10
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1013
Okunma
Memleketin birinde dürüstlük ve kanuna riayet o düzeydedir ki, insanlar kapılarını açık bırakıp yatabilirler hani. İşte bu ülke de günün birinde bir adam gecenin bir yarısı bir evi soyar. Yakalanıp mahkemeye çıkarılan hırsıza hâkim idam cezası vermesin mi? İtiraz edenler olur. Aman hâkim bey hırsızlığa idam cezası mı verilir şeklinde sorgularlar. Hâkim salt hırsızlığa ceza vermiş değilim der. Bu ülke de insanlar arasında, kapılarınızı açık bırakıp yatabilecek kerte de büyük bir güven duygusu vardı. İşte bu geleneksel güvenin sarsılması cezayı katlıyor demektedir.
Mersin de bir genç kızın hunhar bir cinayete kurban gitmesi üstte yer verdiğim hikâyeyi aklıma getirmektedir. Düşünsenize, minibüs taşımacılığı kentsel yaşamın vazgeçilmezlerinden biridir. İlçeler arası yolcu taşımacılığı yapan bir minibüste tek kalan bir genç kızın böyle korkunç bir hadiseye kurban gitmesi insanları bundan sonra ki yaşamlarında kaygı ve kuşkuya sevk etmez mi acep? Bir minibüs şoförü canı kendisine emanet bir insana bunu nasıl yapabilir? Ve eylemiyle birlikte hangi toplumsal ögeleri yıkar veya zedeler?
Beraberinde minibüs şoförlerinin artık geleneksel hale gelmiş sosyo kültürel özellikleri de sorgulanmaz mı? Sözgelimi öteden beri minibüslerin açık camlarından sokaklara, caddelere taşan arabesk ezgiler bile kollektif şuuraltı oluşturma babında ki işlevleri bağlamında daha kararlı biçimde eleştirilmez mi? Oysa o tarz müzik dinleyen nice minibüsçü böylesi bir olayı tasvip edebilir mi? Hatta failler ellerine geçse bir kaşık suda boğarlar.
Ancak yine de süregelen ve kökleşmiş alışkanlıkların, değer yargılarının insan benliği üzerinde meydana getirdiği ya da tetiklediği etkileşimler her daim düşünülecektir. Türlü sosyo kültürel eğilimler ve zevkler insan benliğinin dehlizlerinde, Labirentlerinde hangi karşılıkları bulabilmekte, hangi duygulardan kaynaklanmakta ve geri dönüşümle o duyguları besleyebilmektedir?
Diğer taraftan psikoloji öğrencisinin, günün birinde tedavi edebileceği bir insanın kurbanı olması ne hazin bir ironi, ne trajikomik bir manzaradır. Charlie Chaplin’in "hayat uzak çekimde komedi, yakın planda bir trajedidir" sözünün hükmü gibi.
Kimi Yeşilçam komedilerinde de yıllar boyu adeta geyik muhabbeti nosyonunda aldığımız ögeler, replikler ciddi mesajlar içermiş olabilir mi? Sözgelimi rahmetli Kemal Sunal’ın başrolünü oynadığı “Hanzo” adlı filmin bazı sahneleri akla gelecektir.
Hani yıllarca dağlarda yabanıl bir hayat sürmüş hayvansı bir kimlik kazanmış hanzoyu hastaneye getirirler. Profesör, asistan ve hasta bakıcılarına dikkat gösterecekleri hususları söyler. Hanzo’nun hayvan gibi davrandığını söyleyenlere hayır o bir insan demektedir. Şimdiye kadar hiç insan gibi davrandı mı diye sorduğunda hayır hep hayvan gibi davrandı diyen öğrencisine olsun o yine de bir insan der. Hatta hanzo tuvaletini ortalık yere yaptığında da hoca şimdi ne yapıyor diye sorar, doktor işiyor der. Diğer doktor nasıl hocam insan gibi mi diye sorunca sinirlenen profesör hayır hayvan gibi demekle beraber hemen toparlanmak suretiyle, ama yine de o bir insan demektedir. Devamında, hanzo tarafından parmağı ısırıldığında bile Prof. acı duysa da renk vermemeye çalışır. Çünkü o bir insandır ser de.
Sonrasında hoca; Unutmayın ki o bir bebektir derken, bebeğe yapılacak ilk iş nedir diye sorar. Hani insanın öllünün körüdür diyesi gelebilir de; Hoca, kundaklayın bir günde olsa bebekliğini bilsin, o dönemi de yaşasın ilerde psikolojik açıdan faydası olur demez mi?
Şu kadar ki; Her türlü yabaniliğin, ilkelliğin, kıroluğun, hanzoluğun, magandalığın terör estiren bir unsura ve üsluba dönüşmesi ancak doğal ve toplumsal yapısı dairesinde değerlendirip, çözümler üretmekle aşılabilir. Müspet sosyo kültürel oluşumları tesis etmek ve desteklemek ise; Hukuğun yanısıra bilimin, sanatın ve felsefenin sunacağı verilere ve çözümlere de kaçınılmaz surette muhtaç olacaktır.
L.T.