- 963 Okunma
- 9 Yorum
- 2 Beğeni
18 MART DA BİTTİ ÇOK ŞÜKÜR.
Bu gün 19 Mart. Çok şükür 18 Martı atlattık.
18 Martın ne zararını gördüm de ‘’Çok şükür bitti’’ diyorum? Hemen geleceğim oraya.Ancak oraya gelmeden önce bir başka tarihe gidelim.
6Ağustos 1945 ve 9 Ağustos 1945…
Bu tarihler aslında Türk Milletinin kaderinde dönüm noktası olan herhangi bir olayın tarihi olmamakla beraber dünya tarihi açısından oldukça önemlidir. Çünkü 6 Ağustos 1945 de Japonya’nın Hiroşima kentine atom bombası atılmıştır. 9 Ağustos 1945 tarihinde de Nagazaki kentine…
ABD, II. Dünya Savaşı gibi bir vahşeti sona erdirmek amacıyla yani tamamen insancıl duygularla (!) içinde sivil Japon halkının yaşadığı iki şehir üzerine atom bombası atarak toplamda 360.000 insanı katletmiş, bir o kadarının yaralanmasına, sakat kalmasına, bir ülkenin senelerce radyasyon etkisiyle çeşitli hastalıklarla boğuşmasına ve ölmesine sebep olmuştur.
Konum ABD nin vahşeti, yaptığı bu hayasızca soykırım değil. Asıl anlatmak istediğim çok farklı. İşte onu anlatabilmek için tekrar bu güne dönüyorum.
18 Mart bizim için önemli bir tarih. Çanakkale Zaferimizin 100. Yıl dönümünü kutladık bu tarihte. Tüm tanıdıklarım ve tanımadıklarım bu günle ilgili yazdılar, çizdiler, paylaşımlarda bulundular vesaire…Ben sadece bir makale yazdım. Onun dışında herhangi bir paylaşımda bulunmadım, herhangi bir şiir filan da yazmadım. Herkes bir şekilde Çanakkale Zaferini kutlarken ben ‘’Çanakkale Zaferimiz Kutlu olsun’’ diye bir mesaj bile paylaşmadım.Onun yerine başka şeylerle uğraşarak geçirdim bu anlamlı günü. Ne mi yaptım? Kısaca izah edeyim.
18 Mart 2015de önce tüm dostların, ya da dost olmayanların neler paylaştıklarına, neler yazdıklarına baktım. Okudum, seyrettim, izledim.
Sonra?
Sonra internette gezinirken gözüme bir haber ve haberin videosu takıldı. Japonya’da belden aşağısı tamamen felçli insanlar yürütülüyordu. Yok yok öyle okuyarak üfleyerek filan değil. Adamlar bir takım ekipmanlar yapmışlar. Hastanın bacaklarına, beline bağlıyorlar, vatandaş o ekipmanlar sayesinde kalkıyor ve yürüyor.
Şimdi bu satırları okuyan dostlar: Yahu ne var bunda protez bacakla yürüyen pek çok insan Türkiye’de de var. Bunun nesi seni bu kadar heyecanlandırdı?’’ diyeceklerdir. Ben protez bir bacaktan bahsetmiyorum. İnsanın beline ya da bacaklarına takılan bu aparatlar o engelli insanın beyni ile bacakları arasındaki iletişimsizliği ortadan kaldırıyor. Yani engelli insan kendi bacakları ile yürüyor. Biliyorum bunu anlatmam zor ama kısaca şöyle izah edersem sanırım anlaşılacaktır:
Bastona dayanarak yürümek ayrı şeydir. Baston elinizde ama ona hiç dayanmadan yürümek ayrı…Japonların yaptığı şey bu. Elinizde baston var yine ama sizi yürüten şey baston değil, kendi ayaklarınız.
Peki bir engelli olarak beni bu kadar heyecanlandıran bu olayın Çanakkale Zaferi ya da Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombası ile ne alakası var?
Bizim Çanakkale Zaferimizin üzerinden yüz yıl geçmiş. Yüz koca yılda bilim ve teknolojide, ekonomide , sanayide geldiğimiz noktaya bakalım. Bir de en az bizim kadar büyük bir felaket yaşamış olan Japonya’nın yetmiş yılda geldiği noktaya bakalım.
Birinci resimde yetmiş yıl önceki Hiroşima’yı görmektesiniz. İkinci resimde ise Nagazaki’yi…
Yetmiş yıl önce böylesine büyük bir felaket yaşayan Japonya, bu gün teknolojide dünyanın en önde giden devletlerinin başında. Peki yüz sene önce Çanakkale’de büyük bir destan yazan Türk Milleti nerede?
İşte bu soruya taktım kafamı bütün bir gün boyunca. 18 Mart 2015 Tarihinde yani Çanakkale Savaşlarının 100. Yıl dönümünde sadece ve sadece ‘Biz neredeyiz?’’ sorusunun cevabını aradım. Bir takım resimler ve mesajlar buldum. Böylece‘’Çanakkale Savaşlarından 100 yıl sonra biz neredeyiz?’’ sorusunun cevabı da kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.Tabii ki bu arada pek çok yeni bilgiler de elde etmiş oldum. Mesela:
1945 yılında iki atom bombasıyla yakılmış, yıkılmış, harabeye çevrilmiş olan Hiroşima’nın bu günkü halini gördüm( Resim 3), Sonra Nagazaki’nin bu günkü halinin resmini de buldum.(Resim 4)
Sonra yeni resimler ve yeni mesajlar buldum. O mesajların birinde ‘’Üç yüz yıl boyunca Osmanlıya yardım etmeyen evliyalar Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında ortaya çıkıyorlarsa demek ki evliyalar da Atatürkçü.’’Diyordu.( Resim 5) İlginç bir mantıktı doğrusu. Lakin hemen bir başka resim daha geldi karşıma. Bu resimde de ( Resim 6) İngiliz Generali Hamilton ‘’Biz Çanakkale’de sizin süngülerinizden, mavzerlerinizden kaçmıyorduk.Önünüzde, tanımadığımız,kendilerine top,tüfek işlemeyen yeşil sarıklı leventler vardı ki, biz onlardan kaçıyorduk.’’ Diyordu.
İşin doğrusu kafa karıştırıcı bir durum. Gerçekten de üç yüz yıl boyunca Osmanlı’nın yardımına koşmayan yeşil sarıklı evliyalar Çanakkale Savaşları söz konusu olduğunda Türklerin yardımına gelmişler ve Atatürk’ün emir ve komutası altına girerek düşmanın canına mı okumuşlardı? ( Osmanlılar ve Türkler kavramlarına kafanızı takmayın olmazsa. Benim devreler yandı sizinkiler sağlam kalsın bari.)
Bir başkası daha giriyor devreye ve diyor ki: ‘’Sünnet-i seniyeye uydurma diyenlerin değil,O’na uyanların,Rasulullaha(S.A.S) teslimiyet mevzisidir Çanakkale. ‘’(Resim 7)
Böylece yavaş yavaş öğrenmeye başlıyoruz Çanakkale’nin ne olduğunu. Hani bayağı bayağı da öğreniyoruz ama karşımıza birden yeni bir durum çıkıyor:
Bizzat Atatürk tarafından 3 Mart 1924 de yani Halifeliğin kaldırıldığı, Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla eğitim öğretimin birleştirilip laik bir yapıya kavuşturulduğu, Şer’iye, Evkaf (Vakıflar ) ve Erkan-ı Harbiye Vekaletlerinin kaldırıldığı tarihte kurulmuş olan Diyanet işleri Başkanlığı, 13Mart 2015 Cuma günkü hutbesinde Ne Çanakkale’den ne de Atatürk’ten bahsetmiyor. Yani Atatürk’ün adını silmeye çalışıyor.Hatta siliyor.(Resim 8) Oysa Çanakkale’de bir cephe açılması fikrinin babası olan Winston Churchill bakın ne demiş: (Resim 9 )
‘’Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm ! Oldukça mutluydum, umutluydum.Daha düne kadar Çanakkale bizimdir diyordum.Çünkü bu savaşı kazanmak için askeri, parayı,cephaneyi,her şeyi hesaplamıştım.Hepsinde çok üstündük. Mutlaka yenecektik. Yalnız bir şeyi hesaba katmamışız: Mustafa Kemal’i
Bağrımda İngiliz gururu olmasa Türkleri alnından öpmek,onları ayakta alkışlamak isterdim’’
Sonra?
Sonra araya bir başka resim karışıyor. Bu resmi hazırlayan vatandaşın mesajı kısaca ‘’16 Mart Faşist Katliamını lanetliyoruz’’ şeklinde. (Resim 10) Mesajın altında da yedi isim var: Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören,Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt…
Serde biraz tarihçilik biraz da o günleri yaşamışlık olduğu için resim , resimdeki isiler ve verilen mesaj hiç de yabancı değil. 16 Mart 1978 de üzerlerine atılan bir bomba neticesinde öldürülmüş olan yedi devrimci bunlar. Öldüren ise Zülküf İsot adında bir Ülkücü…Ancak Zülküf İsot da daha sonra yine Ülkücüler tarafından öldürülüyor ( İddialar böyle.)
Velhasılı kelam 16 Mart 1978deki bir katliam da milletçe Çanakkale Zaferinin 100. Yıl dönümünü kutladığımız günde araya kaynak yapıyor.
Sonra?
Daha sonra yine Çanakkale Zaferine dönüyoruz.
Çanakkale Savaşlarında bizim askerler ne yedi ne içti meselesi… Vatandaşın biri oturmuş bir belge hazırlamış ki evlere şenlik. ( Resim 11) Bu resme göre bizim Çanakkale’de savaşan 43. Alay 1. Piyade Taburu 1. Bölüğümüz 15 Haziran 1917 Sabahında Üzüm hoşafı içmiş, Öğlen yemeği yememiş, akşam yağlı buğday çorbası içmiş ve bir tam ekmek yemiş gün boyunca. 26 Haziran 1917 de Sabah ve öğlen bir şey yememiş, akşam üzüm hoşafı içmiş ve o gün bir tam ekmek yemiş. 18 Temmuz 1917 de Sabah üzüm hoşafı içmiş, öğlen ve akşam yemek yok, ekmek ise yarıma inmiş. 8 Ağustosta ise sabah yarım ekmek yemiş, öğlen de şekersiz üzüm hoşafı içmiş…
İyi de tam olarak 9 Ocak 1916 da biten Çanakkale Savaşlarında 1917 de ve yine Çanakkale Savaşlarında (!) bütün bu sıkıntıları nasıl çekmiş ordumuz?
Yani kısaca hep işin hikaye kısmındayız. Bu savaşlar ne zaman başladı, ne zaman bitti neredeyse hiç kimse bilmiyor. Millet Çanakkale’nin ruhuna sahip çıkma telaşında. Bedeni ile ilgilenen yok.
Ha bir de resmini bulamadığım için koyamadığım bir durum var.
Efendim bizim ordu Çanakkale Savaşlarında asla ve asla böyle bir açlık ve kıtlık çekmemişmiş. Hatta bir eli yağda bir eli baldaymış askerlerimizin. Erzak adeta yağıyormuş. Ayrıca öyle 250.000 hatta 300.000 şehit de vermemişiz. En fazla 5-10 binmiş verdiğimiz şehit(!)…Dahası da var. Aslında Çanakkale’de bir savaş bile olmamışmış.(!)
Yahu haydi bizim asker neyse de orada ölen İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada vs askerleri, onlar adına yaptırılan mezarlık ve anıtlar da mı yalan? Ya da bu adamlar bizim topraklara geldiler ama piknik yapmaya geldiler lakin o zamanların amansız hastalığı sıtmaya tutularak mı öldüler?
Evet…Çanakkale Savaşlarında asker bir tas üzüm hoşafı, yarım ekmekle savaştı elbette ama 1917 de değil 1915de…Lakin gel gör ki askerin balla kaymakla beslendiğini söyleyenden tutun da orada bir savaşın dahi olmadığını iddia edenler bile var bu memlekette ve bunlar tüm bu mel’anetlerini sözde gerçekçilik adına yaparlar.
Vatandaşın birinin dediği gibi Elin gavuru sahte Rambo’sunu dünyanın en büyük kahramanı olarak sunar ve yutturur ama sen kendi kahramanlarına -haydi diyelim ki biraz da abartıyla- bir olağanüstülük yüklediğin zaman hemen karşına Doğrucu Davutlar..Yok onlara Doğrucu Davut diyemeyeceğim…Hıyarlar çıkar.
12. Resimde ‘’ Ayakkabısız savaşan bir ecdattan ayakkabı kutusunda para saklayan bir nesile’’ diyor. Yani artık hücrelerimize kadar işlemiş olan siyasi anlamda laf sokma olayını Çanakkale Zaferi dolayısıyla da esirgemiyoruz. İşin acı tarafı ayakkabı kutusunda para saklayan bir neslin gökten zembille indiği sanılıyor olmalı ki hiç kimse, ama hiç kimse başını utançla önüne eğip ‘’ Bu nesli ben yetiştirdim ‘’ demiyor.
13. Resim ise ‘’ Biz kefenleriyle dolaşanların değil, toprağın altında kefensiz yatanların torunlarıyız’’ diyor.
En çok kafamı karıştıran da işte bu 13. Resim. Çünkü o toprağın altında kefensiz yatanlar -yanlış bilmiyorsam- Osmanlı Devleti’nin askerleriydiler. Bu durumda ‘’ Benim atalarım Osmanlı değil ‘’ diyenler şimdi nasıl oluyor da Osmanlı askerinden ‘’Dedelerim ‘’ diye bahsedebiliyor? Pardon yanlış soru oldu sanırım. Çanakkale Savaşları sırasında Osmanlılar birdenbire yok olmuşlar, yağan bir yağmurla Türkler mantar gibi topraktan fışkırmışlardı. Öyle bir şeyler olmuştu yanlış hatırlamıyorsam (!)
Tabii ki o dantelli çarşafları vücutlarına kefen olarak saran dangalaklara da bir çift laf etmek lazım ‘’ Muhterem öküzler ! Bilindiği üzere öküzler öldüklerinde kefene sarılmazlar. Boşuna zahmet buyurmayın. Ayrıca savaş meydanlarını podyum zannediyorsunuz galiba. Mankenlik yapacaksanız podyuma çıkın.’’
14. Resim de Çanakkale Zaferinin 100. Yıldönümünü kutladığımız bu günlerde araya kaynak olmuş. Bu resmi bu yazıya özellikle aldım zira paylaşan bir İmam-Hatip Lisesi mezunu öğrencim. Hani o hep Atatürk düşmanı yetiştirdiğimiz, bağnaz, gerici, örümcek beyinli insanları yetiştirip yetiştirip sokağa saldığımız okullardan birinden mezun. Hani bazılarının aynı gezegende yaşamaktan bile rahatsız oldukları bir bakteriden(!) bahsediyorum.
Bakın ne paylaşmış İmam-Hatip Lisesi mezunu bir bakteri(!) o resimde:
‘’Mollalar meclise giremeyince ayaklanırlar. Atatürk ‘’Ağalar bu Cuma Bakara suresinin 293. Ayetini okuyun, gelin görüşelim’’ der. Cuma gelir. Mollalar otururlar meclis sıralarına. Atatürk kürsüde ‘’Kimler okudu ayeti?’’ der. Hep birlikte kaldırırlar ellerini havaya okumuşçasına. Ata ‘’ Ağalar bu yüzdendir istemem sizleri mecliste. Bakara Suresi 286 ayettir’’ der.
O GÜN KÖKLERİ KAZINMALI İDİ RUH HASTASI DİN TACİRLERİNİN !
Her ne kadar bu resimde Atatürk’ün ‘’Bakara Suresinin 293. Ayetini okuyun ‘’ dediği yazılmış olsa da bir başka resimde ‘’288. Ayetini okuyun’’ yazdığını da görmek mümkündür.
İşin ilginç yanı ise neredeyse yüz yıldır bilinmeyen bu hadisenin birdenbire ortaya çıkmasıdır (!) Neyse…Çanakkale Zaferini kutlarken unutturulmaya çalışılan Atatürk’le ilgili hoş bir anı da fena olmadı sanırım.
15. Resimde Çanakkale Zaferimizi unutan Google a ağzının payını veriyoruz. Şöyle:
‘’Fermuarın icadını bile unutmayan Google Çanakkale zaferini unutmuş. Motora bak sen !’’
Vay motor vay...İşte adamın böyle ağzına… Ulan hakket bu Google erkek miydi kadın mıydı? Adam diyoruz ama ya kadınsa ? Neyse…Öyle ya da böyle ağzının payını aldı. Her ne kadar tüm resimleri ondan alıyor olsak da önemli değil. Maksat ağzının payını vermekti. Verdik…
16. Resimde tecavüze uğramış ama tecavüzcülerine karşı direnmediği için bu tecavüze kendi iradesiyle razı olduğu gerekçesiyle tecavüzcüleri salıverilmiş olan bir kız çocuğunun hakime yazdığı mektuptan bir pasaj var. Diyor ki:
Hakim Amca ! Ben yaşadıklarımı utandığım için bir de polisler ve siz bana inanmıyor gibi davrandığınız, alay ettiğiniz için anlatamıyorum. Her erkeğin bana tecavüz edeceğini sanıyor, korkuyorum.Hakimsin. Bir daha bana bağırma.Beni azarlamayın. 15 yaşında 38 Kilo bir kızım. Benim gücüm bu adama yetmez ki karşı koyup onu yeneyim.Polisler de siz de beni suçladınız neden karşı koymadın diye. Bu adamın benim üç katım kilosu ve gücü var. Bir erkekle benim gücümü nasıl bir tutuyorsunuz.
Canlı cenaze gibiydim.Tek düşündüğüm bir an önce ölmekti.İntihar edecektim, beceremedim. Bu son ifademdir.Bana inanmayan, dalga geçer gibi davranan,aşağılayan mahkemenize gelmeyeceğim. Sizi adalet ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum.
Çanakkale Zaferinin 100. Yıldönümünü kutladığımız bu günlerde en çok utanmamız gereken husus…Namus uğruna ölümü göze alan ecdadın torunlarının geldiği durumun kısa özeti…
17. Resimde ise 12 Eylül döneminde bile göremeyeceğimiz büyük bir baskı ve basın özgürlüğünün kısıtlandığı 2015 Türkiye’sinde(!) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir karikatürünü görmekteyiz. Karikatüre göre cumhurbaşkanı ‘’ Dur yolcu ! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yedir’’ sözünü ‘’ Dur yolcu ! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, satılıktır’’ olarak değiştiriyor.
18. Resimde ise Atatürk’ün, Atatürk Orman Çiftliğini Türk halkına bıraktığına dair belgeyi görmekteyiz. Çanakkale Zaferinin 100. Yıl dönümünde daha önce mahkemenin ‘’Yok böyle bir belge’’ dediği belge de ortaya çıktı nihayet. Bu güne kadar niçin kimsenin aklına devlet arşivlerine bakmak gelmemiş orasını bana sormazsanız çok sevinirim.
19. Resim mi? O da araya kaynak olmuş. Kafasına türban bağlayan iki hatun var o resimde. Kafalar kapalı ama alt taraf tamamen transparan. Mesaj ise aynen şöyle:
‘’ Anacım mal küfe gibi ortada zaten. Başını kapatınca n’oooluyor? Haa bildim. Helal transparan, helal kaltak...’’
Son resme geçelim.
Biz kendi ülkemizde büyük bir zaferi kutlarken bu kadar gerginiz; buna karşılık o zaferi kazandığımız düşmanımızın torunları atalarını yad ederken görüldüğü üzere ne kadar rahatlar. Elin Conisi atmış hatunu motora memeler fora vaziyette motosiklete, eğlencesine bakıyor; biz birbirimize nasıl laf sokarım hesapları yaparken.
Çok şükür 18 Mart bitti. 2016 ya kadar bir daha Çanakkale lafı etmeyiz nasılsa. Şimdi önümüzde 21 Mart Nevruz var. Bir an önce neleri paylaşacağımıza, kimlere ne gibi laflar sokacağımıza karar verelim…Haydi bakalım şurada iki gün bile kalmadı. Vatan bizlerden hizmet bekliyor.
Şimdi tekrar en başa yani 1915ten bu güne Türkiye ile 1945 den bu güne Japonya kıyaslamasına dönelim mi, yoksa bunca resim ve mesaj yeter mi? Ne dersiniz ?
YORUMLAR
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
hüzün şairi
hüzün şairi
Ne desen ne yazsan haklısın be kardeşim.
Adamlar yoktan icat ediyorlar,bizse yakıp-yıkmaya çalışıyoruz.
Ne diyelim.Allah bu millete akıl fikir versin.ya da hiç aklı olmayanlara akıl versin.
Selamlarımla..
sami biberoğulları
Dediğin gibi. Allah bu millete akıl fikir dediğimiz feraseti bol miktarda versin inşallah.
selam ve sevgilerimle.
Ben şu anda öyle sarsıla sarsıla ağlamaktayım ki hocam anlatamam.
Sizler gibi şuurlu olmayı şiar edinenler oldukça ne bu vatanın toprağının ne de bu milletin sırtı yere gelmez.
Ben Altaylardan bu günüme gelen tarihimin her devrinin her zafer veya yenilgisinin altına şükrederek imzamı atarım. Çünkü: nasıl insan hiç bir duygusu ve uzvundan ayrılmaz bir bütünse geçmişi de geleceği ile bir bütündür.
Yeter ki, kulaktan dolma bilgilerle birilerine maşa olmayalım. Daha dün Çanakkale zaferi dolayısıyla Atatürk'e yapılan saygısızlığa tepkimden dolayı nerede ise dünyanın tüm suçu üzerime yıkılacak. oYSA, HİÇ BİR DEVİR ÖMRÜNÜ TAMAMLAMADAN ve zincirin halkası olmadan bitmez.
Bu demek değildir ki, hayali üretimlerle yapılanı inkar etmek durumuna düşelim. İnsanlar bu denli çıkmazı girdaba döndürecek kulaktan dolma bilgilerle yürüdüğünü inşallah çok geç olmadan fark eder. Müslüman geçinip, İslamiyet'le bağdaşmayacak hakaret ve karalamalarla gıybete soyunmanın vebalinin de ağır ödeneceğini de bilmek gerekmiyor mu?
Anlamak veya anlamlandırmak mümkün değil ve zûl ötesi bir ağırlıktır. Hiç mi akıllarının ucundan geçmez, vebal aldıkları?
Ya da ne bileyim, hiç mi vicdanları sızlamaz, Atatürk'e yaptıkları hakaretlerle bir yere varamayacaklarının farkında olmak bu kadar zor mudur?
Artık insanlar kendi önüne baksın ve yalan ve iftira ile bir yere varamayacaklarını anlasınlar. Çünkü: GERÇEKLERİ ASLA AMA ASLA GİZLEYEMEZSİNİZ. GERÇEK GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYA MAHKUMDUR.
Allah doğrunun yanındadır her daim. Dilesem böyle bir yazı olmazdı sanırım. Bu da insanın vicdan muhakemesinde ne denli doğru yolda olduğunun göstergesidir bence. Hamd-i senalar, hamd-i şükürler olsun.
Kaleminize, yüreğinize, gözünüze ve gönlünüze sağlık.
Her daim takdir ve saygımla hocam.
sami biberoğulları
Eğer ki Atatürk'ün ''Türk ! Öğün, Güven, Çalış '' Özdeyisindeki sadece ''Öğün'' alıp, güvenmeyi ve çalışmayı bir tarafa bırakmasaydık inanın bana bu gün bu tartıştığımız konuların hiç biri olmayacaktı.
Selam ve sevgilerimle.
hüzün şairi
Ben şu anda öyle sarsıla sarsıla ağlamaktayım ki hocam anlatamam.
Sizler gibi şuurlu olmayı şiar edinenler oldukça ne bu vatanın toprağının ne de bu milletin sırtı yere gelmez.
Ben Altaylardan bu günüme gelen tarihimin her devrinin her zafer veya yenilgisinin altına şükrederek imzamı atarım. Çünkü: nasıl insan hiç bir duygusu ve uzvundan ayrılmaz bir bütünse geçmişi de geleceği ile bir bütündür.
Yeter ki, kulaktan dolma bilgilerle birilerine maşa olmayalım. Daha dün Çanakkale zaferi dolayısıyla Atatürk'e yapılan saygısızlığa tepkimden dolayı nerede ise dünyanın tüm suçu üzerime yıkılacak. oYSA, HİÇ BİR DEVİR ÖMRÜNÜ TAMAMLAMADAN ve zincirin halkası olmadan bitmez.
Bu demek değildir ki, hayali üretimlerle yapılanı inkar etmek durumuna düşelim. İnsanlar bu denli çıkmazı girdaba döndürecek kulaktan dolma bilgilerle yürüdüğünü inşallah çok geç olmadan fark eder. Müslüman geçinip, İslamiyet'le bağdaşmayacak hakaret ve karalamalarla gıybete soyunmanın vebalinin de ağır ödeneceğini de bilmek gerekmiyor mu?
Anlamak veya anlamlandırmak mümkün değil ve zûl ötesi bir ağırlıktır. Hiç mi akıllarının ucundan geçmez, vebal aldıkları?
Ya da ne bileyim, hiç mi vicdanları sızlamaz, Atatürk'e yaptıkları hakaretlerle bir yere varamayacaklarının farkında olmak bu kadar zor mudur?
Artık insanlar kendi önüne baksın ve yalan ve iftira ile bir yere varamayacaklarını anlasınlar. Çünkü: GERÇEKLERİ ASLA AMA ASLA GİZLEYEMEZSİNİZ. GERÇEK GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYA MAHKUMDUR.
Allah doğrunun yanındadır her daim. Dilesem böyle bir yazı olmazdı sanırım. Bu da insanın vicdan muhakemesinde ne denli doğru yolda olduğunun göstergesidir bence. Hamd-i senalar, hamd-i şükürler olsun.
Kaleminize, yüreğinize, gözünüze ve gönlünüze sağlık.
Her daim takdir ve saygımla hocam.
kıymetli hocam
Nacizane Türkiye siyasi tarihini irdeliyen biryazı dizisi kaleme aldım. kısmet olursa bugün yada yarın birinci bölümünü yaınlayacağım yazıda Almanya-Türkiye arasındaki gelişmişlik farkını kısa cümlelerle değinmiştim. Sizin de Japonya ile Türkiye arasındaki farkı anlatan yazınızı okuyunca aklıma bir anım geldi.en kısa haliyle anlatmaya calışacağım.
1990 lı.yıllarda yurtışındaki bir firmanın Türkiyeye yatırım yapması konusunda aracılık ettim. Uzun uğraşlar sonrasında firma yöneticilerini ikna etmeyi başarmak kısmet oldu.
Aracı olduğumuz içinde ülkemizdeki resmi prosödürleri büyük ölcüde mesai arkadaşlarımızla biz takip ettik.özetle, bu süreçte öyle enteresan hukuki presedürlerle karşılaştık ki inanılır gibi değildi. 1950-60 yıllarında hazırlanmış ''Türk Dış Ticaret Kanunları'' diye bilinen bu kanunlar adeta ülke gelişmesin diye kasıtlı hazırlanmış yasaklarla ve tuhaf bürokrasilerle dolu kanunlardı. Gerçi rahmetli, Özal ve sonrasından günümüze kadar çok değişiklikler oldu ama oyıllarda ki haliyle inanılır gibi değildi ve çok şaşırmıştım.
O yıllarda bu yasaları kim hazırladı bilmiyorum ama hani mubala etmiyorum Türk ve Türkiye düşmanı yunanlıya denmiş olsa, ''gel kardeşim öyle bir ticaret kanunu yap ki bu ülkenin kalkınmasına engel ol anasın elli yıl boyunca mik ancak bu kadar yapabilirdi.
Ne diyelim enteresan bir ülkeyiz vesselam.
Saygı sevgilerimle.
sami biberoğulları
Bir zamanlar Türk iş adamları Bulgaristan'da yatırımlara ağırlık verdi. Adamları vatan hainliği ile suçladık. Bunun üzerine açıklama yaptı biri. Bizde bir fabrika açabilmek için tam otuz dört ayrı birimden imza almak gerekiyormuş. Bulgaristan'da ise sadece bir imza.
Bu bir örnek...
Bir başka örnek olarak da Dr. Ziya Özel vardı. Adam ''Kansere çare buldum'' diye çıktı ortaya. Adını ''Zakkumcu Doktor''Yapıverdik. Gitti ABDye şimdi onun yaptığı aşıları satın almak için milyar dolarlar ödüyoruz ABD ye...
Dünyanın en büyük kalp cerrahı Mehmet Öz ABD de yaşıyor.
O kadar çok örnek var ki.
Hani Cehennem kazanlarınıdan sadece Türklerin kazanın başında zebani yokmuş fıkrası var...Bilirsin...O hesap işte...
Selam ve sevgilerimle.
Herhalde bizim kaderimizdir ki, hocam, tahsili terbiyesi olduğu önkabulüyle konuştuğun kişiler bile, şurada sıraladığınız, akıldan, mantıktan, izandan yoksun çelişkileri hiç görmüyor gibi davranıyor ve esefle "Amerika'nın yeniden yeniden keşfini" bekler oluyorsunuz... O zaman da, "bu insan(lar) nasıl bir 'Japon mucizesi' yaratsınlar?!..." diye bir kâbusa dalmaktan kurtulamıyorsunuz... Velhasıl 'konuştukça battığımızın' bilincinde olmamak gibi bir hasletimiz(!) var... Özet mi?... Ciddiyetsizlik, hocam...Öyle ciddi bir toplum değiliz işte... Ha, işte o yüzden de, şiş kebap-rakı eşliğinde oynamak, eğlenmek istiyorsanız, gelin Türkiye'ye! diyoruz... Muhabbetin kralını biz patlatırız...:))))
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Namaza başlamadan önce ne deriz ''Niyet Ettim Allah rızası için...''
Bu niyet kalben olur ya da olmaz. Neticede o seccadenin başında olmak bile bir niyettir öyle ya da böyle.
Japonya gibi olmak için de önce niyet lazım elbette. Niyet dediysem tabii ki hün-ü niyetten bahsediyorum.
Sizin de belirttiğiniz gibi eksiğimiz işte o.
Selam ve sevgilerimle.
Haklısın valla hocam.
Aslında,
bizim Çanakkale savaşımız henüz bitmedi.
Orada, yedi düvelle savaşmıştık,
şimdi
kendimizle savaşıyoruz.
Daha doğrusu, kendimizi yemeye uğraşıyoruz.
Nasıl kalkınacaksın böyle?
Üstelik de,
basın özgürlüğü ve demokrasi de tehlikeye düşmüş.
Amerika diyor yani.
Koskoca dünya lideri devlet.
Yanlış bilecek değil ya(!)
Sevsinler hepsini....
sami biberoğulları
Yedi düvelle savaşmak kolaymış. Düşman karşında, açık ve seçik olunca Onunla mücadele de açık oluyor. Ama düşman karşında değilse, hatta bazen yanıbaşındaysa, içeriden ve dışarıdan her türlü desteği alıyorsa, vurup kaçıyorsa işte o zaman iş zorlaşıyor, hatta içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Bu arada bir de akrep gibi kendi kendimiz sokma temayülü varsa? Yandı gülüm keten helva tabii ki.
Selam ve sevgilerimle.
hay elinize, irdeleyen, araştıran, yorumlayan aklınıza ve gönlünüze sağlık....
herkes bir nebze ağzının payını almıştır diye umuyorum kendimi de müstesna tutmayarak. alınması gereken ne çok ders vardı ve ne çok gönül dilimdi...
sağolun, varolun...
sevgi ve saygı gönülden.
sami biberoğulları
Sen de sağ olasın var olasın.
Selam ve sevgilerimle.