- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mustafa - Bölüm 11 – Kadriye Hanım Evlendirecek Bu Çocuğu
- …
- On beş güne kadar geliyorum inşallah anne. İzin konusunu hallettim. On günlüğüne geleceğim bu sefer.
- Oh oh! Çok sevindim oğlum. Bir hafta bile zor demiştin son görüştüğümüzde. Nasıl oldu bu iş?
- Vali beye arz ettim durumu; iş durumunun sakinliğinden bahsettim. İzin sürecini olabildiğince uzatabilir miyiz diye sordum. Sağolsun uygun gördü o da.
- Anladım oğlum. Sağolsun. Tarihi güzel denk geldi. Komşu Asiye teyzenin oğlu Burhan’ı biliyorsun. Davetiyesini Elif verdi geçen gün.
Mustafa elbette Burhan’ı biliyordu. Onca oyunu beraber oynadığı, mahalle maçlarında kaleye geçen ve hiç itirazı da olmayan Burhan. Çok da iyiydi kalede. Mustafa Elif’i de biliyordu. Annesinin asıl söylemek istediği Burhan’ın düğün davetiyesinden ziyade Elif’in hala bekâr olup kendisiyle de yakından ilgilenmesiydi. Nitekim Mustafa durumu anladı yine annesinin Elif derken nasıl da vurgulu konuştuğunu. Duymazlıktan gelmedi, biraz da anneye takılarak.
- Oo çok sevindim. Baya uzun zaman oldu ben gelmeyeli be anne o zaman. Bu işler bir sürü vakit alır. Burhan davetiyeyi bastırıp dağıttırmış bile. Darısı Elif’in başına diyeyim o vakit.
Cümlesin son kısmını ses tonunu hafif değiştirerek söyledi ki annesi Mustafa’nın kayıtsız haline biraz daha laf etsin. Ama sağlam malzeme verdi bu sefer.
- İnşallah inşallah. Sen dur öyle, yaşayıp dur bir başına. Gel kırkına da gör bakalım. Sonrasında bulursun gönlüne göre olanı. Mis gibi nasipleri görmezden gel. Melek gibi bebek gibi kız. Terbiyeli mi terbiyeli.
- “Anacığım Allah bağışlasın, ben Elif için aksini düşünmüyorum ki.” diyordu bir yandan da annesinin konuşmalarına gülerek.
- Sus bakim! Iska ettin beni yine. Korkut gözünü sen. Zormuş bu işler. Burhan altı ayda tanıdı, beğendi. Şimdi de alıyor. Oğlum benim! Tedirgin gezmelerin âlemi yok.
- “Anne niye öyle diyorsun. Geri durmadım ki.” Lafına kendi de inanamadı bu sefer. En azından annesine karşı söyleyebileceği bir söz değildi. Kadriye hanım oğlunun mürüvvetini görebilmek için olanca emeği sarf ediyor, üç ayda bir yeni bir kısmetle Mustafa’nın karşısına geliyordu.
- Oğlum! Zaman hızla geçiyor. Bak, nerdeyse bastona düştük düşeceğiz. Artık evlenmeni de göreyim istiyorum. Torun olacak da kucağıma almaya dermanım kalmayacak. Torun istiyorum ben!
- “Gelin istemiyorsun yani.” Annesini çileden çıkardı, çıkaracak. Ama Mustafa’nın keyfi yerinde.
- Saptırma konuyu! Bir sürü kısmet buldum sana. Sen gelip kendin buldun sanki.
Kadriye hanım oğluna çok defa bu konuşmayı yaptı ama durmaya ya da geri adım atmaya niyeti de yoktu. Mustafa yine içten ses tonuyla, niyetini en içten şekilde annesine bir daha anlatabilmek için ikna edici ses tonunu takınıp tane tane konuşmaya başladı.
- Anacığım, niyetimi biliyorsun. Duamı da. Allah hayırlısını nasip etsin. Tamam, iş güç konusunda biraz hırslı davranıp evlilik işlerini ertelemiş gibi görünsem de aklımın bir kıyısında devamlı bulundu. Ama gönlümde ve aklımda ilerletemedim kısmetleri. Aslına bakarsan bu konuya daha ciddi eğilmeyi de düşünüyorum. Allah nasip ederse bu işleri de bir yoluna koyabiliriz.
Defalarca yaptı bu konuşmaları. O konuşmaysa on beş gün evvel annesine izin konusundan bahsettiğinde geçmişti.
Galiba annesi artık galip gelecekti. Az bir sakinlik, kendini dinleme imkânı bulduğu anda bu konu aklını daha bir kurcalamaya başlamıştı. Vakti mi gelmişti artık. Belki de öyleydi. Hayalinde taşıdığı mevkilere ha gelmiş ha gelecek durumdaydı. Bu yaşına kadar zamanını her daim iyi değerlendirmiş, plansız davranmamıştı. Kader zorluyordu bu sefer planlarını. Aklına aklına, gönlüne gönlüne iğneliyordu bu fikri. Korkuyor muydu yoksa? Daha neler! Hadi kandırma kendini… Gözlem yaptığını kimse bilmese de kendin çok iyi biliyordun. Tatsızlıklar, huzursuzluklar korkutuyordu seni. Bazen kendine bile laf geçiremeyen insanoğlunun bir de başka bir insanla hayatını paylaşabilmesi fikri ne muazzam bir olay görünüyordu aslında. Sus Mustafa! Yersiz düşünceler bunlar. Sen nasibe, kadere hep inandın. Yine inan. Hep inan ki kaderin sahibini kırma!
Olan olurdu. Kalp temiz tutulmalıydı. İmtihanlar bitmedi, zorlandın da zaman zaman. Yine sürecekti imtihanlar. Bu geri adım atmayı gerektirmeyecekti. “Şüphesiz her zorlukta bir kolaylık da var olacaktı.” Belki yaradılış itibariyle kadın zorlayacaktı erkeği ama sabırla, saygıyla ve sevgiyle aşılabilir olacaktı hepsi. Yuh sana Mustafa! Aklın nerelere gidiyor. Göstermiyorsun ama zihnini gören olsa psikopat hatta deli filan diyebilirdi senin için. Olsun düşünmek lazımdı her bir konuyu. Her şeyin arzu edildiği şekilde ilerlediği zamanlarda halinden şikâyet eden olmazdı ama ya arzu edilmeyenler yaşandığında ne olacaktı. Şüphesiz imtihan denebilirdi ama bu yeterli olmazdı. Her bir konu detaylı düşünülmeli ve sonrasında Mevla’nın rızası beklenmeliydi. Tevekkül tam da böyleydi. Bir işe düşüncesiz kalkılarak sonucu Rabbe havale etmek doğru davranış olarak değerlendirilemezdi. Eşref-i mahlûk unvanına sadık kalınmalıydı. Nitekim Mustafa bu konuda da böyle davranacaktı. Ama aklı ve gönlü evlilik konusuna da hiç olmadığı kadar yakındı.
- ... Havayollarının tkm-5501 sefer sayılı Samsun uçağı 308 nolu kapıdan yolcu alımına başlamıştır. Yolcuların 308 nolu kapıya ilerlemeleri önemle rica olunur.
Anons birkaç defa daha tekrar edilmişti ve sonrasında aynı ses tonu ülkenin başka bir köşesine uçacak uçağın anonsunu yapmaya başlamıştı.
Bir saat ne de çabuk geçti gitti böyle diye düşündü Mustafa. Uçak için de çağrı yapılmıştı artık. Okumaya çalıştığı kitabını çantasına yerleştiren Mustafa yerinden kalkarak ağır adımlarla uçağına doğru ilerlemeye başladı.
Etraf kalabalık mı kalabalık, herkes her yere koşuşturuyor gibiydi. İstanbul kalabalıktı ya bu havalimanı da sanki İstanbul’un bir iz düşümüydü. Hatta daha fazlası…
Biletini ve nüfus cüzdanını yaptığı görev dolayısıyla yorgun ve biraz da bıkkın görünen görevliye yüzünde bir tebessümle uzattı. Biletin barkotlu kısmını cihaza okutan görevli aynı tebessümle biletin bir kısmını yırtarak alıp geri kalan kısmını iade etti. Mustafa kapıdan geçip uçağa doğru uzanmış körükte ilerlemesini sürdürdü. Sürdürdü sürdürmesine de uçağa iyice yanaştığında yine çocuksu bir merak halinde körüğün pencere kısmından uçağı süzdü. Ne ilginç bir makineydi bu? Tamam; bilimdi, teknolojiydi ya da şuydu buydu. Bu koca makine yerden havalanıp on kilometreden daha fazla yükseğe çıkarak olanca hızla yol kat ediyordu. Tabi bir de bunu kullananlar vardı. Büyük adamlardı yahu bu pilotlar. Hava her zaman süt liman olmuyordu ki. Gerçi bunu sakin bir havada uçurmak da zorluydu. Fırtınada, yağmurda ve karda uçurma fikri bile heyecan vericiydi. Yolcuyken bile zaman zaman insanı heyecanlandıran bu olaylardan pilot olarak yüz akıyla çıkabilmek oldukça gururlandırıcı bir hadise olsa gerekti.
Bu düşünceler içerisinde Mustafa, dilinde maşallah ve bismillah nidalarıyla uçağa ilk adımını attı. Nasipse bir buçuk saat sonra Samsun’da olacaklardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.