Bir Canı İncitme!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Felekde hâsılı insan isen bir cânı incitme!
Günahkâr olma, Fahr-i Âlem-i Zî-Şânı incitme!
Alvarlı Efe Hazretleri
Anadolu’da deniz kıyısında küçük, şirin bir kasabada gözlerini dünyaya açtı Mustafa. Ailesinin ikinci çocuğuydu. Ablası Fidan’dan beş yıl sonra doğmuştu. Babasına kasabada “Bıçakçı Fahri” diyorlardı. Körleşmiş bıçakları bileme işini yapıyordu kasabadaki küçük dükkanında. Annesi Saliha, ev hanımıydı. Taştan yapılma eski evlerinin arkasındaki bostanda domates, mısır yetiştirerek, kümesteki tavuklarına, çilli horozuna yem vererek vaktini geçiriyordu Saliha Hanım.
Mustafa’nın doğumu herkesi mutlu etmişti. En çok da küçük Fidan sevinmişti buna. Evde bir arkadaşı olacaktı artık. Beraber oyunlar oynayacak, deniz kıyısında hırçın dalgaların altına yatacaklar, aç martılara ekmek yedireceklerdi.
Kasabanın ebesi Mustafa’yı annesinin ellerinin arasına verdiğinde bebekteki farklılığı hemen anladı annesi. Çocuğun ağlaması değişikti. Sesi kesik kesik adeta hırlama şeklinde çıkıyordu küçücük dudaklarının arasından. Genç kadın ebeye taraf anlamlı anlamlı baktı. Gözleri irileşmiş, nasırlı elleri tir tir titriyordu. Ebe kadın, Saliha Anne’yi sakinleştirmeye çalıştı: "Korkacak bir şey yok Saliha Hanım, bebeklerde bazen olur böyle şeyler. Büyüyünce geçer, sen gönlünü ferah tut.”
Günler, aylar geçiyor fakat Mustafa’da bir değişiklik görülmüyordu. Gözlerini sabit bir yere dikiyor, annesinin, kardeşinin sevgi gösterilerine tepki vermiyordu.
Mustafa büyümüş okul çağına gelmişti. Bir heykelden farkı yoktu. Cansız bir eşyaydı sanki evin içinde. Babası şehirdeki hastaneye götürmeye karar verdi Mustafa’yı. Köy dolmuşuna binip şehre vardılar baba oğul. Doktorlar çocuğu içeri alıp muayene ettiler. Sonra babasını yanlarına çağırdılar. Sonuç hiç de iyi değildi. Çocuğun akli dengesi yerinde değildi. Konuşma yetisi de gelişmemişti. Doktorların son sözlerini duyamadı Bıçakçı Fahri. Başı ağırıyor, kulakları uğulduyordu. Dolmuşla kasabaya dönerken gözleri hep Mustafa’daydı Bıçakçı Fahri’nin. Hiçbir şeyden habersiz dolmuşun camından dışarıyı seyrediyor ara sıra babasına bakıp gülümsüyordu talihsiz çocuk.
Yaşıtları okula giderken Mustafa babasıyla beraber bileyici dükkanına gidiyordu. Yanından geçen siyah önlüklü öğrencileri görünce gözleri dolu dolu oluyor sadece kendisinin anladığı lisanla “keşke ben de okula gidebilseydim” diye söyleniyordu.
Dükkandan sıkıldığı zamanlar mahallesindeki okula gidiyor teneffüste ip atlayan, kaydıraktan kayan öğrencileri okul duvarının arkasından gıpta ile izliyordu.
Okuldaki çocuklar arasında birisi var ki O’nun yeri bir başkaydı Mustafa için. Komşularının kızı Zehra’ydı bu kız. Mustafa ile aynı yaştaydı. Bitişikti evleri. Okullların tatil olduğu günlerde Mustafa, ablası Fidan ve Zehra deniz kenarında yürürler, kumlardan kaleler, yollar,dereler yaparlardı. Zehra’ya karşı değişik duygular duyuyordu. Annesine, babasına, Fidan’a duymadığı duygulardı bunlar. Adını bilmiyordu bu duygunun ama çok güzel bir şey olduğu kesindi. Zehra’yı görünce kalbinin ritminin daha hızlı arttığını hissediyordu. Bu da çok hoşuna gidiyordu Mustafa’nın.
Sıkılıyordu Mustafa. Hafta içleri babasının dükkanında hafta sonları evlerinin arkasındaki bahçede oyalanıyordu. Dükkanda babasına, müşterilere komşu kahveden çay getiriyor, ortalığı süpürüyordu. Bıçağın hızla dönen bileyi taşına değdiği andaki o ses ve etrafa zıplayan kıvılcımlar çok hoşuna gidiyordu. O aletin arkasına babası gibi oturmayı, ayaklarıyla pedalı çevirmeyi ve bıçağı taşa sürtmeyi hep merak etmişti ama babası bir kere bile izin vermemişti kendisine. Hiç bir işe yaramadığını hissediyordu bu dünyada Mustafa.
Yıllar yılları kovaladı. Mustafa otuzlu yaşlarına kadar gelmişti. Hayatında bir değişiklik yoktu.Yaşlanmaya başlamış babasının eli kolununun altında ağır ağır dükkana gidiyorlar, akşam olunca da aynı yoldan tekrar dönüyorlardı. Ablası Fidan evlenmiş şehre göçmüştü. Ablasının evlenmesiyle ev iyice sessizleşmişti. Hayatından eksilen şey sadece ablası değildi. Komşularının kızı, çocukluk aşkı Zehra da evlenmişti. Zehra’nın gelin olarak evinden çıkışını hiç unutamayacaktı Mustafa. Beyaz gelinlik içinde bir kuğu kadar güzeldi genç kız. Damadın arabasına binmeden önce kırmızı duvağını kaldırmış gülümsemişti kendisine. O anı unutması mümkün değildi.
Bir iki yıl sonra Mustafa’nın evinin karşısındaki boş dükkanı gençten biri kiraladı. Adam Mustafa’yla hemen hemen aynı yaşlardaydı. Adı Kadir’di. Saçlarının üst tarafı döküktü. Kızıl renkte seyrek bir sakalı vardı adamın. Araba , bisiklet lastiklerini tamir ediyordu küçük dükkanında.
Saliha Anne’nin gözü hiç tutmamıştı bu adamı. Dükkan evin tam karşısındaydı.Gözü dışarda denilen bir tipti Kadir. Genç adamın elindeki lastiği tamir ederken bir yandan da mahallenin genç kızlarını, evli kadınlarını kısık gözleriyle manalı manalı süzdüğüne sık sık şahit oluyordu Saliha Anne.
Mustafa babasının dükkanına daha seyrek uğruyordu. Vaktini Kadir’in dükkanının yanındaki top sahasının taşlarına oturarak geçiriyordu. Burada mahalle çocuklarının top oynamalarını seyrediyor, oyalanıyordu. Kadir de işi olmadığı zaman gelir Mustafa’nın yanına otururdu. Çoğu kez elinde iki tane çikolata olurdu. Birini Mustafa’ya verir diğerini kendisi yerdi. Mustafa’nın ağzını şaplatarak çikolatayı yemesini kısık gözleriyle uzun uzun seyrederdi.Taşların üzerinde çikolata yiyen, samimi şekilde oturan,el şakaları yapan bu iki adamı maç oynayan çocuklar da, oradan geçen insanlar da garipserdi.
Bu tekin olmayan, kaba adamın oğluyla samimi olması, O’na el şakaları yapması kaygılandırıyor, endişelendiyordu Saliha Hanım’ı. Bir akşam Kadir hakkındaki olumsuz düşüncelerinden bahsetti kocasına. Karısının söylediklerini pek önemsemedi Bıçakçı Fahri. Gençti onlar, şakalaşırlar, yüksek sesle bağırırlardı. O’na göre Kadir, Mustafa’ya arkadaşlık ediyor, O’nun yalnız kalmasını önlüyor böylelikle oğlunun mutlu olmasını sağlıyordu.
O günün akşamı huzursuz bir şekilde yatağına yattı Saliha Hanım. Uykusunda oğluyla ilgili kötü kötü rüyalar gördü, sık sık bağırarak uyandı.
O sabah gökyüzü kapkaraydı. Deniz, martılar sessizdi. Saliha Hanım kocasını işe uğurladı sonra oğlunu kaldırdı. Beraber kahvaltı ettikten sonra Mustafa evden ayrıldı, top sahasına yöneldi, taşların üstüne oturdu. Biraz sonra elinde her zamanki çikolatalarıyla Kadir geldi. Mustafa hızlı hızlı yaldızını kopardı sonra da çikolataya büyük bir ısırık attı. Kadir genç adama yaklaştı sol eliyle arkasından kemerini kavradı.
Saliha Hanım evinin penceresinden ara sıra çocuğuna doğru göz atıyor, Kadir’in bu uygunsuz davranışlarına sinirleniyor, dişlerini sıkıyordu. İçerde temizlik işleriyle uğraşan Saliha Hanım bir ara pencereye geldiğinde taşlar üzerinde ne oğlu vardı ne de Kadir denen o illet adam.
Mustafa’yla Kadir kasabanın tarihi köprüsünün üzerinden aşağıdaki büyük ırmağın gri renkteki hırçın suyuna baka baka yürüyorlardı. Etrafta kimse görünmüyordu. Köprünün sol başındaki ayağına doğru ağır ağır indiler. Kadir, Mustafa suya düşmesin diye elini tutuyordu. Kadir önce sağına soluna baktı, etrafta kimse olmadığına kanaat getirince Mustafa’nın kemerini çözmeye başladı. Mustafa hiç bir şeyden habersiz tatlı tatlı gülüyordu.Tam bu arada köprünün yanındaki yoldan bir araba sesi duyuldu. Kadir endişelendi, çözdüğü kemeri tekrar bağladı sonra da Mustafa’nın elini tuttu O’nu yukarıya doğru çekmeye başladı.
Kadir ile Mustafa’nın köprüden sonraki durakları kasabanın eski camisiydi. Namaz zamanı olmadığından caminin etrafı sessizdi. Avludaki bankta bir kaç dakika oturdular. Kadir yine sağına soluna bakındı. Mustafa önde Kadir arkada caminin yanındaki tuvaletin kapısını açtılar. Kadir tuvaletin girişindeki görevliye başıyla selam verdi. Kadir hepsi boş olan tuvaletlerden en uzaktakine Mustafa’yı soktu sonra da kendisi girdi.
Mustafa olanlara bir anlam veremiyordu. Elleriyle su borularını yapışmıştı. Arkasındaki Kadir’in nefesleri sıklaşmıştı. Birden büyük bir acı hissetti. Gözlerinden birer damla titreyen dudaklarına doğru ağır ağır indiğinde Kadir de pantolonunu düzeltiyordu.
Tuvaletten çıktıklarında Mustafa önde Kadir arkada yürüdüler. Kadir bir bakkaldan iki tane çikolata aldı birini Mustafa’ya sırıtarak uzattı. Mustafa önce çikolataya sonra da Kadir’e baktı. Çikolatayı sert bir haraketle uzağa fırlattı.
Mustafa evinin önünde annesi beklerken buldu. Kadın oğlundaki farklılığı anlamıştı.Gömleğinin ucu pantolonunun dışına sarkmıştı. Fermuarının da yarısı açıktı. Oğlunun pantolonunun arkasındaki kan lekesini görünce kadının kulakları uğuldamaya, gözleri kararmaya başladı, sendeledi kapının oraya düşüverdi.
Bıçakçı Fahri’nin evinde huzur kalmamıştı. Fahri Baba dükkanı kapatmış kendisini bostan işlerine vermişti. Saliha Anne de neşesizdi. Vaktini pencere önünde taşlar üzerinde oturan oğluna bakarak geçiriyordu. Çocuğuyla ilgilenmediği için kocasını kızgındı. Zorunlu olmadıkça O’nunla konuşmuyor, konuşunca da kısa cevaplar veriyor sonra da susuyordu. Akşamları evde sessizlik hakimdi. Kimse kimseyle konuşmuyordu.
Saliha Anne iyice kötüleşmişti artık. Bütün gün taş üstünde oturup denize doğru bakan oğlunu gördükçe gözleri doluyor hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Rüzgarlı bir sonbahar günü Saliha Hanım mantosunu giydi evinin kapısını kapattı, karşıya oğlunun üzerinde oturduğu taşlığa doğru yaklaştı. Mustafa uzaklara, çok uzaklara doğru bakıyordu. Rüzgar uzun saçlarını gözlerinin önüne getirmişti. Kadın oğlunun saçlarını yana doğru elleriyle taradı, yüzüne tebessümle baktı. Sonra iyice yaklaştı alnına bir öpücük kondurdu. Ağır ağır yürümeye başladı. Taş köprüye vardığında hava iyice soğumuştu. Mantosunun yakalarını kaldırdı soğuktan korunmaya çalıştı.
On sekiz gözlü büyük köprünün tam ortasına kadar geldi. Aşağıya doğru baktı.Sular büyük hızla köprünün ayaklarına çarpıyor etrafa beyaz köpükler saçıyordu.Yandaki korkuluğun üstüne çıktı. Gözleriyle evinin bulunduğu mahalleye doğru baktı sonra kendini vahşi sulara doğru bıraktı. Hızla akan suyun etkisiyle kadının başı köprünün taştan ayağına hızla çarptı,vücudu yana doğru döndü daha sonra öbür taraftan hızla uzaklaştı.Az sonra da tamamen kayboldu.
(Gerçek hayattan alınmış ve kurgulanmıştır)