Bahattin BİLHAN Hoca dan Anı..!
(üzücü bir anı)
İNADA BAKIN
Medine’de
Mescid-i saadette sabah namazını kıldıktan sonra çıkıp Medine’nin tarihi yerlerini gezdim, bir hayli dolaştım ve yoruldum. Bir kahvenin açık alanında biraz oturup dinleneyim, dedim. Türk oldukları belli birkaç kişi de yakınımda varlardı, haliyle bunlara selam verdim. Söylenmesi mutat olan “Allah kabul etsin” kabilinden sözler söyledim. Memleketlerini sordum. “Sivaslı” olduklarını söylediler. Tiplerinden bunların meşrebini tahmin ettim, daha bir yakınlığımız olsun için “şeyh” olarak tanınan birini sordum. (O zatın adını yazmıyorum) Tanıyıp tanımadıklarını sordum. Aramızda şöyle bir konuşma geçti, adam dedi ki: Nasıl tanımayız, Elhamdu lillah, her gün ziyaretiyle şerefleniriz. Dedim ki: Ben de o zatı iyi tanırım ve severim. Lütfen selâmımı söyleyin. Biraz düşündü, adeta bozuldu, heyecan ve öfkeyle:
Selamını söyleyemem, ben onu tanımıyorum, söyleyemem! Kusura bakma, kardeşim, söyleyemem. Adamın öfkesinin sebebini anlayamadım:
Affedersiniz, ben mi yanlış anladım. Siz şimdi “Her gün buluştuğunuzu” söylediniz ya! Adam aynı sözü tekrarladı:
Ben tanımıyorum, kusura bakmayın, söyleyemem, söyleyemem. Dedi. Yok, İlla ki tanıyorsun, demeye, illa ki selamımı söyle demeye gerek yoktur. Diye düşündüm. Peki, sen bilirsin, dedim. Adam biraz sustu, biriken öfkesini kontrol edemedi, öfke taştı. Daha öfkeli bir sesle dedi ki: Oğlum! İnsan haddini bilmeli, insan söylediği sözü önce düşünmeli. Sen kimsin, sen kim oluyorsun ki öyle bir zata selâm gönderiyorsun. İnsan haddini bilmeli, insan için önce terbiye, önce edep! Sen nasıl ona selam gönderiyorsun. İnsan büyüğüne selam verir mi? Dedi. Bu seviyede olan bir insanı yadırgamak, ona öfkelenmek anlamsızdır. Erdemli bir insan, bu seviyenin karşısında susar, “Eyvallah dostum!” der, geçer, gider. Adama, Beytullah’ta, Mescid-i saadet’te elini, avucunu açmanın gururu yeter. Gözünde putlaştırdığı bir hazrete bağlılığı da fazladan!. Adama dedim ki:
Sen büyüğüne selam vermiyor musun? Yüzüme hiç bakmadan cevap verdi: Hayır, ben büyüğüme selâm veremem, çünkü ben haddimi bilirim, ben edebimi, terbiyemi bilirim. Dedim ki:
Hayır, sen büyüğüne selam veriyorsun. İddia ediyorum, sen büyüğüne selam veriyorsun. Bunu kanıtlamaya hazırım. Adam, biraz yan döndü. Cevap vermedi amma ben devam ettim:
Hacı, inanıyorum ki, sen namaz kılıyorsun. Görmedim amma, görmüş gibi inanıyorum ki sen namaz kılıyorsun. Namaz kılarken “Ettehhiyatü” duasını da okuyorsun. Ve diyorsun ki: “Es’selamü aleyke eyyühen’nebiyyü…” Yani “Selâm sana ey Peygamber!” böyle diyorsun. Yani Peygamber’i selamlıyorsun. Şimdi de diyorsun ki, “Ben büyüğüme selam vermem” Söyle bakalım, sen namazda bu metni okumuyor musun, yoksa Peygamber’i büyük saymıyor musun? Bir Müslüman selâmı küçümser mi, Selâm, Allah’ın isimlerinden biridir. Selâm vermek saygısızlık mı?
(Devamla dedim ki): Müslüman insana göre büyük olan insana da, küçük olana da yapılacak en büyük saygı, ona selam vermektir. Peygamber (as) da büyük insanların en büyüğüdür. Müslümanlar, elbette ona saygılıdır. Onu her zaman selamlarlar.
Adam benden yüzünü öteye çevirdi, bana bakmak istemiyordu, ben de diğer arkadaşlarına yöneldim, devam ettim:
Kur’an’da: Peygamber’i selamlamayı Allah emretmiştir. (Ahzab: 56) Ayeti okudum, izah ettim. Sonra cebimde ufak bir hac rehberi kitabı vardı, çıkardım, açtım, selamla ilgili bölümü okudum. Kitapta Peygamber’in mezarının ziyareti anlatılıyor, şu tavsiyeler yapılıyor: “Ziyaretçi şebeke-i Resulüllah’a yönelir, şöyle der: Esselamü Aleyke ya Resulellah! Esselamü aleyke…Tam bir sahife bu selam bölümü devam ediyor. Sonraki sahifede: Hz. Ebu Bekir’in mezarı karşısında şöyle der:
“Esselamü aleyke ya Eba Bekrin… Esselamü aleyke ya Halifete Resûlillah! Essemalmü aleyke ya sahibe Resulillah!”…Bu da bir sahife kadar. Sonra Hz. Ömer’e selam verileceği anlatılıyor. Yine bir sahife! Daha sonra ziyaretçilere Baki’ kabristanının ziyaretini, oradaki sahabileri selamlamayı anlatıyor. Bu selam bölümleri birkaç sahife tutarında! Devamla dedim ki: İşte görüldüğü gibi Peygamber’e selam verilir, bu selamı Kur’an emretmektedir. Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer’e bütün sahabilere, bütün Müslümanlara selam verilir. Selam onlara saygıdır, saygısızlık değildir.
Selâmı terk etmek! İşte odur saygısızlık!
İnada bakın:
Bütün bu anlatılanları adam dinledi, dinlemek istemiyordu amma dinlemeye mecbur kaldı, dinledi ve de anladı. Çünkü anlamamak için bir sebep yoktur. Biz aynı dili konuşanlarız.
Anladı ki: Kur’an, Peygamber’i selamlamayı emrediyor. Bunu reddetmek, Kur’an’a aykırı düşmektir, Kur’an’a aykırı düşmenin ne olduğunu da biliyor.
Adam anladı ki: ziyaretçinin Peygamber’i selamlaması gerek…
Anladı ki: Ashab-ı kirama da, büyük-küçük bütün Müslümanlara da selâm vermek gerek. Anladı ki: Selâm, yüce Allah’ın bir ismi şerifidir, önemsiz görülecek, küçümsenecek bir şey değildir. Uzun zaman susmuş olan adam, kanaatime göre, bütün bu söylenenleri reddetmek için zihninde bilgi kırıntılarını topluyor, beni azarlamak için hazırlık yapıyordu. Nihayet ağzından şu cevherler dökülüverdi:
Bırak kitabı, bana kitap okuma, senin okuyacağın kitaba ihtiyacım yok. Senin ilmin olabilir amma senin edebin yok. Belli ki, senin ilmin var amma senin terbiyen yok. Büyük ihtimal bu kardeşimiz, tabu edindiği şeyhten “ulema-i sû” konusunda yeterince sohbetler dinlemiş, yeterince dersler almış, kendi yolunu da seçmiştir. “Siz ilme bakmayın, âlimlere aldanmayın, onların kitapta okudukları zahir ilmidir. Sakın hocalarla tartışmayın, onlarla tartışılmaz” kabilinden dersler almıştır. Bu dersleri iyi öğrenmiş, iç âleminde katmerli bir inat vücut bulmuştur Bu inadın karşısında, ayet de, Hadis de, fıkıh da geçersiz olmuştur. Hatta put edinen kişinin “hocalarla tartışmayın” prensibi de unutulmuştur. Gelinen bu noktada, egemen olan yalnız inattır. Bile bile inat etmektir. Din, akıl, mantık, hepsi devre dışı kalmıştır. Bu inat yüzünden adam, okunan ayeti de, İslâm’ı da, ilmi gerçekleri de “reddetme” durumuna düşmüştür. “Hacı, sen şu makamda bir şişe rakı alsan, “helaldir” demeden lok lok içsen bu çıkışın kadar tehlikeli olmaz” gerçeği bu adama söylenemez, söylense de adam kavrayamaz. Bize düşen, öfkelenmek değil, insanımızı bu seviyeye sürükleyen zihniyete çare aramak!
Bahattin BİLHAN. (emekli vaiz)
Mersin ·
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.