- 807 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Dönebileceğim Bir Yer
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Her yaz teyzemlere gideriz. Ayrı bir pencere açılır dünyamızda. Başka köşeler, başka yaşamlar görünür ordan, daha bir genişleriz. Çok farklı bir yere gitmişiz gibi gelir. Ayrı bir boyuta… Sanki bir parça daha tatlanmıştır çayımız. Sofradaki gülüşmeler, kahvaltı boyunca aralanıp duran geçmişten sayfalar yapar bu büyüyü. İki tane kesme şeker koysam da çayıma her seferinde, şekerin miktarında olmasa da tadında bir fark vardır yine de. “Bir yerden geldim ben!” dedirtir bana. “Ve bu anlatılan geçmiş de orayı anlatıyor.”
O yer her zaman yaşadığım ev gibi, benzeri onca ev arasında kaybolacak kadar büyük bir sıradanlığı çarpmıyordur yüzüme… Bir gizemi vardır. “Aslında göründüğü gibi değil hiçbir şey” derim, teyzem kadifemsi sesiyle geçmişin tozlarını savurup anlattıklarıyla onu her saniye bir parça daha parıldatırken. “Sen çok akıllı bir çocuktun” der, sanki hiç tanımadığım bir akrabamdan bahsedermiş gibi. Anlattığı o küçük kızla benim arama koyduğu bu mesafe incitmek bir yana daha da coşturur beni. O kızı tanımak isterim. O kadar fazla aşinalaşmışımdır ki kendime, küçücük de olsa dokunulmamış bir parçam kalsın isterim belleğimde. Orada benim şimdimle ilgisi olmayan, çok başka bir zaman hüküm sürüp dursun… Ve o zaman parçası içinde de ben…
Bir başlangıç noktası sunar bana çünkü bu dokunulmamış bölge. Geri dönebileceğim bir yer…
Dönebilir miyim?! Şimdi tam da bu soruyu soracak noktadayım. Teyzemlerin sofrasındaki o büyünün yıllardır ruhumu pas tutturan bu aynılıklardan beni çekip çıkarmasına ihtiyacım var. İçimdeki o akıllı küçük kızı ne zamandır uyuduğu o ayak basılmamış yerden buraya çağıracak bir şeyler yapmalıyım. Ama beni duyabilmesi için onun dilinden konuşmayı öğrenmeliyim yeniden. O dili ne zaman kaybettim, bilmiyorum. O Ermeni kızını arkadaşım olmaktan çıkardığım o anda belki de…
Eve dönüyorduk o gün. Ben önden inmiş, diğerlerini beklerken eski arkadaşımı bana şaşkın şaşkın bakarken buldum. O yaz hiç oynamamıştım onla. Oysa önceki yazlar o ve arkadaşlarıyla saatlerce tozu toprağa katar, bir çocuk olduğumu hatırlatırdım kendime. Çünkü evimde bunu unutturan bir yaşam tarzı hüküm sürüyordu. Komşular, ahbaplar dolar taşardı. Kekler, poğaçalar gırla gider; nedenini bilmediğim bir boşluk doldurulmaya çalışılırdı. Ben bir çocuk olarak arkadaşlarımla oynardım doğal olarak. Ama bir noktadan sonra eve dönmem gerekirdi. Ve her dönüşte karşıma yine o koca boşluk çıkardı. Bilincimle olmasa da sezgilerimle dokunurdum ona. Hemen her gün birileri olurdu evimde. Evim öylesine bir ev olurdu o zaman. Ben uzağa düşerdim. Yabancı askerlerin sokaklarda fink attığı, işgal altında bir ülke gibi hissederdim kendimi.
Tam olarak ne zaman hangi yana ait olduğuma dair o hayati karar’ı verdim, hatırlamıyorum. Evimizi dolduran, kısır tarifi verip kocasını çekiştiren o kadınların evrenine hangi ara atladım? Teyzemlerin apartmanında oturan o küçük Ermeni kızı ve arkadaşlarıyla oynamaktan vazgeçip teyzemin anlattıklarına kulak vermeyi tercih ettiğim o yaz tatilinden çok da uzak bir zaman önce olmamalı…
Daha, önceki yaz onlarla kahkahalarımız birbirine karışacak kadar ortak bir evren kurabilmişken; teyzemlerin dairesinin kapısına gelip beni oynamaya çağıran o küçük kıza gelemeyeceğimi iletmesini kuzenime söylediğimde, o an’a dek kendime bile itiraf edemediğim o karar’ı da ilk kez tam olarak hayata geçirmiştim aslında. Geçtiğim öyle hayati bir eşikti ki, keşke o an yanlarında sohbetlerini dinlediğim o insanlar -teyzem, annem ve benden epey büyük kuzenim- bunu fark edip “ne yapıyorsun sen” diyebilselerdi… Bunu diyecek kadar görebilselerdi beni yani.
Teyzemlerdeki misafirliğimizin bittiği o gün eski arkadaşımın bana çevrilmiş gözleri işte tam da böyle gören birinin gözleri gibi bakıyordu. Kapıya gelip de beni dışarı, oynamaya çağırdığında ve kuzenim ona gelmeyeceğimi ilettiğinde muhtemelen kapının önünde de aynen böyle bakmıştı.
Keşke gelmeyeceğimi söylemek için kuzenimi aracı etmek yerine kendim gidip, bizzat söyleseydim… O zaman o bakışlar, eşiğin hangi yanında kalacağım hakkında çok farklı yönde bir karar vermeme yol açabilirdi. O gün aşağı inmesem bile sohbetin yapıldığı odaya döndüğümde zihnimin bir köşesinde o küçük Ermeni kızı oturuyor olurdu, tıpkı o dönüş günü ben duvarda beklerken karşıdan bana baktığı o sorgulayan bakışlarıyla. Teyzemin anlattıklarına bu kadar kaptırmazdım kendimi. Dışarıdan gelen çocuk bağırışları karışırdı sohbete, beni oraya çağırıp duran. Artık bilmezden gelemezdim çocuk olduğumu. Belki hemen inmezdim aşağı, bir parçam orada kalmak için direnmeye devam ederdi. Ama usul usul akıp duran bir su gibi durmadan araya girerdi o çocuk sesleri… Hâlâ çocuk kalan o yanımla direnen yanım arasındaki henüz çok da kalın olmayan o duvarı aşındırmaya başlardı.
Ve belki de bir sabah kalbim çok farklı bir duyguyla çarparak otururdum kahvaltı sofrasına. Daha bir telaşlı, bir şeyler için geç kalmaktan korkarcasına yudumlamaya başlardım çayımı. Bir yere yetişmek ister gibi yarım yamalak bir şeyler atıştırır, yaz tatilini akrabalarının yanında geçiren herhangi bir küçük kız olurdum yine… Ve sofradakiler daha tabaklarındakini yarılayamamışken yerimden fırlardım birden… Uğursuz bir büyüyü kovmak istercesine, yüksek bir perdeden “Ben aşağı iniyorum!” derdim.
O dönüş günü duvarda oturmuş, beklerken eski arkadaşımın gözlerindeki o soruyu cevaplamak için artık öyle geçti ki! “Neden?” diye soruyordu çocukluğumun en sıcak köşelerinden birinin sahibi. “Neden bu kadar uzaklaştın bizden? Ne oldu sana?!” Cevabı ben de bilmiyordum ki! Öylece baktık bir süre birbirimize. Sanki geçen yaz benim bedenimde barınan küçük kızın çoktan göçüp gitmiş ruhunu seyrediyorduk birbirimizin gözlerinde. İkimiz de onu öyle özlemiştik ki!
YORUMLAR
defterde gezinirken güne düşen yazınızı okudum.......harika bir üslup..... okuyucuya yaşanılanları yaşatıyor
kutluyorum seçki kurulu bu işi biliyor.... saygılarımla
Mavilikler
Hayallerimizin ceplerimize sığmadığı yıllardı, o yıllar!
Yıllarımız heba oldu, hayallerimiz hala ilk bahar…
O yıllar, biz büyümemiştik!
Her doğum gününde çocuklaşıp, büyümek istememiştik!
Lakin…Hayat acı emzirdi bize!
Acıdan kurudu ergenlik sivilcelerimiz!
Büyüdük!
Tahtadan kılıcımızla bütün kötülüklere direnirken…
Kötülüğün koynunda büyüdük!
Büyüdük…
O çocuk oyunlarını, o çılgınlıkları unuttuk!
Beşiğimiz bir kenara atıldı
Yada biz bütün oyuncaklarımızı kırdık.
Bazen acılar bize tutundu, bazen biz acılara yamandık!
Bizimle birlikte şehirler büyüdü!
Bankalar…
Şirketler…
Süper marketler…
Üniversiteler…
Siyasi partiler…
Hapishaneler büyüdü!
Hormonlu yiyecekler…
Silikonlu memeler…
Markalı kıyafetler…
Salına salına gezen afetler büyüdü!
Şehirlerde acılar, şehirlerde kötülük büyüdü!
Kap kaçlar…
Vur kaçlar..
Tacizler…
Tecavüzler büyüdü!
Kavgalar…
Aldatmalar…
İhanetler…
Boşanmalar…
Kürtajlar…
Yetimhaneler büyüdü!
Biz büyürken nasıl küçüldü dünya?
Ormanlar…
Akarsular…
Göller, nasıl küçüldü?
Ozon tabakası nasıl delindi?
Kuşun kanadı nasıl kırıldı?
Karıncanın yuvası nasıl bozuldu?
Ormanlar nasıl yandı?
Sular nasıl kirlendi?
Onca hayvanın nesli nasıl tükendi?
Ekmekler çöpe atılırken, Afrika da çocuklar nasıl açlıktan öldü?
Kadın sığınma evlerinde kadınlar nasıl satıldı?
Çocuk yuvalarında çocuklar nasıl dövüldü?
İnsanlar nokta kadar menfaat için, nasıl virgül kadar küçüldü?
çok çok güzeldi...emeğinize sağlık.
şiirimi umarım mazur görürsünüz, bir an benzer duygular yaşamışız gibi geldi. saygılar
Mavilikler
Her zaman sıcak, samimi, naif ve özenlidir yazılarınız.. orada öylece sessiz, sakin ve sabırla durup, muhteşem yazılarla görünüveriyor ve devleşiyorsunuz âdetâ!
Teşekkür ve tebriklerimle...
Mavilikler
Özlem Tarhan
Edebiyat adına bir çaba benimkisi..
Sağlıkla ve huzurla kalın..