- 1155 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
A S P İ R (BÖLÜM: I)
A S P İ R
B Ö L Ü M : I
Öğütülmek üzere buğday, arpa ve mısır’ı değirmene götüren katırlardan oluşan kervan boz toprakda ağır, ağır ilerliyordu. Kervanın başı ve sonu uzadıkça, uzayıp gidiyordu. Katırın birisi ve sahibi engebeli kıvrım, kıvrım yollardan biranda gözden kaybolurken diğer katır ve sahibi aniden göz menziline giriyordu. Engebeli yolda sadece katırları süren kişilerin “ Çüşşş ” ve “Heytt” diyerek katırları yönlendirmek için söylediği sözcüklerin sesleri yolda yankılanıyor ve kulaklarda çınlıyordu.
Toprak patika yolda ağır ağır yürüyen her katırın semeri sırtında tezgahta yünden dokunmuş halı desen işlemeli yün çuvalların içinde en az yüz okka buğday, mısır ve arpa bulu nuyordu. Yün çuvalların üzerine yine yünden tezgahta dukunuk zili Türkmen kilimleri örtülüydü. Yaşlı katırlar, elbette bu kadar yükü yolun rampalı, yokuş yerinde taşırken soluk, soluğa kalıp zorlanıyordu. Genç ve bakımlı olan katırlar ise yıldırım gibi ilerliyordu yolda.
Kadınların yularından çektiği iki hayvanın sırtında mahmel sandıklar ve her birinin içinde ikişer, üçer çocuk vardı. Beyin evli olan kızlarından Fatılı Fatma’sı değirmene çocukla rını da götürüyordu. Hayvanın semerinin her iki yanına sarılmış uzun mahmel sandıklar için de enaz altı çocuk vardı. Çocuklar kendi aralarında konuşmaları, vicirdeşmeleri sanki ağacın dallarında cıvıldayan kuşlara eşlik ediyordu. Çocuk sesi kuş sesine karışıyordu.
Ayrıca gençlik çağına yeni girmek üzere olan beş tane kız kervanın en arkasında ka -dınlar ile birlikte yürüyordu. Kızlar kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Giysileri allımı allı, morlumu morlu bindallılardı. Başlarında yaşmağın altında sarı sarı altınları parlayan fes leri vardı. Düğüne gider gibiydiler. Bellerini sıktırma gümüş kemer sıkıyor, incecikti. Gelinlik çağına erişen bu kızların içinde olan Aspir, giyimi, kuşamı ve yürüyüşüyle farkındalığını belli ediyordu. Bazı kızların bellerinde ise gümüş kemer yerine darabulus kuşak vardı.
Esasında bu yörede bir yıl boyunca üç öğün yenecek ekmeğin ve bulgurun ana maddesini oluşturan buğdayın değirmende un, bulgur haline getirilmesi, öğütülmesi kendine özgü bir merasimdi, şenlikti. Değirmende un öğütmek bayram günü havası oluşturuyordu. . As-I../…
As-2-
Un, bulgur öğütme şenliğine katılan genç kızlar, çocuklar, yaşına önem vermeyen kadınlar özellikle giysilerine çok dikkat eder ve en güzeli ile temizini giyerdi. Genç kızlar yanakları allandırır, kirpikleri sürmelerdi. Yaşlı kadınlar bile saçlarına kına yakardı. Topluca tarifi ve anlatılması imkansız bir heyecan içinde düğüne gidercesine değirmenin yolunu tutardı. Her adım, topukları beline değecek şekilde kararlı ve ruhu okşayacak türde sevecen ve ne şeli atılıyordu.
Aspir’in uzamış saçlarından örülen melikleri belini dövüyordu. Yanaklar allanıp gözler sürmeleniyordu. Artık adım adım gençlik çağına giriyor ve alımlı genç bir kız oluyordu. Mah güzelliği gözleri ve kaşlarına vurmuş tomurcuk bir dağ lalesini Kabına sığmıyor, yerinde durmuyordu. Bir maral kadar çevikti. Kalbi heyecandan “küt, küt” atıyordu. Baharda çağlayan sel vari çağlayıp coşuyordu. Yürürken bastığı yeri inim inim inle tiyordu. Albenisi yüksek ve dünyalar güzeli bir Türkmen kızıydı. Her haliyle bir bey kızı oldu ğu açık olarak belli oluyordu. Belinde altın kemer bin dallı giysinin üzerinde parıl parıl parlıyor, bakan gözleri kamaştırıyordu. Uzaktan ba kılınca bulunduğu yerde ve bir kalabalık için de fark edilmemesi imkansızdı. Sanki dolunay gibi karanlıkları aydınlatıyordu.
Lamos’tan ilk kez ayrılıp değirmene de ilk defa gidiyordu. Değirmen o’nun için farklı bir yer ve mekan oluyordu. Bu güne kadar babasının evinden, köyünden asla dışarı çıkıp, adımını atmadı. İnsanlara, çevreye ve her şeye yabani ahu ceylan gibi korkak ve endişeli göz le yabancı bakıyordu.
Kervan çamlıktan inip burçaklı deresine geçerek meşe ağaçlarıyla kaplı boz topraklı patika yola doğru yöneldi. Büklüm büklüm patika yollarda kervanın başı ve sonu daha iyi görünüyordu. Hayvanların yanında yürüyen erkekler, kızlar ve kadınlar bambaşka bir görünümdeydi. Karıncaların yuvasına erzak taşırken nizam ve intizam içinde riayet ettikleri disiplinli düzenin aynısına tabi olan en az elli katır ve sayısız merkep ile deveden oluşan değir menlik kervanı, birbirini aheste aheste takip ediyordu. Türkmenler’in yayladan kışlağa göçünü ve ya komşu obadan gelin alan düğün alayını andırıyordu kervan.
Değirmene gidip de gönlü neşe içinde olmayan kimsecik yoktu. Çocuklar bir başka heyecanlı sevinçliydi. Anne ve teyzesinin veya ablaların yanında olan genç kızlar daha değişik duygular içindeydi. Zira değirmen uzaklarda bambaşka bir çevreydi ve orada bilinmedik ve tanınmadık obalardan gençler ve insanlar ile değişik yüzler vardı.
Büğülü Baba Abdullah yaz, kış devamlı değirmende yaşıyordu. Değirmene gelenler -den ziyade burada medrese eğitimi alan gençlerde vardı. Büğülü’nün sohbetine iştirak et mek için yaşlı kamil insanlar iki gün olmadan bir yolunu bulup değirmene gidiyordu. Başı sı kışan, ruhu daralan akıl danışmak için soluğu değirmende alıyordu. Bir müddet sonra oba sına huzur içinde dönüyordu. Öyleyse hocasının bulunduğu değirmende bir keramet vardı. Aspir’de oraya neşe içinde gidiyordu. . As-I../…
As-3-
Kervanın yanında yürüyen refakatçi teyze ve anneler kışlık erzağın bu yılda tasta- mam temin edilmesinin verdiği mutluluktan patika yolu arşınlıyor ve Yaradan’a şükrün haz zını sunuyorlar. Fakat okkalar dolusu bulguru çok iyi tavsıyıp, lezzeti yerinde bir gıda yapa mama ve unun özünde olmaması endişesini içinde duyuyorlardı.
Erkekler ise; değirmende sıranın olup olmadığı ve değirmen bendinden su kesilme den taşın aheste aheste dönerek çuvallar dolusu buğdayın kısa sürede nasıl un, bulgur ola cağı hesabı içindeydi. Bir aksilik çıkarsa bu işin sabahlara kadar sürebileceği öngörüsündeydiler. Gün sabah olur buğdayın un olması tamamlanmazsa ve gün ağarınca kısmete yine şanssızlık düşerse; boşu boşuna “bekle ha babam” olurdu. Değirmen hak ve hukukun gözetildiği, kul hakkının korunduğu ender mekanlardır. Ekmeğe olan saygı buralardan başlar.
Özünde herkesin düşüncesi günlük meşğaleden kaynaklanıyordu. Yani “Armudun sa pı, üzümün çöpü”diye inceden inceye irdeleniyordu. “Değirmencinin derdi de su” olduğu gi bi. Kimsenin yüreğinde dışarıya yansıyan dert ve kasavet yoktu. İnsanlar düşünceli de olsa sanki herkesin ekmeği, pekmeze denk gibiydi. Neşeli, mutluydular. Gönülleri şen şakraktı.
Beyoğlu’nun damadı kervancı başı kara Davut kuşluk vakti su değirmen avlusuna va- rınca yüksek sesle önündeki katıra “ Çüüüşşş” diye seslenir. Değirmen avlusuna azametli gi riş yapar. Hayvanların nal sesleri ve “ haşıl haşıl “ solumaları yeri göğü inletip Kara Davut’ ’un girişine ayrı bir hava katar.
Değirmen avlusunda öğüttüğü un dolu çuvalları hayvana yüklemeye çalışan ve ya de ğirmen sırası için erkekli, kadınlı soydaşlar bir arada bekleşiyordu. Kara Davut kadın erkek ayrım yapmaksızın cümlesine birden: “Selamünaleyküm dostlar, Arkadaşlar. Aşınız bereketli olsun ve Allah sağlık selamet içinde ağız tadıyla yemeyi nasip etsin.” diye yüksek sesle selam verir.
Bu arada katırların ayak sesleri ve şakırtıları üzerine değirmenin iç kısmından değir- menci Büğülü Baba Abdullah ( Sofu Sultan) da güler yüzle dışarı çıkıp misafirlerini karşılar. Hemen tedrisatında ders alan gençleri yardım için görevlendirir. Önceden tanıdığı Davud’a: “ Hoş geldiniz Yarenler, sefalar getirdiniz, gününüz bereketli ve hayırlı olsun. Beyin haberi ü zerine bizde bu gün sizleri bekliyorduk. Esasen bu gün değirmen keşiği sizlerindi. Ancak değirmen arığında bent yıkıldığı için su kaçağı meydana geldi. Bunu bulup suyu arığa tekrar ve rip, taşı döndürmekten dolayı zaman kaybı meydana geldi. Un öğütme sıra keşiğinde biraz gecikme oldu. Allah (cc) izin verirse inşallah çuvallarda bulunan tüm nevaleleri öğleye doğru öğütmeye başlarız ve en kısa zamanda un, bulgur haline getiririz. Endişelenmeye mahal yok. Hayvanların yükü buğday çuvallarını şöyle değirmenin ağzına doğru uygun yere yıkın. Biraz soluklanın. Gençler sizlere soğuk ayran ikram etsin. Değirmen haznesinin boğazında dökülü buğday tükenince sizin buğdayı hemen hazneye dökmeye başlarız” dedi. . As-I../…
As-4-
Bunun üzerine peş peşe değirmene giriş yapan hayvanların yükü, sırasıyla gösterilen yere yıkılır. Un olacak buğday çuvalları ayrı bir yere ve mısır çuvalları ayrı yere, bulgur ola- cak çuvallar başka bir yere, hayvan yemi yapmak için getirilen arpa çuvalları da en sona istiflenir. Çuvalların üzeri örtülür. Bir anda değirmenin önünde büyük bir insan ve hayvan kalabalığı oluşur. Kadınlar, kızlar ve çocuklar ayrı bir köşeye çekilir. Erkekler Davut’ un söyle -mi üzerine hayvanları uygun buldukları yerlere bağlar ve saman torbalarını boyunlarına ta- kar. Sonra daha önce değirmene gelip de bekleyen soydaş kişiler ile ayrı bir yerde toplanıp koyu bir sohbete başlarlar.
Büğülü Baba Abdullah Allah dostu bir zat-ı muhteremdi. Nereden geldiği pek bilinmiyordu. Bunu da kimse araştırıp sormuyordu. Zira Büğülü Baba ömrünü Hakk için çalışmaya, onlara yardımcı olmaya ve doğru Hakk yolunu göstermeye vakfetmiş birisiydi. Rızkını helal aş etmek için çabalıyordu. Değirmen onun dergahıydı. O’da değirmende garip bir hancıydı.
Değirmene gelen hak yolcularının nevaleleri bereketli olsun diye hep duacı oluyordu. Halkın sorunları, dertleri ile hasbelkader ilgileniyor ve çözüm bulmaya çalışıyordu. Bunun i çin çok seviliyordu. Ayrıca bilgisi ve görgüsüyle bölgede hatırı sayılır derviş bir şahsiyet olduğu için yaşam biçimine göre Allah (cc) dostu bir zat olarak tanınıyordu.
Her Cuma akşamı düzenlediği Sohbet meclislerine gelenlerin gönlünü fet ediyordu. Değirmen taşının buğdayı dönerek ezip sakız vari un eylediği gibi Büğülü Baba’da insanların ruhuna bilgi yüklü sözleriyle nüfuz edip Hakk’ka yönlendirerek aşık ediyordu. Takva içinde yaşamalarını, haramdan sakınmalarını sağlamaya çalışıyordu.
Büğülü Baba her vakit namazından sonra değirmende olan cemaatla en az yarım sa at dini sohbet ederek zikir yaptırırdı. Un ve bulgurun bereketli olması için Hakk’ka (cc) ni- yaz ve duada bulunurdu. Değirmene gelen insanlar, özellikle Büğülü Babanın değirmeninde öğütdüğü un, bulgurun bereketli olduğuna kalben inanıyorlardı. Bu inançla onun değirmeni tercih ediliyordu. Böylece değirmenden insan ayak izi asla eksik olmuyordu.
Ayrıca Beyoğlu ile Büğülü Baba arasında soy ve soptan kaynaklanan özel bir dostluk, muhabbet vardı. Ne olsa; ikisi de bir Türkmen’di. Birisi Beyoğlu olduğu için ve diğeri de aha li çok sevip saydığı için özel bir saygı, itibar görüyordu. Saygın kişilerdi. Aralarından su sızmı yor ve birbirine her konuda destek oluyorlardı.
Büğülü Baba Abdullah Sofu Sultan Lamos’da Emir Musa Paşa Bey camii yaptırılıp iba dete açıldıktan sonra Beyoğlu’nun izniyle bir müddet camide imamet yaptı. Lamos’tan ve civar obalardan gelen öğrencileri dini konularda eğitti. Onların birer mütedeyyin Müslüman olması ve takva içinde yaşamasını sağladı. Taşeli’nde çok öğrenci yetiştirip obaların içinde bir elçi olarak görevlendirdi. İslamiyetin yayılıp gelişmesinde zincirsel bir halka oluşturdu. . As-I../…
As-5-
Büğülü baba Abdullah bir müddet sonra inzivaya çekilmek üzere Lamos’tan ayrılıp Fariske yakınlarında bulunan su değirmenini kendisine derviş hane yaptı. Sadece Cuma, Bayram günleri ile kandil geceleri kutlamasıyla birlikte mevlüt ve özel Kur’an’-ı Kerim tilavetle rinde Lamos’a gelip Emir Musa Paşa camide vaaz vermeye başladı.
Böylece genelde her yaştaki insan ile çoluk çocuk tarafından çok iyi tanınıyordu. Özellikle Lamos’ta çok kişi dini, imanıyla ilgili bilgileri Onun tedrisatından geçerek öğreniyordu. Bu konulardaTaşeli yöresinde ve Lamos’da emeği çok fazlaydı.
Aspir’de çocukken Büğülü babanın rahlesinde Kur’an dersleri aldığı ve onun müridi olduğu için babayı çok iyi tanıyor, seviyor ve tarifsiz saygı duyuyordu. Derviş’de O’na öz kızı gibi davranıyordu. O’nun daha iyi bir Allah (cc) dostu olabilmesi için çok özel ihtimam gösteriyordu. Ayrıcalıklı müridi Aspir ile arasına özel bir ruhi bağ, iletişim kuruyordu.
Büğülü Babadan feyz almak, onun rahlesinde eğitim görmek için değirmende ikamet eden, çalışan ve O’na yardım eden beş, altı genç yardımcı vardı. Bu gençler aynı zamanda değirmene yük getiren, götüren kişilerin hayvanlarına un çuvalları yüklenmesine veya buğday çuvalların hayvandan indirilmesine ve değirmende kimsesi olmayan kişilerin buğdayını öğütülmesine yardımcı oluyordu.
Derviş müridi olan gençlerden Adem, kara Davut’un katırlarını görünce buğday çuvalları ve mahmel sandıkta olan çocukların indirilmesine yardım etmeye başlar. Adem bu esnada mahmel sandıkların yanında çocuklarla ilgilenen Aspir’i görür. Dolunayın yere indiğini hisseder. Kızın güzelliğinden utku tutulur, eli ve kolu cansız kalıp tutmaz olur. Şeytana uyar. Aspir‘in mah yüzüne baktıkça bakar. Kendi kendine: “Allah’ım bu peri kızı şimdi nereden çıktı, rüyamı acaba gördüğüm ” der.
Tabi ki Aspir’de Adem’i görür ve etkilenir. Onunda içinde bakan gözlerden şimşekler çakar. Gencin kendini göz altından süzdüğünü ve gizlice işmar ettiğini fark eder. İçinde ani den bir farklılaşma ve incecik kayıp giden kıprışma hisseder. Gözünü Adem’den ayırmak istemiyor, baktıkça bakmak istiyordu.
Aspir’de şeytana uyup elinde olmadan, istem dışı başında örtülü yaşmağı çözüp, yeni den bağladı. Yüzünü Adem iyice görsün, tanısın istedi. Hareketleri şaşkınlaştı. Ne yapacağı- nı bilemez oldu. Beyni düşünemez olup melekesini yitiriyordu. Sadece elinden gelse koşa - rak Adem’in boynuna sarılmak istiyordu. O’da: “ Kendilerine yardım eden bu genç yabancı delikanlı şimdi, nereden çıktı” diye düşünmeye başladı.
Aspir, nefsinin şeytana uyup derinlere daldırdığı bu hülyadan ve gördüğü rüyadan tey zesinin değirmende çınlayan tiz sesiyle uyandı. . As-I../…
As-6-
Teyzesi Aspir’e: “Kızım sen kendinde misin? Niye doğru, dürüst çocuklarla ilgilenmiyorsun? Sağa sola koşturmasınlar, onlara iyi bak, kaybolmasınlar..!” deyince Aspir rüyada olmadığını, gördükleri nin gerçek olduğunu anladı. Kendine gelip toparlandı.
Aspir, Kocabeyoğlu’nun onuncu kız çocuğuydu. Beyoğlu’nun ilk eşinden peş peşe beş kızı oldu. Her çocuğunun doğumunu erkek olacak diye umutla beklediyse de veren Allah o-na bu mutluluğu bahşetmeyerek hep en sonunda hüsrana uğraddı. Çok derin üzüntülere gark oldu. Acıların acısını yüreğinde en acımasızca şekilde yaşadı. Bir türlü erkek çocuğu ol mayınca ve bu acıları bir kez daha yaşamamak için ikinci eş olarak Türkmen kızı Hazal’ı, ilk eşinin üstüne kuma olarak getirip evlendi.
Hazal’dan da beş kızı oldu. Yine oğlu olmadı. Aynı duyguları yaşamaktan saçlarına ak düştü. Gönlü onmaz yaralar bulup gündüzleri gece, yazları kış oldu. Ağustos sıcağında da- marında akan kan ısınmaz oldu. Dünya malı ve mülkünün gönlü hoş etmediğini anladı.
On kız çocuğundan en küçük kızı Aspir’di. Babası Aspir’i hep oğlan niyetiyle sever, o- nun isteklerini sorgusuz, sualsiz yerine getirirdi. Göz bebeği gibi bakar, korurdu. İçindeki oğ lan özlemini Aspir’e odaklayıp, bir nebze olsun O’nunla teselli bulmaya çalışıyordu. Fakat her şey nafileydi. Göksu nehrinin yatağını Kocabeyoğlu’nun yüreğine çevirseler ve dağlara zemheride yağan kar tanelerini ciğerine odaklasalar yada karakış günlerinde Yunt dağının başında giysisiz ayazda bekletseler bile yürekte köz olmuş “ Erkek Çocuk” ateşini, özlemini söndürmesi imkansız gibiydi. Yapmacık, suni şeyler “Asıl” ın yerini asla tutmazdı.
İnsanların düşünselinde erkek çocuk insanı omuzu kabartan,çok olan ayrıcalıklı bir insan yapıyordu. Ona ayrı bir saygınlık kazandırıyordu. Erkek çocuk sahibi “Er” kişi oluyor du. Erkek çocuğu olmayan yarım, engelli bir kişi olarak tanımlanıyordu. Kimse çocuğu vereninde, alanında kainatın sahibi ve içindekilerle birlikte yaratıcısı Cenab-ı Zül’ Celal Hazretle ri olduğunu düşünmüyordu. Bencil ve sonu çıkmaz sokak olan bir sevda için didiniyordu.
Esasında bu dert bambaşka bir şeydi Beyoğlu için. Bu derdin çaresi; ” Ancak yeniden üçüncü hatunla izdivaç yapmasıyla mümkün olabildiğini” düşünüyordu. Üçüncü hatunu alabilecek gücü, kudreti, malı, mülkü ve her şeyi vardı. Sağlığı da yerindeydi çok şükür. Debi derya kenarında Selinti’den (Gazipaşa) atına binince atı, başkasının bir karış toprağına basmadan dağı taşı aşarak hep kendi mülkü üzerinde Toros dağlarını aşıp 1300 rakımlı yaylaya konuşlanan Lamos’a ulaşırdı. Oradan Ermanak üzeri Bucakkışla ve Yellibel’i aşarak Karaman’a vara bilen kendisi değilmiydi ?
Taşeli yöresinde Navağı’da Bey naibi olmak çok önemliydi. Burası Türkmenlerin yur duydu. Dere tepe vuruşarak, savaşarak kazanılan topraklardı. Taşeli’de Bey vekili olmak çok büyük onurdu. İnsanlar arasında şanın, şerefin itibarın artıp sözün dinlenir oluyordu. . As-I../…
As-7-
Allah(cc) bu şanı, şerefi her kese nasip etmezdi. Üçüncü hatunu almak o’nun hakkı olmaya- cakda kimlerin hakkı olacaktı. Adalet böyle olmalıydı.
Erkek evlat veremeyen kadınlar yüzünden soyu sopu ve zürriyeti bu dünyadan silinip gitmemeliydi. Şanı ve ünü mutlaka sürdürülmeliydi. Bu iki hatun, kendisine bir erkek evlat veremedikleri için yeniden evlenmesinde zerre kadar kabahatı ve günahı olmazdı.
Keşke eşi olan bu kadınlar, birbirine nisbet edercesine on kız çocuğu doğuracağına içlerinden bir tanesi erkek olsa, şahane olmazmıydı ?. Taşeli oba beyleri ile diğer oba ileri gelenleri doğan oğlanın şerefine konağın damından bahçeye kütük atsalar çok güzel olurdu.
Türkmen adetleri usulünce; yeni evlenen çiftlerin doğan ilk iki çocuğu kız olup sonra doğan üçüncü çocuk erkek olursa bunu kutlamakla birlikte uzun ömürlü ve bahtının açık olması için çocuğun babası evinde adı kulağına ezanla okunduğu vakit damdan kocaman bir odun kütüğü bahçeye atılır.
Yeni doğan erkek çocuğun babası kütük atmanın onuru karşılığı olarakta şenliğe katılanlara ziyafet verir. Beyoğlu’da içinde köz olup cayır cayır yanan özlemi; “ En az on sığır, on deve ve yüz keçi keserek kazanlar dolusu aş yaptırmak ister. Göktepe ve Barcın, Gökbel, Karalar ile Yunt yaylaklarında eğleşen Türkmen obalarından dostları davet ederek Taşeli’nde duyulmamış büyük bir düğün, şenlik ve mevlüt okutarak kutlamayı çok arzular. Hatta şenliğe Karaman’dan Beyliğin Beylerbeyi ile diğer secere-i taalluktan hısım akrabaları çağırıp konuk etse ne güzel olurdu” diye hayal eder.
Lamos’ta Bey vekilinin bu alemde asla içi yaralı, gönlü ezik ve yüreğinde köz olmuş bir özlemi olamazdı. “Ahd” diye bir nesne tanımıyordu. Her istediği mutlaka olmalıydı. La kin eşi olan kadınlar ahdını yerine getiremeyip yüreğini can evinden dağladılar. İki kadın on kız dünyaya getirip bir erkek çocuk sahibi yapamadılar. O’nu bu alemde mutlu ve mesut e- demediler.
Bu kadınlar Allah’ın bahşettiği servetin, malın mülkün içinde boynu bükük, gönlü kı rık, ezik yaptılar. Kadir, kıymat bilemediler. Bu böyle asla gitmezdi. Bunlar yeyip içip kız ço- cuk doğuruyordu. Mutlaka yeniden evlenip bir erkek çocuk sahibi olmalı, göğsünü gererek yaylaklarda başı dik dolaşmalı ve sohbetlere gönül huzuru ile katılmalıydı. Yüzü hep güleç, gönlü şen ve ruhu mutlu olmalıydı. Züriyetini devam ettirmeliydi.
Karamanoğulları Beyliği Beyi Burhanettin Emir Musa Bey Taşeli yöresinin İslamiyetle daha çabuk haşır, neşir olup kaynaşması, müslümanlığın daha iyi nüfuz edilmesi ve insanla rın Hakk yolunu bulup dinine uygun takva içinde yaşaması, İslam ilahiyatın yaygınlaşması i çin Ermanak’a ilim yurdu Tol Medrese’yi yaptırır. Bu önemli bir eserdir. Ayrıca bölgenin ö- nemli yerleşim yerleriyle birlikte Lamos’a da kendi adına Emir Musa Paşa Camisini yaptırır. . As-I../…
As-8-
Emir Musa Paşa Cami mütedeyyin Müslümanlar ve bölge için çok önemli bir eserdir. Caminin inşaatı esnasında önceki Karaman Beylerinden Ahmet Beyin oğlu olan yeğeni O- mar’ı Bey naibi olarak Lamos’da görevlendirir. Burhanettin Musa Bey’in yeğeni Omar, tüm işleri takip ve kontrol eder, yönetir. Böylece Lamos’a yerleşir. Bilahare birkaç yıl sonra bura dan evlenir. Babası Bey Ahmet’in ve amcası Burhanettin Emir Musa’nın adına izafeten soy- daşları hep kendisine “Omar Bey” yerine “ Kocabeyoğlu” diye hitap ederler.
Kocabeyoğlu Omar, Lamos’un güneye nazır cephesinde, çam, meşe ve ardıç ormanları ile karşı, karşıya gelen ve önündeki çiçek deresinden şiril şiril su akan yüksekce bir mekana taş duvar üzeri iki katlı ve on beş odalı bir konak yaptırır. Konağın etrafı yüksek taş duvarla çevirili olduğu için korunaklı şato veya kaleyi andıran bir yapı olur. Konağın alt katın da devasa bır giriş kapısı vardır. Beyoğlu alt katta ata binip, indiği binek taşına kadar atın ü zerinden inmeden bu kapıdan rahatça girip, çıkabilmektedir. Bordo kapı çok yüksektir.
Henüz yerleşik düzene tam geçmeyen obalarda kıl çadırlarda yaşayan ya da Lamos’ da tek katlı derme çatma oba evlerde hayvanları ve keçileriyle birlikte yaşayan Türkmen’ler, iki kat üzeri taş duvarla örülü ve on metre yükseklikte yapılan konağı ve kapısından da rahvan atın rahatça girebildiği büyük bir kapıyı görünce hayrete düşüp, şaşkınlık içinde ka lır lar. Göçebe yaşayan obalar için iki katlı taş yapı önemli bir gelişmedir.
Bunu görenler kendi kendilerine gizliden konuşarak içlerinden sessizce; “İnsanın terbiye edilmeyen nefsi, dünya nimetleri ve şatafatlı yaşama daha çok tamah ettiği, böylece aklın önüne geçen nefsin Allah’ın (cc) bahşettiği nimetleri nasıl çarçur ettiğini” düşünüp kendilerince ibretlik ders çıkarmaya çalışırlar.
Kocabeyoğlu Omar, Burhanettin Emir Musa Bey’in yeğeni olması hesabiyle bu bölge yi Lamos’dan yönetmeye başlar. Emir Musa Bey Camisi adına Lamos köyü sınırları içinde ve Fariske ile Uğurlu Köristan mevkisinde vakfedilen taşınmaz vakfiyeleri ve Beyin kendisine a it diğer özel mülkü bağ ve bahçelerin yanısıra diğer tüm taşınmazları yönetir, iradını alır.
Nitekim Lamos’un halen “ Omar Yeri” ve” Omar Muğarı” mıntıkasının yanısıra “Beğ yeri ” mevkisinde “Cellah” yerinde dere kenarında asırlar öncesi dikilip yetişen ve koskoca man heybetiyle halen dimdik ayakta duran “Gedevet Ceviz” ağacı vardır. Bu ceviz ağacı XIV. Yüzyıldan asrımıza kadar doğa şartları ile insan tahribatına direnerek gelmiştir.
Gedevet Ceviz ağacı eski dönemin hatıralarını yansıtmaktadır. Her yaprağı ve dalın da, nasırlaşmış eli andıran dış kabuğunda ve Allah’tan pervaneli esintisinde bir tarihin sahi feleri yazılıdır. Lamos’ta yaşayan insanlar mıntıkaların aynı isimlerini kullanmaya devam et tikleri halde Gedevet Cevizi ile hasbihal etmemektedir. Hatırını , görüp geçirdiklerini sorup dinlediklerinden ders çıkarmamaktadır. Yüz yıllara meydan okuyan ceviz ağacı, yaşayıp gör
. As-I../…
As-9-
dükleri ile duyduklarını her yaprağı kıbrıştığında sağır kulaklara hece hece fısıldamaktadır. Fakat bu sesi duyan kulak maalesef yoktur.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet(s.a.v.) zamanı ile dört Halife döneminin yanı sıra Emeviler, Abbasiler devrinde savaşta kazanılan ganimetlerin, servetlerin beşte biri Bey tülmala (Devlet Hazinesi) ayrılırdı. Türk’ler islam dinini kabul etmeye başladıkları VIII. Y.Y. dan (M.S.750.yıl) sonra Anadolu coğrafyasında kurdukları Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu hükümranlığında geçmişten gelen sünnete uygun görenek, gelenek sonucu savaşta kazanılan ganimetlerin beşte biri Beytülmala (Devlet hazinesi) ayrılmaya devam e -dilir. Türkler bu kuralı, her ahvalde, ortamda ve yönetimde içtenlikle benimseyip uygular. Bu kuralda asla taviz verilmez.
Kocabeyoğlu Omar’da sosyal, dini ve hayri işleri için bölgede yerleşik ve göçer Türk men aşiretlerine öşür ve zekat vergisi salıyordu. Türkmen obaları sakinleri bu vergileri vermek, önemli konuları danışıp, icazet almak üzere Bey vekilinin eşiğini devamlı aşındıran insanın biri geliyor, biri gidiyordu. Böylece konağının hanei mahremiyeti kıyısından, köşesin - den zedeleniyordu. Gizli kapaklı bir şey kalmıyordu.
Nitekim Beyoğlu’nun en küçük kızı Aspir’in güzelliğini gören kişiler, obalarına gidince konakda bir peri kızı gördüklerini ağızdan bal akan sözlerle anlatıyordu. Aspir’in güzelliği şanı ve şöhreti Barcın, Yunt ve Karalar yaylaları ile civardaki obaları da aşarak beyliğin tüm yurdu Karaman’dan (Larende) Alanya ( Alaiye) ve Silifke arasında dilden dile konuşulur ol- du. Bıyığı terlememiş yağız Türkmen delikanlılar Aspir’i görebilmek için her gün Lamos’a gi der, gelir ve yolları arşınlar ve yolunda yatanlar oldu.
Elli yaşını deviren Kocabeyoğlu’nun yakın arkadaşları ve obalardaki dostları onun er- kek evlat isteme yönünde saplantı haline gelen içsel, ruhi bunalım ve çekişmelerine, huzur- suzluklarına bizzat tanık oluyorlardı. Beyoğlu’nun mutlu olmadığını aralarında konuşuyor - lar ve kaprislerini çekilmez buluyorlardı. Bunun çözümü için ellerinden bir şey gelmediğini biliyorlardı. Böyle giderse ve erkek çocuk sahibi olamazsa Beyoğlu’nun soyu sopu kuruyup gidecekti. Bu yönüyle de ona hak veriyorlardı.
Fakat Beyoğlu, yeni izdivacı belki kendi kızları ile yapabilir ihtimaliyle ona kerhen de olsa hak ve destek verip katlanıyorlardı. Böylece Beyoğlu’na daha yakın akraba ve hısım ol ma yolu açılabilirdi. Bu hısımlık sayesinde bir eli yağda, bir eli balda olarak dünya nimetle - rinden daha fazla istifade etmek, yoksulluğu yenip yabana sürmek, çileli yaşamdan kurtul mak olacağının bilinceydiler. Bu tatlı rüya, evinde genç kızı olanlar için biçilmiş kaftandı. Ye niden evlenmesi için Beyoğlu’na öneride bulunup, gammazlayarak aklını iyice karıştırıp bu- nalıma sokuyorlardı.
Bu haleti ruhuye içinde günlerini ve aylarını geçiren Kocabeyoğlu, bir sürek avı sıra - . As-I../…
As-10-
sında göksu nehrinin kolu üzerinde bulunan Çayarası mevkisinde konuşlanmış Gök Gözler obasında gördüğü “Dilan” adında on altı yaşında bir Türkmen kızıyla evlenmeye karar ve rir. Bu çok ani bir karar olur.
Beyoğlu’nun bu ani kararına yakınında bulunan herkes çok şaşırır. En başta kızları ve damatları bu evliliği tasvip etmezler. Bu izdivacı; Yaradan’ın adaletine, emrine ve erkine ay kırı bularak bir nevi baş kaldırı sayarlar. Şaşkın insan işi olarak görürler.
En sonunda Dilan, Beyoğlu’nun üçüncü eşi olunca, gönlünce kızını uygun gören kişile rin rüyası biter. Beklenti içinde olan kişilerin umdukları dağlara kar yağar, elleri avuçları içinde bom boş kalır. Umutları mum gibi sönüp eriyip gider. Vücut dilleriyle belli etmemeye büyük gayret gösterirler. Fakat, gönülleri kırılır, Kalben küserler. Beyoğlu’na olan yakın davranışlarını azaltırlar. Samimi olmaktan adım adım uzaklaşırlar.
Dilan hırslı, gözü pek ve çevresindeki kişilere hep yukarıdan bakan ve karşısındakinin her hareketinden kuşkulanan, gölgesinden bile şüphe eden yabani bir kişilikti. Titizliğinden dolayı kendi içsel barışını sağlayamadı. Bu yaşa gelinceye kadar mutluluk mefhumunu tatmadığı için başkasının küçük dünyasında oluşan anlık sevinci, mutlulukları hep kıskanan bir genç kızdı. Kocaman konakta tek başına ve sorgulayan gözler altında mutlu olması, yakalaması imkansız gibiydi.
Konağa kuma olarak gelmesi de bir dezavantajdı. Beyoğlunun önceki eşleri olup üzer lerine geldiği kadın analara saygı duymuyordu. Varlıklarından rahatsız oluyordu. Eşinin kendiyle yaşıt veya büyük çocuklarını hep hor görürdü. Konuşmak, görüşmek bile istemiyordu. Kendinden küçük kişileri kim olursa olsun fırsat buldukça azarlayıp, haşlıyor, kalbini kırıyor du. Küçük çocuklar yanına yaklaşamıyor ve azarlanmamak için köşe bucak kaçıyorlardı. San ki insanların üzülmesinden özel zevk alan ve onları üzğün görünce daha çok sevinen, neşelenen bir karekteristik yapısı vardı.
Pek tabi olarak Dilan’ın bu nemrut tutumundan Aspir’de nasibini alıyordu. Dilan, gör düğü her yerde Aspir’in bir yanlışını bulur, beraber olduğu insanlar arasında onurunu renci de eder ve özellikle onu üzmek için bilerek hırçın ve kızğın bir eda ile ağır söz söylüyordu. Aspir ile aynı yaşta olmaları O’na bir hak veriyor sanıyordu.
Ayrıca Beyin ahbap ve dostlarının veya vergisini, öşürünü getiren Türkmen eşrafının o lur, olmaz işler için gece gündüz demeden sürekli konağa gelmelerini istemiyordu. Misafir- lere bir tas soğuk ayranı bile zoraki ikram ettiriyordu. Kimsenin, olduk olmadık ve vakitli vakitsiz zamanlarda çat kapı konağa gelmesini istemiyordu. Konakta yaz gününde tufan es tiriyordu. Habersiz gelenleri Beyoğlu’nun yanında sözüyle hem rencide hem geldiğine piş-man ediyordu. . As-I../…
As-11-
Dilan konağa gelmeden önceleri insan sesinden ve çocuk cıvıltısından pür neşe içinde cıvıl cıvıl olan konak, artık matemlere bürünük vaziyetteydi. Konak odaları arının vızıltısı du yulacak kadar sessizdi. Maalesef Beyoğlu selam verecek adam bulamıyordu konakta artık.
Beyoğlu’nun en büyük damadı kara Davut, değirmende akşama kadar öğütülen unla rı yün çuvallara doldurup on katıra yüklettikten sonra iki bacanağı eşliğinde kızları, kadınla rı ve çocukları köye doğru yolcu eder. Aspir, değirmene kadar gelmişken yıllardır görmediği muhterem hocası ve dervişi Büğülü Babanın sohbetine de katılmak, ondan feyz almak isti -yordu. Onun için sohbetten önce köye gitmesinden Aspir memnun değildi. Müridi olduğu dervişi ile hak yolunda gönül diliyle görüşüp, konuşacak ve hasbihalde bulunup zikir çıkar- ması gerekiyordu.
Adını bile bilmediği ancak içi bir başka kaynayıp ısınan ve kalben yakınlık duyduğu bu meçhul yağız delikanlı ile aynı mekanda biraz daha olmayı içtenlikle çok istiyordu. “Şimdi; işler bitirilmeden bu vakitte köye gitmek de nerden çıktı ” diye düşündü. Böylece eniştesinin köye göndermesine çok üzüldü. Değirmende sabaha kadar kalmanın bir yolunu aradı. Bunun için didinip durdu. Fakat daha makul bir yol bulamadı.
Dervişi Bügülü Baba’ya danışmak istedi amma, bunu başaramadı. Çünkü annesi ve teyzeside köye gidiyordu. Onlar olmadan değirmende kalması imkansızdı. Köye varınca yi ne Dilan’ın zulmüne, kaprislerine maruz kalacak ve yaşamı zindan olmaya devam edecekti. Bir kere bundan kurtuluş yoktu. Dilan’a anneside söz söylemiyordu.
Kocabeyoğlu’nun aradan geçen beş yıla yakın zaman zarfında Dilan’dan çocuğu olma dı. Dilan’ın kısır olduğu anlaşıldı. Bundan böyle çocuk sahibi, ana olamayacağı Taşeli’de yerleşik tüm oba ve köylerde konuşulmaya başlandı. Dedikodular alıp başını gitmişti. Dilan Be- ye erkek çocuk değil kız çocuğu bile veremiyordu. Esasen çocuğun olması, bilen ve anlayan için bir takdir-i İlahiydi. Dilan içinse konağın serveti ve bolluk içerisinde yaşama sevdasıydı.
Dilan analık duygusunu bir türlü tadamadı ve yavrusunu kucaklayıp kokusunu hisse demedi. Konakta veya çevredeki konu komşu kadınlar Dilan’dan, oda onlardan adım, adım uzaklaşmaya başladı. Kocaman konakta yaşayanlar birbirinin yüzünü görmez oldu. Eskiden olduğu gibi akşamları sinilere kurulmuş sofra yemeğinin başında bir araya gelmez ve görüşmez oldu. Aspir genelde ailesiyle birlikte oluyor ve diğer konak efradı da birlikte hareket e- diyordu. Bir nevi ayrışma başlamıştı. Beyoğlu da yakınlık gösterme bakımından kantarın to- punu Dilan’dan yana ağdırmıştı.
Dilan, çocuğu olsun diye oba hekimlerine ve nam salmış ebe ninelere yaptırmadığı bitkisel ilaç kalmadı. Ebelerin tavsiye ettiği otları dağlardan bulup, toplamak için özel ekip görevlendirdi. Konağın her köşesinde kese kese ilaç olmayı bekleyen ot yığını vardı. . As-I../…
As-12-
Nefesi kuvvetli derin bir hoca duyduysa hemen Beyoğlu ile birlikte onun kapısına va rıp şifa arıyordu. Böylece hocalara yazdırdığı muskaların ve yaptırdığı duaların, tavsiye edi len okunmuş su dolu güğüm ve ibriğin hatdi, hesabı bilinmedi. Bu okunmuş sular ile devam lı banyo yaptı amma her şey boşunaydı. Bu alemde ki tüm nimetlerde, mülkte olduğu gibi çocuğu veren ve alan da Allah’(cc)tı. Bunu akıl edip bir türlü düşünemediler. Dizğinlenme- miş hırs gözlerini kapladığı, kalpleri kör ettiği için artık aklı selim bir şey düşünmüyor, gör müyordu.
Köy ve obalardaki İnsanlar arasında ve de yeni yetme çocuklar arasında “Çocuğu ol- muyor” dedikodusu türü laflar aldı başını gitti. Bu sözler ve türlü türlü dedikodular kulak -tan, kulağa duyuldukça Dilan, iyice bunalıma girdi. Hal ve hareketleri konakta ve çevresin- de artık çekilmez oldu. Konakta tatlı bir aş yenmez ve kimse çocuk lafı edemez, çocukla ko nağa gidemez ve Dilan’ın yanında ana ve babalar çocukları sevemiyordu. Bunu duyan çocuklar da Dilan’ı gördükçe köşe bucak kaçar, saklanır oldu.
Kocabeyoğlu, saplantı ve yersiz bir erkek çocuk isteği yüzünden ailesel ve şahsi huzurunun kaçmasına içten içe iyice üzüldü. Erkek evlat ararken şimdi kız çocuğu bile arar duruma düşmüştü. Tüm bu başına gelenler deli gönlünü eğleyememesinden ileri geliyordu.
İkinci eşi ve Aspir’in annesi Hazal sevecenliği, cana yakınlığı, saygın kişiliği ve iş gör me, bitirme melekesiyle halkın gözünde “ Hanım Ağa” konumuna erişmişti. Beyoğlu günlük işlerine yardımcı olup azalttığı için her yönüyle onu çok arıyordu. Hazal itibarına değer ka- tan bir eşti.
Hazal’sa, konakda gördüğü, duyduğu ve dişini sıkarak çektiği, katlanarak yaşadığı ma nevi işkenceler yüzünden derin üzüntüye gark oldu. Sonunda hasta olup yataklara düştü. Buna da en çok üzülen Aspir oldu.
Beyoğlu, bu fani dünya malının insanları asla mutlu etmediğini sonunda anladı. Tüm aile efradı birer birer yanından uzaklaştı. Sofrasında bal aşın, tatsız tuzsuz, yavan hale geldiğini üzülerek hissetti. Mutluluk içinde geçen günleri geride kalıp yaşadığı hayat çekilmez ha le geldi. Mutluluğu kaybolup kuş gibi uçtu.
Mutsuz olmasının baş sorumlusunun kendisi olduğunu en sonunda anladı. Fakat iş, iş ten geçeli çok zaman oldu. Hayat köprüsünün altından çok sular aktı. Mutluluğunu geri getiremezdi amma yeniden yakalamasına umudu vardı.
Kocabeyoğlu, Dilan’ın etkisi altına girmekten de kendini engelleyemedi. Dilan ne der se onu yapar ve onun sözünden dışarı çıkmıyordu. Bütün önemli kararları artık Dilan alıp keyfe, keder uyguluyordu. Kimseyi hesaba almıyor, sözüne itibar etmiyor, başına buyruk . As-I../…
As-13-
hareket ediyordu. Beyoğlunu bile dinlemez oldu. Bir nevi yeni Bey vekili oydu sanki. Taşeli’nde kestiği kestik ve astığı astık gibiydi.Her gün bir başka gaddar oluyordu.
Hatta Gökgözler obasından Annesi, babası ve diğer aile efradını getirip konağa yerleş tirdi. Ağabeyi Toygar için tek kişilik bir oda açtı. Böylece konak odaları önceden ibade eden ve kullanan kişilere yetmez oldu. İnsanlar üst üste kalmaya başlayınca aynı odada kalanlar arasında bambaşka bir huzursuzluk alanı doğdu. Görümcelerine mesaj verircesine; “Yerini beğenmeyenlerin konaktan ayrılabileceğini” hususunu konuşmalarında ima etmeye başladı. Bu sözü işiten Beyoğlu’nun kızları ve damatları istemeye, istemeye konaktan ayrıl dı. Buna da en çok üzülen yine Aspir oldu. Her taş sonunda onu yaralıyordu.
Aradan geçen zaman zarfında Beyoğlu’nun damatları, kızları ve torunları konağa kor ka, korka sadece önemli günlerde gelir oldu. Artık her gün de gelmiyorlardı. Torunlar dede leri ve ninelerini, onlarda torunlarını özlüyordu. Hane içindeki özlem, ayın güneşe kavuşma sı için duyduğu istemden ve çölün bir damla yağmur beklemesinden katbekat fazlaydı.
Kadın ana Hazal’ın bir Cuma sabahı aniden vefat edip, Hakk’kın rahmetine kavuşması nın acısını bile kızları, damatları ve sevenleri konakda yaşayamadılar. Konağın her köşesin - de anıları bulunan ve hep beyinin yanı başında olan Hazal’ın ölümü sanki konakda hissedil medi bile. Sevenleri ile komşuları ve akrabaları gönüllerince taziyeye gelemediler. En azın dan kırk gün yas tutulması ve matem havası sürdürülmesi gereken konakta üç gün bile yas havası olmadı. Bunun da en önemli nedeni Dilan’ın despot ve otoriter tutumu ve eskiyi ha- tırlatan ne varsa konaktan silip, atmasıydı.
Yine de en büyük acıyı yüreğinde hisseden ve çok üzülen Aspir’di. Canı kadar çok sev diği annesini genç yaşta kaybetmek ruhiyatında bunalıma yol açtı. İçine kapanıp odasından dışarı adım atmaz ve kimseyle konuşmaz ve görüşmez oldu. Yemeden, içmeden kesilerek her geçen gün zayıflamaya başladı.
Aspir’in acı dolu bu günlerinde gördüğü ve yaşadığı en olumlu ve iyi şey, değirmende gördüğü gencin hocası Büğülü Baba ile beraber babasına taziyeye gelmesi ve annesi için Kuran-ı Kerim azimü Şan’dan “Yasin-i Şerif” ve “Aşır” okumasıydı. O gün yüzünde gülücükler açtı. Gönlü mesut, bahtiyar oldu. Neşesi nispeten yerine geldi. Kalbi sevinçle doldu. Kalbden, kalbe olsa bile dervişi ile ruhen iletişim kurma imkanı buldu. Onun görgüsü ve bilgisin den, ders alıp feyzlendi.
Derviş Büğülü Baba konağa kadar gelmişken Beyoğlu’nun erkek çocuk istemi için eşi ile birlikte dere tepe dolaşarak gülünç duruma düşüp yöredeki yediden yetmişe insanların dilinde pelesenk olması ve en önemlisi itibarını zedelemesi konusunu hakkında Beyoğlu ile çok özel bir görüşme yapar. Kocabeyoğlu’na doğrudan doğruya: . As-I../…
As-14-
“Kainatı yoktan var eden, Ademoğlunu topraktan yaratıp özünden de ruhunu veren Allah-u Teala (cc) Hazretleri, yarattığı canlının cinsiyetini de kudretiyle belirler. Yaratılmış insanla rın bir baba, ana olarak çocuğun cinsiyetini belirlemede yetkisi ve tesiri yoktur. Buna gücü ve kudreti yetmez. Bu konuda yaptığı her şey boşunadır. Bunda çocuğu, dokuz ay karnında taşıyan anasının ise hiç dahli olmaz. Bunu böyle bilecen. El alemin diline düşüp gülünç hale gelmeyecen” der.
“Ayrıca baba ve ana için evladın kız, erkek diye ayrımı olmaz. Ancak evladın, çocuğun hayırlısı olur. Allah’ın (cc) verdiği evlat çocuk, ister kız olsun ve isterse erkek olsun, yeter ki sağlıklı ve hayırlı olmasını istemelisin. Zira Rasulüllah Efendimizden rivayet edilen bir hadi- si Şerife göre; “ İnsanoğlu öldüğü zaman “Amel Defteri” kapanır. Ancak şu üç kişi bundan müstesnadır, Ki ramen Katibin melekleri bu kişilerin hayrını yazmaya devam eder. Amel defterleri açıktır: 1) Sadaka-i Cariye ( Hayır için yapısal eserler). 2) İstifade edilen Hayırlı ilim. 3) Ardın sıra sana dua edecek hayırlı, Salih Evlat ” bırakanlar.
Amel Defterini açık tutmaya nail olmak için çalışacaksın ve kalbini Allah’a (cc) açacan, bunun harici boştur. Aman sakın şirke düşmeyeceksin. Obadan obaya koşturarak kapı kapı “ Erkekçocuk” diye dolaşmayacaksın. Yaratılmış kulun yaratıcı olamayacağını iyi bileceksin. Burada harcadığın emeği Allah’a (cc) dost olabilme ve takva içinde yaşayıp rızasını kazana bilmek için sarf etmelisin” diye telkinde bulunur.
Annesi Hazal’ı ahirete uğurlayan Aspir, annesinin ruhunun şad olması, Yüce Mevla ta rafından günahları affedilerek cennete kabul olması ve kabirde azap çekmemesi için odasın da sabahlara kadar Kur’an okuyup, dua eder. Odası bir çilehane olur. Her anıAllah’a yalvar-makla geçer. Peygamber Efendimiz den şefaat ister ve Allah dostu erenlerin, evliyaların ve Mürşid-i kamillerin yüzü suyu hürmetine anasının bütün günahlarından bağışlanması ve Fir devs Cennetinde gönenmesi için yalvarıp, yakarırdı. Yalvarmaktan kendinden geçer.
Aspir sabahlara dek süren duası ve içten yakarışı esnasında kendinden geçip, hüngür hüngür ağlayıp, göz yaşı döktüğü zaman çok oluyordu. Ne yazık ki çekdiği acıları, üzüntüle- ri ve yalnızlığı paylaşacak candan bir dost, arkadaş bulamıyordu. Kocaman konakta sığına- bilecek kimsesi yoktu. Herkes yer yarılmış, içine girmişti. Oda kendi halinde kabuğuna çeki lip odsından dışarı adım atmaz ve görüşüp, konuşmaz oldu.
Aspir günlerce odasında kaldıkça anasının sıcaklığını daha çok hissediyordu. Ona daha yakın olduğunu düşünüyor ve onunla geçen kısacık ömrünü yeniden yaşıyordu. Yalnızlığı es nasında odasında annesinin varlığını, hayalini daha iyi hissediyordu. Kısacık ömre sığan anı- ları bir bir canlanarak gözünün önünden geçiyordu. Böylece çok mutlu oluyor ve de üzülü yordu. Keşke anası yaşasaydı da başına gelenleri onunla bir bir paylaşsa, içini dökseydi. . As-I../…
As-15-
“Ahvali hali ve yalnızlığı, Yunt Dağı başında yalçın kayalarda bulunup yuvadan çıkamayan kartal yavrusundan farksız” şeklinde düşünüyordu.
Çocuğu olmadığı için konakta akıbetini, geleceğini ve evliliğini pek olumlu, parlak gör meyen Dilan, eninde sonunda başına gelebilecek hadiseleri şimdiden önlemek istiyordu. Ya ni Beyoğlu’nun kendi üzerine de kuma getirmesini istemiyordu. Böyle bir hadiseyi işin ba - şında şimdiden önlemek ve konakta ki bu şatafatlı yaşamdan uzaklaşmak istemiyordu. Bu- rada ilelebet, köklü şekilde kalıcı olmayı sağlamak uğruna erkek kardeşi Toygar’ın Aspir’le evlenmesini mutlaka sağlamalıydı. Bu dahiyane fikrini muhatabına sorup danışmadan, fik rini almadan gönlünce uygun, münasip gördü. Bu işin bir yolunu, yordamını bulup, her şeyi göze alarak punduna getirmeliydi. Gerekiyorsa metazoru olsa da mutlaka kardeşinin evlili ğini ayarlayıp gerçekleştirmeliydi. Mademki çocuk sahibi olamıyordu. Hiç yoktan bunu bari yapabilmeliydi. Bundan sonra tüm gücünü bu işe ayıracak ve rüyasını gerçekleştirecekti.
Konağa geleli beri yok yere çekdiği acıları ancak bu evlilik dindirebilirdi. Bu düşünce- sini bir akşam vakti yemekte makul bir dille ballandıra, ballandıra Beyoğlu’na anlattı. Yüzü kızarmadan olmayanı olmuş gibi anlattı. Sözlerinin arasına gerektiği kadar yalan ve iftira ekleyerek Bey oğlunun inanması için ne gerekiyorsasözle söyledi. Yemin billah edip: “Aspir’in gizli, gizli ağabeyi Toygar ile görüştüğü, ikisinin de evlenmek istedikleri ve bu ko- nuda bayağı ileri gittikleri, esasında teklifin Aspir’den geldiği , yakında dünürcü gelebileceği ve bizlerin de onların izdivacına müsaade etmesi gerektiği ” yalanını, doğruymuş gibi yüzü kızarmadan, ruhu kararmadan beyine anlattı. Gönlü kocayan ve aklı bunalan Beyoğlu’nu çok çabuk ikna etti.
Günlerden bir gün öğle vakti Kocabeyoğlu ansızın kızının odasına girdi. Kızının halini, hatırını sorduktan sonra sadede gelip, ağzındaki baklayı çıkardı. Eşi Dilan’dan duyup belleği ne yerleştirdiği sözleri, bir solukta peş peşe söylemek için kızının yüzüne bakdı : “ Aspir, kızım; beni biraz dinlermisin? Seninle çok önemli bir konuyu görüşmek istiyorum. Biliyorum annenin acısını yüreğinin derinliklerinde hissediyor ve halende acıyı direm direm yaşıyorsun. İnan bende aynı acıları çekiyorum.” “Maalesefu bu fani alemde ölenle ölünmüyor, yaşam bir şekilde devam ediyor. Günlük ya- şam için gerekli olan işler bir nebze olsunacıları unutturuyor. Onun için işimizi aşımızı takip ediyoruz. Acılardan ancak böyle uzaklaşabiliyoruz.” “Sen, annen Hazal’dan bana yadiğar en küçük kızımsın. Bu hayatta en değerli varlığımsın. Senin, benim kalbimde bambaşka bir yerin var ve diğer çocuklarımdan farklı bir önemde- sin. Bu dünyada senin mutlu olmanı çok istiyorum. Bunu canı gönlümden diliyorum.Bana düşen bir şey varsa seve seve yapmaya hazırım.” “ Dilan ’ın erkek kardeşi Toygar’la yakınen görüşmene de çok sevindim. Böyle bir izdivac ailemiz için de çok iyi olur. Bu konuyu çok iyi düşünmüşsün. İnşallah hayırlı olur.” Der. . As-I../…
As-16-
Aspir, oturduğu yerden hışımla ayağa kalkarak ve avazı çıktığı kadar bağırarak: “ Baba sen ne diyorsun, ne görüşmesi, ne evliliği. Bu da nereden çıktı. Ben kimseyle ne gö rüştüm, ne de konuştum. Ben anamın yası için karaları bağlamışam. Yasımın içinde yaşama ya çalışıyorum. Şimdilik evlilik falan düşünmediğim gibi o adamla evlenmeyi asla düşünmü yorum. Aklımdan bile geçirmedim. Allah yazdıysa bozsun ” diye cevap verir.
Aspir’in çok kesin ve kararlı sözleri karşısında biran bocalayan ve kızına ne diyeceğini bilemeyen Beyoğlu, Dilan’ın anlattıkları ile kızının tutumunun örtüşmediğini anlar. Bu izdi- vaçdan haberi bile olmadığını, böyle bir görüşme gerçekleşmediği anlayınca yine de kızına: “Böyle bir evliliği hem ben ve hem de üvey annen Dilan çok istiyoruz. Bu sayede konağımız yine coşkulu ve neşeli olduğu eski günlerine kavuşacak ve böylece herkes çok mutlu mesut olacakdır. Sen yine de bu konuyu iyice bir düşün, kestirip atma, doğru kararını ver. Babanın isteğini geri çevirme ” diyerek odadan çıkar.
Aspir, çok sevdiği babasının bu yaşına ve asaletine rağmen Dilan’ın elinde oyuncak hale düşmesine üzüldü. Vakti zamanında küçükken gözü gibi esirğediği yavrusunun haya- tıyla ilgili bir konuda doğru karar verememesi çok üzücüydü. İstemediği bir adamla evlen - mesini istemesi düşündürücüydü. Bu babasının tek başına aldığı bir karar olamazdı. Mutla ka bunda Dilan’ın etkisi vardı. Esasında hali acınacak durumdaydı.
Rahmetli anasının Rabb’ine (cc) kavuşmasından sonra babasının kendine karşı tu -tum ve davranışında olan değişiklikleri bir türlü anlayamadı Aspir. Hattı zatında babasının tutum ve davranışları Dilan geldikten sonra pek çok değişikliğe uğramıştı. Çok önemli haya ti konularda böyle aceleyle karar vermesini istemesi manidardı. Baba olarak tüm önemli kararlarda Dilan’ın ağzından çıkacak sözlere bakmasına bir anlam veremiyordu.
Babası ve Dilan’ın, istemediği adamla evlenmesini sağlamak için gelecek yaşantısını zehir ve zindan edecek şekilde başına kara keçi kılından daha kara bir çorap örülmek istendiğinin farkına vardı. Bu üzücü durum için Allah’ına sığınmakdan başka çaresi olmadığını bi- le bile yastığa kapanıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hıçkırarak ağladıkça ağladı…
. As- I../…
Süleyman YILDIZ
Lemos5303