GEÇSE DE GENÇLİK ÇAĞI
GEÇSE DE GENÇLİK ÇAĞI
İnsanların yaşamlarında, kaderlerini etkileyen bazı koordimatlar vardır. Bu koordinatlar, çeşitli olaylar için bazen başka bir veya başka birisinin koortinatıyla kesişirler.
İş, okul, aşk, evlilik v.b. gibi. O koordinatlar kesişmedikçe, insanları istekleri ve gerçekleşmesi için plan veya planlar yaptıkları işler asla gerçekleşemez. Bu tamamen ’Kader’ diye adlandırdığımız, alın yazısıyla orantılı
Sevgili okur, yıl 1970 mekân Çengelköy, gençlik yıllarımızın en güzel çağlarındayız. O tarihler de, Tv henüz yeni başlamış, saat 20’den 24’e kadar tek kanal yayın yapıyor, medya, radyo ve mektuplardan başka iletişim aracıda yoktu. Bu yüzden komşuluklar, arkadaşlıklar ve dostluklar, daha bir sağlam, daha bir güvenli ve daha bir verimli olduğu için, söz konusu kişilerle kaynaşmak daha kolay oluyordu.
Çünkü gençler boş zamanlarının çoğunu evde veya internet kahvelerinde değil, dışarıda arkadaşlarıyla birlikte geçiriyorlardı. Bu durum Çengelky’de de böyleydi. Örneğin, Havuzbaşı parkı ve burada yaşanan masum aşklar, kapalı veya açık havalı sinemalar, buralarda yaşanan gençlik heyecanları, en önemlisi denize aşina olduğumuz için, Boğaziçi sularında geçen maceralardı.
Yaz ayların da Boğazın her semtin de olduğu gibi, kum gibi kayık kaynayan Çengelköy sahillerin de, hemen bütün Çengelky halkı, tertemiz denize girerek, güneşleniyorlar ve tatillerini bu sahiller de geçiriyorlardı. Haliyle, gençlik her türlü maceraya hazır, Çengelköy hazır, fırsatlar çok ve sağlamdı. İş sadece bu fırsatları en iyi biçimde değerlendirerek, gençlik yıllarımızın tadını en güzel şekilde çıkarmaktı. İşte biz gençler de yle yaptık...
Bir gün, sıkça yaptığımız sandalla Boğaziçi gezintilerinden birini daha yapmak için, kuşluk vakti saat 10 gibi, hamallar iskelesinde buluştuk. Bu kez altımızda kürekli kayık değil, kıçtan takmalı bir motorlu büyükçe bir tekne vardı. Her zaman ki gibi, nevalelerimizi düzdük, biralarımızı, gazozlarımızı aldık, ızgaramızı ayarladık, ben gitarımı, arkadaşlar da kaset çalar getirdiler ve dört arkadaş yola koyulduk.
Ben (Hüseyin), Murat, mer ve Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinden Şafak, dördümüz de sevinçli, dördümüz de ümit dolu, dördümüz de yeni heyecan ve olası bir maceraya hazırdık. Evet o gün hepimiz favoriydik, maça iyi hazırlanmış bir sporcu gibi, gelebilecek rüzgârları 3:) karşılamaya hazırdık...
Çengelköy sahilinde biraz denize girip, ısınma turları attık. Bir Havuzbaşı, bir Beylerbeyi yaptık, şöyle bir piyasaya baktık. Henüz insanlar sahile dökülmemiş, tek tük sandallar, sabah oltacıları ve Çınaraltına gelmiş 300 - 500 yabancı turist vardı. Köyümüzün bu kadar turisti ağırlayacak, turizm potansiyeli olmadığı için, turistlerin 150 - 200’ü Çınaraaltın da otururken, geri kalanı köyü dolaşıp onlara göre ilginç fotoğraflar çekiyorlar, alış veriş yapıyorlardı. Daha çok meyve ve kuruyemiş ve Seval pastanesinin ürünlerinden alıyorlardı. Sonuçta, köyümüze parasal bir girdileri oluyor, esnaflarımızın yüzlerini güldürüyorlardı. Ancak ne olduysa oldu, bu çeşmenin suyu kesildi ama Allah yeni bir rızk kapısı ihsan etti ve yerli Turistler truzim potansiyeli 1500-2000 kişiye ulaşan, köyümüzün yeni geçim kaynağı oldular.
Efendim, bizler yanımıza ızgaramızı aldığımız için,balık tutmamız gerekiyordu. Çengelköy iskelesinin az açığında, akıntı kanalına 50 metre uzaklıkta iki üç çapari sallandırdık, yarım saatte 3-5 kg. istavrit ve mezgit almıştık. Hatta balıkları hemen temizleyip, livara atmıştık. Balıklarımız artı ızgaraya hazırdı.
Kıyı kıyı Kuleli’ye doğru ağır yol gitmeye başladık. Bu arada yalılar da oturan arkadaşlarla sohbet edip gülüşüyoruz ve akşam üzeri yapacağımız maçın kadrolarını yapıyorduk. rahmetli kuzu Hilmi abinin yerinde biraz oyalandık, bizlere yeni demlediği çayından ikram etti, bizler de ona bir tavalık balık verdik. Oradan ayrılıp, Vaniköy akıntısını geçerek her zaman tenha olan Vaniköy Camii’nin, o ıssız ve sabırla bekleyen avlusunun arkasında ki tuvalette ihtiyaçlarımızı giderdik ve Elektrik Şebekesinin önüne kadar geldik. O zamanlar şimdiler de gazino olan (Alperenler) yer, Elektirik İdaresinin plajıydı. Az ileri de Kandilli Kız Lisesi’nin eski (tepedeki) durağının altında ki, 6-7 kızın denize girdiği sahile, kayığımızı baştan kara hafifçe çektik. Çilingir soframızı kurduk, biralar, gazozlar açıldı ve uzaktan uzağa kızlarla kesişme durumları başladı.
Kızların yanında bir de spastik kızcağız vardı, sanırım kızlardan birinin kardeşiydi. Bizler ızgara ve yemek faslıyla ilgilenirken, o kızcağız kaşla göz arasında denize atlaış ve akıntıya kapılak üzereyken, kızların çığlıklarıyla, o yöne doğru baktık. Durumu görünce hemen üçkişi birden suya atladık, bir hayli korkuş ve su yutmuş olan kızı, tam hayata veda ederken yakaladık, bizim Şafak kızı kucağına aldı ve kumlara yatırdık. Diğer kızlar da yanımıza geldiler ve ’amann Allah’ım, ne olacak şimdi, ne yapacağız, ahh sizler olmasaydınız ne yapardık’ gibilerden laflar ettiler.
Sevgili okur gençlik işte, doğal olarak samimi bir ortam oluşmuştu, soframıza oturdular, yemeğimize katıldılar, isimlerimizi öğrendik. Artık birbirimize isimleriizle hitap ediyorduk. Birlikte denize girdik, akşam içinde Nur sinemasında buluşmak üzere sözleştik. Eveet işlem başarıyla sona ermiş, güne kârlı başlamış, kısa sürede çok yol almıştık. Yine ağır yolla Çengelköy’e doğru hareket ettik.
Saat 17.00’ de top oynadığımız iki üç yerden biri olan Cevizli’ye çıktık ve çok iddialı bir maç yaptık, artık yorulmuş gibiydik. Akşam Nur sinemasın da gerçekten hepimiz çok şık ve zarifdik. Gençliğin üzerine, bir de güneşten kararmış vücutlar eklenince, kendiliğinden bir dinamizm ve güzellikler ortaya çıkıyor ve yorgunluk belirtileri kayboluyordu. Bu yüzden o gece Nur sinemasında, hepimiz de o ilk heyecan, herkeste bir sevinç vardı. Bu o kadar doğaldı ki, çevremizdekileri rahatsız etmiyor, aksine onları keyiflendiriyorduk.
Efendim, Kandill sahiline sandalımızı çektiğimizden beri, gözlerimin takıldığı, kaçamak bakışlarımı kaçıramadığım esmer bir kız, aynı şekil de hatta benden de cesaretli olarak, bana karşılık veriyordu. Önceleri titriyerek konuşmaya başladık, konuştukça açıldık ve artık birbirimize daha çok sempati duymaya başlamışdık. Kandilli’liymiş, Kandilli Kız Lisesinde okuyormuş, bir ikiz kız kardeşi ve onlardan 9-10 yaş büyük ağabeyleri varmış. Ağabeyleri Galatasaray kürek takımının, milli kürekçileriymiş. Ayrı yumurta ikizleri kız kardeşler, ağabeylerinin ısrarı üzerine, Galatasaray formasıyla bayanlar kürek takımında kürek çekiyorlarmış.
Sevgili Çengelköy, eşyanın tabiatı olarak, biz o günden sonra Galatasaray adasına yazılaya başlamıştık. Hemen her gün bir kayıkla oraya gidiyordu ama arkadaşları ve ağabeyleri fark etmesin diye fazla yaklaşmıyor, az açıkta demir atarak, güya yemli izmarit tutuyordum. Takdir edersiniz ki, ben mi izmariti, izmarit mi beni tutuyor, anlayamıyordum. :) Çünkü maksadım balık tutmak filan değil, sadece onu izlemek ve görmekti. Sonraları bu ceylan gözlü, esmer kız Kadıköy’e benim orkestra ile çaldığım yerlere geliyor, haftanın 3-4 günü mutlaka buluşuyorduk. Hatta annesine benden söz etmiş, büyük ağabeysinin Alman olan eşine de derdini söylemiş ve beni göklere çıkararak, çok beğendiğini itiraf etmiş.
Sevgili okur, bir başka gün diğer arkadaşlarla Boğaz sefası yapmak için sözleşmiş ve hazırlanmıştık. Bu kez kaptan ve teknenin sahibi Aycan’dı. Yanımızda iki de Kadıköy’den arkadaş vardı. Aycan 1.90 boyunda iri yarı, dev gibi ama bir o kadar da, ince ruhlu (daha sonra 1974 Kıbrıs Barış Harekatına bordo bereli komando olarak katılmış ve gazi madalyasıyla köye dönmüştü) bir arkadaşımızdı. Genelde bu tekneyi, balıkçılık yapan babası kullanırdı. Aycan arasıra gezmek için binerdi. Bir seferin de (Boğazda ki akıntıları bilenler iyi bilir), o ters akıntıya rağmen Üsküdar’dan, Çengelköy’e kadar kürekle gelmişti. Hatta bir kış akşamı, Beşiktaş Kazan’da asprinli (votkalı) bira içtikten sonra, Çegelköy’e dönerken, bir iddia üzerine arkadaşımız Adnan Tiryaki’yi (under), Üsküdar’dan Çengelköy’e kadar omuzunda taşımıştı. İnanır mısınız, gık bile demeden, durup dinlenmeden onu köye kadar getirmişti.
Sevgili Çengelköy, o gün kuşluk vakti köyden ayrıldık.
Kuleli, Vaniköy, Kandilli, Küçüksu derken, Anadoluhisarı Göksu deresinin girişin de bizim 9.5 metrelik içten takma, pancar motorlu tekne yavaş yavaş suya gömülmeye başladı. 3:) 3:) 3:)
O sırada Aycan’nın babası bir tekneye atlamış, son gaz bize doğru geliyordu. Yanımıza geldi bordoladı ve o halimizi görünce, adamcağız feryadı koparmıştı. Kolay mı, ekmek teknesi yavaş yavaş göksu deresinin yeşil, Boğaziçi’nin mavi sularına gömülüyordu. Aycan çok üzülmüştü, bizler de. Ancak o anda yapılacak bir şey yoktu. :(
indirmeden önce, mutlaka kapalı olmasının kontrol edilmesi gereken bu iki minik delik, bir dikkatsizlik sonucu açık kalmış ve biz gafiller, taa Göksu’ya kadar teknenin su aldığını fark edememiştik. Allah’tan bu vahim durumun tek tesellisi, akıntı kanalın da değil, sahile yakın bir yerde başımıza gelmiş olmasıydı.
Sevgili Çengelköy, her şeyimiz batmıştı, Aycan babasına; ’öldür beni, öldür beni’ diye bağırıp ağlamaya başlamıştı. Bu arada gömleğinin önünü de yırtmış, tam bir sinir krizi geçiriyordu. Zavallı babacığı; ’ oğlum aslanım, niçin öldüreyim seni olmuş bir kere, elbet bakarız bir çaresine, sen üzülme yavrum’ dedi. Aycan babasının bu son sözlerine çok duygulanmıştı, babasının bulunduğu tekneye çıktı ve ona sıkıca sarılarak, kendisini af etmesini istedi. Bizler de çok duygulanmış, ağlamaklı olmuştuk, gözümüzün önünde ki dramatik ama sevgi yüklü sahneden etkilenerek, gözlerimizden akan gözyaşlarına engel olamamıştık.
Bu arada Aycan’nın babasının Anadoluhisarda ki balıkçı arkadaşları, batmakta olan tekneyi yedeğe alarak, kıyıya çekmişlerdi. Tekne de büyük bie zaiyat yoktu. Esas zaiyat bizler de vardı. Kuruması için 3:) tekneye yapıştırdığımız paralar, ayakkabılar, kaset çalar, doğal gaz tüpü, bira şişeleri, hemen her şeyimiz sulara gömülmüştü. Saçlar başlar dağılmış, kurtarabildiğimiz elbiselerimiz sırılsıklam olmuş, korkuluğa dönmüştük.
Şimdi Anadoluhisarı’n dan yalınayak Çengelköy’e doğru, tabanvay yürümeye aşlamıştık. Hava acayip sıcak, güneş tepemiz de, halimiz perişan, saç baş karışık, ıslak elbiselerimizle, Kandilli’e kadar geldik. Kandilli Kız Lisesinin, eski tepede ki durağına vardığımızda, bir de ne göreyim 3:) :) , bizim kız, ikiz kız kardeşi ve annesi ile durağın arkasına oturmuşlar, çiğdem çıtlayıp Boğazı seyrediyorlardı.
Ben güya görmemezlikten gelerek, geçip gitmek istedim ama olur mu? Esmer güzeli kız arkadaşım, seke seke yanıma gelerek elimi tuttu ve ’gel seni annemle, kız kardeşimle tanıştırayım’ diyerek, beni onlara doğru adeta sürükledi. Annesi ve kız kardeşi ile tanıştırdı. Görünüşümden dolayı, söyleyecek ir şeyim yoktu, bir korkuluğa dönmüş halimle, hele annesinin bedenimden geçen bir kurşun misali, bakışlarını gördükten sonra, hiç bir açıklamanın bu görünüşümü açıklayamayacağını düşünerek, dilim döndüğü kadar durumu açıklamaya çalıştım ve belli belirsiz gülümsedim. Aslında bu gülümseme bir isyandı, isteyip de anlatamamanın isyanı.
Bilirsiniz, insanların ilk karşılaşmalarında ’ilk intiba’ çok önemlidir, kızcağızın annesi bu fırsatı kaçırmadı ve ’ yaa vah vah, benim rahmetli kocam ve oğullarım, asla tahliye musluklarını kontrol etmeden, tekneyi indirmezler, ee tabii onlar profesyonel’ dedi. Daha ilk karşılaşmamız da rahmetli kayınvalidem, ofsayt’tan da olsa bana ilk golü atmıştı 3:) . İleride eşim olacak kızın sonradan anlattığına göre, biz yanlarından ayrıldığımız da annesi, ’bu mu senin yere göğe sığdıramadığın, Hüseyin, Hüseyin diye, dilinden düşürmediğin, laf söyletmediğin çocuk’ demiş. Ama rahmetli daha sonra, kayınvalidemin en sevdiği kişi ben olmuştum.
Sevgili Çengelköy, bu kız arkadaşımla altı yıl flört ettik, çevremizde ki arkadaşlarımız, ’zamanı geldi, evlenin artık’ demeye başlamışlardı. Ve sonun da istenen oldu, biz 1976 Kasım ayın da evlendik. Geçenlerde baktım 39 yıl olmuş. Bir deniz macerası, sadece onun ve benim koordinatlarımızın (kaderemiz) kesişmesi sonucu, bu evliliğin temelini atmış ve bu iki doğrunun kesişmesinden, 37 yaşın da bir erkek, 35 yaşın da bir kız, 33 yaşın da bir erkek ve 22 yaşın da bir erkek olmak üzere, tam dört adet koordinat türemişti.
Sevgili Çengelköy, şaka bir yana, Allah lütuf etti de verdi. Çok şükür hepsi sağlıklı ve dolu dolu bir çocukluk ve gençlik yaşadılar. Okullarını bitirip, işlerine güçlerine ve kendi kurdukları yuvalarında yaşamaya devam ediyorlar.
Aman ha sevgili okur, Boğaz gezisine çıkarken dikkatli olunuz, asla gaflete düşmeyin 3:) , bir bakarsınız önünüze, keklik gibi seken, kuğu gibi yüzen, ceylan gözlü bir kız, her an sizi avlayabilir. Sağlık ve sevgiyle kalınız, efendim...
Hüseyin A. Tuna
T u n a c a n