- 661 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ATATÜRK VE ŞAİRİ ÂZAM
Kadınsız yapamadığı için, ilk evliliğini Edirne’de 13 yaşında olan Fatma Hanımla yapar.
Verem illetine tutulan Fatma Hanımı Beyrut’ta mezara koyar koymaz mezarı başında derin bir üzüntü içinde “Makber” şiirini yazar. Mezar başında yazılan bu şiir kendisine şöhretin kapılarını açar.
Ölen eşi Fatma Hanıma benziyor diye Nelly adlı İngiliz hanımla evlenir. Nelly ile evli iken başkalarına yelken açar.
Nelly de veremden ölünce onu da mezara koyduktan sonra bakar ki mezar başında yazılan şiirler iyi iş yapıyor, şöhrete şöhret katıyor bu kez “ Medfen” şiirini yazar.
Hızını alamadığı için 20 gün süren üçüncü evliliğini gerçekleştirir. O evliliğe de noktayı koyduktan sonra, 68 yaşında olmasına rağmen kendisinden 42 yaş küçük olan 18 yaşındaki Belçika asıllı Lüsyen Hanım ile nikâh kıyar (aslında Lüsyen Hanıma kıyar).
Bu ünlü kişi, edebiyatımızın azgın tekelerinden birisi, Şair-i Âzam (Dönemindeki şairlerin en büyüğü) olarak şöhreti yakalamış olan Abdülhak Hamit Tarhan’ dan (1852-1937) başkası değildir.
İstanbul Bebek’te bir yalıda dünyaya geldiği için kaderin kendisine yaptığı cilve neticesinde ister istemez mecburen “Yalı Çapkını” olan Şair-i Âzam, doğumundan ölümüne kadar Allah’ın “yürü ya kulum” dediği, hayatı boyunca gerek ailesinin, gerek Osmanlının, gerekse Cumhuriyetin elüstünde tuttuğu, gözettiği, koruduğu, bir eli balda bir eli yağda, hayatında yara bere izi görmemiş şanssız! bir fanidir.
Latin harflerinin kabulünden sonra ismi teleffuz edilirken Hamid değil de Hamit denilmesine haklı olarak ‘adımıza bir de “it” bağladılar’ diye tepki gösterdiği söylenir.
Toplumun hızlı bir değişim geçirdiği Tanzimattan, Cumhuriyete edebiyatımıza getirdiği yenilikler bakımından hakkını teslim etmek lâzım ki; Şair-i Âzam, Divan Şiirinin kalıplarını yıkan, serbest vezin şiirler yazan, batı edebiyatını lâyıkı ile özümseyen ve Tanzimat, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet devri edebiyatına kadar kalem oynatmadığı alan bırakmamıştır.
Bugün olduğu gibi dün de içine düştüğümüz “kaht-i rical” denilen devlet adamı kıtlığında girip çıkmadığı saray kalmamış, sülâle boyu dede-baba-oğul üç kuşak başına gerçek anlamda devlet kuşu konmuştur.
Milli Mücadeleye katılanlara düşman olan, Sevr Antlaşmasını imzalayan heyetin başkanı olan ve İstiklâl Savaşının kazanılmasından sonra vatan haini ilan edildiği için 1922 yılında Türkiye’den kaçan Damat Ferit Paşa’nın yakın arkadaşlarından olan Şair-i Âzam’ın devlete hizmet mi ettiği, yoksa devleti kendisine mi hizmet ettirdiği meselesi içinden çıkılacak gibi değil.
Hayatının büyük bir kısmı çocuk denecek yaştan beri, Tahran’dan Paris’e, Brüksel’den Lahey’e Berlin’den Londra’ya, Hindistan’dan Beyrut’a elçiliklerde geçtiği için sıkıldığı zamanlarda hava değişimi için ülkesine uğradığı zamanlar olmuştur.
Yakın zamana tarihe mâl olmuş en uzun süre büyükelçilik yapan “monşerler” arasında rekor kendisinde idi.
Hayatında 4 evlilik yapmış olan Şair-i Âzam, Atatürk’ün bir “akademi” olarak işlev gören Çankaya Sofralarından birine davetlidir. Rivayet o dur ki: şairimiz Belçika asıllı olan eşi Lüsyen Hanımın vasf-ı halini davet sofrasında Atatürk’e anlatırken bir ara:
- Böylesine güzel, naif, kültürlü, görgülü bir bayan Türk kızları arasından asla çıkamaz gibi densizce bir lakırdı eder.
Bu söz Atamızı hem çok üzer, hem de çok sinirlendirir. Bu söze karşı derin bir sessizliğe gömülen Atatürk’ü incittiğinin farkına varan hayatı boyunca ‘ben merkezciliği’ ile tanınan şair, hatasını düzeltmek için bir şeyler söyler. Atatürk dalgın, üzgün ve kırgın ve hiddetli olduğu için, :
- Anlayamadım bir şey mi dediniz beyefendi der.
Şair-i Âzam:
- Paşam, beni “beyefendi” diyerek yüceltiyorsunuz. Bana “adam” demeniz yeterlidir der.
Bu söze karşılık Atatürk’ün verdiği karşılık Türk kadınına karşı duyduğu hayranlığın ve muhabbetin göstergesi niteliğindedir:
- Sorun biraz da bu zaten, size adam diyemediğim için beyefendi demek zorunda kalıyorum şeklinde olur.
Turhan Şahin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.