- 874 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEFFAFLIĞIN O HAFİFLİĞİ...
Gülsem mi ağlasam mı… Bu da tartışılası bir tutum ne de olsa biliyorum ki yine ve yeniden yanlış telaffuz edilecek kâh gözyaşlarım kâh kahkahalarım üstelik her koşulda ve herkesin nezdinde. Anlaşılmak ne kelime dostlar, yaratılan nice resim bildikleri gibi fırça darbeleriyle vurabildiği kadar vuran ve şekillendiren. Özgür bir ruhu kimin hangi sebeple biçimlendirmeye kalkabilir ki… Ne bir vesikalık ne de boy resmi. Görünmeyen bir dünyanın kapıları asla ve asla açılmayacak. Ve kimsenin içeri sızmasına asla izin vermeyeceğim. Değil açmak aralamam bile. Olup olacağı sadece şu sefil kalemdir yansıtma ve dile getirme telaşı ile çırpınan canhıraş bir telaşla. Mademki yazmaktır canıma can katan sınırları zaten baştan bellidir. Ne ihlal hakkı veririm ne de canımın yanmasına izin veririm. Yanacağı kadar yanmış hatta kavruk bir gönül sadece İlahi Gücün tasarrufunda ve sadece O’na hibeli… Ne satarım düşlerimi ne isyan ederim. Sığınırım sığınabildiğim kadar ama kılıcım hep keskindir kendimi yaralasam da. Yaralanmam sadece benim inisiyatifimde ve varsın zararım yine kendime olsun. Bin kez makbuldür harici güçlerin taarruzundan ve acımasızlığından.
Nasıl da dinamik bir süreç pek çok yalan dolanla bezeli sövgünün katkısının fazlasıyla olduğu ve eşgüdümlü bir bilgi ve sevgi kirliliği akabinde onca nefret dolu söylem ve tahayyül bir o kadar ivmesi günbegün hız kazanan.
İnsanlar da muamma süreç de ve bir o kadar yaklaşımlar anlam veremediğim. Ben her halükarda cinsiyetsiz, yaşsız ve sıfatsız addedip ulaşılmazlığımı kırsam da karşımdaki tarafından illa ki yolum hayal kırıklığı ve hüzünle kesişiyor. Yok sayılsam ayrı dert olmayan sıfatların yapıştırılması ayrı dert. Nedir ki bu kovuşturma sürekli hezimete uğratan nedir bu meşum tutumlar sürekli bir yerlerimden çekiştiren.
Zekâmın ve duygularımın bitimsiz kavgası. Şimdi bu da yanlış telaffuz edilir. Hâşâ, zekâmı göklere çıkarmak değil derdim ama tüm bu görüntü ve söylem kirliliğinden bir o kadar haberdarım. Bazen fısıltılar bazen ayyuka çıkan o dehşetengiz tepkiler asla ve asla hak etmediğim.
Yine de sevdiklerim her daim bana güç ve sabır veren. Şükürler olsun ki bu ruhani buluşma sayesinde mutluyum. Ne bir tesadüf ne de zorunluluk sadece Allah’ın bir lütfu belli ki hızlandırılmış bir yardım tarafımca şükür vesilesi olan.
Hep ama hep görüntülere kanıyoruz. Sanki her birimiz birer televizyon ekranıyız da eline kumandayı alan istediği kanala zaplıyor kumandayı…’’Hadi, şöyle hüzünlü bir film seyredelim.’’ ya da ‘’Sıkı bir aksiyon filmi mi izlesek…’’ belki de bir Yeşilçam melodramı içinde her türlü acımasızlığın ve yanılsamanın yaşandığı… Aşkların kirletildiği, duyguların sömürüldüğü ve insanların vasıf ve sıfatlarına göre ayrıştırılıp sınıflandırıldığı. Beyazı siyah yapan pembeyi kan kırmızısına boğan ya da kendi kirini pasını sürekli çevreye sıçratma gayreti güdüp sayısız ithamla birilerini lekeleme ihtiyacı ile nefsini doyuran.
Biz değişmezken tutuyoruz illa ki değiştirmeye çalışıyoruz birilerini hele ki direniyorsa değişime bu sefer pek çok atıfta bulunuyoruz.
Esefle kınıyorum önce kendimi akabinde yönümü belirleyen o pusulanın ibresini tam da takılmışken güven ve sevgi istikametine. İnanmak istiyorum doya doya üstelik ve bir o kadar bağırmak avaz avaz. Her ne kadar bilsem de boşa kürek çektiğimi. Dalgalar adam boyu, değil sığlarda adımlamak denizin dibini nasıl dayanırım ki bu pervasız dalgalara. Yine de dayanıyorum ve kulaçlarımı hızlandırıyorum bir şekilde. Ne garip oysa… Yüzmeyi bilmezken nasıl hala sağ kalabildim bu engin denizde… Bilmez miyim, görmez miyim daha da önemlisi nasıl hissetmem… Neyi mi? Söylesem neye yarar ki ya da kim anlar beni. O kadar izbe ki her yer illa ki açık alan arayışım süregelmekte. Işıl ışıl ve dehlizlerden çıkıp da at koşturduğum. Mümkün olmasını nasıl nasıl dilerdim. Değil koşmak yürümek bile olası değil iken nasıl bir mecra ki herkes vicdanını çoktan hibe etmiş. Ne bir kinaye ne de isyan sadece çaresizliğin bir izdüşümü yadırgansam da örselensem de hatta darmaduman olsam da.
Kenetlendim bir kez şu sefil kalemle hele ki hislerime bunca tercüman olmuş bir dost bulmuşken nasıl ayrı düşerim kadim dostumdan.
Varlıklar nasıl da göreceli. Öyle ya, bugün varız yarız yoğuz. Buna rağmen sonsuzluğa odaklanmış her bir zihniyet sona yaklaştığını fark etmeksizin.
Tabir-i caizse sayısız zırvalık her daim mustarip olduğumuz. Hep ama hep perde arkası hayatlar sorgulanan sahnede görünen ve yaşanan kimseleri memnun dahi etmezken. Ne şekilde memnun olmak istiyorlarsa biçilen kılıflar. Hak mıdır ya da reva görülen buysa neden o boy aynası hep kayıplarda.
Limit aşımı olup olan ve makul olmasa da olma ihtimali her dem fazlasıyla yüksek ve ihtimal dâhilinde yadsınamayacak kadar ayan beyan.
Evet, farkındalık düzeyi yüksek bir seyir izliyor. Algıların alabileceğinden çok fazlası ile yüklü zihin sıra dışı, anlamsız ve anlatamayacağım kadar olağan dışı.
Çok ama çok denedim, çok yol aldım ve derken gerisin gerisin kaçıyorum. İstenen tam da bu. Yok olmak ve tüm o yoklamalarda bulunmamak. Sıra dışı, sınıfın dışı hatta sıradanlığa tahammülü olmayan şahsımın koca bir yanılgısı her şeyin değişeceğine dair geliştirdiği inanç. Sorgulanmak her daim ve sorgularken tüm o suretleri silik ve alabildiğine kara izbelere kayıtlı en az şeffaflığın o hafifliği ile sür git sevişirken…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
yüreğiniz dert görmesin.
sevgimle...