CENNETTEKİ EŞEK
CENNETTEKİ EŞEK
İlkbahar, kendini hissettirmeye başlamış, doğa canlanmıştı. Okulun bahçesindeki çocuk sesleri, kuş seslerini bastırıyor, güneş, bulutların arasından bir görünüp, bir kayboluyordu.
Köyün imamı Mustafa Hoca ,okuldaki kızının durumunu öğrenmek ve her yıl düzenlenen, geleneksel hayır davetini bildirmek üzere, Şükran Öğretmen’in kapısını çaldı.
Okulda iki derslik ve bir müdür odası bulunuyordu.Müdür odasının içinde, çay pişirme yeri olarak ayarlanmış küçük bir bölüm vardı, penceresi koridora bakıyordu.
Geçimini odunculukla sağlayan köylüler, çocukları okulda iken ormana gidip kesim yapıyorlar, hafta sonu ise atlara, eşeklere yükledikleri odunları, şehre götürüp satıyorlardı.Bakkal Hüseyin Amca da, çocukların ihtiyacı olduğu sırada, ormanda oluyordu ve bu yüzden dükkanı genelde kapalıydı. Hafta sonları ailesinin yanına giden Şükran Öğretmen, kırtasiye malzemesi ve yiyecek getiriyor, bu küçük bölümde, hergün bir öğrenciyi görevlendirerek, hem çocukların ihtiyacını gideriyor, hem de onların hesap becerilerinin gelişmesini sağlıyordu.
Birinci, ikinci ve üçüncü sınıflara giren Şükran Öğretmen, diğer sınıflara giren, lise arkadaşı, şimdi de hem lojman, hem de iş arkadaşı olan Firdevs Öğretmen ile ısıtıcının üzerinde demledikleri çayı, hala soğukluğu hissedilen sobasız , öğretmen ve aynı zamanda müdür odası olan bu odada içerek, içlerini ısıtıyorlardı.
Şükran Öğretmen, bu okula gelmeden önce ,okulda İzmirli öğretmen bir çift bulunuyordu.Okul için yaptıkları gözle görülür bir şey yoktu. Hatta öğrencilerinden bazılarını okuma , yazma öğretmeden dördüncü sınıfa kadar getirmişlerdi. Bu öğrencileri, tekrar birinci sınıftakilerin yanına koyarak, sil baştan okuma yazma öğreten Şükran Öğretmen, aslında buraya vekil olarak gelmişti.İzmirli öğretmenin hamile olması sebebiyle memleketine dönmesi, eşinin de istifa ederek O’nun yanına gitmesi, Şükran Öğretmenin hayatında unutulmaz anıların yer alacağı, yepyeni bir sayfa açmasına vesile olmuştu. İlk dönem ders saatlerinde üç sınıfa giren ,bu sırada diğerlerine okuma veya yazma ödevi veren, teneffüslerde ise küçükler bahçede iken, büyüklerle ilgilenen Şükran Öğretmen, aynı zamanda okulun müdür vekiliydi. İkinci dönem yanına gelen lise arkadaşı Firdevs Öğretmen ile karanlıkları aydınlatmaya, verdikleri sevgi ile küçücük kalplerde taht kurmaya devam ediyorlardı.
-Girin, diye seslendi Şükran Öğretmen.
-Merhaba Hoca Hanım, rahatsız ediyorum, müsait misiniz acaba? diye sordu Mustafa Hoca kapıyı yarım açarak.
-Estağfurullah, ne rahatsızlığı hocam buyrun ,biz de teneffüste içimizi ısıtıyorduk, Siz de bir bardak çay almaz mısınız?
-Zahmet olmasın, derken Mustafa Hoca, Firdevs Öğretmen ,ansızın gelen misafirleri için yedek bulundurdukları bardaklardan birini alıp ,önce sıcak suyla çalkaladı ve ısıtıcının üzerinde demini iyice almış, çaydan koydu.
-Benim kızın durumunu soracaktım, uzun zamandır uğrayamadım. Nasıl dersleri?
-Elif ,sınıfının en çalışkan öğrencisi, çok akıllı maaşallah..Sınavlarından da hep yüksek notlar alıyor, siz hiç kaygılanmayın hocam, diye cevapladı Şükran Öğretmen.
Mustafa Hoca’nın iki kızı vardı.Küçüğü henüz dört yaşında ,büyüğü yani Elif ise üçüncü sınıf öğrencisiydi. Arkadaşlarıyla çok iyi geçiniyor, ödevlerini zamanında bitiriyor, derslerine çok çalışıyordu.Kısacası her bakımdan örnek bir öğrenciydi.
-Bu arada sizi, talebelerle birlikte bizim hayra davet etmek istiyordum, dedi Mustafa Hoca.
- Ne hayırı hocam,diye sordu Firdevs Öğretmen.
-Her sene bu zamanlarda, adağı olan köylüler, şu dağın tepesindeki bir yerde toplanırlar,adaklar kesilir, kazanlar kurulur, kavurmalar pişirilir ve çocuklarla beraber yenilir.Bu sene de beş adak var, cumartesi günü nasip olursa yapacağız hayırı.Siz de çocukları toplar gelirsiniz.Temiz hava ,bol gıda..diyerek gülümsedi Hoca.
-Nasıl yani? Neyle gideceğiz oraya? Hem ormanın ortasında nasıl olacak ? diye arka arkaya sıraladı kafasındaki soruları Şükran Öğretmen.
-Biliyorsunuz, burası odunculukla geçimini sağlayan bir köy. Dolayısıyla herkesin atı,eşeği vardır. Çocuklar kendi atlarını eşeklerini getirirler, istedikleri malzemeleri yanlarına alırlar. Size de bir at, eşek ayarlarız, hiç sorun olmaz. Ha, çocuklara yemeklerini yedirdiğimiz büyük bir ev de var. Etraf meyve ağaçları ile dolu... Buranın çocukları alışıktır, yorulmazlar, yolu da bilirler zaten. Biz erkenden orada olacağız. Malum, hayvanları kesip, yemekleri hazırlamak için.
- Macerayı severim, umarım güzel bir gün geçiririz, diye tamamladı Şükran Öğretmen.
Mustafa Hoca’yı uğurladıktan sonra, Firdevs Öğretmen ,çocukların sınıflarına girmeleri için zili çaldı. Büyük bir uğultuyla sıralarına oturan çocuklara, konuyla ilgili bilgi verildi. Gerçi çocuklar, deneyimli oldukları için kafalarında soru işareti yoktu, sadece çok mutluydular.
Cuma gününden at, eşek, malzeme ayarlamaları yapıldı ve çıkış saati sabah dokuz olarak belirlendi. Öğretmenler için de bir at ve bir eşek ayarlandı. Firdevs Öğretmen “Ben ata binerim, küçükken binmiştim, sanırım idare edebilirim, eşekten korkarım”,deyince eşek te Şükran Öğretmen’e kaldı. O da on yaşlarındayken, babaannesinin köyüne gittiklerinde, onların eşeği ile incir bahçesine gitmişti ve onun için farklı bir tecrübe olmuştu. Ama ertesi sene tekrar gittiklerinde , eşeğin satıldığını öğrenmiş ve çok üzülmüştü.
Sabah kuş cıvıltıları ile uyanan Şükran Öğretmen, rüyasının tesirinden bir türlü kurtulamamış “Acaba, gitmesek mi?”diye bir soru takılmıştı kafasına. Firdevs Öğretmen :
-Günaydın Şükran, çocuklardan çok ben heyecanlıyım, bakalım bugün neler olacak? Kimin aklına gelirdi ki; birgün bu dağ köyüne gelip ,dağın tepesinde piknik yapacağız diye...
-Umarım rüyamdaki gibi kötü şeyler çıkmaz karşımıza,diyerek düşüncelere dalar Şükran Öğretmen.
-Hayırdır, ne gördün rüyanda?Ama dur anlatma, “ Kötü rüyalar paylaşılmazsa iyi olur” derdi annem.
-Hayır diyelim hayır olsun inşallah ,der ve kahvaltıyı hazırlamaya koyulur Şükran Öğretmen.
Saat dokuza yaklaşırken, çocuklar okulun bahçesinde anne, babalarının eşliğinde atları ve eşekleriyle hazır vaziyette bekliyorlardı. Anne,babalar yedek atlarıyla odun satmaya gidecekleri için hayır davetine katılamayacaklardı. Şükran Öğretmen akşamdan hazırladığı çantasını yanına alarak, önce eşeğin sahibi Fatma Teyze’ye teşekkür etti ve “Emanetinizi gözüm gibi bakacağım, merak etmeyin sakın” diyerek eşeğin semerine oturdu. Dördüncü,beşinci sınıf öğrencileri, arkalarına küçüklerden birini bindirerek, yola çıktılar.
En önde kılavuzluk yapacak olan , Ahmet ve Kamil beşinci sınıf öğrencileriydi. Babalarıyla odun kesmeye gittikleri için dağları, yolları avuç içleri gibi biliyorlardı.Onları Firdevs Öğretmen ve diğerleri takip ederken en sonda Şükran Öğretmen vardı. Küçük patikalardan,dolambaçlı yollardan geçerken kah ata,eşeğe bindiler, kah onların da yorulmuş olacağını düşünerek, inip yürüyerek yola devam ettiler.Yukarılara çıktıkça basınçtan kulaklar uğulduyor ama tertemiz hava ile ciğerler bayram ediyordu.
Uzun bir yolculuğun ardından, tepeye ulaşılmıştı. Koyunlar kesilmiş, temizliği yapılmış, pişirme işlemine başlanmıştı bile.
-Hoşgeldiniz, diye karşıladı Mustafa Hoca sevecen tavrıyla.Yoruldunuz Hoca Hanım,Siz alışık değilsinizdir eşek sırtında bu kadar uzun yola gitmeye.
-Hoşbulduk ,gerçekten de yorucu bir yolculuktu ama sizleri görmek güzel, hepinize kolay gelsin,dedi Şükran Öğretmen diğerlerine dönerek.
Hocanın eşi, adak sahipleri işlerini bırakıp:
-Sağolun ,hoşgeldiniz diye karşılık verdiler.
-Hoşbulduk, yardım edelim mi? diye sordu Firdevs Öğretmen.
Yola çıkarken hava güneşli idi, şimdi ise yağmur atıştırmaya başlamıştı.
-Siz isterseniz çocuklarla eve geçin Hoca Hanım, yağmur gittikçe hızlanıyor, biz yemekleri ayarlıyoruz, dedi Mustafa Hoca’nın eşi Güler Hanım.
Şükran Öğretmen bindiği eşeği göstererek:
-Eşek emanettir, ıslanmasın, onu şu ağıla bağlar mısınız?
-Tamam, siz merak etmeyin, diyerek eşeği yularından çekti ve koyunların barındığı, üstü kuru sazlıklarla örtülü ağıla bağlamaya gitti Mustafa Hoca.
Ev, büyük bir odadan oluşuyordu.Bir kenarda mutfak tezgahı ,diğer kenarda şömine bulunuyordu. Tuvaleti dışarda idi.Zaten koyunlara bakan çoban için düzenlenmişti ev ,o yüzden yeterliydi bir oda.
Şükran ve Firdevs Öğretmen, çocuklarla birlikte, şöminenin başında hem ısınıyorlar, hem de yorgunluklarını atıyorlardı.Yağmurun şiddeti artmış, şimşekler çakmaya başlamıştı. Derken büyük bir gürültü koptu, sanki yakın bir yerde bomba patlamıştı. Küçük çocuklar korkudan ağlamaya başlamışlar, Şükran ve Firdevs Öğretmen’e iyice sokulmuşlardı. Aradan beş dakika geçmemişti ki , Mustafa Hoca, az önceki neşeli tavrından eser kalmamış vaziyette içeri girdi:
Hoca Hanım! Binip geldiğiniz eşek öldü .
Ortalık bir an sessizliğe gömülmüş, Şükran Öğretmen ne olduğunu anlayamamış, donup kalmıştı:
Nasıl yani? Şaka mı yapıyorsunuz Hocam?
Biraz önce , eşeği bağladığım direğe yıldırım düştü, boynundaki zincir de elektiriği çekince eşek öldü.
Ölmemiştir belki, belki yaşıyordur hala ,diyerek yağmurun altında fırladı dışarıya Şükran Öğretmen. Ağıla gittiğinde gözleri açık, kalbi durmuş eşek boylu boyunca uzanıyordu.O kadar yol sırtında getirmişti Şükran Öğretmeni, ama geri götüremeyecekti artık.
O bana emanetti, diğerleri dışarıda iken o ıslanmasın diye içeri bağlatmıştım. Onlara birşey olmadı, sakındığım eşek öldü, diye ağlamaya başladı Şükran Öğretmen.
Yağmur hızla yağarken koşarak içeri, çocukların yanına geldi. Firdevs Öğretmen O’nu teselli etmeye çalışıyordu:
Buna şükredelim, ya çocuklardan birine birşey olsaydı, ne derdik ailesine.
Evet, haklıydı , çocuklar oraya vardıklarında bahçeye dağılmışlar ,kimisi elma ağaçlarına tırmanıyor,kimisi koyunlarla oynaşıyordu. Ya onlar dışarda iken yıldırım düşse, onlara birşey olsaydı, nasıl giderlerdi köye, ne diyebilirlerdi ailesine.
-Haklısın,diyerek iç çekti Şükran Öğretmen. Ama ben ne diyeceğim şimdi Fatma Teyze’ye, “Emanetinize iyi bakacağım” demiştim, odunlarını neyle taşıyacaklar şimdi?
Her zaman yerinde duramayan çocuklar, sus pus olmuş, öğretmenlerinin nasıl vicdan azabı çektiğini üzgün gözlerle izliyordu.
-Öğretmenim, üzülmeyin o şimdi cennete gitmiştir, bize oradan bakıyordur, diyen Ali, küçücük elleriyle
öğretmeninin gözyaşlarını sildi.
Bu sözler üzerine gülsün mü,ağlasın mı bilemedi Şükran Öğretmen ,çocuğun ellerini tutup öptü:
-İyi ki varsınız, sizleri çok seviyorum.
Diğer çocuklar da öğretmenlerine moral vermek için, biraraya gelerek, müzik dersinde öğrendikleri “Öğretmenim,Canım Benim” adlı şarkıyı söylemeye başladılar hep bir ağızdan.
Firdevs Öğretmen de onlara eşlik ediyor, arkadaşının sıkıntısını hafifletmeye çalışıyordu.
Bu arada adaklarla ilgilenenler, etleri, kurdukları çadırın altında doğramışlar,evin yanında bulunan küçük bölümdeki ocakta pişirmişlerdi.Yağmur hafiflemişti, evin ortasına kurulan yer sofrasına pişirilen kavurmalar getirildi.Çocuklar çok acıkmışlardı, hemen sofraya oturdular.
-Buyrun Hoca Hanım, Siz de alın biraz, acıkmışsınızdır, öğleni çoktan geçtik ,dedi Güler Hanım.
-Hiç iştahım kalmadı, kusura bakmayın. Aklım hala eşekte ve sahibine nasıl cevap vereceğimi düşünüyorum.
-Üzülmeyin artık Hoca Hanım, onun da vaadi burada dolmuş, Allah’ın takdiri. Elimizden birşey gelmez. Fatma Teyze de anlayışlıdır, merak etmeyin.
Güler Hanım’ın bu sözleri ilaç gibi gelmişti, acısını hafifletti biraz.
Hava açılmıştı. Artık eve gitmeliydiler, yağmur tekrar başlayabilir ve orada mahsur kalabilirlerdi.
Toplanıp, Mustafa Hoca ve diğerlerine teşekkür ettikten sonra yola koyuldular. Kimse, ata veya eşeğe binmiyor, öğretmenlerinin arkasından sessizce aşağı doğru iniyorlardı. Köyün ortasından geçen dere suyla dolmuştu. Dikkatlice köprüden geçerek köye vardılar. İkinci sınıfa giden Mehmet, önden koşarak , ölen eşeğin sahibine olanları anlatmıştı bile. Fatma Teyze , onları karşıladı. Şükran Öğretmen O’nu görünce bir yandan hıçkırıyor ,bir yandan da eşeği nasıl yağmurdan bile sakınarak, ağıla bağlattığını anlatmaya çalışıyordu.
Fatma Teyze gayet olgun bir şekilde:
-Yavrum, kızım, üzülme gayri, olan olmuş, yeni birini daha alırız, arkası yok mu bunun.Ya çocuklara bişey olsaydı, o zaman napardık, buna şükredelim.
Bu sözler üzerine sıkı sıkı sarıldı Şükran Öğretmen Fatma Teyze’ye. Rüyası bu olaya çıkmıştı, hayatında unutamayacağı bir gün olmuştu o gün.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.