- 635 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
448-topal memet- ard-öyk- yeniyazım
Çat çat çatırt çıtırtısıyla camın yüzeyinde cırık kendi izine yetişmeye çalışıyordu.
İkiye dört alanda şimşek çaktı.
Altta merkezinden darbenin peşi vakit cırık yılan kıvrıntılı güzergâh yolu bir metre boyunda fidan gibi yırtık dınklayarak durdu.
"Cırık" kışın avluya suya çıktı.
Bidonvari kova kapta su donmuştu.
Buz bağlamış cam sedefini keserlen kırıp suyu maşrapaya doldurdu.
Dedeye bir maşraba su getirdi.
... ile kırılan buz; yediği darbe neticesinde determine oluyordu.
... câmekan darbe ile cırılmaya koyuldu gerçi.
Darbe noktası cam üzerinde belliydi.
Tıklayan neydi?
Onu gören olmadı. "Göz" dediler. Açıklamayla "nazarın" boynuna yıktılar.
Gece müşterileri kanakana su içerdi.
Kahve’nenin sahibi Mehmet Yeşilyurt, çırağa, su isteyene, geciktirmeden servis yapmaları yönünde tembihatta bulunurdu.
Güya kahve’neyi düşünerekten laf etmek isteyen çırağı tekdiren:
- Oğlum su hayırdır. Hasanettir. Etmeyin, tutmayın. derdi.
Ardahanın ilk kahve’nesi: Memi’nin kahve’sidir.
Memet Emi: Memi.
Ziraat Bankası’nın ilk kayıtlı müşterisidir.
Maliyenin birinci vergi müşterisidir.
İbad Baycan Ardahan’ın zengin manifaturacısı. Mükerrem Derin’in dükkânı onundu.
İktisat bilimi ve Ardahan...
Kobuk yetiştiğinden Ardahan...
İktisat bir,
Ardahan iki,
Kobuk üç,
İktisat ve Ardahan ve de kobuk dört...
Özel idare işhanının eski yer-i yekânında o duruyordu. Şimdiki uzam da yoktur.
Eskiler eski bomboşlukta mevcutludurlar.
Kahve’ne bir,
Camekânı iki,
Camekânlı kahve’ne üç ederdi.
Köylerden hayvan pazarına mozik, düve, inek, öküz, boğa satmaya getiren köylüler camekânı seyir ederdiler.
Büyük camlar Ardahan’da ilk defa merağın bakmasına ayna gibi dikilivermişti. Gözünü alamıyordu köyden şehire inen ahali.
Ardahan’a al-ver maksadıyla yaz- kış gelirdiler. Memi’nin kahve’sinde masalar da, sandalyede oturup çay içmeye bayılırdılar. Camekânların arkasında belirip yiten suretler yoldan bakanları iştahlandırıyordu.
" Buyrun! Ne alırsınız!" Herkesin hoşuna gidiyordu. Bu lafta yeniydi, aynı camekânların yepyeniceliği gibi.
Var, yok ve gerçek üç ayrı şeylermiş.
Meme’nin Kahvesi’nde Şenlik ve İzani atışmışlardı...
Ondan çok buyan gelince.
Ressam bir astteğmen beş çayında kekinin yanında kahvesi’ni içerken Memi Dayı da seyrediyordu.
Bir elma masa da... portakal ve tütün tabağasıyla modeldir, şöhler grenli kağıda suluboya resmi asteğmen resmetti.
Bardağa buzun kırılmasıyla; çırağın intikal ettirdiği su kabından samur fırçasına aldığı damlayla kağıdı ıslıyordu. Tahtaya şöhleri kalın inşaat bantlarıyla kenarı boyunca yapıştırmıştı. Pamuklu kağıt sulanınca şişip endazesini bozmasın diye.
Sigaralar ağızlarda, duman tel tel uzanıp ruh gibi gaybe gidiyordu.
Memi Dayı asteğmenin çenesinin altını kesmiş dinliyor.
Sanatçı asker suluboyanın sanatsal değerini anlatıyordu.
"Her yüz ressamın on tanesi ney, ancak suluboyacıdır," dedi.
Memi Dayı tasdik etti asteğmeni.
" Ben.." dedi, Memi Dayı:
- Çıraktan az büyüktüm. Burası yine kahvene’ydi. Bacağımda romatizma hastalığı amanımı kesiyordu. Fırsat vermiyordu.
Gülcemal gemisi Hopa’dan seyrüsefer halinde. Fakat yetimim, pul-para lâzım İstanbul’a gideyim de tedavi olayım. Bilmez değilim yolu erkânı.
Bekârım Bedriye Hanımla evlenmemişim. Parayı denkettiğim an, Hopa’dan Gülcemal’e mevkiili bindim. Sizin gibi suluboya ressamı bir Rus sanatçıyla tanıştım. Adam Türkçeyi güzel danışıyordu.
Bir suluboya manzara resmini hediye verdi.
Bizim evde duvara asılıydı." dedi.
Yolun başında büyük çınar ağacı yaşlı.
Krem renkli yol toprağı gösteriyor. Yol birinci tepede daralıyor ve ufaklanıyor. İkinci tepe solmuş mor renk, bağırsalar sesleri işitilmez, oradakilerin. Çok uzaklaştırmış mor renk tepeyi, tepedekileri...
Gök hariç tablonun benzi, tablonun içi, yeşilin tonlarıyla bezeliydi. Gözü istirahate garkediyordu.
Gerçekçi bir resimdi.
Şişkin’nin " Yoldaki yaşlı ağaç" resmini andırıyordu eser.
Yaşlı ağaç birini bekliyordu ve beklemekten yorgun ihtiyar düşmüştü.
Memi Dayı’nın yanan evde Rus ressamın suluboya resmi yanmıştı.
Ev çok güzel bir evdi. Kafkasya tarzında kerpiç- ahşap iki katlı badvallı malikaneydi. Dar, uzunlamasına çok odalıydı. Üst kata içten merdivenle çıkılırdı.
Yeni sinemadan çıktığımızda evi seyrederdim.
Alengirili bina olduğunu anlardık. İçine girer. Tahtaların yanmamış kalaslarına basarak odalardan geçerdik. İkinci katta çocuğun teki düşünce korktuk. Büyüklere sorduğumuzda oraya bir daha gitmememiz için " Cin, peri " var diye önleyici korkutmayla gitmemek üzere gitmememizi garantiye aldılar.
Yıkmışlar modern katlı bina yapmışlar. Güzel bir restoran olmuş. İkinci kata iç merdiven koymuşlar. Eski binaya bilerek- bilmeyerek nazire yapmışlar. Memi Dayıgilin yanan ev: bir hikaye sahibi evdi.
Senelerce yıkıntısı seyrettirdi kendini. Ondokuzuncu yüzyıldan kalmaydı. Gezdiğimizde yanmamış kapıları gördük. Çift kanatlı kapı tavana yakın bir yerde biterdi. Çakaturalar dökülmüş ve kireçliydi. Söküp götüren çıkmacılar yıllar yılı taşıdılar.
Asteğmen kahveleri bitirdi. Kaçıncıyı içti ki?
Tugay komutanı; Meme Dayı’ya saat beşten sonra askeri personelin Camekânlı Kahve’nede dinlenmeleri için sivile kapatarak servis vermesini teklif etmiş ve anlaşmışlardı.
Asteğmen yaptığı resmi beğenmedi.
Van Gogh marka suluboya çivite benzeyen tabletlerin teneke kapağında renkleri karıştırdı. Koyu renk ortaya çıktı.
Elma, portakal ve tütün tabağı kağıdın ortasında mevcuden vücud bulmuştu. Memi Dayı beğenerek izledi. Ressam haz etmedi. Koyu renkle kapattı resmi.
Elma, portakal, tabak namevcut oldu.
Bir anda oldu. Gaybe erdi. Yok etti ressam; varken bir resmi.
Masada elma, portakal ve tütün tabağı mevcut. Üç şey varlıkta var ve gerçekti.
Memi Dayı elini şakağına götürdü.
Var,
Yok,
Gerçek.
Üç şey...
Camekân bir,
Kahve’ne iki
Camekânlı kahvehane üç......