- 520 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
RÜYANIN İÇİNDE BİR UMUT
Saat şuanda sabah yedi. İşe gitmem için çalan saat bu defa beni biraz korkutmuştu. Tam da rüyamın en güzel yerinde neden çalar ki? Ya da sanırım zamansız bir rüya görmüştüm ama ne güzeldi.
Ayaküstü yaptığım kahvaltının ardından hazırlanmam biraz vaktimi almıştı. Kapıdan çıkıp ayakkabılarımı giyeceğim sırada, kapı komşum olan Ayşe Hanım ile karşılaştık. Eşi birkaç sene önce vefat etmiş olan Ayşe Hanımın şuanda iki çocuğu var. "Günaydın Ayşe Hanım" diyerek gülümsediğimde beni henüz yeni fark etmişti. Beni çok sever ve ne zaman görse muhabbet etmek için yanıma gelir. Yine bir sevecenlik ve mütebessim bir şekilde "Günaydın canım" dedi. Yaşından yahud yaşadıklarından dolayı olsa gerek, sesi hüzünlü ve kırgın gelir her zaman.
Ayşe Hanım ile birlikte evden çıktık. Mahalleden aşağıya doğru kepenklerin açılma sesleri, kuşların cıvıltıları ile beraber yürüyorduk. Adeta şenlik gibi, yine renkli bir sabah. İnsanlar gülümsüyor, kediler Balıkçı Ahmet Amca’nın dükkanının önünde yine miyavlıyor biz ise bir yandan etrafı seyrederek bir yandan muhabbet ederek durağa doğru ilerliyorduk.
Ayşe Hanım konuştukça gülümsüyor, o gülümsedikçe içimi bir huzur kaplıyordu. Yüzündeki her kırışıklık, saçlarına düşen aklar, onun bütün bu yaşadıklarına karşı ne kadar direndiğini ve sabrettiğini gösteriyordu. Bir yanı çocuk kalmış, bir yanı ise kocaman bir kadın. Fakat çocuk yanını belli etmemek için elinden geleni yapardı.
Biraz yürümenin ardından durağa geldik. Yaklaşık beş dakika sonra otobüsüm geldi ve yirmi dakikalık yolculuğun ardından nihayet okula gelebildim.
Bugün günlerden pazartesi ve yaklaşık sekiz saat boyunca yine bir Edebiyat Öğretmeniyim. Bir öğretmenim...
Ne güzel bir meslek değil midir öğretmenlik? Birde gerçekten bir şeyler katmayı başarabiliyorsan bir öğrenciye.
Okulun kapısından girdim. Saatime baktığımda dersimin başlamasına on dakika kadar zaman vardı. Çayımı alıp öğretmenler odasındaki terasa çıktım. Tek başıma oturuyordum. Rüzgarın hafif esmesiyle saçlarım uçuşuyor ve rüzgar yüzümün sağ tarafını okşuyor gibiydi. Sıcak çayımı yudumlarken aklımı kurcalayan bir şey vardı. Dün gece rüyamda olanlar...
Uykuya dalmadan evvel iki gün önce olanları düşünüyordum. O gün babalar günüydü. Annem ile babamı dokuz sene önce bir trafik kazasında kaybettim. Şuanda yirmi beş yaşımdayım. Bu özel günlerde hep içimi bir burukluk sarar. Dokuz sene boyunca ben hep anne ve babamın eksikliğiyle yaşadım. Atamadım bir türlü içimden bu acıyı. Yıllardır yüreğimin en derinliklerinde, en köşelerinde olan bu hüzün hep çıkar ortaya. Ne zaman mı? En özel iki gün olan anne ve babalar gününde.
O günlerde hep erkenden kalkarım. Yine iki gün öncede öyle yaptım. Sıradan bir günmüş gibi güzel bir kahvaltıyla başladım. Sonra sıcak çayımı alıp, üzerimdeki pijamalara aldırmadan balkona çıktım. Kahvaltısını yapmak için balkonlarına çıkan komşularımı görünce onlara gülümseyerek "Günaydın" dedim. Daha sonra çocukları geldi kahvaltı sofrasına, anne ve babalarını öptükten sonra başladılar kahvaltıya. Ben onları izlemeye devam ettim...
Çatal ve bıçakların tabaklara çarptığında çıkan o keskin, sert ama güzel sesin ardından çay kaşığının ince belli çay bardağıyla buluştuğu o kırık ses aldı sırayı. Daha sonra serçeler ötmeye başladı. Rüzgarda eksik etmedi kendini bu müzikten, esip durdu...
Kahvaltı bittikten sonra hediyeler geldi. Müthiş bir heyecan kapladı çocukları. Kollarını kocaman açıp sarıldılar ve öptüler babalarını, anneleri de kıskandı tabi. Çocuklar annelerinin kıskandığını fark ettikten sonra aynı şekilde onu da öptüler. Klasik mutlu bir aile tablosu işte...
Çok imrenirim. Tam dokuz senedir, beni öyle etkiler ki, hep bunun eksikliğiyle yaşadım. Babam serttir, yumuşak olduğu anları sadece birkaç defa hatırlıyorum. Ona çok sarılmadım. Sarıldığım zamanlarda sayılıdır. Hatırlıyorum. Ne zaman olduğunu, ne hissettiğimi hepsi aklımda. Hatta sebeplerini bile unutmadım. Sarılmak için sebep mi olurmuş demeyin, oluyor işte...
Rüyamda ile annem ile babamı gördüm. Babalar gününü kutluyorduk ve o anlattığım klasik aile tablosunu biz yaşıyorduk. Mutluydum. Annem ile babam yanımdaydı ve ben hiç uyanmak istemiyordum bu rüyadan. Anne ve baba öyle başka bir şey ki...
Ben bunları düşünürken zil çaldı. Zilin sesiyle kendime geldiğimde Murat Beyi fark ettim. Murat bey Tarih öğretmeni. Öğrencilerine davranışlarıyla, ders anlatışıyla da hoş bir adam. Okula ilk geldiğimde beni dersine konuk etmişti.
"Günaydın Murat Bey nasılsınız?" diye sordum. Elinde sıkıca tuttuğu, üzerinde sıcak olduğunu belli eder bir şekilde dumanlar çıktığı kahve fincanından bir yudum aldıktan sonra yanıma oturdu. "İyiyim." dedi. Kalın bir ses tonu vardı, her zamankinden farklıydı bu sefer ki sesi. Üzgün gibiydi. Onu yalnız bırakmam gerektiğini düşündüm ve "Neyse zilde çaldı, ben derse gideyim." deyip oradan ayrıldım. Her zaman kibar ve güler yüzlü olan bu adam bir başkası gibiydi şimdi.
Oldukça kötü bir gün, keyfim de yok. Derse girdiğimde öğrenciler yine uykuluydular. Hepsinin dikkatini toplayacak bir şey yapmalıydım. Düşündüm, düşündüm, düşündüm... Tahtaya "umut" yazdım. Öğrenciler üzerime anlamadıklarını belli eden bakışlar atarlarken "Bugünki dersimizin konusu umut." deyip "Aklınıza ne geliyor umut deyince?" diye sordum. Anlatmaya başladılar;
Söze ilk olarak Feyza başladı. "Umut" dedi ve biraz duraksadıktan sonra devam etti. "Umut hiç duymayan birisine şarkı söylemek, hiç görmeyen birisine baharın gelişini anlatmak gibidir. Umut yoktur." dedi. Ne yaşadığını merak etmiştim açıkçası.
Daha sonra Yusuf aldı sözü. Yüzünü Feyza’ya dönerek "umut var" dedi. Feyza ona bakıyordu o sırada ve Yusuf gülümseyerek devam etti; "Eğer yeni bir güne daha uyandıysak umut var. Nefes alıyorsak ve gökyüzüne hala bakabiliyorsak vardır umut. Biz ölürüz ama yaşarken umudumuz asla ölmez." dedi. Bu sözleri beni öyle etkilemişti ki yüzümde ufak bir tebessüm belirdi.
Herkes fikirlerini söylüyor ve çoğu olumsuz düşünüyordu. Daha sonra bir sessizlik oluştu sınıfta ve söze ben devam ederek Nazım Hikmet’in Umut şiirinin son mısralarını okudum. "İşler atom reaktörleri işler, yapma aylar geçer güneş doğarken ve güneş doğarken hiç umut yok mu? Umut, umut, umut... Umut insanda..."
Ben şiirin bir kısmını okuduktan sonra sessizlik bir süre daha devam etti ve bütün dikkatler üzerimdeydi. Biraz gerilmiş gibiydim. Bu hoş sessizliği zil bozdu. Öğretmenler odasına gitmek için sınıftan çıktığım sırada koridorda Murat Bey ile karşılaştık. Ona "Ders bittiğinde bir kahve içebilir miyiz?" diye sordum. Dersinin olmadığını söyleyince tekrar Müdür Beyden izin alacağımı, önemli bir işim olduğunu, ondan önce bir kahve içebileceğimizi söyledim. Tebessüm ederek "olur" dedi. Öğretmenler odasına hiç uğramadan Müdür Beyin odasına gidip izin aldım. Daha sonra Murat Beyin yanına giderek çıkabileceğimizi söyledim. Kafeye doğru yürüyorduk ve ona "Moralinizin bozuk olduğunu hissettim. Saklamaya çalışıyor gibiydiniz fakat beceremediniz. Neden bu şekilde olduğunuzu merak ettim?" dedim. Murat Bey önüne baktı ve biraz çekiniyor gibiydi. "Nasıl başlasam söze bilmiyorum fakat yıllardır içimde tuttuğum bir şey var. Size karşı farklı duygular içerisindeyim. Artık söylemem gerektiğini düşündüm ve birkaç haftaya kadar buradan gidiyorum. Eskişehir’e tayinim çıktı. Sizden ayrılmayı ve güzel çehrenizden biraz daha ayrı kalmayı istemiyorum." dedi. Bu sözleri beni bir yandan mutlu etmiş fakat bir yandan da üzmüştü. Aynı duygular içerisindeydik ama bunu ona söyleyemezdim. Ben sustum. Kafeye geldik ve susmaya devam ettim. Garson geldiğinde siparişleri vermiştik ve ben bir su istedim. Hala konuşmuyordum. Onun konuşmasını bekliyordum ki "Ne düşünüyorsun?" dedi. "Gitmeseydin iyi olurdu." dedim. Uykum vardı ve artık eve gidip uyumak istiyordum. İşimi hallettikten sonra da Müdür Beyi arayı işimin uzadığını söyleyip eve gidecektim. Murat Beye dönerek "Artık kalkabilir miyiz?" dedim ve kabul etti.
Kalktıktan sonra "Seni gideceğin yere kadar bırakayım." deyince teşekkür ederek kendim gidebileceğimi söyledim. Anne ve babamın mezarına gitmek için az ilerideki duraktan otobüse bindim. Murat Bey ile geçen bu kısa konuşmayı düşündüm. Ya bana karşı hissettiklerini daha önce söyleseydi? Ya da tayini çıkmasaydı eğer her şey daha güzel olabilirdi. Birbirini seven iki kişi için en güzel şey evlenmeleriydi ve biz evlenebilirdik. Ben bunları düşünürken telefonum çaldı, arayan Aslıydı. Aslı en yakın arkadaşımdı ve biz aynı evde kalıyoruz. Telefonu açtığımda telaşlı bir şekilde nerede olduğumu sordu. Mezarlığa gittiğimi söyledim o da hemen eve gelmem gerektiğini söyledi. Bunu söylerken sesi çok telaşlıydı. Otobüsten indim ve eve yakın olduğum için yürümeyi tercih ettim. Yol boyunca taşlar beni takip ediyor, ben ise ayağımla onlara vurarak biraz olsun kafamı dağıtmaya çalıştım.
Eve geldiğimde koltuğa uzandım. Aslı olanları anlatıyordu fakat ben onu dinlerken uykuya dalmıştım. Uykuya dalmamla aslında uykudan uyandım ve bu da sadece bir rüyaydı. Saat sabah beşi on geçiyor. Uyandığım gibi kalemi elime alarak bunları yazmaya başladım.
Ben bir öğretmen değilim, yaşım yirmi beş değil ve Murat Bey kim? Hiç tanımıyorum da. Bunlar sadece hayal ama ben inanıyorum ki henüz geç değil, yapabilirim. Gerçekten başarabilirim...