- 1346 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
BİR KERE EĞEMEDİM BU KADININ BAŞINI -2-
Bu gün direkt olarak bir kere bile başını eğmeyen o kadınla başlıyorum.
Türk sineması meraklısı olup da Fosforlu Cevriye’yi bilmeyen yoktur ki bu eser sadece bir sinema filmi olmayıp aynı zamanda Tiyatro eseri olarak da sahnelenmiştir. Evet ben de dahil Fosforlu Cevriye’yi bilmeyenimiz yoktur lakin Fosforlu Cevriye ne kadar ünlü ise yazarı da bir o kadar bilinmez. İşte hepimizin çok iyi bildiği Fosforlu Cevriye’nin yazarından bahsedeceğim bu gün. Yani Hatice Suat ya da Edebiyat Dünyasında daha çok bilinen adıyla Suat Derviş.
Suat Derviş 1903 yılında İstanbul-Moda’da oldukça varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Anne ve babası ona Hatice Suat ismini koyarlarsa da Suat ismi erkek ismi olduğundan kayıtlara Hatice Saadet olarak geçer. ( Bu satırları yazarken aklıma Arka Sokaklar dizisi ve oradaki Komiser Hüsnü Çoban’ın eşi Suat geldi…Bir de ben kızımın adını Tuğba koymak istediğimi söyleyince önüme kalın bir kitap çıkartıp ‘’Tuğba ismi burada yok, çocuklarınıza öz Türkçe isim koyacaksınız’’ Dedikten sonra kızımın adını nüfusa Tuba olarak yazan nüfus memuru geldi. Demek ki onlar da böyle bir gıcık memura çatmışlardı .)
Zengin bir alenin kızı olduğu için iyi bir eğitim gördü. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duydu. İlk kez ‘’Hezeyan’’ adlı şiiri çocukluk arkadaşı Nazım Hikmet tarafından Alemdar Gazetesinde yayınlandı 1918 yılında. Yani Edebiyat dünyasına adımını attığında henüz on beş yaşındaydı.
İlk Romanı 1921 de yayınlandı: Kara Kitap…Bunun ardından Hiç, Ne Ses Ne Bir Nefes,Bir Buhran Gecesi, Fatma’nın Günahı, Gönül gibi romanları geldi.
Latin harflerinin kabulünden sonra yeni alfabeyle yazdığı ilk eser Emine dir.
Emine adlı romanı yazdığında yıl 1931 olduğuna göre demek ki 28 yaşındayken altı roman yazmıştı. Ama sadece roman yazarı değildi o. Aynı zamanda bir gazeteciydi ve 1922 de İstanbul’a gelen Ankara Hükümeti temsilcisi Refet(Bele) Beyle ilk röportajı Alemdar gazetesi adına o yapmıştı. Daha sonra İkdam gazetesine geçmişti.
1927-1932 yılları arasında Almanya’da yaşadı. 1932 de babasının ölümü üzerine Türkiye’ye döndü.
1934-1936 Yılları arasında Onu Bekliyorum, Onları Ben Öldürdüm, Baba Oğul romanlarını yazdı.
1936 Yılında Son Posta gazetesi muhabiri olarak Montreaux Sözleşmesini izlemeye gitti. Böylece yurt dışına giden ilk kadın gazeteci oldu.
Bir ara Resimli Ay adlı dergide de yazmaya başladı. Nazım Hikmet’in de yazdığı bu derginin kurucuları arasında Sabiha Sertel de bulunmaktaydı. Yani Suat Şakir sol düşünceden beslenmeye başlamıştı.
Resimli Ay deyince az durup Türkiye’de basın özgürlüğü üzerinde konuşmak lazım.
Yazarlarından da anlaşılacağı üzere solcu bir dergidir Resimli Ay. Sosyalist görüşlü insanların gazetesidir. Hatta sosyalistten de öte komünist düşüncede insanlardır dergide yazan çizenler ve elbette ki hükümetin muhalifidirler.
Esasen Resimli Ay 1924 de başlamıştı yayın hayatına. Kurcuları Zekeriye Sertel ve Sabiha Sertel olup yazarları arasında Mehmet Rauf, İbn-ül Refik, Ahmet Nuri, Reşat Nuri, Yusuf Ziya, Hakkı Sûha, Ercüment Ekrem, Hıfzı Tevfik,Sadri Ertem, Selim Sırrı, Mahmut Yesari, Yakup Kadri gibi isimler bulunmaktaydı.
Derginin ilk yıllarında Cevat Şakir ‘’ Asker Kaçakları Nasıl Asılır’’ başlıklı bir yazı yazdığından derginin yazı işleri sorumlusu Zekeriya Sertel tutuklanmış ve üç yıl Sinop cezaevinde yatmıştı. Bu süre içinde Sabiha Sertel derginin adını ‘’Resimli Perşembe’’ ve ‘’Sevimli Ay’’ a çevirerek yayın hayatını sürdürdü.
1928 yılından sonra dergi tekrar ‘’ Resimli Ay’’ adıyla çıktı ise de artık dağıtıcılar dergiyi dağıtmak istemiyorlar, bin bir türlü bahanelerle türlü engeller çıkarıyorlardı. Sabiha Sertel bunlarla mahkemelik bile oldu lakin mahkemede en trajikomik olay yaşandı:
Sabiha Sertel’in tanıklığı kadın olması nedeniyle kabul edilmedi. ( Cümlenin altını çizelim… Türk Medeni Kanunu kabul edilmiştir 1926 da fakat bir Türk kadınının tanıklığı kadın olduğu gerekçesiyle kabul edilmiyor.)
Bunun üzerine Sabiha Sertel kadının vatandaşlık hakkını savunan “Ben insan değil miyim?” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazıyla gazeteler hareketlendi ve yazının Cumhuriyet gazetesinde de yayınlanması sonucu Sabiha Sertel’e savcılıktan çağrı geldi. Savcının Sabiha Sertel’e Medeni Kanun’da kadının tanıklık yapabileceğine ilişkin herhangi bir maddenin makamına bildirilmediğini ve bundan sonra en ufak bir tenkitte tutuklanacağını söylemesi üzerine, Sabiha Sertel özetle şunları dedi:
“Resimli Ay ve Cumhuriyet’te çıkan bu yazılar, başımdan geçen bir olayı belirtmek, Medeni Kanun’un kadınlara verdiği hakların yürütülmesini istemek için yazılmıştı. Yazının hedefi şudur: Kişi kanunun verdiği hakkı kullanmasını ve istemesini bilmediği zaman, o hak kağıt üzerinde kalır.
1928- 1930 dönemlerinde Resimli Ay yazı heyetine Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Vâlâ Nureddin,Suat Derviş de katılır ise de 1931 e kadar sürer yayın hayatı.
Tekrar Suat Derviş’e dönelim.
1936 da Tan gazetesindedir ve bu gazetenin yazar-muhabiri olarak Sovyetler Birliğine yaptığı gezi onun fikir dünyasını oldukça etkiler. Dönüşünde yazdığı seri makaleler yüzünden ‘’Kıpkızıl Komünist’’ olarak yaftalanır. Tabii ki gazetesinden de tabiri caizse sepetlenir.
1937 den sonra artık roman ve yazılarında köşklerde yaşanan aşları, davetleri, yemekleri yazmaz. Kendince kendisini toplumsal konulara adamıştır ve bu ara Almanya ve İtalya’da yükselişe geçmiş olan faşizm aleyhine de yazmaya başlar.
1938 de Bir İstanbul Gecesi adlı eseri tefrika edilir 1939 da Hiç adlı bir roman yazar.
Dört evlilik yapmıştır Suat Derviş. (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile olan evliliklerinde bulamadığı mutluluğu , 1941 yılında evlendiği Türkiye Komünist Partisi (TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilikte bulur.
İkili, partinin isteği doğrultusunda - bir yıl yayın hayatı olan- Yeni Edebiyat Dergisini çıkardılar. Bu arada Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazarların tanınmasında da önemli rol oynadılar.
1944’te Zeynep İçin romanını yazdı. Aynı yıl Biz Üç Kardeşiz, Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi.
"Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar yazmaya başladı.( Yani Suat Derviş adının 1944 den sonra kullanmaya başladı aslında ) Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklandı. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılandı, 8 ay tutuklu kaldı.
Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çekti.. Geçimini sağlamak için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yaptı. Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazdı. 1947’de "Büyük Ateş ", 1950’de "Yaprak Kıpırdamasın " romanları tefrika edildi.
1951’de tekrar tutuklanan eşinin 1953’de yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar tutuklanma olasılığına karşılık ülkeden ayrıldı; İsveç’teki ablasının yanına yerleşti. Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayımladı; kendisini yurtdışında tanıtacak kitapları kaleme aldı.
Zeynep İçin romanını Ankara Mahpusu adıyla yeniden yazdı. Romanı, ablası Hamiyet Hanım Fransızca’ya çevirdi. 1957’de Le Prisonnier d’Ankara adıyla yayımlanan eser on sekiz dile çevrildi ve o kadar beğenildi ki eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’nden bile daha iyi bulundu. Daha önce yayınlatamadığı Çılgın Gibi eserini Fransızca’ya çevirdi. Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de yayımlandı.
Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döndü. Bu dönemde takma isimler roman ve hikayeler, çocuk masalları yazdı, tercümeler yaptı.Aksaray’dan Bir Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi
1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiledi. İki gözünde de ciddi sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam etti. Moskova’da geçirdiği ameliyat sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda görev aldı. Derneğin kapatılması üzerine yeniden yazarlığa ağırlık verdi. Sürekli göz altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizledi. 1971’de evi basıldı, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca tutuklandı.
Ertesi sene Fosforlu Cevriye ’yi Gülriz Sururi için senaryoya dönüştürdükten kısa süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu hastaneye kaldırıldı. 23 Temmuz 1972’de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nde hayatını kaybetti.
Evet…Gelelim Nazım Hikmet’in onun için yazdığı GÖLGESİ adlı şiire…
GÖLGESİ
Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını;
Bir kere eğemedim bu kadının başını.
Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
Cevapları öyle heyecansız ki onun,
Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi
Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor...
Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
Gönlümün elemini döküyorken ona ben
O bana kendisini gülerek naklediyor diyor.
Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
Ben ki bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
İçimde alev alev tutuştu yangın gibi
Bir dakika kendimin olamadım sahibi
Hiç olmazsa öcümü böyle alırım dedim
Yolda mağrur duran gölgesini çiğnedim.
--------------------------------------------------------------------------------
Şimdi de hepimizin çok iyi bildiği(!) bir başka kadın öncüden bahsedeyim.
Türkiye’de mesela kime sorsanız ‘’Nene Hatunu bilir misin?’’ Diye aşağı yukarı herkes bilir(!) Kurtuluş savaşında Erzurum’da Rusların canına okumuştur(!). Aslında Kurtuluş Savaşı değil de 93 Harbinde olduğunu yani 1918-1922 yılları arasında değil de 1876-1878 yılları arasındaki savaşta bu kahramanlığı yaptığını bilen neredeyse yok gibidir.
Kara Fatma da Nene Hatuna benzer. Hikayesini bilmeyen yoktur bizim memlekette.( O bakımdan ben de Suat Şakir gibi uzun uzun yazmayacağım onu. Öyle ya tanımayan yok(!)…) Vatanımızı düşmanlardan korumak için canla başla mücadele etmiş büyük bir kahraman, gazi bir kadındır. İstiklal Harbinin unutulmaz kahramanları arasındadır.
Doğrudur. İstiklal Savaşımızın büyük kahramanlarındandır. Türk kadının ırzı namusu düşman tarafından kirlenmesin diye elde tüfek savaşmıştır. O yönüyle kadın haklarının en büyük savunucusudur. Çünkü kadının en önemli hakkı yaşama hakkıdır ve Kara Fatma da bu hak için savaşmıştır. O yüzden de aşağı yukarı hiç bir milli bayramda Kara Fatma’nın adı zikredilmeden geçmez.
Buraya kadar tamam. Peki Kara Fatma İstiklal Harbinden sonra nasıl yaşamıştır? Bir fikir edinmek ister misiniz?
6. Resimde 1930 lu yıllardaki Kara Fatma’yı görmektesiniz.
7. Resimde ise 1954 yılındaki halini…1954 yılında İstanbul’da işte bu vaziyette yaşadığı gazetelere yansıyınca valilik olaya el koymuş ve çok büyük bir lütufla(!) Kara Fatma’yı bir yatılı okulda barındırmaya başlamıştır.
2 Temmuz 1955 yılında Hayata gözlerini yummuştur Kara Fatma.
_____________________________________________________________________
Bu gün 8 Mart Dünya Kadınlar günüydü değil mi? Eh ben de bir iki kadın portresi koyayım okuyucuların önüne dedim.
Kadın hakları mı? Biz önce şu insan hakları konusunu bir halledelim, kadın hakları zaten kendiliğinden hallolacak.
YİNE DE HER ŞEYE RAĞMEN DÜNYANIN TÜM KADINLARININ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…
Ha bir de; Kadınlar ! Lütfen birbirinizin kurdu olmayın. Bu güne artık asıl adını verin. ‘’Dünya Kadınlar Günü’’ mü yoksa sadece Emekçi Kadınların günü mü? Ya da kadın ile emekçi kadın arasındaki fark nedir onu bir ortaya koyun hele…
RESİMLER:
1- Resimli Ay Dergisi
2-Resimli Ay’ın ‘’Sevimli Ay’’ a çevrilmiş hali
3- Sabiha Sertel
4-Suat Derviş
5-Kara Fatma ( İstiklal Savaşında)
6-Kara Fatma (1930 lu yıllarda )
7-Kara Fatma ( 1954 yılında - Ölümünden bir sene kadar önceki hali )
YORUMLAR
Biri vatanı için mücadele etmiş. Diğeri ideolejileri fikirleri için mücadele etmiş. Sonuçta ikiside kendisi için önemli olan değerler için mücadele vermişler. Kara Fatma ve Nene Hatun'u herkes tanıdığına göre bu millet önceliğinin ne olduğunu belli etmiş zaten
güzel bir paylaşımdı tebirkler
Selam ve sevgiler
sami biberoğulları
Ben olaya tercih açısından bakmadım. Dediğin gibi bu kadınlar farklı gibi görünse de aslında yaşama hakkı için mücadele ediyorlardı. Ama öyle, ama böyle...Benimsersin, yada benimsemezsin ayrı konu ama mücadeleleri daha iyi bir yaşam içindi.
Selam ve sevgilerle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Aslında nice kahramanlarımız var elbet, tanıdığımız, tanımadığımız. Asıl önemli olanı da, değerini bilmediğimiz, yaşarken de öldükten sonra da hakkını veremediğimiz. Olsun varsın ! Onlar zaten yaptıklarını hiç bir karşılık beklemeden yaptılar. Zaten bu yüzden gerçek kahramanlar.
Fikret TEZAL tarafından 3/10/2015 9:34:42 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Onları kahraman yapan şey yaptıklarının karşılığında hiç bir şey beklememeleriydi. Fakat yine de sonları daha iyi olmalıydı. En azından Kara Fatma'nın sonu ...
Selam ve sevgilerimle.
Fikret TEZEL
sami biberoğulları
Ben de bir yerlerden bulup yazıyorum. Tüm mesele nereye bakacağımı bilmek ve tabii ki biraz zahmete katlanmak.
Selam ve sevgilerimle.
Gerçekten güzel bir yazı.
Her iki kadının hayatı da ilgi çekiciydi.
Suat Derviş, ya da Hatice Saadet Baranel, uğruna onca çileler çektiği Komünizmin,
çok bir zaman değil, ölümünden 18 yıl sonra tarih sahnesinden hazin bir finalle silineceğini bilse idi,
bunca çileye katlanır mıydı, hapishanelerde bile yatmayı göze alır mıydı çok merak ediyorum doğrusu.
Nazım Hikmet için de tabi ki.
Kara Fatma'ya gelince...
Ülkesini sevmek, gerekirse uğrunda ölüme gitmek yetmiyormuş demek memlekette.
Yalakalık denilen yüce sanatın inceliklerini de bilmek gerek.
Ve de uygulamak tabi ki.
Ne demeli?
Tarihimiz ihanetler ve vefasızlıklarla dolu.
ben bu gün,
emekçi kadınların değil, tüm kadınların gününü kutluyorum.
Bölücü olmaya gerek yok.
Ya da bir köhnemiş ideolojinin sonsuza dek kölesi.
sami biberoğulları
Oldukça haklı sorular sormuşsun. Ölümüne baş koyulan bir dava ama ömrü yüz yıl bile sürmüyor.
Ölümüne baş koyulan bir vatan davası ve bir yatılı okulun yatakhanesinde sonlanan bir hayat ... İnsan ne diyeceğini şaşırıyor bazen.
Ben de senin gibi tüm kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum. Benim için kadın kadındır. Onu emekçi, emekçi olmayan diye ayırmak abesle iştigaldir.
Selam ve sevgilerimle.
(‘’Kadın hakları mı? Biz önce şu insan hakları konusunu bir halledelim, kadın hakları zaten kendiliğinden hallolacak.
YİNE DE HER ŞEYE RAĞMEN DÜNYANIN TÜM KADINLARININ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN…’’)
Değerli hocam
Yazınızdan kopyaladığım bu satırlar için size gönül dolusu teşekkürler ederim.
Nefis bir yazıydı. Bu yazıyı naçizane benim için anlamlı kılan ülkücü hareketin içinden gelen sizin gibi değerli ve önemli bir şahsiyetin siyasi görüş farkını önemsemeden siyasi ve milli anlamda mücadele vermiş hanımlarımızın hayatlarından örnekler vermeniz yazıya ayrı bir güzellik katmış
Hiç şüphesiz kadın arkadaşlarımızın hakları çok önemlidir. Kadınların özgün yaşamlarında kendi ayaklarının üzerinde durabilmeleri sosyal ve ekonomik anlamda özgür olmaları elbet çok önemlidir ve bunu gönülden önemsiyor destekliyoruz ama sizinde belirtiğiniz gibi ast olan insan haklarıdır.
Kaleminize ve emeğinize sağlık
Tüm kadınlarımızın 8 Mart dünya kadınlar günü kutlu olsun
Saygı sevgilerimle.
sami biberoğulları
İnsanlara kadın ya da erkek değil de insan gözü ile baktığımız zaman dünya çok güzel ve yaşanılası bir dünya olacaktır...
Selam ve sevgilerimle.
'Fahr-i Kainat'ın Taif'te taşlanmasından bir farkı yok bu olanların...
Onu anıp da, 'Cennet anaların ayakları altındadır' sözünün kapsayıcılığında kadının erkeği affetmesini dilememek mümkün mü?...
Kara Fatma o durumdayken...
Neyse, hocam...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Evet...Kadının erkeği affetmesini dilememek mümkün değil. Hele de Veda Hutbesinde ''Kadınlar sizin üzerinize emanettir'' diyen bir peygamberin ümmeti olarak.
Selam ve sevgilerimle.