BU GÜN 8 MART UNUTTUN MU....3 YIL OLDU.....
Gitme ! Diye bağırıyorum duyup geri dönecekmiş gibi.
Heyhat nafile feryat etmek.
Nereye koyacağım bu papatyaları. Ellerimde öylece şaşkın kaldılar. Saçma sapan geldi elimde oluşları. Sıpıtıp atıverdim.
******
Başı önde, omuzları çökmüş yürürken, bir anlam vermeye çalışıyordu olanlara. Hiç ümit etmediği şekilde karşılanmıştı. Basıp gitmek gelmişti içinden ,ancak gidememişti işte. Hava pusluydu. Hani yağdı yağacak denir ama öyle değil. Yağsa açılacak ama yağmıyor deli lodos kokusu asılı kalmış havada. İçine atmış gibi tüm sıkıntılarını , karartmış ortalığı.
Birkaç adım sonra girdiği dükkandan, tamire verdiği telefonunu aldı. Kapıya ulaştığında tuşlara bastı. Karşıdan sesi duyunca şaşırdı. Farkında olmadan yine O’nu aramıştı. “ Almışsın telefonunu “diyordu ses. Her aradığında çıngıraklı diye tabir ettiği tarzla karşılamazdı. İnce tınılardan o günkü ruh halini çıkartmaya çabalardı. Bu gün detayları düşünecek halde değildi. Haber vereyim dedim diyebildi.
“Sevindim” der demez “ vaktiniz var mı ?” diye sordu. Var dedi var. Ne kadar vaktimiz kaldıysa o kadar vaktim var….. Bekledi ne gelecek ardından diye. Belli olmazdı ki ne yapacağı. Her an bir başka mevsimi yaşardı. Yetişemezdiniz.
Geliyorum dedi. Bekle.
Yine ne düşünmüşse geliyordu işte.
Üsküdar’a vardıklarında iskelede şaşkın kaldılar. Havanın farkında değillermiş gibiydiler. Vapurlar çalışmıyor dedi görevli . Birden çekiştirdi gel gel diyerek, duraktaki otobüse atladı . Boğazdan geçerlerdi hiç değilse. Boğazı görmek de güzel olur dedi. Otobüs fazla sıkışık değildi. Her şeyi yeni görüyormuş gibi heyecanla izleyişini seyretti . Bir türlü ulaşılamıyordu O’na. Tam yaklaştım dediği anda bir bakıyordu sabun gibi kayıp gidiyordu.
Uzaktan gelmişti. Kadın , ben bilirim edası takınmadan usta bir kılavuz edasıyla yol gösterirken ara sıra çevre hakkın da da bilgi veriyordu. Şurası Cağaloğlu yokuşu. Yaymacılar yok şimdilerde. Eskiden kitaplarını ikinci kişiler de okusun diye sergilerlerdi. Osmanlının suıkast yokuşudur derdi Tarih öğretmenim. Bir de bir anım. Her sabah önünden geçtiğim Öncü kitapevi. Bir gün gece kundaklanıp yakılmıştı. Sahibi Zeki ağabeyi ne çok severdim. Bos bıyıkları, gülen gözleri ile sözsüz güven veriridi.
İnsanın hayatı anılarının toplamı diye geçiyor aklından. Başını sallıyor . O bacakları çevik kısa saçlı, kot pantolonlu kız geliyor gözünün önüne. Ne çabuk harcadık gençliğimizi farkında olmadan.
Yokuşun başına varmadan sola saptık. Hem kestirme olsun, hem de nefesimiz kesilmesin diye. Artık soluklarımızı idareli kullanıyorduk.
Sokak bitip de Gül hane parkından sonra İnsanların yoğun olarak girip çıktıkları bir kapıya denk geldik. Yere batan sarayı dediler. İlk çağda yapılmış bildiğime göre diye başlıyor. Sütun ormanı gibi diye tanımlanan bu kapalı sarnıçta ,günümüz de de su bulunmaktadır. Aslında görülmeye değerdi. Bana göre özellikle tavanın ve sütunların mimari yapısı sarnıca saray görünümü vermektedir. Zaman yeterli değil diyorsunuz, sağlık olsun, ama bir gün gezip görün derim.
Sarnıç kapısından yolun karşısına geçtik. Dikkatimi sağ taraftaki Ayasofya cami ine çekti. Dışı pembe boyalı bu camiye bu kadar yakın olmak bir heyecan dalgasına kapılmama neden oldu. Şimdi anlatır nasılsa dedim.
Sesi çıkmıyordu. Su alalım şuradan dedi. Birkaç yudum aldı. Ben de beleş kılavuzum yani diye güldü. Bari bir simit alalım da takatim kesilmesin diye ekledi. Düşünmemiştim , haklıydı. Her simitçinin olduğu gibi bize doğru gelen simitçinin de simitleri fırından yeni çıkmıştı.
Ayasofya’yı nasıl anlatayım diye başladı söze. Adı kutsal bilgelik demekmiş. 19 metrelik kubbesi, bir çok eski yapıttan getirilen sütunları, göz alıcı sfenksleri ile bir ilahi yapıt. Anlatmak güç, görmek koklamak gerek. Muazzam bir eser. Derken gözlerini kocaman kocaman açıyordu.
Kolunu sağa uzattı At meydanına doğru. Orada başka bir muhteşem bir eser var.
Minarelerini görüyorsunuz. Külliyesi ile birlikte haşmetli desem yeridir. Burası ile ilgili öğrendiğim en önemli bilgi çinileri, minareleri, şerefeler i .
Bir de avludaki halkaları öyle böyle olmayan koca bir zincir. Ne işe yarıyormuş o zincir dediğimde, şu işe yarıyormuş deyip devam etti. Bu zincir kapı girişine çekiliyormuş. Padişah camı avlusuna girmek istediğinde bu zincir nedeni ile başını eğmek zorunda kalıyormuş. Görüyor musunuz. Sultan bile olsa kendine çeki düzen vermek gereği nasıl sembol ize edilmiş.
Evet anlamında başımı salladım.
Top kapı Sarayının kapısına varmıştık konuşarak. Alt kapı dediğime bakmayın aslında İmparatorluk kapısından avluya gitmiştik.
Dolaşmaya başladık. İhtişam inanılmazdı.
Silah, Saat, Elbise koleksiyonları görülmeye değerdi. Kutsal emanetler , Harem dairesi dakikalarla gezilebilecek gibi değildi.
Her bir bölüme girebilmek için uzun sıralarda bekledik. İç odalarda fotoğraf çekmeye izin verilmiyordu. Benim kılavuzum epey yorulmuş olmalıydı. Bu defa acıkmasına kulak asmayacak kadar ilgimi çeken eserler görüyordum
Ana hatlarıyla yaptığımız ziyaret sona erdiğinde epey yorulmuştuk.
Çıkışta bir çay içimi dinlendik.
Tarihi eserler hakkındaki bombardıman sersemletmişti. Yürürsek açılırız biraz dedi her zamanki doğal haliyle.
Gülhane’den Sirkeci’ye inerken oldukça sessizdi. Döneriz bir şekilde diyordu. Eminönü iskelesinde yolcu girişi şeritliydi. Bir vapur yolcu alıyor dedim. Arabalı dedi. Olsun binelim deyince önce tereddüt ettiyse de bindik .
Harem’e doğru hareket etti.
.
…..vardık mı Harem’e…sen neden inmiyorsun merdivenlerden? Ben yalnız mı gelmiştim buralara, güvertede yok muydun?
*******
Papatyaları nereye bırakayım?
Şimdi Sarayburnu’nda , paltomun yakasını kaldırmış öylece bakıyorum denize . Kaç saattir buradayım bilmiyorum. Sanki bir işaret bekliyorum , umarsızca bekliyorum işte.
HAMİŞ : ben böyle gördüm hep seni, yıllar iz bıraksa da.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.