- 578 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
446 yaylacık köyü yeniyazım ard. öyk.
Yaz akşamlar Ardahan’da kısadır. İklime sebep.
Rakamlar yaşanmayacak nitelikleri atlatır.
Yaz neyse de; akşamlar hele yazın geceler.
Allah sizi inandırsın!
Çiğit kokardı.
Kesilmiş pay edilememiş, Iğdır karbuzunun tadı kokuyordu...
Gündüz yeşil kokardı. Mavili yeşil iki yandan bir ışığa tüterdi. Yıldızlar birbirini çağırmada beis göstermezdi.
İğne atsan, düşse, apaklıkta eğilip alırdın.
Kandil gibi, çıra gibi kara uzaya asılmış idare lambaları Ziyaret’ten Ardahan’a Tat İskendergilin, Feramuz Çağlayan’ın eve projöktör vermişsin de ışıklandırmışsın, aynen:
Artvinli bostancıların İskender Dayı’dan kiraladıkları napızarlar ve bostanlar ayçiçekler uydu alıcılar büyüklükteydi. Günebakan tekerleri, üç kişi yerinden zor sökerdi.
Yemeylen zor bitirirdi gençler.
Sabgaralı
Sazaralı
Gürcübegli
Sarzepli gençler de gececiydi.
Öldürsen gecenin emsalini, yalnızını yaşamadan kimse geri çekilmezdi.
İllam akşama sinemaya gidecekler,
Kor ışıklı kahve’nelerde ufaktan kağıt oynayacaklar,
Selami’nin bira’nesinde içecekler,
Sevdiği kızın evin mutfak ışığını yandırtacak.
Kız üç saat içinde bir defa dört saniyelik bir alatrik yaktı.
Lamba derakap kainatı ışıkladı. Oğlan öyle sandı.
Şehir kendini bildi bileli zevkzadelerle içli- dışlı yaşadı.
Ah bir karataşların dili dil olsa da derbeyan etse.
Yaylacık akşamdan gecelere her daim hazırdı.
Gece yaşam başlamaz mı? Küre-i arz da.
Nahırdan inekler sağıma geldi.
Sağınçcı kadınlar meme’de danayı emizdirdi. İnekleri sağdı. Zavot’a sütü tartıp verdiler. Vedraları boş taşımamak için bulağa (pınar) uğrayacaklar.
Vedrasını çalkalayan, serpti. Laz Halilgilin napızar ceperine tırmandı sütlü su. Köy kadınları zavot’dan, bulağa. suyu doldurup omuzlukla iki vetra suyu evde, boşkaya döküceklerdi.
Su başında eğleşip, ağzında sakız çiğniyor; iki genç kız.
Öbür kadınlar kürün’de; yosun, çamur ve çer- çöp’ü ayıklayıp yalakların beri tarafına aktarıyor.
Uğraşmayla bir, ayrıca; konuşuyorlar.
Yaşlıların, yatakta döşeğe düşmelerini değerlendiriyorlardı.
Mahsusen: " Öldürmeyen Allah öldürmez!" deyip. " Allah almışları, alsa da kurtulsak!" diyordular içlerinden.
Gaziantepli bohçacıdan süveter almıştı kumral kız. Esmer orta boylu kız çiçekli bulüzü eğnine giymişti. Giydiğinden haberi yok şaşkının.
Kumral kız: "Kız eğninde ki ne?" Başını eğdi, ve ne görsün? Bohçacının sattığı eğninde. Kadın milleti: Tanrı yaratmış, gülmenin en şenini gülsün diye. Gülmek ama ne gülmek babamcan!
Ayıplığa er kişiler, herifler görür!
Ağızları yaşmaklı, Gülecekse sesler görünsün. Dudaklar gözükmesin.
Beyaz yaşmak burna çekilmiş sinor çizgisi. Kahkalar beden diliyle kolda gâh, omuzların inişinde, kalkışında. Elleri çırpmada. Ne sevinç, ne mutluluk bu? Avuçları dizlere çırparak kızarttılar.
İnsan sevinince ne güzel seyredimli oluyormuş?
Kadın, sevinç ve kahkaha!
Ey dünya azizin ölsün, o gülüşler geçti gitti ya!
Paltarları değiştirdi gençler. Elini, yüzünü yıkadı. Yeni çorabını giydi. Engin dere de ayağını yıkamıştı. Gök mavi ceketi dik kesik çizgilerle iki üç santim arayla sadece cekette sırayı şaşırtmıştı.
Terziye kapıya çıkıp bağırmıştık. Ben de ordaydım. Terzi sanmıştı, parayı vermiycektik. Hal bu: Engin zevki için bir at’a karşılık pantolun ile değiş- tokuş yapmıştı. İlk gençliğinden beri giyimine gejimine meraklıydı.
Hacer’in dereye danacılar önlerine kattıkları dana kuzuyu sürüyord. Akşam seferi azcık otaracaklardı. Dere karanlık sanki. Vadiye son ışıklar tepeler gibi düşmez. Miro Dayı... beyaz dana ayağında dabak vardı... İbogilin dalından götürüyordu. Eline kakaç almış onlan beyaz danaya çalıyor. "Bürç!" diyor. " Çat, çat!"
Kahraman eniştegilin evin önüne geldi.
Selamlaştılar:
- Hayırlı akşamlar Kahraman Efendi.
- Hayırlı akşamların olsun Mürsel kardaş!
Nebahat Halamın kapıda kalabalık var. Bir çocuk önüne ineği katmış nahıra yetiştirecek. Geçikmişler.
Turan bu: İsmet Emigil Çalkavur’dan geldiğinden hep işlerine yardıma koşar.
Muharrem, "Büyükkaya" da tabir ettiğimiz Hacer’in dereye koşturuyor.
Çocuklar plastik topla sigarasına maç yapacaklar. Sabahtan sözleşmişlerdi. Stadyum tereklerini andırırdı dik iki yamaç. Bir yan da dere akardı. Sağa tarafta genişlik açılır sonra büyük kayalar insan heykelleri gibi terasla kapatırdı batı cenahı. Çakrak bir yerdi.
Yeşillik ve çum deriz çimenler endemik ve binbir çeşit çayır bitkileri serilirdi. Ağızların altında mübarek hayvanlar gırç, gırç dişlerinin ve üst dudaklarının arasına çiçek ve ot demetlerini sıkıştırıp kopartarak yerdi.
Ben aşağı uzanır, hayvanları, yukarıda iken seyrederdim. Sahnedeymişler gibi.... toprağın kokusunu alırdım. Kara: çernozyum toprağı seyrederdim. Aşağı baktığımda kınalı taşların dokularını izlerdim. Göğe gözümü dikerdim. Tepelere yakın geçen beyaz tayyare bulutların ardına takılır kalırdım.
Zavot buzağıların renklerinden başlayıp şekillerini hareketlerini incelerdim. Dalkır renk, sarı, boz, alâ ve kara renkli hayvanların bahada renk niye değer döver, düşünürdüm, cevap arardım. Altından kalkamazdım.
Gerdanların en güzelini seçmeğe çalışırdım. Ağzının ucundan sallanarak, kat, kat pileli olanın mama olmaması cins ve renkli olması lazım gelirmiş dendiğinde yine kestirememiştim .
Sırt üstü döndüm. Bu gece ve gündüzlü vadi de yüzüm ve gözlerimle göğdeki mavi okyanusa düştüm.
Ne ben boğuldumdu.
Okyanus kör olmadı.
Yaylacığın bir bağışı olmuştu:
"Yaşadık yalan Allahın düşmanı."
Ama az yaşadık!
Ve kadrini bilmedik!
Karşımda Binali Dayıgilin tarla çeperi . Seyrediyorum. Anlamaza, bilmeze bakardım. Çocuğum, hoş ve hazetme üzerine bakmaydı onlar:
Gözümü alamıyorum. Bilincim duruyor aniden boş kuyuya düşmüşüm sanki. Doğa büyülemişcesine.
Melul melul göz bebeklerim tarlanın çavdarlarıyla sallanıp gidiyor, geliyor. Hipnotizma olmuş gibi mehirlenmiştim.
Bir motorlu taşıt yok. Tren, asfalt yok, site yok, ev yok, apartman yok, şehir yok, sorun yoktu.
Binlerce önce biri aynı yerde otursa, o, ne görürdüyse, bende aynını gördüm.
Üç bin, dört bin yıl arasında aynı çiçekler ve havalar aynı ...
23-02-2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.