- 811 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Paylaşılamayanan Tunceli ve Çvresi
Gerek Türkiye gerek dışarıdan hakkında en fazla yazı yazılan yerlerden birisi Tunceli ve çevresidir. Tunceli ve çevresi ile aynı inanç birliğinde olan başka il ve bölgelerimiz olmasına rağmen oralardan fazla bahsedilmezken Tunceli ve çevresinin sürekli kaşınan bir yara gibi bölgenin kaşınmasının bazı sebepleri olsa gerek. Geçmişten beri sorunlu bir bölge olan yörenin Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içinde bulunan Türk toprağı olması adeta kasıtlı olarak bir tarafa konulup üzerinde oyunlar oynanmaya ve halkı kullanılmaya günümüzde de tam hız devam etmektedir.
Paylaşılamayan bir bölge konumunda olan yöre üzerindeki hak iddiaları; en az dört farklı görüşün çarpışmasına sahne olmaktadır. Çarpışan taraflar kendilerince deliller sunmaya çalışarak haklılıklarını öne çıkarma çabasındadırlar. Bütün bu çarpışmaların altında yatan gerçeğin ise siyasi olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
Bölge hakkındaki yazarçizer takımı neden bir Kırıkkale, bir Mardin, bir Kütahya, bir Sinop değil de bu bölgeyle ilgilenirler sürekli. Bunun nedenleri şöyle sıralayabiliriz. Yörenin tarihi, coğrafi yapısı, bölge halkının inancı, kültürü; zapt edilemez kale görüntüsü çizmesi veya çizdirilmesi vs. Kaleyi zapt eden adeta zaferi kazanacak…
Biz, Tunceli ve çevresi Türk’tür demeyeceğiz, Ermeni’dir demeyeceğiz Kürt’tür demeyeceğiz, Zaza’dır demeyeceğiz. Ama inanç bağlamında çoğunluğu Alevi’dir derken, etnik köken olarak ise yöre hakkında araştırmalar yapmış yöre insanı yazarların, aynı inancı paylaşan ve yöreyi tanıma fırsatı bulmuş yazarların, Tunceli ve diğer üniversitelerden bölge ile ilgili yazıları bulunan üniversite elemanlarının ve Ermenistanlı bir etnologun yazılarından faydalanarak yazımızı devam ettireceğiz. Özellikle aynı kökene ve inanca bağlı yöre insanı yazarların görüşlerine ağırlık vereceğiz ki Tunceli yöresi halkını bu insanlardan tanıyalım.
‘‘Bu çalışmada genelde Dersim tarihinden bahsedilmiş, özelde ise Dersim/Tunceli yöresine yerleşmiş olan aşiretler, bu aşiretlerin Osmanlı Devleti ile ilişkileri ve sosyo-kültürel yapıları incelenmiştir. Bu tezde aşiretlere ilişkin bilgiler tahrir defterleri, mühimme defterleri, 18.-20. asır arasına tarihlenen arşiv belgeleri ve raporlardan alınmıştır. Ayrıca gerek askeri gerek sivil gerekse yabancı kişilerin anılarından yararlanılmıştır.
Kaynakların ışığında hazırladığımız çalışmadan anlaşıldığı üzere, Dersim yöresi aşiretlerine dair mevcut bilgiler oldukça eksik ve yanlıştır. Bu durum, bölge hakkında yapılan çoğu araştırmanın bilimsel verilere göre değil, siyasal yaklaşımlara dayanılarak yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Araştırmamızın sonuçlarına göre, Dersim yöresi aşiretlerinin önemli bir kısmı tarihsel ve kültürel açıdan Türkmen kökenlidir. Bölgenin coğrafi şeklinden kaynaklanan sosyo-kültürel yapısı, bu aşiretleri oldukça etkilemiştir. Özellikle dış çevre ve kültürlere kapalı olan bu aşiretler, geleneksel yapılarını korumuşlardır; değişime uğrayan diğer konar-göçerlerle göreceli olarak farklılaşmışlardır. Nitekim 20. asrın başında dahi Dersim aşiretleri içerisindeki gelenek-görenek, sosyal yapı ve kullanılan dilde, eski Türk göçerliği canlı bir şekilde yaşatılmıştır.’’ (1)
Ermeni bir etnologun görüşleri ise şöyle: ‘‘Çeşitli yazarların ifadelerine göre, 20. yüzyılın başında, Dersim’de nüfusun yaklaşık üçte biri “Armani” denilen Ermenilerden oluşuyordu ama onlar kendilerine ‘Hay’ diyorlardı. Ermeni kimliği aşağıdaki harici işaretler ile karakterize edilmekteydi: Hıristiyanlık, Ermeni dili, Ermeni isimleri, bazı popüler ayinler ile giyim ve mutfak konusundaki bazı farklılıklar: Geleneksel olarak Ermeniler daha kültürlüydü, çoğu yanında bir dini okul bulunan bir kiliseye sahip köylerdeydiler ve Konstantinopolis Ermeni Patrikhanesi ile Erzincan ve Harput piskoposluklar ile bağları vardı…19. yüzyılda, çeşitli nedenlerle, Ermenilerin bir kısmı Dersim’den göç etti ve diğer bir kısmı da alevi oldular, böylece Ermenilerin sayısı giderek azaldı. Kürtleşme ve Sünnileşme aşamasında olan Ermeniler de vardı... 17. yüzyılda başlamış ve 19. yüzyılda öyle bir dereceye ulaşmıştır ki Ermenileri Alevilerden sadece dıştan değil aynı zamanda karşılıklı yaşam tarzları birbirine çok benzediği ölçüde sosyo-kültürel planda da ayırt etmek bir hayli zordu… Ermeni yazarların Dersim hakkındaki gözlemleri ve notları, Dersim Alevilerinin en azından bir kısmının Ermenilerin Alevileşmesinin belleklerinde koruduklarını göstermektedir.’’(2)
Bölge hakkında araştırmalar yapan ve hakkında yazı yazan yazarçizeri yukarıda belirttiğim gibi dört gruba ayırırsak bir görüşe göre tarihi akış içerisinde sayısal olarak azalmış bile olsa Tunceli halkının bir kısmını Alevileşmiş veya az da olsa Sünnileşmiş Ermeni sayanlar var. Ki görüş savunucusuna ait.
Bir görüşe göre ise sadece Kürt, bir görüşe göre sadece Zaza, bir görüşe göre ise ağırlıklı olarak Türk sayılması gerekir. Bu arada yörenin Alevi inanç ve kültür kimliğini de hesaba katmak gerekiyor ki: Tokatlı ve yöre hakkında araştırmalar yapan Rıza Zelyut şöyle demektedir:
‘‘Dersim’in nüfusuyla ilgili ilk ciddi bilgi; ‘Asya Türkiye’si Muharriri’ diye bilinen Vitali Genet’in 1885 yılında verdiği rakamdır. Buna göre Dersim sancağında 15.460 Müslüman, 27.830 Kızılbaş, 12.000 Kürt, 8.170 Ermeni yaşamaktadır. Buradaki 63 bin nüfusun içindeki Müslüman nüfus, Sünni Türkleri göstermektedir. Genet’in; Kürtleri ayrı göstererek Kızılbaş saymaması üzerinde önemle durulacak bir konudur. Dersim’de 19. yüzyılın sonlarında; Kürtlerle Aleviler ayrı ayrı varlıklar olarak görülmektedirler. Bu durum bile Dersim’deki Kızılbaş nüfusun Kürt olmadığını anlamak için yeterlidir.
Devletin, Dersim nüfusuyla ilgili resmî tespitini 1935 yılında Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya TBMM’de dile getirmiştir. 25.12.1935 tarihli oturumda konuşan İçişleri Bakanı Kaya; ‘Dersim (...) sakinleri 65–70 bin nüfustan ibarettir. Aslen Türk unsuruna mensup bir kitledir.’ diyerek önemli bir gerçeği vurgulamıştır…
‘EKRAD’ TERİMİMİNİN SOSYOLOJİK TANIMI Şeyh Hasanlı ve Dersimli aşiret grupları anlatılırken; Osmanlı belgelerinde ‘Ekrad’ terimi geçmektedir. Bu kelime; bu aşiretlerin ‘Kürtler’ olarak nitelendiğini göstermektedir. Hâlbuki; Tunceli bölgesinin tarihi ve kültürü Kürtlerinkinden farklı; özellikle bulunduğu nokta; Kürtlerin yaşadığı alanın dışındadır. Kürtlere çok yakınlık gösteren, hatta 1915’te yazdığı Kürtler isimli makalede; Kürtleri açıkça kışkırtan Rus diplomat Minorski, sonradan yazdığı Kürtlerle ilgili ayrıntılı makalede; Dersim bölgesinde bulunan Zazaları; kesinlikle Kürtlerden ayrı göstermekte ve İran kökenli saymaktadır.
‘20. asırda Kürtler arasında bu kavme mensup olmayan bir İrani unsurun (Guran-Zaza zümresi) mevcudiyeti ortaya çıkarılmıştır. Şu saptama da aynı gerçeği başka biçimde tekrar etmektedir: ‘Bugün Kürtlerin büyük ekseriyeti Şafii’dir. (...) Bununla beraber az veya çok Şii vasfı gösteren müfritlik, daha ziyade Kürdistan’ın gerçek Kürt olmayan İran kabileleri arasında taraftar bulmaktadır. Görüldüğü üzere; Minorski; Tunceli bölgesindeki Zazaları Kürt saymamaktadır.
Doğu Anadolu aşiretleri ile ilgili olarak görülen belgelerde; Ekrad sözcüğü, etnik bir terim olarak Kürtleri ifade ettiği gibi; sosyal bir terim olarak göçebe yaşayan bölge aşiretlerini de anlatır. Osmanlılar da ekrad tanımlamasını konar-göçer aşiretler için kullanmışlardır. Yavuz Selim zamanında tutulmaya başlanan tahrir defterlerinde ekrad tabiri, Türk olduğu kesin olan birçok konar-göçer Türk aşireti için kullanılmıştır. Sadece birkaç örnek olmak üzere, konar-göçer Kılıçlı, Döger, Avşar, İğirmidörtlü aşiretleri sayılabilir… Mesela Bozuluş Türkmenlerinden İzzeddünlü Cemaati deniliyor; zira başında İzzettin Bey var. İzzettinli cemaatinin bir bölümü Kilis yöresinde yaşıyor. Orada Türkmen taifesinden gösterilirken, Osmanlı Devleti tarafından ok yapmakla görevlendirilince dağlık alanlara gitmek zorunda kalıyorlar. Çünkü oku ancak dağlık alanlardaki ağaçlardan yapabilirler. Onlar dağlık alanlara çıkınca, kendilerine ’Ekrad-ı Okçu İzzeddinlü ’ denmeye başlıyor. Bu sadece çok açık seçik örneklerden birisidir ama buna benzer pek çok örnek bulunmaktadır… Mesela bu bölgelerde ’Ekrad-ı Türkmenan’ ibaresi de çok sık olarak kayıtlarda geçmektedir. Ne demektir: Türkmenlerin Kürtleri... Burada yine yukarıdaki örnekle aynı anlamda, Türkmenlerin dağda yaşayan grupları anlatılmaya çalışılıyor…
Araştırmalarım, beni, Kurmancı denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. Töreleri; Orta Asya’ya kadar uzanan Türk töreleri idi. Ölümle ilgili adetler; yeni doğanları ve yeni lohusaları basan insan yiyici cin (demone), Al inanışı; şubat ayında, gerçekte, Türklerin 12 Hayvanlı Takvimleri’ne göre eski ‘yeni yıl bayramları’ olan Hızır Bayramı’nın kutlanması, vb... 16. yüzyıl arşiv kayıtlarını inceleyen Osman Türkay’ın saptağı oymak, aşiret ve cemaatler içinde; ‘Türkmen Ekradı Yörükan taifesinden’ veya ‘konar-göçer Türkmen Ekradı taifesinden’ gibi oymak veya aşiretlere işaret ediliyor. Yukarıda geçen ‘Türkmen Kürtleri Yörükleri’ veya ‘Türkmen Kürtleri’ terimleri; etnik anlamda düşünüldüğünde çok saçma gelir. Çünkü ‘Türk Kürtlerinin Yörük kolu’ gibi bir anlam ortaya çıkar ki tarihte hem Türk olup hem de Kürt olan Yörük olmamıştır; bir kişinin tek kökeni olacağından böyle bir durum olamaz da. Bu yüzden; buradaki anlam; sosyal niteliklidir.’’(3)
Siyasi Kürtçülüğün dayanağı olan ve Arapça ‘ekrad’ sözcüğünün Kürt sözcüğünün
çoğulu anlamına geliyor olması ile Osmanlı metinlerinde geçen ‘ekrad’ sözü ile Kürt toplumunun kastedildiğinin anlaşılmasıdır.
Oysaki Türkmen ve Yörük topluluklarının birçoğu konar-göçer bir hayat sürmesinden ve dağlık bölgelerde yaşamasından ya da yaşamaya mecbur edilmesinden ötürü aynı adlandırmadan nasibini almıştır.
Özellikle Akkoyunlu-Osmanlı, Osmanlı-Safevi, Moğol-Harzemşah arası mücadeleler sonucu coğrafi konumundan dolayı kolay kolay ele geçirilemeyen Doğu ve Güneydoğu ile beraber Tunceli çevresine sığınan Türkmen aşiretleri de bu adlandırmadan nasiplenmişlerdir.
Hâlbuki Tunceli henüz bir eyalet veya sancak değilken bölgesinin merkezi konumunda olan Çemişgezek’in 12. yüzyılda Türk hükümdarlar tarafından yönetildiği Şerefneme’de belirtilmektedir.
Rıza Zelyut: ‘‘İlginçtir, dönemin Arap kaynaklarında Kürt kelimesi, bugün kökenleri kesin olarak bilinen değişik etnik gruplar için de kullanılmıştır. Örneğin Horasan’daki Halaçlar dâhil buradaki birçok Türk oymağını, göçebe oluşlarından hareketle Arap kaynakları tarafından ‘Ekrad-Kürtler’ olarak adlandırılmışlardır. İstahri de Halaçları, göçebeliklerine bakarak Kürt olarak tanıtmıştır’’(4) dedikten sonra:
‘‘Şeyh Hasanlı ve Dersimli aşiretlerinin etnik kimliğini Kürt göstermek gerçekçi değildir. Osmanlı belgelerinde de Kürdistan’ın bugünkü Güneydoğu ile ilgili olarak kullanılmadığı bilinmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1526 yılında Fransa Kralı 1. François’ya yazdığı mektuptan da anlaşılıyor ki Diyarbakır ile Kürdistan denilen bölgenin ilgisi yoktur: ‘Ben ki... Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Vilayet-i Dulkadiriyye’nin ve Diyarbekir’in ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin... nice diyarların sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım’ Mektuptaki diziliş önemli bir gerçeği gösteriyor: Adana-Diyarbakır-Kürdistan-Azerbaycan... Bu dizilişteki Kürdistan da Doğu Anadolu’da, Azerbaycan’ın güneyini işaret etmektedir. 1473’te Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet, Akkoyunlu hakanı Uzun Hasan’ı yenince; dağılan askerlerden Kızılbaş olanlar da Ovacık-Pülümür hattından Dersim bölgesine sığındılar. Akkoyunlu Devleti’nden sonra İran tarafına egemen olan Kızılbaş Türkmenlerin Safevi devleti de Kızılbaş Türkmenleri öne çıkartan tutum içine girdi. Bu süreçte; Kızılbaş boyların bölgede hâkim duruma getirilmesi politikası temel alınmıştı.’’(5)
Osmanlı’da mülk Allah’ındır, padişah koyulan kanunlar çerçevesinde defterdarlar aracılığı ile mülkü yönetir. Mülk kira sistemi ile işletilir. Devlet giderlerini karşılayamaz ise arazi satışı yapabilir. Fakat burada dikkat çekici bir durum var ki Yavuz Sultan Selim yayımladığı ferman ile 33 Kürt beyine derebeylik hakkı vererek bulundukları köyün şehrin işgal ettikleri toprağın babadan oğla geçmesine olanak sağlamış oluyordu. Bunun bazı sebepleri olmalı idi.
‘‘Çaldıran Savaşı’ndan önce Doğu Anadolu’nun büyük bölümü hatta Dersim bölgesinin en büyük kalesi Kemah yine Safevilere bağlı Alevilerin merkezi durumundaydı. Bu süreçte; Dersim bölgesi Alevi kimlikli Türkmenler tarafından yönetiliyordu. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler, Şerefname’de yer almaktadır. Yavuz Sultan Selim; içeride kalan en önemli Kızılbaş merkezi Kemah’ı ele geçirmek için Bıyıklı Mehmet Paşa’yı görevlendirdi, içinde Kürtlerin de bulunduğu Osmanlı ordusu ancak 1515’te burasını zapt etti. Böylece; bölgedeki Kızılbaş güçleri Dersim dağlarına doğru çekildiler; bunların boşalttığı aşağı kesimlere de Kürt aşiretlerinden gelenler oldu… Bu işbirliği sonucunda Osmanlı sınırları içinde kalan Kızılbaş Türkler; kırım, baskı ve bunun peşinden de eritilme sürecini yaşadılar. Böylece, devletin düşman saydığı ve Kürt beylerinin insafına terk ettiği Kızılbaş boylar; Kürt egemenlerine yanaşacak ve oralarda yaşayacak yollar aradılar. Kendilerini anlatmak ve karşıdakileri anlayabilmek için Kürtçeyi öğrenip anadilleri Türkçe yerine onu geçirdiler.
Bilimsel olarak da tespit edilmiştir ki böyle bir ortam içinde boyların anadillerini 60 yıl içinde yitirmeleri ve egemen dili kullanmaları olabilmektedir. Tarih içinde Türk oldukları belli olan Türk boylarından bazılarının bugün Kürtçe konuşuyor olmasının sebebi de işte budur.’’(6)
Ermenilere karşı kurulan Hamidiye Alaylarının Şafi Kürtlerden ve Zazalardan kurulmuş olması ve alay mensuplarının sayısının neredeyse 100 bini bulması, Alevi- Şii inançtaki aşiretlerin bu alaylara alınmaması; alayların kuruluş amaçlarının dışına çıkarak çapulculuk ve katliamlar yapması devletin Ermeniler iyi gözle bakmadığı Alevi aşiretlerini de etkilemiştir.
Uygulanan kırım, zulüm ve baskılar neticesinde günlük konuşma dili olarak Türkmenlerin Kürtçe ya da Zazaca konuşmaları ibadetlerini ise Türkçe yapmaları bundandır. Konu ile ilgili Mehmet Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı eserinde geniş bilgiler mevcuttur.
Bu konuda yine Rıza Zelyut şöyle demektedir: ‘‘Bir not olarak ekleyelim ki; devlet raporlarında; 1930’larda; Dersim’de 60–70 yaşlarındakilerle Türkçe anlaşıldığını ama bunların çocuklarının tamamen Kürtçe konuştuğu dile getiriliyor. Kürtleşmenin o sıralar nasıl hızlanmış bulunduğunu bu örnek de göstermektedir. Böylece, günlük dili Türkçenin yanı sıra Kürtçe veya Zazaca olan ama kültürü, yaşam biçimi, inancı tamamen Türk olarak kalan bir hayat tarzı ortaya çıkmıştır. Dersim bölgesinin damarlarına girince bu Türk kimliğini çok parlak biçimde bulmaktayız. Kürtleşen Bazı Türk Boyları Osmanlı Devleti’nin Kürt aşiretlerini kullanarak yürüttüğü Türk düşmanlığı sonucunda Doğu Anadolu’daki Kızılbaş Türk boyları yer yer Kürtleşmiştir. Doğu Anadolu’da kimliğini değiştiren boylardan bazıları şunlardır: Halaç, Ağaçeri, Mukri, Bayat, Avşar, Beğdilli, Eyva (Yıva) Günümüzde; Doğu Anadolu’da yaşayıp kendisini Kürt sanan Avşarlar var. Afşarlar Türkiye’nin doğusuna, güneyine, batısına kadar saçılmışlardır. Dersim de anadilini değiştiren Oğuz ve Kıpçak boylarının yaşadığı bölgelerden birisidir…
Öncelikle belirtelim ki bölgede konuşulan üç ayrı dil vardır. Bunlardan birisi Türkçe olup oldukça yaygındır. İkincisi Kürtçedir ki bu Kurmanci diye bilinir. Üçüncü dil ise Zazacadır. Ayrıca; Tunceli bölgesi, Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın dışındadır. Tarihte sınırları pek de belli olmayan Kürdistan coğrafyası; Türkiye’nin İran sınırından ötelere denk düşmektedir. En önemlisi de Tunceli kültürü ile Kürt kültürünün bir ilişkisi bulunmamaktadır. Bu gerçeği Kürtler ile ilgili araştırma yapan herkes görmüş ve yazmıştır.
Tunceli ile ilgili kültür öğelerinden bazılarının izlenmesi bile; bölgenin Türk kimliğini yansıtan bir coğrafya olduğunu ortaya koyacaktır… Dersim’de bulunan eski mezarlar; o bölgenin millî kimliğini gösterirler. Dersim bölgesi ile buranın batıdaki uzantısı Koçgiri alanlarında, mezar taşlarının koç biçiminde ya da koçbaşı biçiminde dikildiği görülüyor. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türklerinin İran’da ve Doğu Anadolu’da yerleştiklerini; devletler kurduklarını; bunların koyun-koç sembollerini mezar taşlarına işlediklerini biliyoruz. Koç biçimli veya koçbaşı biçimli sembollerin Türkler tarafından kullanılması binlerce yıl eskiye gitmektedir. Hun Türklerinde koç, en makbul kurban sayılıyordu… Altaylar-da VIII. ve X. yüzyıllara ait bir mezarda erkeğin yanında at, kadının yanında da koç bulunmuştur. Değişik Türk halkları koç-başını çeşitli eşyalarına süs olarak işlemişlerdir. Kırgız, Oğuzlar, Avar, Karakalpak, Çuvaş, Bulgar Türk halkları gibi... Altaylardan Anadolu’ya uzanan geniş Türk coğrafyasındaki bu geleneği dağlık Tunceli ve Bingöl bölgelerinde de aynen aynen görmekteyiz… Tunceli bölgesinde çok daha eski dönemi temsil ettiğini tespit etmiş bulunuyoruz. Çünkü bu koç biçimli mezar taşlarının üstüne aynı zamanda güneş piktog-ramları da işlenmiştir. Bu sembol; Gök Tanrı inancının açıkça işaretidir… Anadolu’da koç heykelli mezar taşları Zazalardan önce Kıpçak (Kuman) Türkleri ile bölgede görülmeye başlanmıştır. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nin Kıpçaklar tarafından yurt tutulduğunu ve burada birçok koç heykelli mezar taşı bıraktığını biliyoruz…
Milattan öncesinden başlayarak Dersim coğrafyasına ulaşan değişik Türk halkları olmuştur. Bunların önemlileri şunlardır: İskitler: MÖ 7. yy’da devletleşen İskitler; MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda Kafkaslar üzerinden aşarak Orta Anadolu’ya kadar uzanmışlardır. Hunlar (Ağaçeri kolu): MS 396’dan başlayarak değişik tarihlerde Doğu Anadolu’yu hatta Suriye’yi bile istila etmişlerdir. Ağaçeriler Bizans’la anlaşmalı olarak buralardan başlayarak Toroslara kadar yerleşmişlerdir. Sabırlar: 516’da Kafkaslar üzerinden bu bölgelere ve Orta Anadolu’ya kadar uzanmışlardır. Hazarlar (Batı Gök Türkleri): 7. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Hazar Türkleri Kafkasya üzerinden güneye inmişler ve bölgede etkili olmuşlardır. Kıpçaklar (Kumanlar): 10. yy Bizans askeri olarak Doğu Anadolu’da yer aldılar. Bunlar daha sonra da bu bölgelere indiler ve Karadeniz hattına yerleştiler. Beyaz tenli, yeşil gözlü, sarı veya kumral Türkler, işte bu Kıpçakların torunlarıdır…’’(7)
Rıza Zelyut’un işaret ettiği Tunceli yöresi MÖ den beri Türk boylarının zaman zaman uğrak yeri olması Türklerin ilk yerleşenlerinin Zazalardan önce buralarda yerleşmiş olabileceklerini düşündürmektedir.
Tunceli ve çevresinin kimliğini siyasi emellerine alet etmeyenlerin araştırıp yazdıklarından yararlanırsak daha doğru bir yargıya varmak mümkün olur ancak.
Tunceli Üniversitesi 2. Uluslar arası Tunceli Sempozyumu Kitabından da kısa iki alıntı yaparak yazımıza devam edelim. ‘‘Dersim, tarihi boyunca hep Anadolu’dan farklı bir tarihsel serüven yaşamıştır. Dersim bölgesinin sosyal, dini ve etnik olarak Kürt tarihiyle organik bağı tespit edilememiştir.’’(8)
‘‘Cumhuriyetin ilk resmi nüfus sayımı toplam nüfus 76290 kişi. Bu dönemde bölgede en fazla konuşulan dil Kürtçe olarak görülmektedir. Oysa bu bölgede Zazalar çoğunluktadır. Bundan dolayı Zazaca daha yaygındır. Dönemin nüfus sayım memurları Zazacayı Kürtçe olarak görmüş olabilir. Bölgede Kürtçe ve Zazaca (Kürtçe başlığı altında) en fazla konuşulan anadildir. İkinci sırada Türkçe yer almaktadır… Bu duruma göre nüfusun % 69,5’i Kürtçe ve Zazaca, % 29,8’i Türkçe, % 0.74’ü Ermenice konuşmaktadır…’’(9) Burada dikkat edilmesi gereken bir durum var ki yıl 1927’dir. Tarihi akış içerisinde Kürtçe veya Zazaca konuşmak zorunda kalıp anadil olarak bunlardan birisini nüfus sayımında söylemiş olsun. Böyle bir durumun olduğunu varsayarsak Türk kökenlilerin yüzdesinin daha fazla olması gerekir.
Tunceli halkının büyük çoğunluğunun Alevi inancı ve kültüründe olması dolayısıyla daha çok Alevi aydınlarının sözüne itibar edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü içinde bulundukları topluluğu en iyi kendileri bilirler ve anlatırlar. Alevilik inancında olanları ayrı bir millet olarak görmeye ve göstermeye çalışanların dahi olduğu şu dönemde konu üzerinde değerli araştırmaları bulunan bilim adamlarının düşünceleri ise ayrı bir önem taşımaktadır.
Bu konuda değerli bir akademisyen ve araştırmacı yazar olan Ali Tayyar Önder şöyle diyor: ‘‘Aleviler Türk’le Sünni’yi özdeşleştirmişler, Türklüğü sahiplenmemişlerdir. Zazaca Tırk’ın ‘Sünni’ anlamı taşıması bundandır. Aleviliği, ‘evrensel’ bir oluşum gibi takdim etme kompleksine sahip birçok Alevi araştırmacı (nedeni çok) Aleviliği, Şamanizm, Zerdüştlük, Manihaizm, Hıristiyanlık vb. pek çok etmenin bir paydası olarak tanımlamak gayretkeşliğiyle, 72 millet felsefesi, etnik kimliği horlayan bir ‘insanlık’ kimliği uydurmuşlardır. Oysa Alevilik inanç olarak değil, töre, gelenek, usul, yaşam tarzı olarak Şamandır.
Dersim milletvekili Hasan Hayri Bey’in 1921’de TBMM’de... Yavuz Sultan Selim zamanında Harzemli Alevi Türklerin can güvenlikleri nedeni ile Dersim dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını ve bu tecrit neticesinde kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde Türkçeden uzaklaşarak Kürtleştiklerini belirtmesi çok anlamlıdır…’’(10)
Alevi toplumunun yakından tanıdığı bir diğer araştırmacı yazar ise: ‘‘Bizim yaşlılar, özellikle Zazaca ya da Kurmançca konuşan Alevi yaşlıları kendi etnik kimliklerini ifade ederlerken, Zazaca konuşmamıza rağmen ya da Kurmançca konuşmamıza rağmen biz Türk’üz dediklerinde onlara çoğu kesim gülüp geçiyordu. Biz de gençliğimizde öyle davranıyorduk. Asimile olmuşlar, ya da Kemalizm etkilemiş diyorduk. Hâlbuki durumun bunun tam tersi olduğunu Kürt tarihini Türk tarihini inceleyince anladık.’’(11)
Tunceli ve çevresini çok iyi tanıyan ve Alevilik üzerine çok sayıda esere imza atan Erzincan doğumlu Cemal Şener bu konuda ne diyor acaba. Cemal Şener bölge üzerinden Zazaca konuşanları incelerken inanç bağlamında ikiye ayırmak gerektiğini belirterek söyle diyor: ‘‘1) Alevi olup Zazaca konuşanlar 2) Sünni İslam’ı benimseyen Zazalar. Bu grubu da kendi içinde 2’ye ayırmak gerekiyor: a) Hanefi Zazalar b)Şafii Zazalar. Zazalar arasındaki görünüşte basit gözüken bu İslam içindeki dinsel farktan kaynaklanan ayrım ayırt edici bir öneme sahiptir. Bir araştırmacının dediği gibi; ‘Alevi ve Şafii’ Zazalar taban tabana zıt iki toplumsal yapıyı gösteriyorlar.’ Bu taban tabana zıt denen tespit o denli isabetli görünüyor ki Alevi Zazaları Deylem’den 1100–1200 yıllarında Anadolu (Dersim)ya getiren tarihten beri Alevi Zazalar ile Sünni (Şafii) Zazalar birbirine hiç dost olmamışlardır. Bin yıllık bir toplumsal tepki vardır. Bu iki yapı nasıl aynı milliyetin parçaları olabilirler. Zazalar Türkiye’den başka yerde yoktur. Kürt’e, Türk’e, Ermeni’ye, Süryani’ye, Yezidi’ye yakın coğrafya olan İran, Irak, Suriye v.s. de görmek olası iken Zazalar bu yakın coğrafyalarda yoktur. Alevi Zazalar ile Sünni (Şafii) Zazalardaki sosyolojik farklılık ister istemez Alevilerin Zazaca’yı sonradan öğrenen ve hatta Zazalaşan Türkmen Aleviler olduğu tezini güçlendiriyor. Tarihte Alevi Zazalar ile Şafii Zazaların ortak bir toplumsal tepkisi, ortak tavrı v.s. olmamıştır. Toplumsal zıtlık bu iki toplumsal grup arasında hep var olmuştur.’’(12)
Gerek Tunceli yöresi gerek diğer yöreler olsun Zazaca konuşan Aleviler ile Zazaca konuşan Şafilerin yaşadıkları yerler genelde farklı coğrafyalardır. Aynı coğrafyanın paylaşıldığı yerlerde bile ailevi, kültürel ve sosyal ilişkiler bakımından birliktelikleri bulunmamaktadır.
‘‘Alevi Zazalar; Tunceli’de-Ovacık, Hozat, Nazmiye, Mazgirt, Pülümür yerleşmelerinin hemen tümü Zazaca konuşan nüfustur. Mazgirt, Pertek, Bingöl-Kığı, Karlıova gibi yerleşmelerde Kürtçe konuşan Alevilerle ortak yaşıyorlar. Bu bölgeler dışında Erzincan’da-Çayırlı, Tercan, Kemah, Refahiye ilçeleri ve Merkez ilçe köylerinde nüfusun yaklaşık %20’si kadar Zazaca konuşan Alevi nüfus bulunuyor. Sivas’ın ise, İmranlı, Zara, Divriği ve Kangal’ın bazı köylerinde Zazaca bilen Aleviler var. Ayrıca; Erzurum Hınıs ve Muş-Varto’da Zazaca bilen Aleviler yaşıyor. Zaza Alevi denilen toplumsal kesimin oturduğu klasik coğrafya burasıdır. Sünni Zazalar ise; çoğunluğu Bingöl’de Genç, Solhan, olmak üzere Elazığ-Karakoçan, Palu, Muş-Varto’da, Diyarbakır-Kulp, Lice, Çermik, Çüngüş, Adıyaman, Urfa-Karacadağ, Siverek ve Bitlis-Mutki, Tatvan, Batman-Sason sayılabilir.
Bugün Zazalar tarafından yapılan tahmine göre; 1,5 milyon ile 2,5 milyon arasında Zazaca bilen nüfusun olduğu ifade ediliyor. Bunun ise %60’ı,Sünni-Şafii Zazalardan %40 civarı ise Zazaca bilen Alevilerden oluştuğu tahmin ediliyor. Alevi Zazaların kendi içinde ve diğer Aleviler ile Şafii Zazaların da kendi içinde ve diğer Kürtlerle evlendiği görülüyor. Alevi Zaza, Şafii Zaza evliliği mümkün olmayan bir olgu gibidir. Ortak payda oluşumunda dinsel ayrım tayin edicidir. Küçük bir siyasallaşmış Zaza aydınlar dışında Zazalık ortak payda değildir. Alevi Zazaları bir araya getiren ortak bileşken Alevi olmalarıdır. Şafii Zazaları da bir araya getiren ortak yapışkan Şafii inancıdır. Zazalık her iki kesim için ortak payda olmamıştır. Alevi Zazalar, Türk Alevileri, Şafii Zazalardan kendilerine daha yakın buluyorlar. Hatta Alevi Zazalar, Türk Sünnileri bile Şafii Zazalardan kendilerine daha yakın buluyorlar.’’(13)
Alevi Türkler ile Sünni Türkler arasında evliliklerin olmadığı vakası Zazaca konuşan Alevi ve Sünniler arasında da görülen bir durum. Geçmişte yaşadıklarını iddia ettikleri olumsuzluklara (Alevilerin yaşadıklarını tarih gösteriyor) rağmen Cemal Şener’in yazısında dikkat çekici bir durum var ki düşünmeye değer. O da: Siyasallaşmış bazı aydınlar hariç Zazalığın bir yakınlaştırma rolü oynamadığı, inancın ön planda olduğudur.
Türkiye’nin etnik dokusu ve tarihi kökleri ile ilgili araştırmalar yaparak çok değerli eserlere imza atan bölge insanı Erzincan doğumlu Ali Rıza Özdemir ‘Kayıp Türkler’ adlı eseri ile ilgili ‘2023 Dergisi’ ile yaptığı bir röportajda:
‘‘Kitabınızın yaşadığımız terör sürecine bir panzehir olabileceğini düşünüyor musunuz?’’ (14) Sorusuna şöyle cevap veriyor:
‘‘Elbette faydası olur ama bütünüyle panzehir olmasını beklemiyorum. Bunun birçok nedeni var. Öncelikle terörizmle mücadele çok boyutlu bir uğraş. Birçok alanda ortak hareket etmeyi gerektiren girift bir mesele… Diğer taraftan dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de terör, her şeyden önce bir ekonomi. Terörden beslenen, bundan rant elde eden, güç kazanan geniş bir kitle var. Bu kitlenin önemli kısmı da, ne yazık ki, Kürtleşen Türkmen aşiretlerine mensup bulunuyor. Bunların bir kısmı Türkmen olduklarını zaten biliyorlar; ancak rantları kesilir, güçlerini kaybederler endişesiyle, Kürtçülük yapmaya devam ediyorlar. Üstelik bunlardan bir kısmı en öndeler.’’ (15) Şeklinde yanıt vererek acı bir gerçeğin altını çizmektedir.
Kimler var sorusuna ise:‘‘Geniş bir liste var. Ben açık kaynaklardan elliyi aşkın kişi tespit ettim. Hatta bununla ilgili bir çalışma yapılabilir ve bence yapılmalı da. Çünkü bundan kitap çıkar. Kimler var? Mesela Seyit Rıza var. Alişer var. Biri Dersim, diğeri Koçgiri isyanının elebaşları. Yakın zamanda bir faili meçhulle öldürülen Musa Anter var. Kemal Burkay var. Bunlar bir kenara PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu, Duran Kalkan, Kemal Pir var. Üstelik hepsi Türk kökenli; Kürtleşme de yok geçmişlerinde. Kürtçülüğün ideologlarından İsmail Beşikçi var mesela. Bugünlerde Abdullah Öcalan’ı yeterince sağlam durmamakla eleştiriyor. Sonra ‘Ben de Türk’üm, Allah başka bir keder vermesin’ diyerek güya espri yapan Sırrı Süreyya Önder var. Yani var oğlu var. Tirkan aşiretinden bir dostum, ‘Kürdistan’ı kuracaksa Türkmenler kuracak’ demişti. Durumu en iyi özetleyen cümle bu galiba…’’ (16) Diyerek durumun vahametini göstermeye çalışmış.
Ne Osmanlı döneminde ne de içinde bulunduğumuz zaman diliminde Türklüğün insanlara maddi olarak bir şey vermemesi, aksine Kürtlere kazanımlar sağlaması ise durumun bir başka boyutuna ışık tutuyor olsa gerek.
Ali Rıza Özdemir’in ‘Kayıp Türkler’ adlı eserinde 200 civarında aşireti incelediğini görüyoruz. Bu aşiretleri incelerken ise olumsuz itirazlara yer bırakmamak için titiz davrandığını ve özellikle belgelere dayalı araştırmaların neticesi olduğunu anlıyoruz.
Konumuz Tunceli ve çevresi olduğundan, sadece bu bölge ile ilgili dilini kaybeden ve Türkmen asıllı olduğu belirtilen bazı aşiretlerinden örnekler verelim:
‘‘Abbasan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Abdalan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Alan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Baba Mansurlar Kızılbaştırlar. Balabanlı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Balçik (Baluşağı) Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Balikan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Bamiran Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Batan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Çarekli (Çarekan) Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Dersimli Aşiretler Konfederasyonu Zazaca konuşur Alevidirler. Gülabioğulları Zazaca konuşur ve Alevidir. Hasenan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Hayradaran Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Hormekli Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. İzolu Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Kalan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Karabalı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Karşan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Kemanlı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Koçan (Koçuşağı) Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Kudan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Kureyşan Zazaca Konuşur ve Kızılbaştır. Laçin Uşağı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Lolan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Maksut Uşağı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Mestanlı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Milli Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Parçikanlı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Pirsultanlı Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Sarı Saltıklar Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Sisan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Şavelan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Şeyh Hasanlılar Aşiretler Konfederasyonu Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Şeyh Mahmutlu Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir. Zengan Aşireti Zazaca konuşur ve Alevidir.’’(17)
Yukarı da isimleri zikredilen aşiretlerden bölge dışında yaşayan kollarına da işaret edilmiştir. İşaret edilen bu kolların bazılarının farklı mezheplerde oldukları ve faklı dil konuştukları görülmektedir.
Yine aynı yazar Tunceli için söyle bir tanımlamada bulunmuş: ‘‘Dersim’in Türk tarihinde özel yeri vardır. Birincisi, coğrafî bakımdan koca Osmanlı’nın bile tam olarak nüfuz edemediği korunaklı bir kale gibidir. İkincisi, Zazacayı sonradan öğrenen birçok Türkmen aşireti, Gök Tanrı inancının kültürel kodlarını yakın tarihimize kadar taşımıştır.’’ (18)
Biz bu yazı dizimizde okuduklarımızdan özet aktarımlar yapmış durumdayız. Kişioğlu ne olduğuna ve nerede olması gerektiğine kendisi karar verecektir.
Mensubu olduğu aşiretin Kürtçe konuştuğunu ve kendisinin de Türkçeyi okul döneminde öğrendiğini belirten Karacadağ Türkmen Derneği başkanı Nusret Kaya’nın: ‘‘Biz konuştuğumuz dilin değil yaşadığımız kültürün insanıyız’’ derken etnik kökenlerinin Türk olduğuna vurgu yapmaktadır. Hangi aşiretin Türk, hangi aşiretin Kürt, hangi aşiretin Zaza olduğunu çözecek olanlar tarafsız olarak düşünebilen tarih bilimcileridir. Türk oldukları bilinip ibadetlerini Sünni Türkler gibi Arapça yapanları bir tarafa koyarak, konuştuğu dile bakılmaksızın en azından ibadetlerini Türkçe yapanların Türk kökenli oldukları inancındayım.
Nusret Kaya gibi benliğini bulanları kutlarken, Türk kökenli olup da bilmeden de olsa PKK terör örgütüne destek verenleri ya da Türkiye Cumhuriyeti devletine bayrak açan ve yararlandığımız kaynaklarda Türkmen oldukları belirtilen Seyit Rıza ve ‘Ceddimiz Şeyh Hasan şahı Horasan, Himmeti bizlere olmuş saye ban, İkilik perdesini atalım hemen, Birlik makamıdır zamanı Dersim’ diyen Alişer gibileri de hoş görmemiz mümkün değildir.
(1) Kibar Taş: Tunceli (Dersim) Çevresindeki Aşiretler ve Sosyo-kültürel Yapıları. Yüksek Lisans Tezi.
(2) Hranouch Kharatian Etnolog: Dersim’de Kimlik Araştırması İkinci Bölüm: Dersim’in Alevi Olmuş Ermenileri
(3), (4), (5), (6), (7) Rıza Zelyut: Dersim İsyanları ve Seyit Rıza Gerçeği.
(8) Yrd. Doç. Dr. Bekir Biçer: 2. Uluslararası Tunceli Sempozyumu Bildiriler Kitabı.
(9) Savaş Sertel: 2.Uluslararası Tunceli Sempozyumu Bildiriler Kitabı.
(10) Ali Tayyar Önder: Cemal Şener’in Alevilerin Etnik Kimliği Aleviler Kürt Mü? Türk Mü? Kitabının Sunusundan.
(11) İsmail Onarlı Şeyh: Hasan Ocağı
(12), (13) Cemal Şener: Türkiye ‘de Yaşayan Etnik ve Dinsel Gruplar. Etik Yayınları.
(14), (15),(16) Ali Rıza Özdemir: 2013 Dergisi Röportajından
(17) Ali Rıza Özdemir: Kayıp Türkler Eseri.
(18) İki Dersimli: Diyap Ağa ve Seyit Rıza Makalesinden.
Osman ÖCAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.