirin dahi almadığını iftiharla söyleyen. Soğuk algınlıklarını ise tavuk suyuna şehriye çorbası ve iyice bir terlemeyle bir gecede atlatan bu dünyanın en yakışıklı erkeği olan adam.. Gözünden sakındığı kızıyla ilgili verdiğini düşündüğü bu yanlış kararın kahrına ancak on ay dayanabilmişti. Beni ve torununu Allah’a emanet edip kollarımda veda etmişti yaşama. Sağlığında "Hayat bu. Ne olursa olsun sen torunumun babasısın. Kapım maddi manevi sana hep açık olacaktır" diyen babamın vefatının ardından telefonla evi arayıp "Babanızın vefatını duyunca kendi ölümümü istedim" diyecekti o da.
Tam altı ay paylaşmıştık yuva denilen aynı çatı altını. Aynı odayı ve aynı yatağı ise tam üç ay.
Elime Asa alıp ayağıma Çarık giyip dünyayı dolaşsam, sizin gibi birine rastlamayacağımı çok iyi biliyorum. Benim evliliğim bir hataymış. Ben baba ocağına dönmek zorundayım. Beni af edin lütfen!” Ettiğimiz üç cümleden en sonuncusu idi bu sözler.
Kayınvalidemin yüreğine indi adeta. Çok sevdiğim büyük görümcem mide hastalığına yakalandı. Tüm yakınları tanıyanlar cephe aldı kendisine. Suçladılar alabildiğine. İstanbullu gelin kızımız diye göz yaşı döktüler. Yıllar yıllar önce. Hala sesleri titrer gözleri dolar ancak kayıplarda bir araya geldiğimizde.
Ölümler çok oldu ailelerinde. Kendisi utandığı için nişan törenine onun kolunda girdiğim ve kendi kardeşlerimden öte sevdiğim canım kardeşim büyük kayınbiraderimi genç yaşta yitirmiştik. Gelin gittiğim o Anadolu ilinde benim arkadaşım sırdaşım olan harika insan dayılarını iki erkek kardeşiyle arka arkaya kaybetmemiz ise beni büsbütün yıkmıştı.
Adı gibi güzel olan büyük görümcemin dayısıyla aynı ismi taşıyan bir oğlu vardı. Ben tanıdığımda yedi yaşlarındaydı. Yanımızda yaşamıştı o aylarda. Manevi evladım sayıyordum kendisini. Okudu. Gıda Yüksek Mühendisi oldu. Evlendi. Üç kızı oldu. On yaşına gelen büyük büyük kızı böbrek hastası oldu. Bana hala sayın Tülin yengeciğim diye hitap eden küçük Hasancığım böbreğini verdi canı kızına. Ama yakında kaybettik yavrumuzu maalesef. Benim şu sıralardaki rahatsızlığımı biraz da bu üzüntüye bağlıyorum.
Kızımın babası biri kız biri erkek bekar iki kardeşi ve hasta olan tek böbreği ile birlikte yaşıyor. Allah selametlik versin.
Kırk yıl sonra hayatıma bir hayat arkadaşı almaya kararlıyım. Ya iş açarım başıma ya tat katarım aşıma. Hayırlısı olur inşallah. Bu bana çok sevdiğim dayılarının vasiyeti gibiydi.Şunu anladım ki ben bu hayatta. İkinci bahar hayatın en yaşanması gereken mevsimi yaşamayanlar için elbette.
YORUMLAR
DEVRİM DENİZERİ
Teşekkür ederim.
Esenlikler.
Güne düşen güzel yüreği, yüce gönlü, emeği ve kalemi içten kutlarım hanımefendi.
Yazınızı okuyunca hem mutlu oldum hem hüzne kapıldım soylu ruh.
Hayatınızda her şeyin gönlünüzce gelişmesini dilerken hakkınızda hayırlı sonuçlar doğurması da naçizane temennimdir.
Saygı ve selamlarımla.
DEVRİM DENİZERİ
Değeli yorumunuz ve güzel temennileriniz beni ziyadesiyle mutlu etti.
Selam ve Esenlikler.
DEVRİM DENİZERİ
Selam ve esenlikler.
'' Benim hayatım roman ! '' deyip dolaşır dururuz ortalıklarda. Ta ki ; bir başka canın hayatını, yaşadıklarını, çektiklerini anlayana, dinleyene kadar...
DEVRİM DENİZERİ
Selamlar.
Yaşamayan bilmez ve bilemez anlamak ve anlamam olanaksız hayat son nefesini verinceye mücadeledir,
satrançta destek tavlada kapı en az ikiyle olur,insan sorumluluğu üzerine almadıkça huzur bulamaz bulsa
da kendini aldattığını bilir,selamla.
DEVRİM DENİZERİ
Benden de selamlar.
Nasıl yorum getirmeli bu hikayeye, bilemiyorum?
Yollarını birbirinden ayıran insanlar,
genellikle kötü konuşurlar birbirleri hakkında,
kendini haklı, karşısındakini haksız kılabilmek için,
her türlü laf cambazlığını yaparlar.
Bu hikaye, bu nedenle sıra dışı olmuş.
Ayrıldığı bir insan ve onun oldukça geniş ailesi hakkında bu denli olumlu düşüncelere sahip insanlar,
yer yüzünde çok az sayıda bulunur diye düşünmekteyim.
Ne güzel bir durum.
Allah, her iki kesimin de selametini versin.
Umarım ve dilerim,
hep güzellikler, mutluluklar olur hayatınızda.
Gönlünüz ona layıktır çünkü.
DEVRİM DENİZERİ
Kendine saygısı olmalı insanın önce.
Güzel yorumunuza bir kez daha Teşekkürler ediyorum.