- 521 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Parçalanan duygularım içindir perişanlığım…
Niçin ağlıyor denmeden ağladın diyecekler...
Boşaltılmış sokaklar, çanların kimin için çaldığı belli değil.
Hangi kalp, hangi yürek niçin çırpınıyor.
Bir gecenin sesi bir de benim hıçkırık sesim.
Hangi ağlayışın sahibi bulunmuş ki, sebebi söylensin? Bir kere ağlamaya gör.
Kimin için ağladın diye sorulmadan. Ağlıyor diyor tını sesini duyanlara. Oysa dün yoktu, yarınlar da yok olacağa benziyor.
Hadi gözünün birini, kapat da bak Güneş’e ki, için dışın ziflerden arınarak güneş ışığı dolsun...
İçim ateş dışım kar yüklü omuzlarıma kadar.
Bir köprü var gülmek ile acılanma arasında. Bilmediğim bir hınç var içimde.
Sanki yarın en çok güleceğim gibi, gibi hissediyorum kendimi, ama hemen ertesinden en büyük acılanmalarım gelecek yine omuzlarımdan tabanlarıma doğru, biliyorum…
Bir kez sevdimdi ben seni demek için, biliyor musun sevgili, çok harman döverdim ben. Yeter ki anla seni ençokların arasına sokarak sevdim.
Bu bir küskünlük sonrası laf değil.
Bu son yürek vuruşuna kadar uzayacak kalp tıklamasına benzer bir tiz ses...
Nerede kalınlaşacak bu ses.
Nerede daha çok incelecek bu yakarış bilinmez ama, bu yumruk kadar titrek yürekle sanırım daha çok uzun zaman taşıyacağım bu gümbürtüyü...
Gümbürtü bu, alışık olduğum bir ses bu, ama bu sefer çok fazla titredi. İşte bu titreyişe yabancıyım ben...
Ya, sevmek çok zor iş derdi bir usta ama.
Bana göre de beter bir ağırlıkla acı bu be usta…
Neden dersen gücün varsa biraz ağırdan gelen sevmenin yankılanmış sesini bekle bak.
Gözlerin nasıl düşüyor toprağa doğru...
Bekle sen bekle de bul bakalım ne düşecek avuç içlerine…
Bir kızarıklık, gözlerine de bir karalık...
İşte anlayacaksın kaldırmak istediğin ağırlığını...
Hiç, söylemeyi denemedik belki de sevgili sözünün kutsallığını…
Çoğu zaman içimizdeki gülmeleri özledik…
Kendimi onurlu düşündüğüm zamanlarda düşmüyorum dizlerimin üstüne sadece parçalanan duygularım içindir perişanlığım...
Sadece geceleri basar iç burkulmaları, düşledikçe mutluluklarımı.
Ertesi yarınlarım kalır bakışlarımın derinliğine gizlenen…
Sadece parçalanan duygularım içindir perişanlığım...
Oysa sadece tek kelime yeterliydi işte söylenmeyen buydu, tek kelime, seni sevdim denilemiyordu…
Bazen bir düş görür insan veya bir düşünceye dalar insan.
İki ucundan tutacak hırsları vardır, bir gizliye sinmiş.
Öfkelenir, parçalanır çıkarıp ortalığa atıp, pür telaş içinde kusmak için kinlenir.
Ama saklanır kendi korkusuzluğunun içine.
Kendi kendinin dişlerini sıkarak hırpalar durur.
Ama, ne elini kaldırabilir, ne de sağ ayağının ucu ile bir yerlere tekme atabilir.
Herşey saklı bir gizemdedir aslında.
Korkularını da tam o gizeminin kıyısına gömmüştür.
Hareket etse, yıkılacak bir yerlerde bir duvar.
Dursa o korkuların içinde, kendisi yıkılacak o duvarın dibine.
Aslında çaresizlik atakta kalmıştır hareket için ve hıncını toprağı yumruklayarak alır. Ki, öfke ve kin yine de kınında kalır.
Bekler bir başka zamanın çilesini sırtına yüklemek için.
Bunun da adına hayatın kıskacı derler ve bir yumruk daha sallar havaya doğru.
Bunun da adına herhalde çile derler içe içe işleyen...
Bitiyor be sevgili çekilen bunca hasretle artık seni düşlemeler….
Kaçıncı yaz bu içimin zangır zangır sallanışı…
Kaçıncı kış bu dudaklarımın çatlak çatlak oluşu…
Her düşüncenin sonunda sana doğru dökülüşüm, her acı anının bedelini sen yokluğuna dayandırşım…
Ne bu zorlanış hayatla? Ne bu karşı koyuş yaşamın şartlarına.? Kaçıncı kavgam bu seninle? Kaçıncı kavgam bu seninle? Kaçıncı kaçışım bu senden?
Bir yerde durmalı, duracak olmalı, değişimde çıkan gürültü kendimle…
Oysa, kısık ışıklı da olsa, yarınlar var gibi sanki…
Olmadı da, olacak da, derken, düştüğüm hırs, kendimle zaten, bu küslük kendime…
Nerede, ne zaman hızlı nefes alsam, yıkılıyor bedenim sana doğru. Sanki duruyor yaşamdan bir şeyler, hızı kesiliyor.
Bu devinimin rengi değişiyor bakışlarımın…
Gördüklerim aklıma gelince boğuluyorum. Son defa penceredeki pervasız duruşunu hatırlayınca bedenim titriyor.
İşte o andan sonra hızla yok oluyorsun benden.
Ve hızla gömüyorum seni iki mezar taşı arasına. Kendime bin defa söz veriyorum düşlemeyeceğim seni derken, bir kurşun hızını düşlüyorum, yüzümde ve kendimi artık ve sonlandırıyorum seni, düşüncelerimle…
Yoruldum çünkü artık seninle sen yokluğunda konuşmaktan…
Kaç kez oldu bu kendi kendimle konuşmalarımı yazma çabasında oluşum, biliyorum ki sen bunların hiç birine önem vermiyorsun ve de vermezdin, sadece zor yaşam şartlarını bana bırakarak bir köşeye çekilip bu halime için için gülme çabalarında idin, en argosu ise ben halimi gördükçe karnını üç parmağını birleştirip kaçşırdın işi komikliğe vurup arka penceren bakmaya çalışırdın, işte sevgide senle anlaşamadığım nokta burası olurdu her zaman, ben üzüntülerle kahrolurken, sende için için beni horlayarak zevk alırdın acılarımdan…
Buna ne denir bilmem ama işte bu yüzden sen şimdi hiç de mutlu olamadığın yaşamında savrulurken, bense acılar içinde raks ediyorum artık bıkıp usanmadan direnirken hayata…
İşin zor kısmı da ben bu hayatın zorlukları ile uğraşmaktan bir türlü de kurtulamıyorum…
Sen mi bu halimle de olsa, artık umrumda değilsin çünkü tiksindim senli var olduğum yaşamla senden…
İşin özündeki bu sevginin sonucunu ikimizde biliyorduk.
Ben senin gitme ihtimâli korkularında iken, sense gidişinin planlandığı günün son anlarını bekliyordun.
İşte o son an zamanlarındaki bu aşkla ben, yavaş yavaş dar nefeslerde iken, sense hayatının bu oyundaki aşkla son zamanlarına yavaş yavaş beni çiğneyerek gidiyordun.
Ve ben bu gidişin her anını yavaş çekilmiş bir filmin kareleri gibi mırıldanarak seyrediyordum…
Ne güzelliğinle, ne buğulu sesinle, ne de hüzünlerinle, yıllar yılı süren direnişimle seninle başedemedim…
Ağlama sesleri uzaklarda kalmış sanki, sadece bir kıyamet hınç var... Neyse hayat bu, tutunmak için, bir tarafında bir kulp var...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.