- 1065 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Büyük yemin
(öykü/deneme)
Kabıma sığamıyorum, hasreti tüketmek adına yol alıyorum, daha önce hiç görmediğim bir şehre doğru...
Yanımda oturan kadının bitimsiz sorularına cevap verişlerim gayri ihtiyari, cevaplarıma sığıntı yol bitmiyor... O ise ağırlaşan gözkapaklarıma bakmaksızın kendince sorularla benimle konuşma sevdasında, bense düş görüyorum usulca. Gözlerim gönlümün heyecanında masalsı bir uykuya bürünüyor kadının telaşlı sorularında. Nerden buluyor bu kadar soruyu diyecek oluyorum, çocukluktan muzip bir hayal takılıyor gözbebeklerime, gülümsüyorum kadına. Sevimli geliyor şimdi bana kıramıyorum onu, bir sonuca varmayacak sohbete ortak oluyorum ben de umarsızca.
Bulutlar pusuya yatıyor, gökyüzü açılıyor, yıldızlar göz kırpıyor. Uçurumları, mağaraları, şelaleleri, kanyonları, ormanlarıyla bir yol var, ilerliyor. Penceremden içeri gece çöküyor. Ne garip O`nu özdeşletiyorum yıldızlarla, kayan bir yıldıza veda edişini, özlüyorum. Gülümsüyorum, çocukluğumdan kalma bir hikâyeyi anımsıyorum, kayan yıldızlara dair. Kayan bir yıldızı ölüme yakıştıramıyorum nedense, ne çok şey için kandırılmışsız diyorum kendi kendime.
"Dert ortağım benim, biricik sevgilim, söyle senden başka kimim var benim" diye şarkılar düşüyor dilime...
Of çekiyorum derinden bitmez geliyor yolculuk. Hayatımdan üç gün çalmışım geçmişe borçlu olduğum. Kısa üç güne bir ömrü sığdırmak zorunda olacağım hiç aklıma gelmiyor, gelecek düşlüyorum birde. Çalmışım geçmişten üç günü sonradan anlayacağım...
Sevinçle, sabırsızlığı içinde barındıran bu yolculuk çok derin izler bırakacak bende ve yine sonradan anlayacağım bunu ah!
Karmaşık duygularla geçen bir yolculuk nihayetinde sona eriyor, bir şeyleri bitirmek için gelmişim meğer bu kente sonradan anlıyorum bunu da, geleceğe yol alırken.
Yol boyunca düşlerimi tam ortasından bölen kadına veda ediyorum. "Oh be kurtuldum" diyorum ve içimden haylazca gülümsüyorum. Konuşulan her şeyi unutmuş olarak şehre yabancı yüzümü dönüyorum.
Alışık olmadığım havayı içime çekiyor bir iki dakika hareketsiz seyre dalıyorum. İçime doldurmuş olduğum havayı dışarı bırakıyorum rahatlamış olarak. Alışmak zorundayım bu yabancı kente nasılsa, gevşiyorum. Alışmış sayıyorum kendimi, ilkten her şey tozpembe gözüküyor bana, ayaklarım yerden kesiliyor adeta.
Hasretin esaretinde tahliye yüreğim, bilinmedik bu şehirde, anlamsız gelen kalabalıkta O`nu arıyor meraklı gözlerim, tek yalnızlık anahtarını. İçim kıpır kıpır, baharı andırıyor bu halim. Telaşlı kalabalığın arasında sevdalı olduğum O gözlerle buluşuyor gözlerim, uçuyorum ona doğru koşar adımlarla kucak açıyorum ilk aşkıma.
Özlem dolu bir kucaklaşma bekliyor bizi, hakkımız olanı alacağız zamandan az sonra. Kollarında buluyorum kendimi bir kaç dakika geçmeden, meraklı bakışlarım sevinci taşıyor şimdi. Ne çok özlemişim meğer kavuşma anında daha iyi anlıyorum. Hiç ayrılmadan böyle sarılıp kalsak sonsuza dek diye bir anlık düşünce belirse de beynimde etraftaki meraklı bakışlara yenik düşüyor bu hayalim. Çok abartmış olmalıyım, sevdayı unutmuş yaşlı bir kadına göre, afallayan gözleri beni kendime getiriyor. Al al renkten renge giriyor yanaklarım, utanıyorum tabuları olan bu tatlı nineden.
Üç gün için ne kadar çok şey getirmişim diye söyleniyorum kendi kendime. Elimdeki valizin ağırlığı kollarımı aşağıya çekerken, uzanıp alıyor elimden valizi, diğer eliyle de avuçluyor titreyen ellerimden birini...
İleride ikimize ait olacak eve doğru yol alıyoruz. Sevincimizi konduracak bir dal bulamıyoruz, havada asılı kalıyor sevincimiz. Sabırsız bir ruh haliyle eve taşıyoruz kendimizi. Birikmiş olan hasretimizi sonlandırmak adına sarılıyoruz sımsıkı, dünya kayıyor ayaklarımızın altından...
Kırmızı güller yemek masasının üstünde gözlerime ilişiyor "hoş geldin evimize bebeğim" notu ilişiğinde. Uzanıp kokluyorum o en çok sevdiğim renkteki gülleri, içime çekiyorum kokusunu...
Gözlerine dalıyorum sevgilinin, dudaklarıma dokunuyor dudakları usulca, aşkı eflatun renginde yakalıyoruz gecede...
Ne kadar çok konuşuyoruz geçmişten, gelecekten zaman nasıl geçiyor istemeden...
Kilim desenli motiflerle restore edilen ünlü dondurmacıda, nostalji eşliğinde dinlediğimiz şarkının nağmelerinde dalıyor gözlerim çocukluğumuza... Çelimsiz, utangaç iki çocuk gülümsüyor geçmişten pastanelerin en kuytu kösesinden masumca, sevdalı iki küçük yürek... Garsonun tiz sesiyle sıyrılıyorum geçmişten, beni seyre dalan gözlerine gafil avlanıyorum... O`nu ne kadar çok sevdiğimi düşünüyorum, ela gözlerine göz kırpıyor yüreğim...
Gökyüzü ininde sakladığı bulutları azat ediyor, tahliye zamanı çoktan gelmiş diyor sanki. Kara kara bulutlar gökyüzünden yüreğime aksediyor. Şimşekler çakıyor içimde... Gökyüzü ağlamak için yavaş yavaş hazırlıyor kendini kopan fırtınayla beklemede...
Son gecemiz "içelim mi ?" diyorum, "kâfir ben içmem" diyor gülerek, unutmuşluğuma sitem sayıyorum ben de. "Tamam, çay içelim" diye karar kılıyoruz. Çayı beraber yudumlama hevesimiz yarıda kalıyor. Gelen telefon davetsiz misafir gibi düşüyor son gecemizin ortasına. Ahizeye uzanıyor elleri kaygıyla, titriyor sesi.
Konuşurken geveliyor, kızarıyor, sevgiyle baktığım yüzü her renkten bir hal alıyor. Kavrayamıyorum ilkten bu anlamsız gelen konuşmayı. Eli, ayağı birbirine karışıyor bir şeyleri saklıyor telaş içinde. " Kimdi " meraklanıyorum? Telefon kapandıktan sonra yüzüme bakamayan yüze, şaşkın şaşkın bakıyorum. Merak üşüşüyor olmayan aklıma, ürperiyorum. Beynime bıçaklar saplanıyor vereceği cevabı duymak istemiyorum içim acıyarak burkuluyor. Yine de inatla üstüne gidiyorum korkularımın, kahrolası inadım!... Israrla soruyorum " kimdi O!" ..?
"Bankadan bir arkadaş" diyor hazırlıksız yakalanmış olmanın telaşı içinde mahçup. Israrla soruyorum tekrar tekrar "kimdi o" ve yine hazırlıksız bir hikâye uyduruyor telaşlı, çocukların bile gülüp geçeceği türden bir masal. Beceremiyor yalanı acemice cevaplar savuruyor boş duvarlara. Odanın içinde yalancı kelimeler uçuşuyor duygusuzca.
Olduğum yere yıkılıyorum, kara bir leke sahipleniyor geleceğimi ve çalıyor benden ilk aşkımı. Haksızlık diye haykırıyorum çığlık çığlığa sonsuzluğa. Kimse tanımıyor beni bu şehirde, öksüz kalıyorum gecede!
Geçmişten üç gün çalmışım senin için meğer diyorum kendi kendime. Cehennemin ateşinde yüzyıllardır yanan ihanetin kılıcı kınından çıkıyor saplanıyor zavallı yüreğime...!
Telaşa kapılıyor, odanın içinde oradan oraya hızlı adımlarla yürüyor, yeminler savuruyor karanlığın içine çaresizlik sahipleniyor bir tek O`nu. Kulaklarımı kapıyorum, duymuyorum, duymak istemiyorum yalan yeminleri.
Çıkıyor odadan telaşla, geri dönmesi bir iki saniyesini almıyor. Elinde Kuran-ı Kerim beni inandırmak için en son kozunu kullanıyor! Hiç düşünmeden cehennem ateşine atıyor kendini. Gözlerim yuvalarında çıkacak gibi oluyor "dur" diyemiyorum kandırılmak istiyorum sanki!
Kutsal kitaba günahkâr dudaklarını konduruyor sonra elini koyuyor üzerine özenle ve o büyük yemini etmeden önce yüzüme, korkulu gözlerime bakıyor. Gözyaşlarına boğularak gereksiz yere yakıyor kendini cehennem ateşinde. Korkularımın şiddeti ikiye katlanıyor o an, az önceki yıkılmışlığım gecenin en koyusuna bürünüyor. Konuşacak tek şey bırakmıyor kalan geceye...
Bitmeyen gecemizde uzağız artık birbirimizden, bir daha yakın olmamak adına geceyi tüketiyoruz.
Geçmişten çaldığım üç günü yanıma alıp o kentten ayrılıyorum, ihaneti de yük ediyorum yüreğime... Kazancım bu oluyor bir tek. Valizin ağırlığı yerine ihanet çekiyor kollarımı aşağıya taşınmaz bir yük oluyor zavallı bedenime...
Cehennem ateşini arkamda bırakıp, yükünü yanımda taşıyarak bir başka ateşte yanıyorum ben de…
Hiç hesapta olmayan sorgulamaları yeni bir külfet olarak yeni hayatıma taşıyorum istemeyerek. İhanet ne ağır bedellere gebe oldu geçmişten çaldığım son gecede. En koyu kızıllığa büründü, mahşere bırakmadı sorgulamaları çaldı bugünden.
"Ben seni öyle çok seviyorum ki en büyük yemini ettim, cehennem ateşi vız geldi bana" diyor. Sevgisinin ölçüsü bu oluyor bende. Yüreğim kor kor alevlere düşüyor gecede.
"Ah sevgili ah, hiç bir şey ihanetin acısını hafifletmez" diyorum ben de, bunu hiç bilemeyeceksin belki de...
Yirmi dört saat erimediği söylenen Kahraman Maraş dondurması hiç bir tat vermiyor artık. Geçmişten çalınan üç gün eritiyor bir ömrü, kahraman bir kentten mağlup ayrılıyorum sayende"...
"Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç, bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç" diye bir şarkı düşüyor dilime.
" E l v e d a" büyük yemin ettim ben de!
Sude Nur Haylazca
24/nisan/2005/